10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 OCAK 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ D O Ğ R U K A R A R 9 Barışçıl çözümde ısrar O. DOĞU SİLAHÇIOĞLU 6TürkiyeABD Ekseni Sorunun çözümünde diplomatik seçenekle sonuç alınamaması halinde ABD/İsrail açısından bir askeri seçenek kaçınılmaz görünmektedir. ABD, bu hareket tarzı içinde İsrail ile birlikte ya da tek başına hareket edebilecek imkân ve kabiliyetlere sahip olmakla birlikte, harekâtın daha kısa sürede ve daha az riskle icrası açısından bölgedeki müttefik ülkelerin desteğine de ihtiyaç duyabilecektir. Türkiye’nin konumu ve sahip olduğu imkânlar onu bu desteği sağlayabilecek ülkeler arasında ön plana çıkarmaktadır. Giderek tehlikeli boyutlara ulaşma eğilimi gösteren sorun, bugün itibariyle Türk ABD ilişkilerinde yeni gelişmelere yol açabilecek bir noktaya gelmiştir. Yakın dönemde Türkiye ile ABD arasında gerçekleştirilen üst düzey temaslar buna işaret etmektedir. Bakış açıları ABD ve Türkiye’nin soruna bakış açısını yansıtan makul bir değerlendirme şöyle olabilir: ABD; ‘‘İran bugünkü koşullarda Türkiye için bir tehdittir. Nükleer güce ulaşması gelecekte sizin için daha da tehlikeli bir durum yaratacaktır. ABD bu evrede sorunun çözümünde Türkiye’nin yapabileceği şeyler olduğuna inanmaktadır. Henüz vakit varken, buna birlikte engel olalım. Diplomatik seçenekte çözüm için olabilecek katkılarınızı önemsiyoruz ve bunu sizden bekliyoruz. Ama eğer askeri seçenek gündeme gelirse İran’daki nükleer tesisleri hedef alacak bir hava harekâtı için Türkiye’den sınırlı taleplerimiz olacaktır.’’ Türkiye; ‘‘İran, sahip olduğu uzun menzilli füzeler yanında, Türkiye’de laik rejimin yıkılması ve İslami bir yönetimin egemen olması için faaliyet gösteren ve bunu terör desteğinde sürdüren bir ülkedir; Türkiye için bir tehdittir. Ancak, İran’ın nükleer silah geliştirme programı içinde olduğu henüz kanıtlanamamıştır. Eğer İran böyle bir girişim içinde ise, onun bu girişimden alıkonulması, Türkiye için de bölgedeki diğer ülkeler için de muhtemel anlaşmazlıkların önlenmesi açısından uygun sonuçlar yaratacaktır. Türkiye bu sonucun diplomatik yöntemlerle oluşturulabileceğine inanmaktadır. Askeri yöntemler sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirebilir. Türkiye harekât sonrasındaki gelişmelere bağlı olarak kendini sıcak bir çatışma içinde veya yakınında bulmayı istememektedir. Türkiye, gelecekte yeni sorunlarla karşılaşmamak ve ortaya çıkacak durumdan mümkün olduğunca az etkilenmek için uygun politikalar izlemek zorundadır. Türkiye barışçıl çözümden yanadır. Türkiye’nin seçtiği bu yolun, dost ve müttefik ülkeler tarafından anlayışla karşılanacağına inanıyoruz.’’ Muhtemel ABD önerileri ABD’nin Irak’ta karşı karşıya bulunduğu sorunları en az düzeye indirmek amacıyla, bu ülkede konuşlandırdığı kuvvetlerini geri çekmesi yolunda yakın dönemde bazı düşüncelerin ortaya çıktığı ve yüksek sesle dile getirilen bu düşüncelerin Amerikan kamuoyunda da giderek taraftar bulduğu gözlemlenmektedir. İran sorununun gelecekte ulaşacağı boyutları da dikkate alarak, ABD’ nin askeri gerekçelerle Irak’tan kısmi bir çekilmeye karar verebileceği ihtimal dahilindedir. ABD bunun koşullarını yaratabilmek ve altyapısını oluşturmak için, Türkiye’nin 2. Körfez Savaşı’ndan kaynaklanan ulusal çıkar kayıplarının kısmen de olsa karşılanmasına imkân sağlayacak şekilde, Türkiye’ye yeni öneriler getirebilir. ABD bu önerilerini, İran ile ilgili talepleri ve Türkiye’den beklentileri ile bütünleştirebilir. Gelinen nokta ABD Ortadoğu’yu ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirebilmek amacıyla, diplomatik, politik, askeri, ekonomik alanlardaki faaliyetini sürdürmektedir. İran bu faaliyetin odağı olan kilit ülkelerden biridir. ABD’nin İsrail ile ve Batı dünyasıyla büyük ölçüde örtüşen ulusal çıkarları, İran’ın yeniden şekillendirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu şekillendirme uzun bir süreyi kapsayacaktır. Gündemde olan acil sorun, İran’ın nükleer silah geliştirme yeteneğine sahip olmadan engellenmesidir. Nükleer güce sahip bir İran, başta İsrail olmak üzere bölgedeki tüm ülkeler için tehdit teşkil İran’ın taraf olduğu uluslararası anlaşmalar, nükleer silah programı ile bağlantılı olmaması durumunda nükleer tesis inşasına izin veriyor. Türkiye İran’la Batı arasında denge arayacak ürkiye, İran’a nasıl bakıyor? ABD, AB, Rusya ve Çin’in İran politikasına nasıl yaklaşıyor? Dünyanın bütün küresel aktörlerinin ilgilendiği bir konuda Türkiye’nin değerlendirmesinin olmaması düşünülemez. Doğu komşumuz İran’ın rejiminden nükleer hedeflerine kadar her şey, ister istemez Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Türkiye’nin takınacağı tutum, hem İran’ın hem de küresel aktörlerin beklediği bir durum. Bu hafta başında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan’ın ABD ziyaretinin merkezinde İran’ın olduğu dikkati çekiyor. Alpogan, ayağını Amerikan topraklarına basar basmaz, ‘‘Biz nükleer silah üreten bir komşu istemiyoruz’’ biçiminde özetlenebilecek bir değerlendirme yaptı. Protokolde eşiti olmadığı halde ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Alpogan’ı kabul etmesi ve kabulde ‘‘İran’a verilen süre doluyor’’ demesi de altı çizilmesi gereken bir tanımlama. edebileceği gibi, uzun evrede ABD’nin emelleri karşısında bir direnç oluşmasına da yol açabilir. ABD ve İsrail’in hedefi, İran’ın nükleer güce erişmesini diplomatik seçenekle engellemek, bu mümkün olmadığı takdirde askeri seçenekle bunu gerçekleştirmektir. ABD, ulusal çıkarlarının tehlikeye düştüğü durumlarda ya da kendi anlayışına göre, barış ve güvenliği tehdit eden bir gelişme karşısında, BM’den karar çıkartamaması halinde dahi, yalnız başına veya müttefikleriyle birlikte askeri güç kullanarak müdahalede bulunabileceğini geçmişte göstermiştir. Belirsizliğin sınırları Askeri seçeneğin kabul edilebilirlik ölçüsü şimdilik belirsizdir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi, İran’ın nükleer yakıt zenginleştirme projesinde geldiği ya da geleceği noktaya bağlıdır. İran’ın nükleer yakıt geliştirme programından vazgeçmemesi halinde askeri seçeneğin gündeme gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. ABD, bu seçenek içinde tek başına hareket edebileceği gibi İsrail ile birlikte de hareket edebilir. ABD politik dirençle karşılaşmamak için İran’a yönelik bir saldırıda mümkün olan ölçüde Batı dünyasını yanına almaya çalışarak, bir şekilde NATO’yu ya da bir koalisyon içinde bazı müttefiklerini bu girişime dahil etme arayışında olabilir. Bu yaklaşım, ABD için sınırlı güç tahsisi imkânı yaratacağı gibi, ihtiyaç duyulduğunda faaliyetin ikinci aşamasının uluslararası dayanışma içinde sürdürülmesine de olanak sağlayacaktır. İran’a yapılacak bir hava saldırısının sadece nükleer araştırma tesislerine yönelmesi ve İran Silahlı Kuvvetleri’nin bu saldırı hedefleri dışında tutulması, saldırı sonrasında İran’ın başka bir türde karşı koyma yeteneğini yok etmeyecektir. İran Silahlı Kuvvetleri’nin hedef alınması ise tırmanmayı arttıracak, bölgede yeni bir sıcak çatışma ihtimalini doğuracaktır. Eğer İran böyle bir harekâttan, karşı koyma gücünü kısmen de olsa koruyabilmiş olarak çıkabilir ise, gerek Ortadoğu’da, gerekse diğer bölgelerde ABD ve İsrail hedeflerine ve bu girişimde ABD’ye destek olan ülkelere karşı, asimetrik yöntemleri de içerecek saldırılarda bulunması kaçınılmaz bir sonuç olarak görünmektedir. ABD/İsrail tarafından gerçekleştirilecek muhtemel bir askeri harekât sonrasında İran’ın göstereceği tepki yeni durumun koşullarını yaratacak, petrolün Körfez bölgesinden denizyolu ile sevki zorlaşacak ve sorunun bölgesel bir çatışmaya dönüşme ihtimali giderek artacaktır. Böyle bir durumda ABD’nin ya da İsrail’in nükleer silah kullanma ihtimali çok düşük olmakla birlikte bu, hiçbir zaman dışlanacak bir hareket tarzı olarak görülmemelidir. Bugünün dünyasında olmaz gibi düşünülse de, ABD ile özdeşleşen İsrail’in varlığına yönelik yakın ve büyük bir tehdit ve tehlikenin ortaya çıkması halinde, ABD ya da İsrail’in nükleer silah kullanma ihtimali hiçbir zaman ‘‘sıfır’’ değildir. Bitirirken Nükleer yeteneğe sahip bir İran, Türkiye için bugünkünden daha büyük bir tehdittir. Türkiye’nin hedefi; bir şekilde İran’ın nükleer güce sahip olmasının engellenmesidir. Türkiye, sorunun çözümü için sürdürülmekte olan diplomatik seçenek girişimlerini desteklemeli ve bu faaliyet içinde olabildiğince etkin şekilde rol almalıdır. Başka ülkelerin bu sorunla ilgileniyor olması, Türkiye’yi girişken ve önalan bir politika izlemekten alıkoymamalıdır. Türkiye; askeri seçenekle ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçlardan kendisi de etkilenecek bir ülke olarak, ‘‘ulusal hak ve çıkarları’’, ‘‘ulusal hedefleri’’, ‘‘güvenlik ihtiyaçları’’ çerçevesinde, sorunun barışçıl yollardan çözümünde ısrarcı olmalı buna katkı sağlayabilecek hareket tarzları geliştirmelidir. Diplomatik seçeneğin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, Türkiye gündeme gelebilecek bir askeri seçeneğin kendisi ile İran’ı karşı karşıya getirebilecek sonuçlar yaratmaması ve girişim sonrasında ortaya çıkabilecek gelişmelerin yeni tehditler doğurmaması açısından önlemoluşturmalıdır. Türkiye bu noktada bir karar verme aşamasına geldiğinde eğer varsa BM kararlarını göz önünde bulundurmalıdır. Tüm bunlar başarılabilirse eğer, Türkiye açısından uygun sonuçlar yaratan bir politika izlenmiş olacaktır. (Bu inceleme; ‘‘O. Doğu Silahçıoğlu, Kuşatılmış Türkiye, Günizi Yayıncılık, 2005’’ adlı yapıttan ve açık kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmıştır.) BİTTİ T Bir değerlendirme İran konusunda Ankara’da, devletin önemli katlarıyla paylaşılan bir değerlendirmeyi aynen aktararak son noktayı koyalım: ‘‘a) İran’ın nükleer programı, 1980’lerde dini rejim tarafından başlatılmasından bu yana özellikle yabancı nükleer tedarikçi firmaların İran ile işbirliğinden kaçınmasından dolayı çok büyük ilerleme kaydedememiştir. Buna rağmen İran, nükleer silah kabiliyetini desteklemek üzere ihtiyaç duyabileceği altyapı ve uzmanlık alanlarını geliştirmektedir. b) Ancak İran’ın projeleri, günümüzde Rus tedarikçilerin nükleer yakıt çevrimi aşamalarının hemen her alanındaki desteği kapsamında geçmişe nazaran daha gelişmiş ve bilinçli şekilde devam etme potansiyeline sahiptir. Bu yardımlar önlenemediği takdirde İran’ın nükleer silah üretme imkân ve kabiliyetine sahip olması kaçınılmaz olarak görülmektedir. Böyle bir gelişme sadece halen çalkantı ve çatışmalar içinde olan Ortadoğu için değil, Batı’nın güvenlik kaygıları ve RF’nin çıkarları için istikrarı bozucu önemli bir faktör olacaktır. c) İran’ın temel ihtiyacı nükleer hammaddedir. Plütonyum teknolojisiyle ilgilendiğini göstermeye devam etse de uranyum zenginleştirilmesi çalışmalarına konsantre olmuştur. İran önümüzdeki yıllarda nükleer hammadde üretim kapasitesine ulaşabileceği doğrultusunda bir görüntü sergilemektedir. İran’ın çalışmala rını aynı düzeyde sürdürmesi durumunda, UAEK yetkililerine göre 3 veya 4 yıl içerisinde nükleer silaha sahip olabileceği zımnen kaydedilmektedir. ç) İran, 2003 yılı ortalarına kadar UAEK’den gizli olarak çok sayıda nükleer tesis inşa etmiş, bir dizi uranyum zenginleştirme faaliyeti veya testi gerçekleştirmiş ve söz konusu tesislerini yeraltına gömerek gizlemiştir. İran tüm bu tesislerin askeri amaçlı olmadığını iddia etmekte, enerji ihtiyacını kapatmak amacıyla nükleer faaliyetlerini yürüttüğünü ileri sürmektedir. İran’ın yüzde 15 ile dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervine ve küresel petrol rezervinin yüzde 11’ine sahip olması itibarıyla, bu tür bir gerekçenin kabul edilmesi mümkün görülmemektedir. d) İran, NPT Ek Protokolü’nü imzalayarak UAEK denetçilerinin, nükleer tesislerini ani olarak denetlemesini ve üç AB ülkesi ile imzaladığı Paris Anlaşması kapsamında zenginleştirme faaliyetlerini süresiz olarak askıya almayı kabul etmiştir. Bu aşamada İran’ın nükleer silah programını devam ettirebilmesi oldukça zorlaşmıştır. Ancak görünür gelecekte İran’ın verdiği sözleri ne kadar tutacağı ve anlaşmalara ne kadar sadık kalacağı tahmin edilememektedir. e) İran’ın taraf olduğu uluslararası anlaşmalar, nükleer silah programı ile bağlantılı olmaması durumunda nükleer tesis inşasına izin vermektedir. İran’a yönelik uygulanan uluslararası baskı, bu tesislerin zamanında UAEK’ye bildirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Yukarıda yer alan bilgiler ışığında, uluslararası hukuk ve taraf olduğu anlaşmalar kapsamında, İran’ın bazı ihlalleri bulunmasına rağmen konunun bu aşamada BM Güvenlik Konseyi’ne taşınmasını gerektirecek bir durum olmadığı görülmektedir. f) Ancak gelinen bu aşamaya rağmen İran’ın nükleer silah programından tamamen vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir. Bölgesel güç olma hedefindeki İran’ın, gerek ABD ve İsrail’e gözdağı vermek gerekse İran halkına karşı güçlü görünmek için bu hedefinden asla vazgeçmeyeceği, konuyu sadece erteleyebileceği değerlendirilmektedir. Erteleme konusundaki en büyük etkeni, ABD’nin İran’ın nükleer faaliyetlerini BM Güvenlik Konseyi’ne götürmesinin engellenerek kendisine yönelik bir askeri müdahale için zemin yaratıl Doğu komşumuz İran’ın rejiminden nükleer hedeflerine kadar her şey, ister istemez Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Türkiye’nin takınacağı tutum, hem İran’ın hem de küresel aktörlerin beklediği bir durum. İSFAHAN NÜKLEER TEKNOLOJİ MERKEZİ maması oluşturmaktadır. g) Halen İran’ın nükleer faaliyetleri, üç AB ülkesinin ön safta, ABD’nin ise arka planda olduğu bir Batı stratejisi ile engellenmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda İran, kısa vadede UAEK ile işbirliğine devam edeceği yönünde bir görüntü sergilemektedir. Ancak UAEK’nin, İran’ın geçmiş aktivitelerini araştırmaya çalışması ve İran’ın denetleme alanlarıyla ilgili olarak milli güvenliği gerekçesiyle gösterdiği çekincelerin, önümüzdeki dönemde muhtemel taştırma alanları olacağı tahmin edilmektedir. ğ) ABD ve İsrail tarafından son dönemde yapılan açıklamalar ve suçlamalar göz önüne alındığında, İran üzerinde psikolojik bir baskı yaratılmaya çalışıldığı gözlenmektedir. ABD’nin, 1981 yılında İsrail’in Irak’taki Osirak Nükleer Merkezi’ne yaptığı saldırı benzeri, bir önleyici taarruz ile İran’ı vurarak nükleer güç olmasını önlemesi gündeme gelmiştir. Ancak İran’ın çok sayıdaki nükleer tesisine, coğrafi durumu, petrol üretimi ve dağıtımındaki stratejik önemi dikkate alındığında, olası önleyici taarruzun, İsrail’in Irak’a karşı uyguladığı saldırıdan daha karmaşık olacağı değerlendirilmektedir. h) Diğer taraftan, başta üç AB ülkesi olmak üzere RF ve ÇHC’nin, küresel çıkarlarını dikkate alarak ABD’nin muhtemel bir harekâtına karşı çıkacağı ve İran’a destek vererek sorunun görüşmeler yoluyla çözülmesi yönündeki gayretlerine devam edeceği kıymetlendirilmektedir. ı) Tüm bunlara rağmen İran’ın nüfusunun yarısına yakın bir kesiminin Türk ve Azeri kökenlilerden oluşması, Türkiye’nin açılımlarına olumlu sinyaller vermeye başlaması ve komşumuz durumunda büyük bir devlet olması nedenleriyle Türkiye açısından önem arz eden bir ülke konumunda olduğu bilinmektedir. Konuyla ilgili olarak İran’a yönelik politikalarımızın, başka ülkelerin yanlış bilgilendirmeleri doğrultusunda şekillenmemesi, milli siyasetimizin ortaya konulabilmesi ve yanı başımızda bir devletin nükleer silaha sahip olmasının da kabul edilemeyeceği gerçekleri çerçevesinde sağlam, dengeli ve gerçek temellere oturan bir yaklaşım ile oluşturulmasında yarar görülmektedir.’’ BİTTİNot: Bu dizide yer alan bilgi ve belgelerin çok daha geniş bölümü ve İran’la ilgili günceltarihsel konular, Mustafa Balbay’ın yakında Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkacak ‘‘İran Dosyası’’ kitabında yer alacak. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle