11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 OCAK 2006 ÇARŞAMBA 6 AVRUPA GÜRAY ÖZ Kuş Gribi Hellfire Roketi Her şeyin başı hukuk 8 2 yıllık laik Cumhuriyetimiz tam bir çelişkiler yumağı içinde. Herkesin ya da irili ufaklı grubun asla değişmeyecek ‘‘kendi doğruları’’ var. Birileri ‘‘vatansever’’, ötekilerse kuşkusuz ‘‘hain’’. Böylesine kolay damgalamaların ülkemizin gelişip çağdaşlaşmasını önlediğini, gelecek kuşaklara yapılan en büyük kötülüğün bu olduğunu algılamak gerekiyor. Dünyaya geniş açıdan baktığımızda, hemen hiçbir yerde, ülkede, birlikte, eşitliğin, barışın, insanlık ve doğa değerlerinin egemen olmadığını, ‘‘ezenle ezilen’’ denkleminin öncesizden sonrasıza süregeldiğini görüp kötümserliğe ve umutsuzluğa kapılmamak belki de elde değil! Bu genel görüntü içerisinde, yeryüzünün en önemli, en anlamlı ve en güzel coğrafyasına yerleşmiş olan Türkiyemizde de pek çoğumuzun kavramakta güçlük çektiği karmaşık olaylar yumağı içinde, kendimizi, geçmişimizi ve geleceğimizi tutsak edilmiş görmekteyiz. Gündelik yaşantımızda olan biten, yeniden başlayan, birbirinden şaşırtıcı, algılamakta güçlük çektiğimiz toplumsal olaylar, çözümlenemeyen suç ilişkileri, birileri için yoktan var edilen çökertici senaryolar, yıllar sonra yazılan anılar, seçilmiş ve atanmışların ellerindeki gücü kullanış yöntemleri ve daha binlerce karanlıkta bırakılan olay karşısında, bireyler olarak nasıl düşünüp davranmalı ve neye güvenmeliyiz acaba? İşte bu noktada tek kurtarıcı ve çözümleyici anahtarımız ‘‘hukuk’’tur. Türkiyemizde son on yıllarda böylesine zarar verilen, oynanan, farklı kişilerce ve güçlerce farklı kullanılan, aşındırılan ve ülkenin gerçek sahibi, kendi halindeki sade insanlarca güven yitiren bir başka kavram olmamıştır. Oysa ‘‘insanların eşitliği’’ ve ‘‘insan hakları’’ üzerine temellenmiş gerçek bir hukuk sisteminin, mağdurlar ve suçlular başta olmak üzere her özel ve kamusal alanda ‘‘eşit’’ uygulanan, kişilerin keyfine ya da kimliklerine göre değil, dünyadaki gelişme ve ilerlemelere koşut geliştirilen, ‘‘gerçekten adaleti simgeleyen’’ bir ‘‘hukuk sistemi ve uygulaması’’nı sağlamak, istemek, bireyler ya da demokrasinin simgesi örgütler olarak hepimizin ana hedefi olmalıdır. Devletimizin bir ‘‘hukuk devleti’’ olması, yani hukukun herkese eşit ve açıklık içinde uygulanması toplumumuzun ve onu oluşturan bireylerin ise salt kendi çıkarları için her türlü yasayı delmeye ve çiğnemeye yönelik dengesiz, kavgacı, karşısındakini umursamaz, ‘‘Ben yaptım oldu’’ diyen, her fırsatta kaba güce, silaha, şiddete sarılan alışkanlıklarını bırakıp bir ‘‘hukuk toplumu’’ içinde yerlerini almaları gerekir. Yoksa çocuklarımıza giderek artan bir karmaşa ortamı bırakmaktan öteye gidemeyiz. Türkan SAYLAN Türk Rönesansı G ünümüzde Doğulu toplumların bazı yeniden şekillenme, biçimi eski haline kavuşturma anlamıyla reformistlerinin, ‘‘aydınlanma’’ deyince 1789 Fransız İhtilali öncesi ve sonrası Batılı düşünürlerin dünya yorumlarını referans alarak yeniden başvuru anlamında kabul etmelerini anlayışla karşılayabiliriz. Çünkü o Batılı düşünürlerin düşüncelerinin kökeninde El Kindi’den Hallac’a, İbni Sina’dan Yunus Emre’ye, Farabi’den İbni Rüşd’e, Razi’den Ömer Hayyam’a, Doğu’nun aydınlanma meşaleleri var. Batılı düşünürlerin düşüncelerinin kökeninde yer alan Doğu aydınlığını, Doğulu toplumlar yeniden duyumsayabilirlerse yeniden şekillenme anlamıyla reform değil, yeniden duyumsayış anlamıyla kendi Rönesans’larını da hayata geçirebileceklerini söyleyebiliriz. İşte Mustafa Kemal aydınlığını ben bu anlamla yorumluyorum.. Mustafa Kemal, düşüncelerinin özü olan ‘‘bilim ve aklı’’ kendi tarihsel köklerimizden sızan ışık huzmesi içinde duyumsayarak yirminci yüzyılın hemen başlarında tarihe ‘‘Türk Devrimi’’ olarak geçen Doğu’nun ilk toplumsal ‘‘Rönesans’’ olgusunu açığa çıkarmadı mı? Cumhuriyet aydınlanmasının ışığı nereden geliyor? Kökü uygarlık tarihimizin meşalesi İbni Sina’yla avizelenen Mustafa Kemal’den geliyor.. Aydınlığın algılanması için zihinsel zeminde karanlığın resmi olması zorunludur. Ya da tersinden düşünürsek karanlığın algılanması için zihinsel zeminde aydınlığın resminin bulunması gerekir. Mustafa Kemal aydınlığını algılayabilmek için, zihnimizin zemininde Cumhuriyet öncesi Sevr karanlığının olması gerektiğini söylemek, tarihsel bilincin ışığı mı, yoksa duygusal bir paranoya mı? Gürcan ÖZDEMİR Kadıköy, nikâh talebine yetişemiyor Yılda ortalama 10 bin çiftin nikâhını kıyan Kadıköy Belediyesi, artan talebi karşılayabilmek için 5 kadın nikâh memuru daha görevlendirdi. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, ‘‘Belediyemizin çok modern 2 nikâh salonu, 2 de kokteyl salonu bulunuyor. Evlenecek kişiler, bu mutlu günlerine bizim belediyemizin salonlarında girmeyi tercih ediyor. Tabii bunda nikâh işlemlerini kolaylaştırmamız, personelimizin güler yüzlü olması ve nikâhların ilk kez internette canlı yayımlanmasının da etkisi büyük. Özellikle yaz aylarında hem salonlarımızda hem de dışarıdaki mekânlarda nikâh başvuru taleplerimiz fazla oluyor’’ dedi. Nikâh salonlarında yaz aylarında 10 dakikada bir nikâh kıyıldığını, daha iyi hizmet için 4 olan nikâh memuru sayısını 9’a çıkardıklarını anlatan Öztürk, 5 yeni kadın memurun, heyecanlı gelindamatlara destek olabilmek için psikolojik yardım dersleri aldıklarını söyledi. E L E Ş T İ R İ L E R Özürlü memurlar N KOŞULLAR ormal statüde işe giren engelli memurların da sakat kontenjanından işe giren memurlar gibi istemeleri halinde 15 yıl sonunda emeklilikten yararlanmalarını sağlamak için 21.04.2005 tarihinde Torba Yasa olarak adlandırılan 5335 sayılı kanunun 3. maddesi ile değiştirilen 5434 sayılı kanunun 39. maddesinin (j) fıkrasında ‘‘göreve girişlerinde, özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmeliğe uygun olarak alınmış ve raporda sakatlık oranı en az yüzde 40 olanlardan fiili hizmeti 15 yıl olanların istekleri üzerine.... aylık bağlanır’’ hükmü yer almaktadır. Bu değişiklik yapılırken normal statüde işe giren doğuştan özürlü memurların da sakat kontenjanından işe girenler gibi 15 yıllık fiili hizmet sonunda emekli olabilecekleri yönünde yorumlar yapıldı. Hatta bu değişikliğin tek amacının da bu olduğu yazıldı. Ancak Emekli Sandığı söz konusu maddenin ‘‘j’’ bendindeki ‘‘göreve girişlerinde’’ ibaresi nedeniyle, işe normal statüde giren doğuştan özürlünün işe girmeden önce veya işe girdiği tarihte raporu yoksa, bu değişiklikten yararlanamayacağı şeklinde yorum ve uygulamada bulundu. Takdir edersiniz ki doğuştan özürlü olup ancak normal statüde işe giren memurlar için büyük bir mağduriyet söz konusudur. Doğuştan özürlü olduğuna dair işe girmeden önce rapor alırsa yararlanmakta, ancak işe girdikten sonra rapor alırsa yararlanamamaktadır. Zaten her iki durumda da normal statüde işe girmekte ve rapor ibraz etmemektedir. Meclisimizde görüşülecek olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı’nın 31., 38. ve geçici 5. maddeleri de sakat kontenjanından işe giren, halen çalışan memurları kapsamakta ve sakat kontenjanından işe girmeyen özürlü memurlarla ilgili bir hüküm bulunmadığından, sakat kontenjanından işe girmeyen ‘‘doğuştan özürlü’’ ve ‘‘sonradan özürlü’’ memurların erken emekliliğinin önü tamamen kapatılmaktadır. Bu durumu vicdani bulmamaktayız. Leyla NUR ? 11 Ocak 2006 günlü ? Sayın Emre Kongar ‘‘Söz Okurun’’ sayfasında 12 Ocak tarihli ‘‘Bir çikolata reklamı ve internet ‘‘Eleştiri’’ başlığı ile yayımTürkçesi’’ yazınızın büyük bir kısmına tamalanan Gündüz Akgül’ün men katılıyorum, esasında katılmamak olamektubunda yıllardır sürüp naklı değil. Bir noktada sizinle aynı fikirde giden bir yanlışın izleri var: değilim: mrb, slm vb. Bunları belki de steno CHP’nin YÖK’e karşı tutugibi düşünmek daha iyi olabilir gibi geliyor mundaki tutarsızlık! Bu yabana. F klavyedeki ısrarınıza ve de’nin yannılgı Toktamış Ateş’te de var. lış kullanılmasına isyanınıza ise tüm kalHerkes gibi o da sanıyor ki, bimle destek veriyorum. Türkçe konusunda CHP, baştan beri YÖK’e karbir de şu eklemeyi yapmak istiyorum: İleride şıdır. Halbuki gerçek şudur: örneğin 118’e telefon edip bir numara sorduYÖK denilen kurumun ‘‘tasğumuzda, oradaki bayanla nasıl anlaşacağız lağı’’ CHP’nin 1970’lerin soacaba bir yer tarif ederken diye soruyorum nunda bakan olan bir mensukendime: İncity’de, bilmem ne hill top’da, bu tarafından ‘‘dizayn’’ edilMashattan’da, falan valley’de oturan birinin miştir. Aslında o günkü koadresini tarif ederken hecelemeyi hangi dilde şullara göre üniversitelerin yapacağız, nasıl anlaşacağız? (Üniversitelerarası Kurul dışında) böyle bir kuruma geSelim ÜÇÜNCÜ reksinimi de vardı. Ama 1980 Eylül darbesi olunca, bu girişim o zamanki (bu işlerden hiç behreleri olmayan) ‘‘muktedirlerce’’, lerde) üniversitelerin ayrı tüzelkişiliği üniversiteler imparatorluğu kurmak için olan fakültelerden oluşan federasyon şek‘‘aport’’ bekleyen ellere teslim edilmiş; linde örgütlenmelerini sağlayacak yasal o eller de kendilerinden beklenecek şe çözümler getirilmelidir. Her kademede yökilde, CHP’nin tasarısını en ‘‘berbat’’ bi netim ‘‘kurullar’’ eliyle işletilmelidir. Bu çime sokarak YÖK adıyla anılan ‘‘ucu düzen, daha 1946’da (henüz üç üniversitemiz varken) 4936 sayılı yasa ile kurube’’yi bina etmişlerdir. Sözü uzatmadan belirteyim: Bugünün lan sistemin getirdiği düzendir. Doğal sorunu YÖK sorunu değildir. YÖK, ya olarak bunun işlemesi için de, yasayla pısında sadece gerekli ve uygun düzelt kurulacak yükseköğretim kurumlarının, me ve değişiklikler yapılarak, bazı ata yani üniversitelerin, bu sıfatı hak edecek ma süreçlerindeki rolü de devam etmek yeterli olanaklara ve en başta yeter sayıüzere, eşgüdüm ve denetim kuruluşu ola da öğretim elemanına sahip olması mutrak varlığını sürdürmelidir. Asıl sorun lak bir şarttır. Yeni yasayla kurulması ön‘‘üniversite’’ sorunudur. Üniversitelerin görülen 15 adet üniversiteye karşı çıkıbugünkü rektörlük merkezine bağlı mo lacaksa eleştiriye bence özellikle bu mutnolitik yapıdan kurtarılması gerekmek lak şartlardan başlanmalıdır. tedir. Bu katı merkezi sistem terk edilerek (özellikle eski ve büyük üniversiteAydın AYBAY ? Metin Gür, ‘‘Kınanın Soluşu’’ başlığıyla yurtdışındaki yurttaşlarımızın sorununu işliyor. Oraya gelin gidenlerin dramı... Ülkemizde yapılan propagandanın etkisiyle Almanya ve Avrupa, gençlerimize cazibe merkezi olarak gösteriliyor. Gençlerimiz oralara gitmek için türlü yolları deniyorlar. En çok da evlilik yoluyla gidiyorlar. Hiç tanımadıkları, apayrı kültürde yetişen gençlerle, yaşlılarla evlenip gidiyorlar. Orada büyük sorunlarla karşılaşıyorlar. Dayak ve şiddetle karşılaşanlar, hatta öldürülenler bile var. Almanya’ya evlilik yoluyla gelen erkekler de benzer sorunlarla karşılaşıyorlar. İşte bunlardan biri Serdar... ‘‘Adım Serdar... Ankara’da yaşıyordum. Gazi Üniversitesi İktisadi Ticari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdim. İki yıl önce Almancı bir ailenin kızıyla evlenerek Almanya’nın Hamburg şehrine geldim. İş güç yok. Tanımadığın bir ülke ve insanlar. 23 yaşından sonra yapayalnız kalıverdim. Evlendikten bir yıl sonra eşimle aramızda geçimsizlikler başladı. Evden çıkmamı istediler. Direnince polis zoruyla kovuldum. Ben de Stuttgart’a, teyzemin yanına geldim. İki aydır buradayım. İş güç, para pul yok. Sanırım eşimin ailesi benim hakkımda şikâyette bulunmuş. Çünkü polisten iki hafta içinde Almanya’yı terk et kâğıdı geldi. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Oturma iznim olmadığı için kısa sürede sınır dışı olacağım. Avukatlara başvurdum, bakalım sonuç ne olacak!’’ Serdar işsiz güçsüz, akşama kadar bir dönercide zaman öldürüyordu. Orada ortada kalan binlerce yurttaşımızdan biriydi. Metin Gür, bu yazı dizisiyle yurtdışına gelin olarak giden yurttaşlarımızın sorununa dikkat çekti. Umarım başka yazı dizileriyle de gurbetçilerimizin çeşitli sorunlarına dikkat çeker... Eline sağlık Metin kardeşim... Erdal ATICI O fotoğrafı mutlaka görmüşsünüzdür; Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinden Fatma Özcan’ın fotoğrafını. On altı yaşındaydı. Resmi kayıtlarda on bir yazıyordu. Anasını sekiz yıl önce böbrek hastalığı alıp götürmüştü. Fatma’yı da kuş gribi aldı gitti. Hayır, öyle olmadı; Fatma yoksulluğun kemirdiği bir insanlık durumunun kurbanı oldu. Baba Mehmet Emin, belki de kendileri için biricik ‘‘zenginlik’’ olan kümesteki tavuklardan oğlu Muhammet’le kızı Fatma’ya bulaşan kuş gribini ciddiye almayı bilemedi. On gün evde, tavukların yanı başında iyi olsunlar diye bekledi. İyi olamadılar. İlçedeki hastaneye gittiklerinde de, yine yoksulluğun kemirdiği beyninin izin verdiği kadar konuşuyor; ‘‘Benim Yeşil Kartım yok, Van’a gidemem, gidip oralarda sürünemem, öleceklerse burada ölsünler’’ diyordu. İnsanlıksız bir insanlık durumu Fatma’yı, o mahzun yüzlü genç kızı aldı, sonsuz siyah bir karanlığa götürdü. ??? Bir başka insanlıksız, ama bu kez insanlıktan nasibini hiç alamamış bir durum da depremde onbinlerini yitirmiş Pakistan’da yaşandı: Çok marifetli bir Predator Drohne, taşıdığı Hellfire roketlerini insanların yaşadığı Damadolain köyünün, Bajaur bölgesindeki yoksul köyün üstüne boşaltıverdi. Bush’un bilgisayar başındaki adamları, her zaman olduğu gibi dünyanın dört bir köşesindeki ‘‘öldürme yetkisi’’ne sahip ajanlarından, işgal ettikleri ülkenin tehlikeli bir teröristinin, işgal etmedikleri bu köyde bulunduğunu ‘‘istihbar’’ etmişlerdi. Kendileri terörist değildiler, sümme hâşa, hangi akla hizmet direniyorlarsa, direnenler teröristtiler ve elebaşlarından biri bu köydeydi. Sonra bir Predator Drohne köyün üstünde dolaşmaya başladı. Bilgisayar başındaki ‘‘öldürme yetkisine’’ sahip birileri düğmeye bastılar. Damadolain köyünün sakinleri başlarına yağan Hellfire roketlerinin kustuğu ölümü göremediler bile. ??? Uzaklardan, çok uzaklardan gelip, Irak’ta, resmi rakamlara göre otuz bin, gerçek rakamlara göre yüz binden fazla sivili katleden ABD güçleri, bu kez bir müttefiklerinin köyünü, müttefiklerine haber bile vermeden bombalamayı uygun görmüştü. Zaten ABD nerede, neyi uygun görürse onu yapıyordu. Türkiye ise bu olup bitenlerden hiç tedirgin olmuyor gibidir. Adım adım ilerleyen bir tehlike, kuş gribinden daha sinsi bir şekilde yayılan vurdumduymazlık çok uzak olmayan günlerden birinde, tahminlere sığmaz bir tablonun ansızın önümüze çıkıverme olasılığını görmemizi engelliyor; tevekkül, Amerikan hayranlığıyla sarmaş dolaş bir hastalık gibi bilincimizi bulandırıyor. ??? Gazeteler, köyü ‘‘müttefiki’’ tarafından bombalanmış Pakistan’ın Enformasyon Bakanı Şeyh Raşid Ahmet’in ‘‘Bir daha olmasın böyle şeyler’’ diyerek bu tuhaf durumu ‘‘protesto ettiğini’’ yazıyor. Yazsın. Aynı gazetelerde insanlığın uçup gittiği bir durumun kurbanı Fatma’nın da fotoğrafı var. O şimdi yalnızca çaresizliğin tükenmiş bir fotoğrafından ibarettir. Yoksulluğun kemirdiği bir tuhaf bilinçle insanlıksız bir insanlık durumunun resmine dönüşmüş babanın ölüp gitmiş kızıdır. Siz de ‘‘Bir daha olmasın böyle şeyler’’ diyorsunuz, biliyorum. Ama bunun için bilinç kaymalarının önüne geçmek, olanı biteni görmeye çalışmak gerekmiyor mu? Yoksullukların ölüm ve ateşle kesişen ilişkisini görmek, cehennem aleti Hellfire’lardan korunmak için uyanmak, sis perdesini aralamak gerekmez mi? ‘‘Dostumuz, müttefikimiz’’ ABD’ye güvenmek değil, ondan hiç değilse birazcık kuşku duymak daha yerinde olmaz mı? eposta: [email protected] CHP güçlenmeli H Cumhuriyet, sayfalarını CUMOK’lara açtı. ‘‘Söz Okurun’’ sayfamızda yayın ilkelerimize uygun tüm haberlere, duyurulara, görüşlere ve eleştirilere yer veriyoruz. CUMOK’lar bu gazetenin gerçek sahibidirler; ülke yayın yaşamına yepyeni katkılarda bulunup ufuklar açacaklarına, ülkenin yerel ve genel sorunlarını yansıtmakta önemli işlevler üstleneceklerine inanıyoruz. ADD ve ÇYDD’nin var oluşlarını hızlandıracak iletişim ağının ‘‘Söz Okurun’’ sayfasında gerçekleşmesi de olanak kazanacaktır. 2000 vuruşu aşmayacak görüş ve eleştirilerinizi bekliyoruz. posta?cumhuriyet.com.tr Mektup Adresi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul. Tel: (0/212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0/212) 343 72 64 asan Cemal ve onun planlı saldırısına 2005 yılında destek verenler Cumhuriyet’i neden sevmiyorlar? Cumhuriyet gazetesi Türkiye’ye zarar mı verdi, kötülük mü etti? Tam tersine, söylem ve eylemleri ‘‘kişisel ve kurumsal çıkarları’’ üzerine kurulmuş olanların yalanlarını, yanılgılarını korkusuz ve dürüst tarzda ortaya koydu. Cumhuriyet aynı politikasını bundan böyle de sürdürmelidir. Buna inanıyoruz. Hasan Cemal Cumhuriyet’i ne kadar çok sevmiş ki, sevgisinin nefrete dönüşmesi on üç yıl almış! Laik Cumhuriyet ile ilkeli ve dürüst yayın politikasından ödün vermeyen bu gazetenin yaşatılabilmesi, toplumun bunlara sahip çıkmasına bağlı. Ancak, üzülerek görüyoruz ki, bu gereksinim istenen düzeyde karşılanamıyor. 1973’ten 2002’ye oy oranı yüzde 1’den yüzde 34’e yükselen, İslami söylem ve eylemler üzerine kurulu bir siyasal hareket nasıl yorumlanabilir? Aylarca tutuklu kalan rektörüne sahip çıkmayan bir üniversite gençliği ile karşılaştık. Benzeri olay, bundan otuz yıl önce yaşansaydı böyle olur muydu? Son olarak söyleyeceğimiz şudur: Gün, birlik günüdür. Solda alternatif aramak gibi, bugünün koşullarında pratik sonucu olmayacak fantezileri bir kenara bırakarak her şeye karşın bugün için parlamenter sistem içindeki tek ve en güçlü siyasi kurum olarak ayakta kalabilen CHP’nin ilk genel seçimde TBMM’de daha güçlü temsil edilmesine yardımcı olmak en gerçekçi seçenektir. AyselSıtkı ERGÜNEY CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle