10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 OCAK 2006 PERŞEMBE 6 HABERLER Uluç Gürkan: Örgütlü cinayetlerin amacı, Türkiye’yi kargaşa ortamına sürüklemek PERŞEMBE ORHAN BURSALI ‘Ağca basit bir kukla değil’ ? Ağca eksenindeki cinayetler ve suikastların kişiye odaklı olmadığını söyleyen eski DSP milletvekili Gürkan, ‘‘Bunlar, bir planın örgütlü parçaları. Ağca bu plan kapsamında, 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde kullanıldı. O günlerde soruşturmanın henüz tamamlanmadan polisten alınıp Sıkıyönetim Komutanlığı’na verilmesi ve sonrasında askeri cezaevinden kaçırılması, şimdi de tartışmalı bir biçimde tahliye edilmesi, bu çerçevede değerlendirilmeli’’ dedi. LEYLA TAVŞANOĞLU luç Gürkan, DSP’nin eski milletvekillerinden. Birilerinin maşası, eli kanlı katil Mehmet Ali Ağca’nın serbest bırakılmasına yol açan, Rahşan Ecevit’in isteğiyle TBMM’den geçirildiği söylenen af yasasına Meclis genel kurulunda ret oyu veren iki DSP milletvekilinden birisiydi. Gürkan’ın karşı çıkış nedenleri çok net. Ayrıca Türkiye’de Gladio tipi bir örgüt olduğuna inanıyor ve faili meçhul cinayetleri bu örgütün başlattığını söylüyor. Daha da öte son olarak Türkçeye çevrilen ve bir tez çalışması olan ‘‘NATO’nun Gizli Orduları’’ kitabında Abdi İpekçi’nin öldürülüş nedeni dahil pek çok çarpıcı noktayı bakın bize nasıl aktarıyor: LAĞANÜSTÜLÜK KOŞULU TBMM’de Rahşan Ecevit’e mal edilen af yasası oylamasında ret oyu veren iki DSP milletvekilinden birisiydiniz. DSP Grubu’na rağmen neden karşı oy kullandınız? ULUÇ GÜRKAN Af olağan bir yasama etkinliği değildir. Ancak olağanüstü koşullarda düşünülebilir. Örneğin Türkiye’de, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleri sonrasında yaşanan mağduriyetleri gidermek için düşünülmüş olması doğaldır. Hatta gereklidir. 2000 yılında Türkiye’de böylesine olağanüstü durum yoktu. Ötesinde, 1991 yılında çıkan Şartlı Salıverme Yasası ile Türkiye’de sürekli bir af ortamı da yaratılmıştı. Cezalar fiilen yasada yazılı olan sürelerinin beşte ikisi düzeyine indirilmişti. Suç ve ceza arasındaki denge kaybolmuş, cezalar caydırıcı olma özelliğini yitirmişti. Bu ortamda çıkarılacak bir affın Türkiye’yi suç cennetine çevireceği açıktı. Bunun olumsuzluğunu en başından itibaren anlatmaya çalıştım. ‘‘Kader kurbanları’’ denildi, baklava çalan çocuklar, çocukları için ekmek, oyuncak çalan yoksul babalar örnekleri verildi. Affın bu ve benzeri mağduriyetler için de çözüm olamayacağını, bu ve benzeri mağduriyetlerin kalıcı olarak giderilmesinin ancak ilgili yasa hükümlerinin düzeltilmesiyle mümkün olacağını ısrarla savundum. Geçmiş örnekleri anımsatarak bu konuda da uya Yaşadığımız Ortam Nasıl bir ortamda yaşıyoruz? Çevrenize bakın. Günlük haberleri, gelişmeleri izleyen bir insan rahat ‘‘kafayı yiyebilir’’, beyinler bulanabilir! İnsanları yaşattığınız ortam, aynı zamanda, insanları yaşamaya teşvik ettiğiniz ortamın da dolaylı adıdır! Bu ortamda beyinler zedeleniyor, düşünceler iğdiş ediliyor ve saptırılıyor.. çok yönlü bir kötü yaşama akıyor toplum.. Yaşadığımız koşullar, insanı gerçek anlamda hasta ediyor.. Bu ülke, parçalanmış kültürlerin ülkesi! Birbiriyle ilişkisi olmayan ana (siyasi) kültür çatışıyor.. hem de nasıl! Kültürleri on yıllardır bu kadar derinden çatışan bir ülkenin derlenip toparlanması mümkün olamaz.. Herkes hesabını ona göre yapsın, hayatını ona göre şekillendirsin! Siyasal ve kültürel bu derin yarılma, sürekli hesaplaşmaları sadece gündemde tutsa iyi, zamanı gelince de kesin hesaplaşmaya yuvarlanır bu ülke.. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde Türkiye’deki gibi derin çatışma yok. Bir kimlik birliği var.. Türkiye bir ana kulvarda bütünleşebilmiş bir ülke değil.. Ülkenin kültür ve siyaset yarılmaları yetmiyormuş gibi, ülkeyi en küçük birimlerine ayırmak için atomize kimliklere doğru yolculuğa çıktık ve bütün bu ilginçlikler de medyanın başköşelerinde hemen yerini buluyor. ??? Derken kuş gribi.. Bir profesyonel katilin, patronları tarafından hapishaneden kurtarılma sahneleri.. Hukukun guguklanması.. İktidar partisinden yükselen ‘‘Sayın katil..’’ nitelemeleri.. Adalet Bakanı’nın olaya göz yumması.. ‘‘Yargı bağımsızdır’’ ucubelikleri... Katile özgürlüğü kazandırıldıktan sonra, ortaya çıkıp ‘‘Aaaa, hesap yanlış yapılmış..’’ komedileri, vodvilleri.. Bu nasıl ülke ve bu nasıl devlet! Kapkaçlardan ölümleri bir kenara bırakıyorum: Arabanıza binerken, eşzamanlı olarak yan kapıdan bir haydut yanınıza oturabiliyor! Trafikte yüksek bir arabaya binmiş bir haydut, orta şeritte giderken, tam bir metre mesafeye kadar yanaşabiliyor, korna ve selektörle sizi taciz edebiliyor! Gece yarısı bir başka haydutun yatak odanıza kadar girememesi için evinizi bölmelere ayırıyor ve her gece koruma önlemleri alıyorsunuz! Sokakta her an birisi yolunuzu kesiyor ve bir çorba parası istiyor... Milyonlarca işsiz, milyonlarca aç, milyonlarca her şeyi yapmaya hazır ‘‘insancıklar’’.. Profesyonel katilin yerinde olmak isteyen on binlerin ülkesi.. Ve aman ‘‘ülke güvenliğimiz’’: 1.5 milyar dolar ödeyeceğiz ve sürekli havadan ülkemizin sınırlarını gözetleyecek 4 tane AWACS alacağız.. ??? En büyük güvenlik sorunu ‘‘yoksulluk’’tur. Toplumun bu yapısıdır.. Eğitimsizliktir, adaletin yerlerde süründüğü bir ülke manzarasıdır, ekonominin iş yaratamamasıdır.. Gençlerin umutsuzluğa sürüklenmesidir.. Çünkü bu tablo bütün melanetleri kitlesel olarak besler.. Terörü besler.. Güvensizliği daha da besler.. Hastalıkları, kamusal hasta yapıyı besler... parçalanmayı besler.. kültürel yarılmaları daha derinleştirir.. Şeriatçı kafayı besler.. Dinci siyasetçiyi besler... Mafyayı besler.. Uyduruk siyasetçiyi, siyaseti çıkarcılığa dönüştürenleri besler... Bu tablo, demokrasiyi oyuncağa dönüştürür. Yukarıda saydıklarımızı, belirli zaman aralıklarında sandıktan çıkarır ve milli irade tecellisi oyunu oynanır.. Bu tablo, bilimi, bilimsel kafayı, gerçek üreteni, düşüneni dışlar, gerçek profesyonel siyasetçiyi ve yöneticiyi kenara iter.. Fikir zenginliğini, çağdaşlığı yetiştirmez.. Bunları ülke dışına kaçırır ve ülke daha da yoksullaşır.. Bu bir sarmaldır, geriye doğru, dibe doğru çeker her şeyi, bir girdaba sürükler.. Türkiye ya iyiyi, etiği, ahlakı, adaleti, hukuku, namusluyu, çağdaşı, üreteni.. yaratıcı düşünceyi yukarılara çıkaracak... Ya da girdap içinde yanlara savrulup duracak.. Acaba bizi ne kurtaracak, gerçek güvenlik nerede? Giderek daha çok hastalanan bir toplumsal dokuda, ayrışma her alanda daha hızlı gerçekleşmez mi? Altkültürler, soy sopta değil; insan türümüzde oluşuyor.. HUKUKİ VE SİYASİ BOYUT ‘Ağca olayı hukuki mi, siyasi mi? Esas bu işin arka planındaki güçleri ortaya çıkarmak için enerjimizi harcamamız gerekmez mi? Aksi halde Türkiye’de demokrasiden söz edebilir miyiz’ sorusuna şu yanıtı veriyor: Olay hem hukuki hem de siyasi.. Hukuki boyutunu açıklamaya çalıştım. Siyasi boyutu ise Türkiye’de demokrasinin varlığı ve içeriğiyle ilgili. Ağca kimin için tetikçilik yaptı, böylesine bir himayeyi ona kim, hangi gerekçeyle sağlıyor, bu yapı bugün hâlâ etkin mi, etkinse nasıl aşılacak? Bu soruların yanıtlarının bulunması, hiç kuşkusuz demokrasinin gereğidir. U O rılarımı, TBMM kürsüsü dahil her zeminde yaptım. Sonuç alamayınca, bu olayın sorumluluğunu en azından bireysel olarak üstlenmek istemedim ve ‘‘ret’’ oyumu verdim. ĞCA DEĞİL KIRCI... Bu yasanın günün birinde Ağca gibilerin affına yol açabileceğini görmüş müydünüz? GÜRKAN Evet görmüştük... Ancak özellikle tartıştığımız kişi, o sırada İtalya’da hapiste olan Ağca değil, Türkiye’deki Haluk Kırcı idi. Bu durumu önlemek için değişiklik önergeleri hazırladık. Bunun basına yansıması üzerine birkaç tehditkâr telefon da aldık. Bu arada parti yönetimi ayağa kalkmıştı. O tarihte genel sekreter olan Zeki Sezer önergelerimizi bizden istedi ve gerekli düzenlemeyi yapmaya çalışacaklarını söyledi. İtirazlarımızın pek çoğu karşılanmadı ama, A 2000 yılı affında yer alan ‘‘Önceki aflardan yararlananlar bu aftan yararlanamazlar’’ ifadesi, bu gelişme üzerine yasaya girdi. Sizce Ağca kim? GÜRKAN Bence Ağca, bir örgüt tetikçisidir.. Abdi İpekçi cinayetinde de Papa suikastında da rolü, örgüt adına tetikçilik yapmaktı diye düşünüyorum. Bu konumu, Ağca’nın basit bir kukla olduğu anlamına gelmez. Hem Türkiye özelinde hem de dünya genelinde son derece önemli işlerde rol alması, örgütün öteki tetikçileri arasında önde bir yeri olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, Ağca eksenindeki cinayetler ve suikastlar kişiye odaklı da değildir. Bunlar, Türkiye’nin kargaşaya sürüklenerek denetim altına alınmasını amaçlayan bir planın örgütlü parçalarıdır. Ağca bu plan kapsamında, 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde kullanılmıştır. O günlerde soruşturmanın henüz tamamlanmadan polisten alınıp Sıkıyönetim Komutanlığı’na verilmesi ve sonrasında askeri cezaevinden kaçırılması, şimdi de tartışmalı bir biçimde tahliye edilmesi, bu çerçevede değerlendirilmelidir. Türk Gladio’su gerçeği Türkiye’de Gladio var mı? ULUÇ GÜRKAN Olmadığı söylenemez. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye NATO’ya girince, Sovyetler Birliği ve müttefiklerine karşı Batı’nın savunma sistemine dahil edilmiş oldu. Bu süreçte, bütün NATO ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de Gladio tipi gizli bir örgütlenmeye gidildiği anlaşılıyor. Türkiye’nin bu örgütlenmede özellikle önemsendiği kuşkusuzdur. Çünkü Türkiye, NATO’nun en doğu karakolu olması yanında, NATO ile Sovyetler Birliği’nin öncülüğündeki Varşova Paktı ülkeleri arasındaki toplam sınırın üçte birine de korumalık yapmak durumundaydı. Açık anlatımıyla, bu coğrafi konumu nedeniyle Türkiye, Sovyet tehdidine en açık NATO üyesiydi. Türkiye’deki Gladio tipi gizli NATO örgütlenmesinin bu nedenle oldukça faal olduğu açık. Geriye dönüp bakılınca, bunu görmek isteyen her göz, rahatlıkla fark edebilir. Yurtiçinde kargaşa yaratmak amacıyla çeşitli operasyonlara başvurulduğu artık sır değil. Bu operasyonların tarihi de oldukça eskiye gidiyor. 6 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atılması ve hemen ertesinde başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında Rumları ve genel olarak gayrimüslim yurttaşlarımızı hedef alan olaylarda Türk Gladio’sunun yönlendirici etkisi, deyim yerindeyse gün ışığına çıkmış bulunuyor. Sonrasında, 12 Mart 1971 müdahalesi ve 12 Eylül 1980 darbesi süreçlerinde sağ terör eylemlerinin önemli bir bölümünde Gladio damgası inkâr edilemez. O günlerde başbakan olan Süleyman Demirel’in, ‘‘Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz’’ biçimindeki sözlerinin de sadece ideolojik yakınlıktan kaynaklandığını sanmıyorum. Daniele Ganser’in ‘‘NATO’nun Gizli Orduları’’ adlı kitabında, Türkiye, ‘‘gerilla birimleri ve Gizli Ordu Rezervleri’nin kurulmasına fazlasıyla uygun bir ülke’’ olarak tanımlanıyor. Ayrıca, Türkiye’deki Pantürkizm hareketinin bu amaçla stratejik olarak ABD tarafından nasıl kullanılacağına da dikkat çekiliyor. ‘ Çürüme sürecine girildi Uluç Gürkan: Abdi İpekçi, 12 Eylül darbesi öncesinde yükselen şiddetin asıl kaynağını keşfetmişti. Daniele Ganser’in ‘‘NATO’nun Gizli Orduları’’ adlı kitabında NATO’nun gizli ordularından ne kastediliyor? Ayrıntı verebilir misiniz? ULUÇ GÜRKAN Bu kitapta, Batı Avrupa’yı olası bir Rus işgaline karşı korumayı amaçlayan yeraltı örgütlenmeleri anlatılıyor. Bu ordular, NATO üyesi ülkeler ile NATO üyesi olmayan İsveç, Finlandiya, Avusturya ve İsviçre’de kuruluyorlar. Güvenlik ve istihbarat örgütleri odaklı olarak örgütleniyorlar. Kurucu misyonu da Amerikan CIA ile İngiliz SIS örgütleri üstleniyor. Kitapta, trenlerde ve pazaryerlerinde gerçekleştirilen bombalı saldırılar (İtalya), muhaliflere işkence de dahil olmak üzere baskı uygulanması (Türkiye) ve sağ kanat askeri darbelerin desteklenmesi (Yunanistan ve Türkiye) öyküleri çarpıcı.. Kitapta Ağca’nın İpekçi’den ne istemiş olabileceği nasıl anlatılıyor? GÜRKAN Dilerseniz, spekülasyona yol açmamak için bunu kitaptan aynen aktaralım. 418. sayfada aynen şöyle anlatılıyor bu cinayet: ‘‘Ağca, Çatlı’yla birlikte 1 Şubat 1979’da Türkiye’nin en saygıdeğer genel yayın müdürü olan Abdi İpekçi’ye düzenlenen suikastta yer aldı. İpekçi, Türk sağının terör bağlantıları ve bu teröre yönelik CIA desteğiyle ilgili ciddi araştırmalar üzerine odaklanmıştı. Kendisinin CIA istasyon şefi Paul Henze’yi şiddeti durdurmaya çağırdığı da ifade ediliyordu. İpekçi, devletin en karanlık sırlarını ve vahşetin asıl kaynağını açıklarken rin birbirini tetikledikleri kesin. Hiç kuşkusuz, bu cinayetlerde Türk Gladio’sunun rolü Abdi İpekçi cinayetindeki gibi kesin ve net değildir. Ancak, bu gizli örgüt tarafından başlatılan cinayetler, Türkiye’de var olan hukuk ve güvenlik düzenini çürüme sürecine sokmuştur. Bu süreçte toplumun güveni sarsılırken kendisi için çalışan değişik terör grupları ve hücreleri de devreye girmiştir. 1980’li ve 1990’lı yıllardaki bu cinayetlerin belki de büyük bölümünü, yaratılan kargaşa ortamında bu dağınık grupların işlemiş olması sürpriz sayılmamalıdır. URUMSAL İLİŞKİ YOK’ 1980’li ve 1990’lı yılların acılı olaylarında Türk Gladio’su ve CIA’nın etkisinin net olarak ortaya konulması önem taşıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın 16 Ocak 2005 günlü son açıklamasını önemsiyorum. Genelkurmay, ‘‘kontrgerilla’’ ve ‘‘Gladio’’ tartışmalarında ‘‘Özel Harp Teşkilatı’’na atıf yapılmasına karşı çıkıyor. ‘‘Bu teşkilatımızın, kurulduğu tarihten bugüne kadar söz konusu yazı ve yorumlarda bahsi geçen karanlık olaylarda hiçbir kurumsal ilişkisi olmamıştır’’ diyor. Bu açıklama çok önemli. Kurumsal ilişki olmadığının özellikle vurgulanması, kurumsal olmayan ilişkilerin olabileceği anlamına mı geliyor, insan ister istemez kaygılanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri 1990’lı yıllardan itibaren büyük değişimler yaşadı. Bugün itibarıyla bünyesinde hiçbir karanlık olaya fırsat vermeyeceğine inanıyorum. ’ YÖNLENDİRİCİ ETKİ obursali?cumhuriyet.com.tr DERNEK BAŞKANI KIVANÇ OLDU ‘K Hemşirelerin seçim heyecanı HÜSEYİN KIV ANÇ erkezi İstanbul’da bulunan Yoğun Bakım Hemşireler Derneği’nin (YBHD) olağan genel kurulu yapıldı. Seçimler sonunda Yrd. Doç. Dr. Meral Madenoğlu Kıvanç başkanlığa seçildi. İstanbul’da Siyami Ersek Hastanesi toplantı salonunda yapılan olağan genel kurulda, genel olarak hemşirelerin, özel olarak yoğun bakım hemşirelerinin sorunları, çalışma koşulları ve mesleki konumları tartışıldı ve dile getirildi. Bu konuda nelerin yapılabileceği konuşuldu. Ayrıca olağan genel kurulda öneriler üzerine tüzük değişiklikliğine gidildi ve tüzük değişikliği kabul edildi. Yapılan seçimler sonunda, İstanbul Üniversitesi Bakırköy Sağlık Yüksekokulu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Meral Madenoğlu Kıvanç başkanlığa seçildi. YBHD Yönetim Kurulu üyeleri ise şu adlardan oluştu: Başkan Yardımcısı: Yasemin Akbal, Genel Sekreter: Sevim Çelik, Sekreter: Nilay Sağnak, Veznedar: Hanife Demir, Muhasip Üye: Berin Tunalı, Üye: Gamze Temiz. M SIR OLMAKTAN ÇIKIYOR hayatını riske atan Türk gazetecilerinden biriydi. Bu cesur gazetecilerden biri de Uğur Mumcu’ydu. Mumcu’ya Ziverbey Köşkü’ndeki işkence seansları sırasında şu bilgi veriliyordu: ‘Biz kontrgerillayız. Bu devletin cumhurbaşkanı bile bize dokunamaz.’ Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde kontrgerilla ile bilgileri açığa çıkartmaya devam etti; 1993’te arabasına konulan bir bombayla katledilene kadar... İpekçi suikastının ardından Ağca tutuklanarak suçunu derhal kabul etti. Ancak mahkemede ‘olayın gerçek sorumlularının’ isimlerini vereceği tehdidini savurarak gerekli yerlere gerekli sinyalleri gönderdi. Ertesi gün bir grup ülkücü, Ağca’nın bulunduğu yüksek güvenlikli cezaevinin se kiz kontrol noktasını da geçerek, ünlü teröristi kaçırdı..’’ Görüldüğü gibi kitapta, Abdi İpekçi’nin 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde yükselen şiddetin asıl kaynağını ve CIA bağlantısını keşfettiğine dikkat çekiliyor. Bu durumda İpekçi’nin CIA bağlantılı Türk Gladio’sunun tetikçisi Ağca tarafından öldürülmesi ve Ağca’nın imkânsızı başaranlarca askeri cezaevinden kaçırılması sır olmaktan çıkıyor. İpekçi , Prof. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı suikastlarının bağlantılı olduklarını söyleyebilir miyiz? GÜRKAN Bu kahpe cinayetle GANSER’İN KİTABI GÜVEN SARSILDI CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle