25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Suçlu Ayağa Kalk Suçluyu korumak da bir suç değil mi Allah aşkına. Ağca’nın çiçeklerle bindiği arabanın sahibinin, kaldığı evdeki kişilerin peşine düşenlere yanlış yapıyorsunuz diyebilir miyiz? PENCERE bir kişi!.. Suçluyu korumak da bir suç değil mi Allah aşkına. Ağca’nın çiçeklerle bindiği arabanın sahibinin, kaldığı evdeki kişilerin peşine düşenlere yanlış yapıyorsunuz diyebilir miyiz? Erbakan çaldığı paraları ödediği takdirde hapis cezası kalkıyorsa, ödettirmemek için cezasını erteleyenler ve de kapı kapı dolaşanlar suç işlemiş olmuyorlar mı? Bu ve benzeri suçlular ne olacak? Aramızda öbür suçlular gibi paşa paşa yaşamaya devam edecekler mi? Dur diyen çıkmayacak mı? Kadayıfın altı kızarmadı efendim yandı. Ben kendi adıma affetmiyorum, insanın önce kendisine saygısı olmalı, önce kendine hesap verebilmeli diye düşünüyorum. Biz zavallı, kimsesiz millet, başımızdakileri hep hoş görme, unutma büyüklüğünü göstermişiz. Hep biz mi, yani aydın kesim mi büyüklüğünü gösterecek? Biraz da başımızdakiler büyümeyi denese olmaz mı? Ne de olsa onlar da Erbakan hocalarının yolundan gelerek bugün 1/4 oy ile iktidardalar. Bu sayı da her düşündüğümde beni rahatsız eder. Dört vatandaştan bir vatandaş size oy vermiş. Bir saniye bile aklınızdan çıkarmamanız gereken, çok, hem de çok önemli bir konu... Yazılı nutuklarınızdan ‘‘Bu milleti temsil ediyoruz’’ cümlesini çıkarın lütfen. Serbest kürsü nutuklarınızda da bu cümle cısss olsun, oralarda dolaşmayın. Es kaza sizi dinleyen, Türk ulusunun dörtte üçü, oturduğu yerden cevap veriyordur. Seni ben seçmedim ki diyordur, o kadar!!! Sizlerin bu cümleyi duymamanız, söylenmiyor anlamına gelmiyor tabii ki!.. Düdüksüz Ofsayt ŞU GÜNLERDE yine deplasmana çıkıp Davos’a gitmiş olan Sayın Başbakan, bildiğiniz gibi, futbol da oynamış ve bir süre İstanbul Belediyesi’nin İETT takımında forvet oyuncusu olmuştur. Eski santrfor olarak ‘‘ofsayt’’ın ne olduğunu herhalde iyi bilir. Peki, bilmesi gerektiği halde, nasıl olup da yandaşlarının ‘‘tezahürat’’ına kanıp Kıbrıs konusunda sürekli ofsayta düşmektedir? Her zaman ‘‘karşı taraftan bir adım önde olmak’’la başarı elde edilip gol atılabildiği görüldü mü? Tek başarı, şuradan buradan biraz ‘‘aferin’’ almak oluyor. Oysa, karşı taraf hem sımsıkı durmakla sizi ofsayta düşürüp gol atmanızı engellemekte, hem de hiç olmazsa kendi taraftarının desteğini sürdürmekte. u sefer de öyle oldu. Daha önceki barış ‘‘hücum’’larıyla tek fark, içten ve hele dıştan ‘‘perde gerisi teknik direktörlük’’ yapanların taktikteki yanlışı söylememiş, yan hakemliğe soyunmuş olanların ofsayt bayrağı kaldırmamış olmalarıdır. Gerçekten, acaba bu iyi niyet ‘‘atağı’’ için İngiltere’yle Amerika’nın desteğini almış olmakla acaba ne umulmaktaydı? Avrupa Birliği’ni de arkaya almak mı? Orta hakem saygınlığını her şeyin üstünde tutar görünen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni bizden yana çekmek mi? Batı kamuoyundan takdir toplamak mı? En önemlisi, ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’ unvanını gasp etmiş kapkaççı bir devletin başkanını kendi halkı ve Yunanlıların gözünde, sanki onlar değişik görüşlere sahiplermiş gibi, ‘‘uzlaşmaz’’ durumuna düşürmek mi? Şunu iyice zihinlere yerleştirmek gerekiyor: Bütün bunlar, üç aşağı beş yukarı, bugün değilse yarın, şöyle ya da böyle, Türkiye’nin Kıbrıs’tan askerini çekmesini, tasını tarağını toplayıp gitmesini ve bir daha ‘‘boyundan büyük işlere kalkışmamasını’’, kısacası ‘‘haddini bilmesini’’ istemektedirler. Çünkü, Asya ortalarından gelmiş Türk’e biçtikleri ‘‘had’’ budur. Son barış planı yürüseydi bile mutlaka görülecekti ki, günü gelip kritik noktaya erişildiğinde İngiltere’yle Amerika’nın tutumları o yaygın Batılı tutumdan farklı olmayacaktı. u gözlemin Batı düşmanlığıyla, bilgisiz ve bilinçsiz saplantı ya da paranoyayla ilgisi yok; sadece sürekli deneyimlerin bir sonucu. Ne yapalım ki, Türk olmanın zorluğu ve gerçeği de bu. O zaman, Kıbrıs sorununda Türkiye’nin, yalnız jeopolitik çıkarlarına değil, aynı zamanda başkalarının gözündeki saygınlığına da uygun bir çözüm elde edilmek isteniyorsa, yine Batı için özde hep geçerli olan, kalan saygınlık değerlerine bağlı kalmak gerekir; yani kendi çıkarını iyi bilmek ve yine kendisinin maddi manevi her türlü gücünü seferber edip bunu iyi savunmak. 1919’dan beri, yakın tarihimizin en önemli dersi budur. Müslümanlık Böyle mi Olur?.. Meraklıysanız açın bir ‘lugat’i ya da ‘ansiklopedi’yi, ‘Müslüman adam’ deyişinin karşılığına bir göz atın... Ne yazıyor?.. ‘‘Doğruluktan ayrılmaz..’’ ‘‘Dürüst adam..’’ ‘‘Hak yemez..’’ Müslümanlığını insanın gözüne sokar gibi pazarlayan bizim siyaset esnafına ne demeli?.. Yoksa AKP’li kimi politikacı, Müslümanlıktan istifa mı etmiştir?.. ? Maliye Bakanı ne demek?.. Devletin parasını, pulunu, hazinesini, hesabını, kitabını emanet ettiğin adam... Kim o?.. Unakıtan!.. Yalnız gazetelerde çıkan haberleri alt alta dizdiğin zaman, Maliye Bakanımıza söylenecek tek söz kalmıyor... Son haber ne?.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti’nin Maliye Bakanı Sayın Unakıtan, Üsküdar’da sit alanında kaçak villa yaptırıyormuş.. Kaçak villa üç kez mühürlenmiş.. Sekiz yıldır yıkılamıyormuş.. Yeni çıkarılan imar planıyla villa kurtulmuş.. Yeni karara karşı çıkan görevliler sürülmüş.. ? Ancak Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın sicilinde yalnız bu olay yok ki!.. Gazetelerde ve köşelerde yinelenen nice marifetiyle artık meşhur olan bu AKP Hükümeti üyesi partide ‘istisna’ da değil!.. RTE’den başlayıp Hükümet üyelerine, ardından AKP’li milletvekillerine doğru bir inceleme sonunda görülüyor ki, kutsal İslamı siyasette kullanmaktan çekinmeyen iktidar sahiplerinin marifetleri, dokunulmazlık şemsiyesinin koruması altındadır. ? İslamda yalnız bize özgü bir konuşlanma mı bu?.. Haram parayla haşır neşir Müslümanlığın ‘yeme de yanında yat’ felsefesi tüm dünyayı sardı... Dünya coğrafyasına bir göz attığımızda görüyoruz ki, tüm Müslüman halkları yoksuldur... Zenginler kimlerdir?.. Şeyhler.. Tarikat reisleri.. Krallar.. Tüccarlar.. Yöneticiler.. Türkiye’de de yoksul Müslümanların oylarıyla iktidara gelenlerin Müslümanlığı yalnız kendilerine yarıyor... 1923’ten bu yana, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetleri Unakıtan gibi Maliye Bakanı görmedi!.. Bir kaçak villa için koskoca devleti parmağında oynatan bir Maliye Bakanı’nı koltuğunda tutan bir iktidardan Müslümanlığa ne hayır gelebilir ki... Macide TANIR Devlet Sanatçısı Y B argıçlar, ellerindeki belgeleri yasaların ışığında değerlendirir ve doğru sonuca varırlar; bu en basit ve vazgeçilmez bir hukuk kuralıdır. Peki, yargıçlar yanlış karar verirse ne olur? Sekiz gündür Türkiye’de duyarlı, aydın kesimde ne olduysa o olur. Yani, Türkiyemiz için, bu denli iyi yetişmiş, aydın, yürekli, çok değerli bir gazetecimiz olan Abdi İpekçi’yi öldüren katil yanlış hesaplar yüzünden tahliye edildiği zaman, yaşamdan, yargıdan ümit kesecek kadar derde, kedere düşer toplum!.. Mutsuzluğu artar. Toplumun karşı çıkmasıyla, değerli hukukçularımızla karar değiştirilir, yargı: ‘‘Pardon efendim sizi görmedim, onun için ayağım takıldı yere düştüm’’ der. Ve katil tekrar hapishaneye döner. Toplum arasında ‘‘Avukat tutma, yargıç bul!’’ cümlesini güçlendirdi bu son örnekler. Son diyorum çünkü bundan evvelki pardonlar da var. Dürüst, namuslu, haysiyetine düşkün, kararları titizlikle inceleyen, doğru sonuçlara varan, saygıyı hak etmiş değerli yargıçlarımız, bu büyük yanlışı veya gizli kalan boyutlarını nasıl içlerine sindirecekler? Akıl almaz yanlışı yapan yargıçları sorgulamayacaklar mı? Sadece biz dışardaki suçlulara mı ceza vermek için varsınız. Susarsanız ‘‘Yargıda olur böyle şeyler’’ diyen büyükle re katılmış ve siz de suç işlemiş olmaz mısınız? Bir başka suçlu da Erbakan. Hapse girmemesi için yasa düşünülüyormuş; yazık o Meclis’e ki, mesaisini gerekli, önemli konulara ayırmıyor da, suç işlemiş, on bir trilyon gibi büyük bir meblağı buharlaştırıp uçuran kişi için çalışıyor. Bir defa Erbakan; kendi payıma düşeni öderim demekle, suçunu itiraf ediyor, aldığını kabul ediyor. Bizlerden çalınan bu para için, cezasının ertelenmesini istemesi bile insan olarak beni utandırıyor, yüzümü kızartıyor... Onun yerine utanmak benim gibi namuslu insanlara düşüyor. Bu hırsızlık su yüzüne çıkmasa idi, cuma namazlarını kaçırmayan, İslamı kendi varlığı sanan kişi rahat rahat, iç huzuruyla çaldığı parayı kullanacaktı. Zaten rahat rahat harcıyor ya! Müslüman olduğunu kanıtlamak için ailesi ve yakınları ile, bu fakir milletin vergileri ile, ‘‘yanılmıyorsam’’ yirmi beş kez hacca gitmedi mi? Bu harcamak değil de nedir? Altınoluk’taki görkemli malikânesine, rahat gidip gelmesi için, Edremit’e özel havaalanı yapılmadı mı? Rica ediyorum; burada durun ve düşünün; yapılan iki oda, bir salon değil havaalanı?!! Buna benzer davranışlara ilaveten, ihtilal yapacaktı da, kanlı mı kansız mı olmasını düşünüyordu. Nerden baksanız affedilmeyecek suçlar işlemiş Ulusal Andımız, Ulusal Sınırlarımız Dr. Handan DİKER Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi ‘Büyük olaylar, düşüncelerde büyük devrimler yapar. ’ M.K. Atatürk (3 Ocak 1922) tam bağımsızlık ve asgari barış koşullarını içeren bir program da kabul edilmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal, Meclis’in İstanbul dışında, güvenli bir yerde toplanmasını istemiştir. Meclis toplanmadan önceki günlerde Mustafa Kemal’in düşüncesi şöyledir: Anadolu’dan bu Meclis’e giden milletvekilleri Meclis’te ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu’nu oluşturacaklardı. Ama Mustafa Kemal ile görüşen milletvekilleri İstanbul’daki çeşitli etkiler ve baskılar sonucunda Meclis’te ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu’ yerine ‘Felahı Vatan’ adı verilen bir grup oluşturdular. B U lusal Ant, 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da toplanan Meclisi Mebusan’da alınan; doğrudan doğruya Mustafa Kemal tarafından hazırlanan ve onun olmadığı bir Meclis’te kabul edilen yaşamsal kararlardır. Bu tarihi belgede Mustafa Kemal’in amacı yeni kuracağı Türk devletinin ulusal sınırlarını belirlemektir. Nitekim 1920 yılında Mustafa Kemal, Ulusal Ant ya da Misakı Milli adını verdiği programa ilişkin şu sözleri söyleyecektir: ‘‘Efendiler, ulusun amaç ve isteklerinin kısa bir programa temel olacak biçimde toplu bir tarzda açıklanması da görüşüldü. Milli Misak adı verilen bu programın ilk karalamaları da bir fikir vermek düşüncesi ile yazıya döküldü.’’ Misakı Milli kararları 121 milletvekilinin imzaları ile kabul edilmiştir. Meclisi Mebusan’ın, tarihinde aldığı en önemli kararlar olarak da adlandırabileceğimiz bu kararlarda işgal altında bulunan İstanbul’da Türk ulusunun Kırılma noktası Ulusal Ant, Türk Devrim tarihinde önemli bir kırılma noktası oluşturur. Çünkü ilk kez ulusal sınırlarımız belirlenerek bu kararların Meclis’çe onanmasından sonra Mustafa Kemal büyük bir hareket serbestliği kazanarak milli mücadeleye giden yol açılmıştır. Öte yandan, Ulusal Ant gerek ulusal gerekse uluslararası alanlarda yapılan antlaşmalara da temel olarak alınmıştır. Ulusal Ant şöyle özetlenebilir: 30 Ekim 1918’de imzalanmış olan Mondros Ateşkesi sırasında işgal edilmiş topraklar bölünmez bir bütündür. Ateşkesin imzalanması sırasında özellikle halkın çoğu Arap olan bölgelerin geleceği için halkoyuna başvurulmalıdır. Halkı özgür kalır kalmaz anavatana kendi istekleri ile katılmış olan Kars, Ardahan ve Artvin için gerekirse yeniden halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz. Batı Trakya’nın geleceği için halkoyuna başvurulmalıdır. İstanbul ve Marmara Denizi’nin güvenliği sağlandığı takdirde Boğazlar’ın dünya ticaretine açılabilmesi konusunda bizimle beraber ilgili devletlerin ortak vereceği karar geçerli olacaktır. Azınlıkların hukuku komşu ülkelerdeki Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanması koşulu ile uygulanabilir. Siyasi, mali ve adli gelişmemizi kısıtlayan ayrıcalıklara karşıyız. Görüyoruz ki, Ulusal Ant bir ölçüde Kurtuluş Savaşı’nın siyasal anlamda programı olma durumundadır. Ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal sınırları, Ulusal Ant ile belirlen miş ve çizilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Ulusal Ant’ın programını Ocak 1922’de açıklayacaktır: ‘‘Misakı Milli barış yapmak için en yeterli ve en küçük ölçüdeki koşullarımızı içine alan bir programdır. Barışa ulaşmak için derleyeceğimiz temel ilkeleri kapsar. Ama yurdu ve ulusu kurtarmak için barış yapmak yeterli değildir... Barıştan sonraki çalşmada başarılı olabilmek ulusun bağımsızlığını korumaya bağlıdır. Misakı Milli’nin hedefi onu sağlamaktır.’’ Günümüzde de üzerinde önemle durulması gereken Ulusal Andımızda Mustafa Kemal’in büyüklüğü bir kez daha anlaşılmaktadır. Burada onun kuracağı ulus devletin artık iyice ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Mustafa Kemal 1 Mart 1923 yılında Ulusal Ant’ı ‘Kurtuluşumuzun düsturu’ olarak adlandıracaktır. Ama her zaman belirttiği gibi bunun en önemli yapıcısı, yaratıcısı, uygulayıcısı olan güçlü Türk ulusuna da değinmeden yapamayacaktır. ‘‘Efendiler! Kurtuluşumuzun düsturu olan Ulusal Ant’ı tarih sayfalarına yazan ulusun demir elidir. Elde olunacak sonucu da ulus, kendisi koruyacaktır.’’ Şu 301. Madde... Dr. Cengiz ABBASGİL Hukukçu Giden yılın ardından birçok olay unutulacaktır. Ancak öyle sanırım ki 301 üzerine koparılan tartışmalar yeni yılda da sürecektir. Üzerinde fırtınalar kopartılan olaya dayanak olan nedir? Nedir bu 301? Sanıyorum toplumun çok büyük bir kesimi 301’in içeriğinden habersizdir. Önce bunun ne olduğunu görelim: 301 bir yasa düzenlemesinin madde numarasıdır. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasası’nın dördüncü kısım üçüncü bölümünde yer almıştır. Başlığı ise ‘‘Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılama’’dır. Düzenleme aynen şöyledir: ‘‘(1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza üçte bir oranında arttırılır. (4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.’’ İşte yasa düzenlemesinin tamamı bu. Şimdi gelelim işin tartışma boyutuna... Ceza yasası Türk hukuk sisteminin temel yasalarından biridir. Bu gibi yasaların günün koşullarına uyarlanması ve çağdaşlaştırılması uzun soluklu çalışmaları gerektirir. Nitekim bu konudaki çalışmalar yıllar önceden başlatılmıştı ve belirli bir düzeye ulaşılmıştı. Ne var ki son dönem iktidar sahipleri, ‘‘Olsun da nasıl olursa olsun, yeter ki AB patronlarının gözüne girelim. Ondan sonra ne olursa olsun’’ zihniyetini burada da sergileyerek tasarıyı alelacele yasalaştırdılar. Hem de bu işin ustaları ve yansız bilimsel çevrelerin uyarılarına kulak tıkayarak... Şimdi gelinen bu noktada yaratılan kargaşanın nasıl giderileceğinin umarını aramak gerekmektedir. Ama nasıl? Düşünceyi açıklama adına düzenlemeyi tamamen ortadan kaldırarak mı, yoksa düşünceyi özgürce açıklamayı kısıtlamadan, ancak düşünce açıklama bahanesiyle küfrü ve hakareti de önleyerek bir orta yol bularak mı? Sanırız, çözümü bu ikinci şıkta aramak gerekir. mız konuyu enine boyuna iyice inceleyip tetkik ettiğinde çoğu olayın mahkemelere intikal ettirilemeyecek mahiyette olduğunu görebilme olasılığı büyüktür. Savcılara yetki Bu konuda savcılarımıza geniş takdir yetkisi tanımanın da yararını göz ardı etmemek gerekir. Böylece bu gibi düşünce açıklama olaylarının mahkemelere boşuna intikali önlenmiş olur. İşin mahkemeye gitmesi durumunda ise iş yargıçlarımıza düşmektedir. Bu safhada yargıçlarımızın geniş takdir hakları ile olaylara yaklaşmaları halinde problemlerin büyük ölçüde çözüleceğine inanmaktayız. Zira bir suçun oluşumunda en önemli öğelerden birisi kasıt öğesidir. Yani kişinin yaptığı hareketin, söylediği sözün aşağılama kastına yönelik olması gerekir. Eğer bu öğe yoksa suç da gerçekleşmeyecek ve kişi aklanacaktır. Bu nedenlerle yasanın yeniden yorumlanıp düzenlenmesi ile birlikte, yetkin uygulayıcılar eli ile, bu konudaki kargaşa ve boşuna yaratılan gürültülerin önüne geçilebileceği inancındayız. Yoksa AB gibi birilerini arkasına alarak yaygara koparanların ardı kesilemez. Ancak önemle şuna dikkat etmek gerekir: Düşünceye özgürlük bahanesi ile bizce kutsal saydığımız konularda aşağılanmaya, hiçbir zaman, birileri istedi diye boyun eğmemek gerekir. İçten duygularla eleştiri ve düşünce açıklama için sonsuz özgürlüğe evet. Ancak bu bahane ile birilerine yaranma uğruna sövmeyi, aşağılamayı düşünce özgürlüğü adına kullanmaya ve kullananlara hayır... Çağdışı tutum Yasal çalışmalar yapılırken bu günün iktidarı yersiz ve çağdışı tutumu ile zina konusunda fırtınalar estirmiş, asıl dikkatli olunması gereken konularda ise es geçmişti. Özellikle basın ve düşünce özgürlükleri kapsamındaki alanlarda... Üstelik, yetkili ve bilgili çevrelerin tüm olumlu uyarı ve çabalarına karşın. Hatta zina konusundaki tartışmaların, gözden kaçırılmak istenen konuların saklanmasına yarayacağı kuşkusu ortaya çıkmıştı. Gelişen olaylar kuşkunun haklı olduğunu göstermektedir. Ancak işin ilginç yanı, 301 üzerindeki tartışmanın ortaya çıkış nedenidir. Eğer Pamuk sanık durumunda olmasaydı belki de 301’den kimsenin haberi olmayacaktı. Oysa yasanın yürürlüğünden beri bu konuda yetmişe yakın kişinin sanık konumuna getirildiği ortaya çıkmıştır. Nitekim Sayın Birgit bir yazısında bundan bahisle haklı olarak yakınmakta. Demek ki Pamuk olayı olmasaydı yetmişe yakın bu gariban kişilerin durumundan kimsenin haberi olmayacak ve umar aranmayacaktı. (Orhan Birgit, Cumhuriyet, 30.12.2005, sayfa 7) Düşünce ve ceza Zira yukarıda belirttiğimiz maddeden anlaşılacağı gibi düzenleme durup dururken düşüncesini açıklayan bir kişinin cezalandırılması amacını taşımamaktadır. Alenen aşağılama koşulu getirilmektedir. Ancak suçun teşekkülü için alenen aşağılamanın ölçüsü ne olacaktır? Bu ifade çok yuvarlak ve istenen yere çekilebilecek şekildedir. Öncelikle buna bir açıklık getirilmesi gerekir. Bunun için aşağılamanın herkesçe anlaşılabilir çerçevelerle belirlenmesinde yarar vardır. Ayrıca eleştiri amacı ile düşünce açıklamanın suç olmayacağı da aynı maddede yer almaktadır. Burada da eleştirinin içeriği ve koşullarının belirtilmesi gerekir. Zira eleştiri bahanesi ile düşüncenin açıklanması yerine sövme ve aşağılama özgürleştirilir. Bütün bu konuların yeni bir düzenleme ile yasaya geçirilmesi gereklidir. Bununla sakıncaların tamamen ortadan kalkacağı sanılmamalıdır. Bundan sonra iş uygulayıcılara, yani savcı ve hâkimlerimize kalmaktadır. Önlerine gelen bir olayda savcıları SALİHLİ ALAŞEHİR TURGUTLU AKHİSAR CUMOK ÇAĞRISI Gazetemizi ANADOLU AYDINLANMASI MANİSA Eki’nden dolayı kutluyor; Sayın Şükran SONER Sayın Orhan BURSALI ve Sayın Serdar KIZIK’ın konuşacağı ANADOLU AYDINLANMASI TOPLANTISINA tüm yurttaşlarımızı ve Cumhuriyet okurlarını katılmaya çağırıyoruz. Tarih: 1 Şubat 2006 Çarşamba, saat: 19.00 Yer: Salihli Belediyesi Şehir Tiyatrosu İLETİŞİM: 0 532 232 81 63 w w w. c u m o k . o r g CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle