11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 OCAK 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çıldırmanın Zamanıdır... Apaçık ortada ki AB bizi içine sindiremiyor. Lozan’ı tanımıyor, Sevr’i istiyor. Bu durum bir bölüm hayın ve bir bölüm aymazın söylediği gibi bir paranoya değildir. Her gün yaşadığımız olaylarla bunu daha iyi görüyoruz. Ne yazık ki, AB diyerek, dışarıya karşı, kendi dinsel amaçlarına destek olunduğu için tam bir teslimiyet içerisinde olan AKP yönetimi bu duruma destek oluyor. PENCERE Futbol Neden Mübarek Spordur?.. ‘‘Ne sağcıyız ne solcu.. Futbolcuyuz futbolcu..’’ Vaktiyle dünyadan kopuk yaşayan, aklını fikrini meşin topa takan, düşünce ufku yeşil saha dörtgenini aşmayan yurttaşları çimdiklemek için söylenen bu tekerlemenin modası çoktan geçti... Çünkü solculuk da sizlere ömür... Sağcılık da.. Artık moda dincilik!.. İslamcılık iktidar koltuğuna oturup yan geldiğine göre futbol dinciliğin elinden kurtulur mu?.. Galatasaray Kaptanı Hakan Şükür bile Fethullahçılığa teslim olduğuna göre bu işte bir iş olduğu anlaşılmıştı... Takıyyeci iktidar Futbol Federasyonu’na da el attı... Para desen futbolda.. Kitleler futbolda.. İktidar futbolda.. Ve futbol iktidarda.. ? Medyada dinci gazeteler ve televizyonlar için spor futbol demek... Çünkü futbol erkek sporu... Dinci gazetelerin spor sayfalarında kadına yer yok!.. Eğer sporcu kadının fotoğrafını basmak gerekiyorsa dinci gazete ‘taifei nisa’nın yalnız kellesini yayımlıyor!.. Olimpiyat haberlerini mi verecek, İslamcı gazete, mayolu, atletli, şortlu kadın kız yarışçıları sansüre tabi tutuyor; günah sayılan çıplak bacakları, kolları, boyunları, göğüsleri makaslıyor. Futbolda böyle bir sansüre gerek yok... Dinci için futbol geçerli ve helâl spor!.. ? Futbolda üstelik hesapsız kitapsız para dönüyor... Takıyyeci iktidar için yeme de yanında yat!.. Takıyyeci iktidar Türk futbolunun altından girip üstünden çıkmak için federasyonu AKP örgütüne bağlayıp dönüştürmek zorunda... Zaten ‘Türkiye Süper Ligi’ndeki on sekiz takımda AKP rüzgârı esiyor, türküsü söyleniyor; bakan, milletvekili, belediye başkanı, parti önde gelenleri bir yandan cami havasında namaz niyaz, bir yandan futbol kulüplerinde Allah ne verdiyse kulis mulis diyerek Türk sporuna hizmette kusur etmiyorlar... Takıyyecinin derdi ne?.. Para.. para.. para!.. Çünkü iktidar demek para demek!.. Kitleleri uyutmak için de hem dincilik pazarlaması, hem futbol afyonu birebir geliyor... ? Siyasadan sonra profesyonel futbol pazarını ele geçirmeye çalışan dinciliğin mübarek İslamı meşin top piyasasında Allah, Peygamber adına kullanmasına ne denir?.. Pes denir!.. Limanlar Kimin? MEDYAMIZ haber bile yapmadı; oysa olay önemliydi. Avrupa Birliği Parlamentosu’nun Strasbourg toplantısından limanların ‘‘tam rekabet’’e açılmasına ilişkin ‘‘directive’’ denen bir yönerge kararı çıkarma girişimi reddedildi. Hem de 120 lehte, 25 çekinser oya karşılık 532 oy gibi ezici bir çoğunlukla. Bu ‘‘aşırı liberal’’ girişim kabul görseydi, AB’nin yürütme organı olan Komisyon’un bu yönergesi 25 ülkeyi bağlayacak, devletler limanlarını bütün dünyanın serbest rekabetine açmak zorunda kalacaktı. Yani, limanların işletilmesi için uluslararası ihaleye çıkılacak, kim en yüksek bedel verirse, isterse Singapur’dan gelsin, işletme hakkı onun olacaktı. Sonuç, binlerce işçinin işten çıkarılması, ihaleyi alanın hizmeti althizmetlere bölüp taşeronlara gördürmesi, römorkörleri falanca, palamar motorlarını filanca şirketin çalıştırması, antrepo bekçiliğini bir şirketin, elleçlemeyi bir başkasının yapması, rıhtımları berikinin, salonları ötekinin temizlemesi istenecekti. Tıpkı Türkiye’nin bazı limanlarında şimdiden yapılmaya başlandığı gibi. Ama, olmadı. Taşımacılıktan sorumlu Komisyon üyesi Jacques Barrot’nun hevesi kursağında kaldı. için? Çünkü, bu girişim duyulunca, Hamburg’dan Lizbon’a, Antwerp’ten Pire’ye kadar bütün AB limanlarında yüzbinlerce işçi hep birlikte greve gidip kıta ticaretini felç etti, binlercesi Strasbourg’daki Avrupa Sarayı önünde gösteri yaptı, olay sırasında bina hasar gördü, yüzlerce işçi hırpalandı. AB parlamenterleri de halklarına ters düşmemek için öneriyi reddettiler. AB örgütünün işleyişinde ve sosyal politikalarında bir dönüm noktası yaşanmıştı. Avrupa’nın kodamanları koca kıtayı artık küreselleşme liderlerinin reçetelerine göre yönetemeyeceklerdi. ‘‘Serbest piyasa ekonomisi’’nin sınırlarını, yöneticiler değil, çalışanlar çizecekti. Emeğin gücü, sanıldığı kadar zayıflamamıştı ve yeniden kükrüyordu. Aslında, AB içindekiler kadar dışındakiler ve tam üyelik sırası bekleyenler için de dersler vardı bu olayda. n başta da Türkiye için. Kamu hizmeti gören yerlerin en başta gelenlerinden olan limanlar şuna buna, üstelik yabancılara peşkeş çekilebilir mi? İşçiler böyle talanların akıbetine kuzu kuzu katlanmalı mıdırlar? Oy verdikleri siyasetçiler seyirci kalsa bile onlar kalabilir mi? Emekçiler, kendi güçlerini yalnız sendika seçimleri ve ödenti paylaşımı için mi harcamalıdırlar? Erol ERTUĞRUL Hukukçu umhuriyetimizin temeli olan ‘‘laiklik’’ ilkesi, son zamanlarda hiç gerekmediği halde çok tartışma konusu oldu. Öyle ki dinciler ve şeriatçılar bile laikliğe sahip çıkıp ‘‘Laiklik inanç özgürlüğü ise, devlet inançlarımıza göre istediğimiz yaşam biçimini bize sağlamalıdır’’ diyorlar. Laiklik ilkesi, Fransa’dan alınmıştır. 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği laiklik ve aydınlanma sonucunda, 9 Aralık 1905’te Fransa’da çıkarılan ünlü ‘‘Laiklik Yasası’’nın birinci maddesi, ‘‘Cumhuriyet, duyunç (vicdan) özgürlüğünü sağlar. İnançların gereğinin özgürce yerine getirilmesinin güvencesini verir’’ biçimindedir. İkinci maddesinde ise ‘‘Cumhuriyet hiçbir inancı ne tanır, ne maddi destek sağlar, ne maaşa bağlar’’ denilmektedir. Şimdi düşünelim, ülkemizin yazgısını eline almış olan AKP yönetimi, laik bir davranış sergiliyor mu? Dini, Cumhuriyetimizin çimentosu sayan anlayış, sıkıştığında, ulemaya danışmayı öneren anlayış, nasıl laik olabilir? Sıkmabaşı, imam hatip liselerini, Kuran kurslarını, ülkenin en önemli sorunu durumuna getiren anlayış nasıl laik olabilir? Ne acı ki, laik Türkiye Cumhuriyeti, laik olmayan, gerici bir kadro tarafından yönetilmektedir. İlk günlerin korkusunu atan AKP yönetimi, artık asıl amacını gizlememektedir. ABD ve AB desteği ile her gün, yaşamımıza sokulan bir dizi kararlarla dinsel bir düzene doğru yol almaktadır. Yazar Orhan Pamuk’un yargılanması sırasında AB, ikiyüzlülüğünü bir kez daha ortaya koydu. Böyle bir davanın açılması, evrensel hukuk kurallarına aykırıdır. Ancak bir dava açılmış olması nedeniyle AB, tam anlamıyla bir kaşık suda fırtına koparmaya çalıştı. Duruşma günü, AB yetkililerinin birisi geldi, birisi gitti. Hepsi kameralar önünde açıklamalar yaptılar, Türkiye’yi kınadılar. Orhan Pamuk’un yargılanmasına karşı çıktılar. AB yetkilileri, bundan bir süre önce, İsviçre Parlamentosu’nun çıkardığı ve ‘‘Ermeni soykırımı yoktur’’ deme C N E nin suç olduğunu belirleyen yasayı unutuyorlardı. Bu yasa nedeniyle geçen temmuz ayında, İsviçre’de ‘‘Ermeni soykırımı tarihsel bir yalandır’’ diyen Doğu Perinçek’in yargılandığını da unuttular. Bay Pamuk, bizim bir milyon Ermeniyi, otuz bin Kürt’ü öldürdüğümüzü söylüyordu. Üstelik bunu hiçbir tarihi belgeye dayanmadan yapıyordu. AB’ye göre Türkiye’yi yeren, aşağılayan her şey güzel ve doğruydu. Oysa, aynı günlerde, Türkiye’nin doğusunda Van’da tam bir hukuk ayıbı işleniyor, Van Üniversitesi Rektörü, uydurma suçlamalarla tutuklanıyor, sağlığı bozuluyor, yüreğine araçlar takılıyor, yine de salıverilmiyordu. Hakkında açılan davalar bir bir aklanma ile sonuçlanıyor, tutukluluk durumu ise sürdürülüyordu. Ama bu durum AB’nin umurunda bile değildi. Çünkü Rektör, Atatürkçü ve aydınlanmacıydı. Van’da karanlığa karşı bir aydınlanma savaşı veriyordu. Yargı bağımsızdır, yargıya güveniyoruz, yargıya karışmamalı, ama yargı adına olmadık yanlışları yapan, baskı altında kalan, görüşlerini görevlerine karıştıran, yanlı davranan, Cumhuriyet ilkelerinden yana değil, kör karanlıktan yana davranan yargı görevlilerine ne demeli? Bu yargıç ve savcıların adlarını hiç unutmamalı, yarın emekli olup avukatlık için barolara başvurduklarında durumları iyi değerlendirilmelidir. Yönetim, yargıyı siyasallaştırmaya çalışıyor. İşlerine gelince, yargı bağımsızdır diyenler, sırtlarındaki yolsuzluk dosyaları ile ‘‘dokunulmazlıkların’’ arkasına saklanıp yargıdan kaçıyorlar. Apaçık ortada ki AB bizi içine sindiremiyor. Lozan’ı tanımıyor, Sevr’i istiyor. Bu durum bir bölüm hayın ve bir bölüm aymazın söylediği gibi bir paranoya değildir. Her gün yaşadığımız olaylarla bunu daha iyi görüyoruz. Ne yazık ki, AB diyerek, dışarıya karşı, kendi dinsel amaçlarına destek olunduğu için tam bir teslimiyet içerisinde olan AKP yönetimi bu duruma destek oluyor. DEHAP’lı 36 belediye başkanı, Danimarka’dan yayın yapan PKK’nin yayın organı Roj TV’nin kapatılmaması için bildiri yayımlayıp girişimde bulunuyorlar. Yetkililerden ses yok. Ülkemizi yönetenler, AB bizi eleştirmesin diye susuyorlar. Ekonomik kaynaklarımız, özelleştirme adı altında talan ediliyor. Limanlarımız bile satılıyor. Ülkemiz giderek yoksullaştırılıyor. Dış borçlarımız 250 milyar doları aşıyor. Dışa bağımlılığımız artıyor. Ermenilere açık destek veren AB, insan hakları diyerek Kürtçüleri kışkırtıyor. TSK’nin bölücü terör örgütüne karşı savaşını haksız görüyor. Kendi ülkelerinde ayrılıkçı, silahlı bir örgüt, ülkeyi bölmeye çalışsa ne yaparlar? Tarihi bilmeyenlere, yayılmacılığın ve sömürgeciliğin oyunlarına gelenlere ne yazık. Kürt kökenli yurttaşlarımızı aldatan, yanlış yönlendiren DEHAP’lı belediyeler, artık yol, su, okul, sağlık, iş istemediklerini söylüyorlar. Amaçları özgürlükmüş, insan haklarıymış! Bu tavırları ile en çok, sözcülüğünü yaptıklarını sandıkları insanlara zarar verdiklerini ve vereceklerini unutuyorlar. Yayılmacılığın ve sömürgeciliğin emrinde olunarak insan haklarından söz edilebilir mi? Gittikleri yol, yayılmacıların, sömürgecilerin çıkarlarına hizmettir. Irak’ta, tarihin en büyük katliamını gerçekleştiren, çağımızın en büyük sömürücü devleti, en büyük işkenceci devleti ABD’nin koruması altına girmeye çalışacaksınız, ABD’den ve AB’den yardım umacaksınız, kendi ulusunuzu ve ülkenizi arkadan hançerlemeye çalışacaksınız ve insan haklarından söz edeceksiniz!.. Kurtuluş Savaşımız sırasında, güç kullanılarak silahla vatanımıza girilmişti. O nedenle düşman belliydi. Şimdiki düşman, dost görünerek giriyor. AB diyerek giriyor, en büyük dost ABD(!) diyerek, aldatarak giriyor. O zaman da yerli işbirlikçiler vardı, bugün de var. Ilımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, AB, insan hakları aldatmacası ile güzel yurdumuz parçalanmaya, sömürge yapılmaya çalışılıyor. Ulusçuluk yeriliyor, ümmetçilik övülüyor. AKP yönetimi ise ülkemizi koşar adımlarla, bir kargaşaya, dinsel bir düzene götürmeye çalışıyor. Artık tüm ayrılıkları bir yana bırakıp birlik olmanın zamanıdır. Dört bir yandan sıkıştırılıyoruz, yetmez mi? Gerçekleri görmeliyiz. Yoksulluklar, yoksunluklar içinde tam bir çılgınlık yaparak herkesi şaşırtıp Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ulusumuz, yeni bir çılgınlık yapmalıdır. Çünkü çıldırmanın tam zamanıdır. Başka yolu da yoktur. 2/B Dayatmasında Yeni Senaryo IIIFerruh ATBAŞOĞLU Yargıtay 20. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı H UMDER (Uğur Mumcu Kültür ve Dayanışma Derneği) Konferans Konu: Uğur Mumcu Boşa mı Öldürüldü? Konuşmacı: Ceyhan Mumcu Yer: Karanfil Sokak 16/B UMDER Uğur Mumcu Mah.Kartal Tarih: 21.01.2006 Cumartesi Saat: 17.30 İrtibat Telefonu: Satılmış Torun 0533 646 81 39 UMDER: 0216 475 86 10 MERSİN CUMOK ÇAĞRISI Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu… Atatürk Devrim ve İlkelerinin yılmaz savunucuları, ölümsüz şehitlerimizi saygı ve sevgi ile anıyoruz. Onlar Uğur Mumcu’nun deyişiyle “Atatürkçüydü, Cumhuriyetçiydi, laikti, anti emperyalistti, tam bağımsız Türkiye’den yanaydı, özgürlükçüydü, insan hakları savunucusuydu, terörün karşısındaydı, yobazların, hırsızların, çıkarcıların düşmanıydı”. Atatürk Devriminin aydınlık yolunda, aydınlarımızın düşüncelerine sahip çıkarak yılmadan yürüyeceğiz. Kahvaltıda söyleşi konuğumuz; Dç. Dr. YAŞAR ERJEM Konumuz : ÜLKEMİZ SORUNLARI KARŞISINDA AYDINLAR Yer : Atatürk Parkı İçi Kardelen Çay Bahçesi Tarih : 21 Ocak 2006 Cumartesi 10:00 – 12:00 İletişim : Fethi Karaduman 0535 364 88 89 – 0324 239 09 74 www.cumok.org içbir kurum ya da siyasi iktidar, böyle bir felaketin sorumluluğunu taşıyamaz. 2/B alanlarının satışında değer ölçüsü tasarınını yine (d) fıkrasının devamında satış için hem hakkâniyet ölçüsü, hem de rayiç bedel ifadeleri kullanılmıştır. Hakkaniyet ölçüsü karşısında rayiç bedel ne ifade edecektir? Rayiç bedel deniliyorsa artık bu kesinlik ifade eder. Yani satış tarihindeki gerçek emsal değer ne ise onu baz almak gerekir. Hakkaniyet ölçüsü rayiç fiyatı geriletecek, takdir ve yine kayırma ön plana çıkacaktır ki bu tür muğlak ve şüpheli ifadeler, satışlarda gerçek fiyatın bir tarafa itileceğini şimdiden göstermektedir. (e) fıkrasında, ‘Bu yerlerden fiilen orman alan, orman bütünlüğünü bozan veya orman ve toprak muhafaza karakteri taşıyan yerler orman idaresince yeniden orman rejimi içine alınır’ şeklinde bir hüküm yer almıştır. Yukarıda sözünü ettiğim ormanlara yayılmış (villagecekondu otellokantafabrikafutbol halı sahalarıotoparkyüzme havuzu ve kooperatif konutları) birer müstakil birimler olarak bunların tamamı orman bütünlüğünü bozacak nitelikte ve ormanlara tecavüz edilerek ele geçirilmiş kesimlerdir, dolayısıyla bunların tamamının bu maddeye göre orman sayılması ve mütecavizleri hakkında işlem yapılması gerekir. Tasarıya göre hem belediyelerin mücavir alanlarındaki binalar, bahçeler ‘ayrılmaz parça ve mücavir alan’ kavramı içine sokulacak, hem de orman bütünlüğünü bozduğu için orman sayılacak.Bu kadar çelişik ve uygulaması olanaksız maddeler içeren bir tasarının kanunlaşması ve uygulamaya konulması, insan mantığını zorlayan bir proje olduğu gibi ileride yaratacağı kaos, ormanla rın ve orman hukukunun içine düşeceği çarpıklığı gösteren ibret verici bir tablo olacaktır. Başlangıçta da sözünü ettiğim gibi tüm detayların anayasa içinde yer alması, yine yasa yapma tekniğine aykırı olduğu gibi, ormanların aleyhine sonuç sağlayacak maddelerin anayasaya yerleştirilmesi ileride anayasaya aykırılık savı ile dava açılmasını şimdiden önlemek amacını gütmektedir. Hiçbir anayasaya bu kadar detay yerleştirilemez. Bunlar anayasada yer alacak hükümler değildir. Temel maddeler dışındakiler, yasa ve yönetmeliklerle belirlenir. Bu tasarı yasalaşırsa bütün bu çelişik ve ormanların aleyhine sonuç sağlayacak maddelerin iptali yolunda açılacak davaların önü şimdiden kesilecektir. Bu düşünce ve sistem hukukun temel ilkelerine aykırıdır. Bütün bu nedenlerle: Kabulüne, asla yer olmayan bu tasarının benimsenmesi ve yasalaşması halinde, yeni ve çok daha büyük 2/B alanları oluşacak, ülkemizin kalan mahdut ormanlarının büyük bölümü yine tecavüzlere uğrayacak, sonu gelmez yeni yasalar tasarlanacak, ülke çölleşmeye doğru hızla yol alacaktır. Bu acı gerçeklerin ışığı altında siyasi düşünce ve emellere dayalı olmayan, Türkiyemizin coğrafi sosyal ekonomik, kültürel değerlerine uygun, ormanların geleceğini güvenceye alan, hiçbir kişi, zümre veya toplum kesimine ödün vermeyen, mütecavizleri, rant hesapçılarını ödüllendirmeyen, toplum vicdanının evet diyebileceği yol ve yöntemlerin var olduğu gözetilerek daha geniş, adil, kesin, cesarete, kararlılığa dayalı, yurdun geleceğini, ülke çıkarlarını kişi ve zümre çıkarlarının önüne alan, radikal çözüm içeren anayasa ve yasa değişikliği yapılarak ‘2/B’ adındaki bu ta rihi yanlışa dayalı felakete son verilmelidir. 2/B maddesini ayakta tutan, süre uzatan ve çözüm gibi gösterilen, aslında tam bir çözümsüzlük getiren yeni yasa tasarıları ile bu sorun çözülemez. Toplumun büyük kesimi, anayasaya yasalara ve kurallara uygun yaşarken, kimilerinin yasa ve kural tanımaksızın, rant amacı ile, hiçbir kurala uymadan yasaları çiğneyerek ormanları ele geçirmesi ve yöneticilerin de bu kesimin lehine sonuç sağlayacak yollar araması hukuk devleti ile, hukukun temel ilkeleri olan adalet ve eşitlik kavramları ile, en önemlisi ülke çıkarları ile asla bağdaşmaz. Güzel ülkemizin, toprağına, coğrafyasına ve geleceğine çok büyük zarar verecek olan yanlış yollardan dönülmeli ve kesin çözüm için aşağıdaki yol izlenmelidir. Kesin çözümün ana ilkeleri 1 Bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan ormanların felaketine neden olan anayasanın 169. maddesinin 4. fıkrası ve buna dayalı 6831 sy. Orman Yasası’nın değişik 2/B maddesi iptal edilip ortadan kaldırılmalı, artık ‘nitelik kaybı ve orman dışına çıkarma’ şeklindeki yapay kavram yok edilip bu yol kesin olarak kapatılmalıdır. 2 Her geçen gün ülke, ormanlarını yitirmektedir. Nitelik kaybı kavramı ve sonunda dışarı çıkarılacak orman arazilerine sahip olabilme fikri toplumun büyük kesiminin kafasına yerleşmiş olduğu için, açma ve tecavüz devam etmektedir. Bu yanlış inancı yok etmek ve ormanları güvenceye alabilmek için orman kadastrosunun bitirilmesi gerekir. Bu nedenle devlet bütün gücünü kullanarak, orman tahdit komisyonlarının sayısını arttırıp tahdidi yapılmamış tüm ormanların tahdidini en kısa sürede tamamlamalı, kesinleştirip tapuya işlenmeli, sınırları belirlenen ormanlar ciddi ve kesin yöntemlerle korumaya alınmalıdır. 3 Mevcut anayasada yer alan 31.12.1981 tarihinden önce ‘niteliği kaybettirilmiş ormanlarda’ sadece yerleşim merkezine dönüşmüş toplu yaşam yeri olan köy, belde ve ilçe bazındaki yerler dışında, müstakil tecavüzlerle oluşmuş, (cinsi ne olursa olsun) (bina olarak otel villagecekondulokanta gazinoyüzme havuzuotoparkkooperatif konutu fabrikaişyeri) gibi binalarla bağbahçeşeklindeki tekil oluşumların tamamı 2/B kavramı içinde yer almayacağı için bu yerlere devletin derhal el koyup bunların tekrar ormana dönüştürülmesi ve mütecavizlerle ilgili işlem yapması gerekir. 4 Köybeldeilçe bazındaki yerleşim alanlarının (gerçek anlamda toplu yerleşim merkezlerinin) envanteri yapılarak bu tür yerlerin mülkiyeti devredilmemek kaydı ile buralarda yaşayan kesim için ayrı bir hukuki yol araştırılmalıdır. Aksi halde mülkiyet devredildiği (yani satış yoluna gidildiği takdirde) ormana tecavüz edenler ödüllendirilmiş olacağı gibi yasalara saygı gösterip ormana el atmamış kişiler, dürüst davranış ve iyi niyetlerine karşılık adeta cezalandırılmış olacaktır. 5 31.12.1981 tarihi hem anayasa hem de yasalarda yer almış temel bir tarih olduğu için, bunun aşılması olanaksızdır. Bu nedenle bu tarihten sonrası için ya da bu işlemlerin tamamlanması için geçecek zaman içindeki hiçbir tecavüz ve oluşuma asla müsamaha edilmemelidir. 6 Yapılacak yeni yasalarla Orman Bakanlığı ve orman Genel Müdürlüğü yeniden teşkilatlandırılıp geniş ve kesin yetkilerle güçlendirilerek her tecavüzü anında durduracak yapıya kavuşturulmalı, bakanlık ve genel müdürlük bünyesinde çalışan tüm personel, maddi ve manevi açıdan insanca yaşam olanakları sağlayan haklarla donatılmalıdır. Yukarıda açıkladığım kesin ve etkin çözüm yoluna gidilmedikçe, Türkiye ormanları biter, fakat orman sorunu bitmez. Yüreğimin sesi olarak şunu haykırmak istiyorum: Türkiyemiz çölleşmeye, ulusumuz acı çekmeye mecbur değildir. KARTAL 3. AİLE MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2005/539 Davacı Asiye Güzel tarafından davalı Dursun Ali Güzel aleyhine açılan Boşanma davasının yapılan duruşmasında; Davacı Ayşe Kılıç tarafından şiddetli geçimsizlik sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Dursun Ali Güzel’in Aydınlı yolu Ekşioğlu Ap. No. 157/3 Kaynarca/Pendik İst. adresine tebilgat gönderilmiş, dava dilekçesi ve duruşma günü tebliğ edilememiş, zabıta vasıtasıyla yapılan tüm araştırmalara rağmen, adresi temin edilememiş bulunduğundan, davalının duruşma günü olan 14/03/2006 günü saat 10.40’da mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi, aksi halde HUMK.’nun 213, 377. maddeleri uyarınca yokluğunda, yargılama yapılarak hüküm verileceği, dava dilekçesi yerine geçerli olmak üzere tebliğ olunur. 03/01/2006 (Basın: 1508) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle