10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 OCAK 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr UYGARLIKLARIN İZİNDE... OKTAY EKİNCİ AHMET CEMAL 15 ODAK NOKTASI Ne Kadar Düşünme ve Okuma, O Kadar Eleştiri! Milliyet Sanat dergisinin Ocak sayısındaki ‘Tiyatro ve Eleştirisi’ başlıklı dosyada yer alan yazıları büyük bir ilgiyle okudum. Bu yazılarda katılmadığım hemen hiçbir düşünce yok. Konunun kendisine ise kesinlikle hiçbir itirazım yok. Ama benzer durumlarda hep dile getirdiğim bir kaygıma bu kez de atıfta bulunmaktan kendimi alamayacağım. Türkiye, düşünce yaşamı bağlamında henüz bazı ‘geneller’ konusunda anlam ve kavram açısındanyeterince açıklığa kavuşmamış bir ülke. Hal böyle olunca, yani eğer herhangi bir ‘genel’in doğrudan kendisi ya da özü üzerinde daha yeterince durulmamışsa veya bizim hep yapageldiğimiz gibi, ‘genel’ biliniyor varsayılıp, aslında ne kadar bilindiği ya da hâlâ bilinip bilinmediği üzerinde düşünülmüyorsa, o genel’in ayrıntılarını, altbaşlıklarını bağımsız tartışmak çok verimli olmuyor. Yazımın başlığını, yılların tiyatro sanatçısı ve hocası Ahmet Levendoğlu’nun yukarıda andığım dosyadaki yazısından ‘yürüttüm’. Levendoğlu, yazısında özetle ve çok haklı olarak, bu ülkede ne kadar tiyatro varsa o kadar eleştiri olduğunu/olabileceğini vurgulamış. Bu görüşe bütünüyle katılıyorum. Ancak, bir ‘sınır genişletme’ operasyonuna girişmek istiyorum. Bu konuda bir alıntıyla başlayacağım. Her perşembe, ‘Cumhuriyet Kitap’taki sayfasını özlemle beklediğim Selçuk Altun, geçen haftaki yazısının 652 numaralı notunda, Işıl Özgentürk’ün ‘‘Herkes Film Yapabilir’’ başlıklı seminer çalışmasına değindikten sonra, şu uyarıya yer vermiş: ‘‘Kitap okuma özürlüler, heveslenmeyin! Sizden belki çapulcu ordusuna figüran olur!’’ Sert bir söylem. Ama sanırım Selçuk Altun’u da asıl bu nedenden ötürü zevkle okuyorum. Bir söylemek istediği varsa, sözü hiç gevelemiyor, nasıl söylemek gerekiyorsa öyle söylüyor, yani, damardan giriveriyor! Yukarıda yaptığım alıntıda da sözü gevelememekle, gereksiz yere nazik olmaya çalışmamakla çok iyi etmiş. Dilimizde ‘çapulcu’, ‘çapul’ sözcüğünden geliyor; ‘çapul’, yağma veya talan demek. ‘Çapulcu’ da çapul, yani yağma yoluyla hakkı olmaksızın bir şeylere el koyan kişi. Selçuk Altun, söylemek istediği için cuk oturan bir sözcük kullanmış. Sinema yapmak isteyenin bu hakka kavuşabilmek için nasıl bir altyapı edinmiş olması gerektiği, dünya sinemasının ölçütlerine göre çoktandır belli. Böyle bir altyapıyı okumadan ya da okur olmadan edinemeyeceği de belli. O zaman bütün bunları görmezlikten gelerek sinema yapmaya kalkışan kişi, elbette o alanın ‘çapulcusu’, yani haksız yere o alanın araçlarını kullanmaya kalkışmış kişisi sayılmak gerekir. Peki, ya tiyatromuzda? Orada yok mu ancak çapulcu ordusuna figüran sayılabilecekler? Var, hem de istemediğimiz kadar! Hem var, hem de yenilerini yetiştirmekte bayağı başarılı sayılırız. Çünkü ülkemizde son yıllarda, konservatuvarların tiyatro bölümlerine sınav için başvuran adaylardan, Muhsin Ertuğrul’un kim olduğu sorulduğunda, ‘‘Sanırım Harbiye’de özel tiyatro işletiyor!’’ ya da ‘‘Hatırlar gibiyim, galiba tiyatroda bir şeyler yapmış’’ gibi yanıtlar almaya veya aday kendi seçimiyle Hamlet’ten bir tirat okuduğunda ve kendisine: ‘‘Bu oyun hakkında genelde ne düşünüyorsunuz?’’ diye sorduğumuzda: ‘‘Zaman darlığından metnin tamamını okuyamadım!’’ gibi bir gerekçeyle karşılaşmaya iyice alıştık. Ve şunu da ekleyeyim, bu düzeyde olan tüm adayları giriş sınavlarında eleyebildiğimizi söyleyebilecek durumda da ne yazık ki değilim. Zor bir sınavın ardından kendi seçimi olan! tiyatro bölümüne kaydını yaptırır yaptırmaz, bir yılda kaç gün gelmeme hakkına sahip olduğunu ya da tatilleri hesaplamaya kalkışan sanatçı adaylarının sayılarının düşük olduğu da sanılmasın. Bunlar da, sinemanın değil, fakat tiyatromuzun çapulcular ordusunun figüran adayları! Sibel A. Yeşilay, ‘Milliyet Sanat’taki dosyada yer alan yazısında ‘‘eleştirmenlerimiz fazla şefkatli’’ demiş; bence yalnız eleştirmenler değil, fakat yarının tiyatrocularını yetiştirme savındaki biz hocalar da aşırı şefkatliyiz! Ve kanımca, ülkemizde hiçbir sorumsuzluk karşısında ödün ve hoşgörü tanımayan bir tiyatro eğitimi egemen kılınmadığı sürece, asıl konunun dışında kalan ayrıntıları boşuna tartışmayı bundan sonra da sürdüreceğiz! [email protected] [email protected] ODTÜ Mimarlık’ın açıklamasında ‘görüş’ yerine ‘kurumsal saygınlık’ savunması var ‘Şehir’ciliğin ruhu ‘mimar’lık ‘‘Mimar’’lıkla ‘‘şehir’’cilik arasına örülen duvarın, Türkiye gibi ‘‘mimarlık ve kent tarihi ülkesi’’ne yakışmadığını, ‘‘düşünce derinliği’’ içinde tartışamıyoruz. ABD’deki ‘‘mimarlıktan bağımsız kent planlaması’’nın bizde de uygulanmasına ‘‘serzeniş’’lerimiz karşısında ‘‘görüş’’ bildirmek yerine sadece ‘‘akademik saygınlık’’lar savunuluyor... Dahası, aynı eğitimin ‘‘ülkeye yabancı’’lığını dile getirmek ise ‘‘düşünce’’ değil, ‘‘hakaret’’ sayılıyor... O kadar ki ideolojide, ‘‘antişovenist’’ olanlar, sıra ‘‘konum’’larını tartışmaya gelince ‘‘kurum şovenizmi’’nin militanları oluyorlar. İTÜ’den ‘açıklamasız’ yanıt ‘‘İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’’ Dünya Şehircilik Kolokyumu’ndaki ev sahipliği imzalarında ‘‘mimarlık fakültesi’’ adını kullanmayınca, sormuştuk: ‘‘Yoksa, şehirciliği mimarlıktan tümüyle ayırmanın ‘özlem’i mi?’’ (09 Kasım 2005Cumhuriyet) Bölüm Başkanlığı’ndan ve Dekanlık’tan gelen yanıtlarda, bu merakımızı gidermek yerine sadece kolokyum savunuluyor. Böylesine görülmemiş bir ‘‘unutkanlık’’ için yorum yapmamız bile hocalarımıza göre ‘‘akademik çabalar’’ına haksızlık!.. Şehircinin ‘burjuva’ anlayışı Dahası, süregelen ayrıştırmanın ‘‘kendi aralarında’’ hemen hiç irdelenmediği ise bakın nasıl ‘‘itiraf’’ ediliyor: ‘‘Şehir planlama eğitiminin, mimarlıktan farklı bir disiplin olarak düzenlenmesi konusunda akademik çevrelerde herhangi bir tartışma bulunmamaktadır’’. Oysa, daha geçen aralıkta yapılan ‘‘Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’’nın, çok sayıda ‘‘akademisyen’’in de katkılarıyla oluşan sonuç bildirgesinde deniyor ki: ‘‘Planlama ve tasarıma yönelik tüm meslek alanlarının, belirli oranda ortak dersler ve eğitim planları uygulanarak, lisans eğitiminde mimarlık fakülteleri içinde; uzmanlığa yönelik konularda da ayrı bir enstitü içinde, ama mutlaka bütünsellik içinde yapılanmaları gerektiği, Kurultay’ın ortak dileğidir...’’ Yani, mimarlık ve kent planlaması eğitimi, başlangıçtan itibaren ‘‘ayrı’’ değil ‘‘birlikte’’ görülsün... Böylece ‘‘uzmanlaşma’’ aşamasında mimarlar planlamadan, plancılar da mimarlıktan ‘habersiz’ kalmasınlar. Bir ‘Küçük Amerika’ projesi Hele, Şehir Plancıları Odası Genel Saymanı’nın, oda bültenlerindeki ‘‘yanıt’’larına ne demeli?.. Kent planlamasının, ‘‘kültürel ve kimlik değerler’’i gözetebilmesi için ‘‘mimari birikimler’’i de içermesi gerektiğini belirtmemiz, meğerse ‘‘burjuva yazarlığı’’(!) imiş. (Kasım2005). Böylece, mimarlığın insani ve kültürel özünden ‘‘arındırılmış’’ bir kentsel planlama, ‘‘solculuk’’ imajıyla savunulurken; örneğin ünlü ‘‘sosyalist’’ mimar ve plancı M.V. Posokhin’in ABD’deki aynı tutumlara karşı daha 1970’lerde söylediği şu ‘‘uyarı’’ları bile bilinmiyor: ‘‘Sık sık mimarlıkla kent planlaması arasına bir çizgi çekilmek istenmektedir. Sadece bina tasarlayan mimarlar kentin ihtiyaçlarını ne bilirler, ne de bilme çabaları olur. (...) Bir kentin inşa süreci, ortak bir mimari ve kent inşası düşüncesinde birleşmiş kişilerin, mimarların ve şehircilerin bütünleşen çabasını gerektirir...’’ (Yaşanılır Şehirler kitabından) ...Ve ODTÜ’nün ‘itiraf’ı TÜRKİYE’YE YAKIŞAN PLANLAMA İÇİN... Eğer ABD’nin kenntleri de böylesine ‘mimari birikimler’e sahip olabilseydi; ‘mimarisiz planlama’ bir yana, ‘mimar olmayan plancı’nın bile önderliğini herhalde yapmazdı. (Fotoğraf: Muhsin Divan) la Planlama Davalı’’ başlıklı yazıma (17 Kasım 2005) ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nin 29 Aralık 2005’te aynen yayımladığım açıklaması ise bilmem ki nasıl tanımlanmalı! Çünkü, imzacı akademisyenler arasında, ‘‘mimarisiz kent planlaması’’ ve ‘‘planlamasız mimarlık’’ olamayacağı konusunda ‘‘görüş birliği’’ içinde olduklarımız da var... Ne var ki ‘‘kurumsal yanıt’’ları ise o ‘‘umut verici’’ ortak düşüncelerimizi yansıtmıyor. Hatta, ‘‘küreselleşmenin tek tip kentleri’’ni birlikte sorgulamamıza rağmen, aynı kentleri yaratan mimarisiz planlamaya ‘‘küresel akıl’’(!) payesi bile verilebiliyor. İşte, böylesi gerçeklerin artık ‘‘önemsenmediği’’ bir tartışma ortamında, ‘‘Mimarlık İşte bu ‘‘dilek’’lerin nedeni olan şimdiki ayrılıkçı eğitime ‘‘önderlik’’leriyle ilgili olarak, ODTÜ açıklamasındaki ‘‘anımsatma’’ ise şöyle: ‘‘...Türkiye’nin bulunduğu bölgede şehir ve bölge planlama eğitimi verecek bir yükseköğretim kurumu kurulması projesi, zamanın hükümeti tarafından, eğitim dili İngilizce olan bir üniversite kurma projesine dönüştürülmüş ve ODTÜ 1956 yılında öğretime başlamıştır...’’ Belirtilen ‘‘bölge’’, öteden beri ABD’nin göz koyduğu ‘‘Ortadoğu’’... Bu uygarlık bölgesinin ‘‘adı’’nı da taşıyarak, ‘‘mimarisiz planlama’’ eğitimini verecek ‘‘Orta Doğu Teknik Üniversitesi’’ni ABD kuruyor. Aynı üniversiteyi ‘‘eğitim dili İngilizce’’ olarak gerçekleştiren ‘‘zamanın hükümeti’’ ise İstanbul’un ‘‘mimari dokusu’’nu geniş Amerikan otolarına ‘‘yol açmak’’ için yıkan, Türkiye’yi ‘‘Küçük Amerika’’ yapmaya hevesli Menderes iktidarı değil mi? Ve sonuç, mimarlıktan bağımsız, ‘‘Amerikanca şehircilik’’ eğitiminin ODTÜ’de başlatılıp ülkeye dayatılması. İşte, kendi ifadelerinde de gizlenemeyen bu gerçeğin bile tartışılması eğer ‘‘kurumlara hakaret’’se, düşüncelerimizi nasıl belirteceğimizi de buyursunlar öğretsinler. Mimarlığı planlamadan, planlamayı da mimarlıktan ayrıştıran düzeni tartışanlara ‘‘Uygarlıkların İzinde’’ açık kalacak. 19 OCAK11 ŞUBAT TARİHLERİ ARASINDA ABD’Lİ YAZARIN BALIKÇI BARINAĞI ARTIK YOK Japonya’dan üç çağdaş sanatçı Galeri Apel’de Kültür Servisi Galeri Apel, 19 Ocak11 Şubat tarihleri arasında ‘‘Rüzgâr ArayıştaJaponya’dan Üç Çağdaş Sanatçı’’ adlı sergiye yer veriyor. Bu sergi, 2004 yılında Nuran Terzioğlu’nun küratörlüğünde ülkemizden dört sanatçının Japonya’da açtığı ‘‘more WindTürkiye’den Dört Çağdaş Sanatçı’’ sergisinden esinleniyor ve karşılık veriyor. Bu kez Galeri Apel’de Türk Hemingway Müzesi’nde yangın Watanabe Yoshiaki’nin yapıtı, ‘Candle Domino/Mumdan Domino’. sanatseverlerin karşısına çıkanlar Japon sanatçılar, Watanabe Yoshiaki, Nakase Koji, Esashi Tomoko. Küratör Matsunaga, katalog yazısında Türkiye ve Japonya’yı ‘‘Asya’nın iki ucundan dünyaya açılan pencereler’’ olarak niteliyor. ‘‘Sanat ve kültür kendiliğinden oluşmaz, insan ilişkileriyle biçimlenir, değişime uğrar ve gelişir’’ diyen küratör bu ilişkileri hayata geçirmekte önemli bir rolü olan sanatçı ların önünün açılmasını çok önemsiyor. Bu sergideki yapıtlar, sanatçıların kendi ülkelerinin, Japon kültürünün izlerini taşıyor. Matsunaga, sanatçıyı ‘‘doğanın lütfunu bize taşıyan bir rüzgâra’’ benzetiyor. Ancak kendi özelliklerini koruyabilen ‘‘tohumların’’ başka ortamların farklılıklarını ya da benzerliklerini tanıyarak olgunlaşacağını vurguluyor. Kültür Servisi 1954 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ABD’li yazar Ernest Hemingway’in (18991961), Bahama Adaları’nda bulunan ve müze olarak korunan balıkçı barınağı, yangında yok oldu. Polisin verdiği bilgiye göre, Bahamalar’ın minik Bimini Adası Alice Town kasabasında bulunan ahşap Hemingway Müzesi’ne bakan Julian Brown, yangın sırasında pencereden kaçmak istedi, ancak kurtulamadı. Komşusu, Hemingway’in müdavimi olduğu, müze yapılan balıkçı barınağı ve meyhanesinde kalan tek kişi olan Brown’ın cesedinin küller arasında bulunduğunu söyledi. Hemingway, Kübalı ihtiyar balıkçı Santiago gibi, bu adada kılıçbalığı avına çıkardı. Barınağı, yangında ölen Brown’ın babası Harcourt Brown yaptırmıştı. Ernest Hemingway’in ‘İhtiyar Adam ve Deniz’i yazarken Florida’nın güneydoğusunda, Küba’ya yakın Bahama Adaları’ndaki balıkçılık seferlerinden esinlendiği belirtiliyor. Polis, BahamaHemingway Müzesi’nde yazarın yüzlerce fotoğrafıyla eşyasının yandığını bildirdi. Tom Amca’nın Kulübesi satıldı ? Kültür Servisi ‘Tom Amca’nın Kulübesi’ adlı ünlü romana esin kaynağı olan ahşap ev, evin bulunduğu kasaba yönetimi tarafından satın alındı. Evin bir tarih müzesine dönüştürülmesi planlanıyor, ancak müzenin açılmasının birkaç yıl alacağı belirtiliyor. Evin son sahibi Hildegarde MalletPrevost, geçen yıl 100 yaşında ölmüştü. Harriett Beecher Stowe, ünlü romanı ‘Tom Amca’nın Kulübesi’ni eski bir köle olan Josiah Henson’ın 1849’da yayımlanan ‘Eski Bir Köle, Josiah Henson’ın Yaşamı’ adlı özyaşamöyküsüne dayanarak yazmıştı. Akbank Oda Orkestrası’nın bu ayki konserinin solisti, keman sanatçısı Mayumu Fujikawa Rus yönetmen Tarkovski anısına... Kültür Servisi Cem Mansur yönetimindeki Akbank Oda Orkestrası’nın bu ayki konserlerinin solisti, keman sanatçısı Mayumi Fujikawa. 25 Ocak Çarşamba günü saat 20.00’de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde, 26 Ocak Perşembe günü saat 19.30’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşecek olan konserlerin konusu ‘Salzburg’dan Doğuya Doğru’. Akbank Oda Orkestrası, Mozart’ın doğumunun 250’nci yıldönümüne denk gelen haftada, 2006 yılının ilk programıyla sahnede olacak. Büyük dehanın yapıtlarına ilginç bir perspektiften bakacak olan Cem Mansur ve Akbank Oda Orkestrası, sezonun diğer konserlerinde de tarihin en şaşırtıcı harika çocuğunun yaratılarına yer verecek. Doğduğu, besteci ve icracı olarak ilk yıllarını geçirdiği Salzburg’da başpiskoposluğa bağlı orkestranın başkemancısı olarak çalışan Mozart, beş konçertosunu aynı yıl içinde art arda yazmıştı. Sonuncusunun ‘Türk Konçertosu’ olarak tanınmasının nedeni, o yıllarda Avrupa’yı etkisi altına alan mehter müziğinden esinlenen son bölümüydü. Konçertoların en kapsamlısı ve derini de olan bu başyapıtı, nerdeyse 20 yıldır, Mozart yorumcuları arasında ayrıcalıklı yerini koruyan Mayumi Fujikawa çalıyor. Tonunun güzelliği, rahat tekniği ve besteciye olan özel duyarlılığıyla dünyanın önde gelen orkestra ve festivallerine konuk olan Fujikawa, Mozart konçertolarının en klasik kayıtlarından birine imza attı. Fujikawa, konçertoya ek olarak vatandaşı ve 20’nci yüzyıl müziğinin büyük bestecilerinden Toru Takemitsu’nun, Rus yönetmen Tarkovski anısına yazdığı ‘Nostalgia’yı da seslendirecek. Takemitsu ve film müziği teması, konserin başında da ‘Üç Film Müziği’yle yer alıyor. Mozart’ın doğuya baktığı ‘Türk Konçertosu’nun dışında, bir yıl önce, 18 yaşında bestelediği ve en güzel, enerji dolu senfonilerinden biri olan Senfoni no 29 La majör ile programı tamamlıyor. Mozart, oryantalizm ve Japon bestecileriyle ilgili sohbeti için Cem Mansur, konserlerden yarım saat önce sahnede olacak. (0 212 252 35 00) Kerem Görsev ve Erol Erdinç ? Kültür Servisi İstanbul Senfoni Orkestrası şefi Erol Erdinç ve caz müzisyeni Kerem Görsev pazar günü saat 20.30’da ‘İki Piyano Caz’ adlı konserle Akatlar Kültür Merkezi’nde sanatseverlerin karşısına çıkacaklar. Beşiktaş Belediyesi Kültür ve Sanat Platformu’nun düzenlediği etkinliğin biletleri tam 12 YTL, indirimli 7 YTL olarak belirlendi. (0 212 351 93 84) CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle