Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 OCAK 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Dinsel Eğitimin Eşiğinde Anayasa ve yasalara göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Eğitim, çağdaş eğitim esaslarına ve bilime göre Öğretim Birliği içinde verilir. Eğitimde din belirleyici olamaz. Bu anlayış Milli Eğitim Temel Kanunu’na ve Öğretim Birliğine, Cumhuriyet tarihi boyunca verilen eğitim felsefesine uymaz. Rehberi akıl ve bilim olması gereken laik ve çağdaş bir ülkede ümmetçiliğe yer yoktur. PENCERE ‘Divan Nadi’nin Sırrı?.. Divan Oteli 50’nci yaşını kutladı, çağrılıydım, ama törene gidemedim, toplantıya ilişkin haberi Cumhuriyet’te okudum... Okuduklarımdan birkaç satır aktarıyorum: ‘‘...Türk özel sermayesiyle kurulan ilk otel olan Divan, 1956’dan başlayarak İstanbul’un sosyal hayatında önemli bir yer edindi.’’ Divan Grubu Başkanı Semahat Arsel, otelin Yahya Kemal’den Nadir Nadi’ye, Attilâ İlhan’a dek Türk kültür ve sanat dünyasının buluşma noktası olduğunu söyleyerek eklemiş: ‘‘ Bütün Babıâli burada toplanırdı. Nadir Nadi en sık gelen isimler arasındaydı. Öyle ki Divan’ın adı ‘Divan Nadi’ diye anılır olmuştu.’’ Divan artık ülke çapında bir gruba dönüşmüş ve yurtdışına da açılmış... Nereden nereye?.. ? İstanbul’da İkinci Dünya Savaşı ertesine dek dört ünlü otel vardı: Perapalas, Tokatlıyan, Tarabya, Parkotel... Divan, Taksim İnönü Parkı’nın karşısında açıldı; Hilton’a doğru yürürken üç apartıman sonrasında Nadir Nadi oturuyordu. Peki, Semahat Arsel’in dediği üzre Divan Oteli neden Divan Nadi diye anılırdı? Sorunun yanıtı bir sırdır; ancak bugün açıklanabilir... ? O yıllarda Babıâli vardı.. İstanbul’da trafik sorunu yoktu.. Akşamüstü gazetelerden çıkan ünlü yazar, çizer, gazeteci, edebiyatçı takımı çoğunlukla Divan’ın barında toplanmayı severlerdi; ayaküstü bir tek atmak usuldendi... Çetin Altan, Doğan Nadi, Mücap Ofluoğlu, Baki Süha Ediboğlu gibi nice dostu vakti kerahette Divan’ın barında görebilirdiniz; iç açıcı bir yerdi burası; doğrudan meydana açılır, karşıdaki parkın yeşilliğine bakardı; yazar, gazeteci, sanatçı takımı da bir kadehin buğusunda insanlık, dünya ve siyaset üzerine yarenliği koyulaştırırlardı... ? Divan’ın barında görev yapan Avni herkesin huyunu suyunu, ne içeceğini bilirdi... Nadir Nadi haftanın kimi günü uğrar, oturmaz, barın kenarında ayakta, durgun, sessiz, dikkatli, viskisini yudumlar, belli bir süre sonra ayrılır; üç blok ötedeki evine yürüyerek gider... Kapıyı Berin Nadi açar... Berin Hanım, Nadir Bey’in gazeteden çıktıktan sonra Divan’da mola verdiğini bilmez, eşine evde ilk kadehi sunduğunu zanneder... Kimi zaman Divan’dan ben de Nadir Bey’le ayrılırım, evde Nadi’lerle otururken ser verip sır vermem... Berin Hanım bu sırrı hiç öğrenemedi; Divan’ın neden Divan Nadi diye anıldığını da bilemedi. ? Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer... Bir gün Divan fiyatlara zam yaptı, Doğan Nadi ateş püskürdü. Kararı protesto için Parkotel’e bir süre için taşındı... Ama, Nadir Nadi Divan’daydı... Şimdi ikisi de anılarda... O günlerde Divan’da konuşulanlar, tartışılanlar, dile gelen nükteler, çıkan zekâ kıvılcımları, patlayan kahkahalar, söylenen şiirler, bir kadehin buğusunda sıcaklaşan dostluklar göğün bilmem ki kaçıncı katına istif edilmiştir?.. Değerler Kıyameti DİNLERİN verdiği türlü kıyamet tanımları vardır. O gün geldiğinde her şeyin altüst olacağını, yerle göğün birbirine karışıp her şeyin çökeceğini anlatan tanımlamalar. Masallarda bile pireyi hamal, deveyi tellal yapabilen bir hayal gücü, ‘‘kıyamet’’ denen günü anlatmak için hiç sınır kabul etmemiştir. Ne var ki, bunların hepsi ne zaman geleceği belli olmayan ve genellikle çok uzaklarda olduğuna inanılan bir güne ilişkin olduğu için kimseyi fazla ürkütmez ve huzursuz etmez. Üstelik, ‘‘elle gelen düğün bayram’’ diyen bir söz de vardır. Gelen, kıyamet olsa bile. Ama, bütün dünyanın, alışılmış doğanın, dağın taşın, gözle görülüp elle tutulan her şeyin değil de soyutlukların, kavramların, değerlerin altüst olduğu, birbirine girdiği, hiçbir doğruyu yakalayamadığınız başka türlü bir kıyameti her gün yaşamaktaysanız, ona da bayram diyebilir misiniz? nsanlık tarihinin hiçbir aşamasında böylesine bir keşmekeş görülmemiştir. Ne mağara döneminde, ne antik uygarlıklarda, ne cahiliyede, ne ortaçağda, ne aydınlanmada ne de geçen yüzyılın savaşlar öncesi ve sonrasında. Hepsinin ya kendine göre bir düzeni vardı; neyin yapılıp neyin yapılamayacağını bilirdiniz. Ya da tam başıboşluk, kuralsızlık, yönetimsizlik dönemlerinde hangi değerin çiğnenip çiğnenmediğini bilemezdiniz. Şimdi yaşadığımız dönemin özelliği ise, hem birtakım değerlerden söz edilmesi, hem de aynı değerler göstere göstere, bile bile çiğnendiği halde, bu büyük çelişkinin pek doğal sayılıyor olmasıdır. Hem çiğneyenlerce, hem seyredenlerce. Hem dışta, hem içte. ünyaya bakın: Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna öncülük etmiş ve barış, özgürlük ve demokrasi adına dünyaya ‘‘nizam vermeye kalkan’’ bir Amerika, olmadık yalanlar söyleyip savaşlar ilan ederek Afganistan’a ve Irak’a çullanıyor; kendisi çekirdeksel silah depolarken, İran’ın çekirdeksel enerji araştırmalarını güç kullanarak önlemeyi tasarlıyor. Birleşmiş Milletler’i kurarken ‘‘uluslararası ilişkilerde kuvvete başvurulmaz’’ kuralını kendisinin koydurduğunu unutarak. Avrupa Birliği’ne bakın: Hukukun üstünlüğü, uluslararası andlaşmalara saygı gibi yüce kavramlar üzerine kurulduğunu iddia eden Avrupa, ırkçı katliam suçlusu ve meşru hükümet sıfatını zorbalıkla gasp etmiş bir Rum Yönetimini vaktiyle her köşesinde terör estirdiği Kıbrıs’ın bütünü adına tam üye yapıyor. İçe bakın: Dekanlar hapse atılıp katiller salıverilmekte. İşçiler işsiz bırakılıp vurguncular baştacı ediliyor. Her Allah’ın günü ‘‘fair play’’ sözünün edildiği spor âleminde çevrilen dolabın bini bir para. Dinlerin anlattığı kıyamet herkesi kahredecekti, ama hiç yaşanmamıştı; değerler kıyameti ise, sadece ‘‘insan’’ olan insanları kahrederek yaşanıyor. Mustafa GAZALCI CHP Denizli Mv. TBMM Mil. Eğ. Kom. Üy. A İ D KP iktidarı 3 yılı geride bıraktı. Artık ne yaptığı ve bundan sonra ne yapacağı aşağı yukarı belli oldu. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki (MEB) 3 yıllık uygulamalar, kurbağanın suyu yavaş yavaş ısıtarak öldürülme öyküsüne çok benziyor. Çocukların, gençlerin eğitilip yaşama hazırlanma politikalarının belirlendiği MEB’de AKP döneminde, müsteşardan en uçtaki okul müdürüne kadar bir kadrolaşma yaşandı. Bakanlık merkez örgütünde, eğitim planlamasının ve programlarının yapıldığı Talim Terbiye Kurulu’nda, üniversiteye giriş ve uzmanlık sınavları dışında birçok sınavın hazırlandığı ilk, orta, açık öğretimin bağlı olduğu Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nde toplu kıyımlar yaşandı. İl, ilçe milli eğitim müdürlerinin, okul müdür ve yardımcılarının neredeyse tamamı değiştirildi. Atatürkçü, laik, bilimsel düşünen, deneyimli eğitim yöneticileri görevlerinden uzaklaştırıldı, yerlerine çoğu dinsel eğitimden geçmiş, iktidara yakın yöneticiler atandı. Bu Cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyuttaki kadrolaşma, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Yasa, Milli Eğitim Temel Yasası, Atama, Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği başta olmak üzere birçok düzenlemede sık sık değişiklik yapılarak kimi zaman hukuk, kural çiğnenerek gerçekleştirildi. Ayrıca bakana tanınmış 76. madde keyfi kullanılarak, geçici görevlendirme yoluyla, Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere başka kuruluşlardan personel aktarılarak ücretli ve vekil öğretmenler AKP’ye yakın kişilerden seçilerek yapıldı. Nedense bu kadrolaşmada Milli Eğitim Bakanlığı merkez örgütünde, temel birimlerinde ve birçok illerde kadın yöneticiler görevden uzaklaştırıldı. Yarısı kadın olan bakanlıkta kadın yöneticinin yok denecek kadar az olması, TBMM’deki bütçe görüşmelerinde bürokratların içerisinde bir kadının bile bulunmaması bir rastlantı olamaz. Kadrolaşma tamamlandıktan sonra iş, adım adım laik ve bilimsel eğitimi dinsel leştirmeye geldi. Eğitimi daha çok dinselleştiren ve ticarileştiren adımlardan biri, 14 Aralık 2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Açık Lise Yönetmeliği’ndeki değişikliktir. AKP iktidara geldi geleli, imamhatip lisesi (İHL) çıkışlıları üniversitenin her dalına göndermenin yollarını aradı. YÖK’ü ele geçirme girişimleri sonuçsuz kalınca, 13 Mayıs 2004’te katsayıları değiştirmek için yasa tasarısı, o da olamayınca yönetmelik değişikliği. Sayın Başbakan yurtdışından döner dönmez, yukarıda da değindiğimiz gibi, 14 Aralık 2005 tarihli Resmi Gazete’de, kimseyle tartışmadan, oldubittiye getirilen Açık Lise Yönetmeliği değişikliği yayımlandı. TBMM’yi, YÖK’ü dışlayarak... İmam hatip liselilere çifte diploma hakkı veren, orta ve yükseköğretimi dinselleştirecek, eğitim planlamasını bozacak, anayasaya, 430 Sayılı Öğretim Birliği Yasası’na, 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Yasası’na aykırı bu yönetmelik değişikliği, umarız en kısa zamanda yargıdan döner. Artık belgelere yazmaktan çekinmiyorlar Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi TBMM’de görüşülürken bakanlığın dağıttığı kitaptan eğitimde dinselleşmenin ne boyuta geldiğini gösteren kısa bir bölüm: ‘‘20042005 eğitim öğretim yılında 460 imam hatip liseleri ve Anadolu imam hatip liselerinde 103 bin 788 öğrenciye 8 bin 223 öğretmen eğitim vermiştir. Yatılı teşkilatı bulunan 315 imam hatip lisesinde 42 bin parasız yatılı öğrenci kontenjanı bulunmaktadır. Din, insanın doğru düşünmesine, kendi varlığının farkında olmasına ve en iyi şekilde kendini gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bireysel ve sosyal bir gerçekliktir. Günümüzde, pek çok anlayış ve görüş içinde insanlığın geleceğini tehdit eden ciddi sorunların çözüme kavuşturulmasında dinden yardım alınmaktadır. Eğitimin evrensel nitelik taşıyan amaçlarının gerçekleşmesi için de dinin desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Sağlıklı bir din anlayışı, eğitimin temel amaçları olarak karşımıza çıkan ....husus larda etkin olunmasını sağlamaktır.’’ (1) Anayasasında, yasalarında laikliğin, Öğretim Birliği’nin yürürlükte olduğu bir ülkede böyle bir anlayış nasıl geçerli olabilir? Hele çocukların eğitildiği bir bakanlık, ‘‘din insanın doğru düşünmesini, din eğitimi eğitimin temel amaçlarını yerine getirir’’ gibi bir yaklaşımı nasıl benimseyebilir? Bütçe görüşmelerinde ‘‘ulusalcı söylemlere katılmıyorum’’ (2) diye açık açık söyleyen, 23 Mart 2005’te Ankara’da düzenlenen Din Sempozyumu’nda ve 22 Mart 2005 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmalarda okullarda verilen din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin yeterli olmadığını söylemekten çekinmeyen Sayın Hüseyin Çelik’in başında bulunduğu bir bakanlığın bütçe kitabından aktardığımız bu kaygı verici sözlere; partizanca kadrolaşmanın, adım adım getirilen gelişmelerin sonucu olduğu için artık şaşmıyoruz. Biz, hâlâ bu bakanın iyi şeyler yaptığını söyleyenlere şaşıyoruz. Sayın Milli Eğitim Bakanı, ‘‘Ben İHL açmadım’’ diyor. Eğer bu doğruysa 1997’de kabul edilen 8 yıllık zorunlu eğitimden sonra bu okullarda öğrenci sayısı AKP iktidara geldiğinde 2002 2003 öğretim yılında 62 bin iken 3 yıl içerisinde 103 binin üzerine nasıl çıktı? Bu sayı imam hatip Anadolu liseleri açılarak, yeni şubeler, eklentiler yapılarak, umutlar verilerek yükseltilmedi mi? Başka bir lisede bu derece yatılılık var mı? Anayasa ve yasalara göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Eğitim, çağdaş eğitim esaslarına ve bilime göre Öğretim Birliği içinde verilir. Eğitimde din belirleyici olamaz. Bu anlayış Milli Eğitim Temel Kanunu’na ve Öğretim Birliğine, Cumhuriyet tarihi boyunca verilen eğitim felsefesine uymaz. Rehberi akıl ve bilim olması gereken laik ve çağdaş bir ülkede ümmetçiliğe yer yoktur. Hele 21. yüzyılda. Türkiye’de eğitim AKP iktidarıyla adım adım dinselleştirildi, ticarileştirildi. Eşiğe doğru yaklaşılıyor. Ya Cumhuriyet boyunca eğitimdeki kazanımlarımızı yavaş yavaş yitirmeyi sürdüreceğiz ya da yeniden Öğretim Birliği içinde verilen bilimsel eğitime hep birlikte sahip çıkacağız. Ülkemiz insanının, güç günleri aştığı gibi AKP sıkıntısını da aşacağına inanıyoruz. 2006 yılı dileriz bunun başlangıcı olur. 1 (TC MEB 20062008 Dönemi Bütçe Tasarısı Kitabı s: 34) 2 2006 PlanBütçe Komisyonu Görüşme Tutanağı s: 104 2/B Dayatmasında Yeni Senaryo IIFerruh ATBAŞOĞLU Yargıtay 20. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Yazım kaldığım yerden devam ediyor. u gerçeklerin ışığı altında olayı değerlendirdiğimizde, tasarının ne getireceği değil, ormanlardan neleri götüreceğini görmek zor değildir. Ayrıca 4. maddenin devamında dışarı çıkarılacak alanların nasıl değerlendirileceği belirlenmiştir. Bu değerlendirmeye göre; B a ‘‘otlak, yaylak, kışlak gibi hayvancılıkta kullanılan alanlar buraları kullanan köylere tahsis edilir’’ denilmektedir. Oysa otlak, yaylak ve kışlakların tahsisi (4342 sayılı) Mera Kanunu’nda hükme bağlanmıştır. Mera Kanunu bu gibi yerlerin tespit ve tahsisini Mera Tahsis Komisyonları’na bırakmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve bağlı Mera Tahsis Komis yonları bu yolda yetkili ve görevli iken orman ve çevre bakanlığının aynı kanunda yetkili ve görevli kılınmasına yasal olanak yoktur. Kaldı ki orman içi (mera yaylakotlak ve kışlakların) kullanım biçim ve ilgili köylerin yararlanma yöntemi 6831 sayılı Orman Yasası’nda gösterilmiştir. Bu uygulama devam etmekte iken orman tahdit komisyonlarına tahsis konusunda yetki ve görev verilmesi büyük bir çelişkidir. Bu tasarı gerek Mera Kanunu, gerek 6831 sayılı Orman Yasası ile bağdaşmamaktadır. Gerçekleştiği takdirde uygulamada, giderilmesi olanaksız sorunlar yaratacaktır. Bunların ötesinde, Yargıtay ilgili dairelerinin yıllardan beri meraotlakyaylak ve kışlaklarla ilgili ‘kökleşmiş’ içtihatları ve ‘içtihadı birleştirme’ kararları mevcut olup, bu hukuki ve yasal dayanaklarla hak sahibi olmuş köylerin kazandıkları haklar ve yararlanma olguları karşısında, nasıl bir tahsis yapılacağı, hangi yolun izleneceği belli olmadığı gibi orman içi merayaylak, kışlak ve otlaklarda, (bu tasarı gerçekleşirse) doğacak çekişmeler ve oluşacak davalar yeni bir kaosa neden olacaktır. Bu olgular gözardı edilerek yasa yapılamaz. b Geçici maddenin devamında ise tarımda kullanılan alanların uygun bir bedel karşılığında buraları kullanan köylülere tahsis edileceği belirtilmiştir. Tahsisten amaçlanan nedir? Mülkiyet aktarımı mı, yoksa kullanma hakkı mıdır? Bu yolda hiçbir açıklık olmaması, değişik yo rumları beraberinde getirecek ve uygulamada ucu açık bir yol oluşacaktır. Kesinlik taşımayan kavramlar her zaman kötüye kullanılabilir. (d) fıkrasında (Belediye ve mücavir alanların ayrılmaz parçası haline dönüşen alanlar, ilgili belediyelerin tasarrufuna geçer), şeklinde bir hüküm konularak şimdiden bir soru yumağı yaratılmıştır. Şöyle ki; ‘Ormanlar kamu malıdır. Kamu malı niteliğini taşıdığı sürece, belediyenin, ya da başka bir kurumun tasarrufuna geçemez’. Belediyelerin tasarrufuna geçer denildiğinde, ‘özel mülk statüsü anlamı doğar ve belediyeler, siyaset ve kayırmaların en yoğun olduğu kurumlar olduğuna göre’ tasarrufuna geçen ormanların başına neler geleceğini tahmin etmek zor değildir. Kaldı ki bu fıkranın devamında ‘Bu yerlerin imar planlaması derhal yapılarak elde edilen parseller bu alanlar üzerinde bina veya tesisi bulunan kişilere hakkaniyet ölçüsünde ve rayiç bedel karşılığında devredilerek değerlendirilir. Bu şekilde elde edilecek kaynaklar yeni orman kurulması ve orman köylülerinin kalkınmasında kullanılır’ denilerek, yine satışın kapısı açılmıştır. Şimdi bu fıkrayı açmak gerekir. Şöyle ki; kamu malı olan ormanlar, özel mülk gibi belediyelerin tasarrufuna terk ediliyor ve belediyeler bu yerler için imar planı yaparak satışa sunulacak hale getirecekler. Satış konusunda kimin yetkisi olduğu belirlenemediğine göre cümleden anlaşılan o ki, satış konusu da belediyelere bırakılacak. Bu öyle vahim bir madde ki, ‘belediyelerin ayrılmaz parçası olan mücavir alan’ denildiğinde, örneğin Adana ve ilçe belediyelerinin mücavir ve ayrılmaz parçası olan alanlar Toros ormanlarının, Bolu ve ilçe belediyelerinin ayrılmaz parçası olan mücavir alanlarının da Bolu dağlarındaki o muhteşem ormanların, Muğla ili ve ilçelerinin ayrılmaz parçası olan mücavir alanların, MarmarisFethiyeDatça ormanlarının tamamını, ya da tamamına yakın büyük bölümlerini içine almayacağını kim söyleyebilir? Genel nitelik taşıyan ‘belediyelerin ayrılmaz parçası olan mücavir alanları’ şeklindeki tanımlama, sınırsız bir miktarı içine alabilir. Ayrılmaz parça şeklindeki mücavir alanları kimler, hangi kıstaslarla saptayacaktır? Bunlar yanıtları olmayan çok tehlikeli olgulardır. Bu yasa sadece yerleşim merkezlerini değil, nitelik yitirmiş tüm ormanları kapsayacak şekilde planlanmış olduğu için, yerleşim merkezleri aşılarak ormanlara yayılmış villagecekonduotel lokantagazinoyüzme havuzufutbol halı sahalarıotopark ve kooperatif konutları olarak, müstakil birimleri de hem 2/B kapsamında sayacak hem de belediyelerin mücavir alanları içine alacaktır. Bütün bu müstakil birimleri de kapsayarak bir imar planı yapılıp yollarımeydanları köprülerikavşakları hesaba kattığınız zaman Türkiyemizin zaten azalmış olan ormanlarının sonunun getirileceğini görmek ve anlamak için kâhin olmak gerekmez. Yazımı yarın sona erdiriyorum. CUMOK TÜRKİYE ÇAĞIRIYOR Gazetemizi ANADOLU AYDINLANMASI KASTAMONU Eki’nden dolayı kutluyor; Sayın Alev Coşkun, Sayın Şükran Soner ve Sayın Oktay Ekinci’nin konuşacağı ANADOLU AYDINLANMASI TOPLANTISINA tüm yurttaşlarımızı ve Cumhuriyet okurlarını katılmaya çağırıyoruz. Tarih : 18 Ocak 2006 Çarşamba (Bugün) Saat: 14.00 Yer : Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Salonu İLETİŞİM: 0 533 438 50 22 w w w. c u m o k . o r g İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI Kurtuluş Savaşımızın o kutsal “Kuvvayı Milliye ruhunu” diriltmek, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” inanç ve siyasetini bir bayrak gibi dalgalandırmak tek seçenektir. Emperyalisti yenecek güç ulusal birlikten geçer. 21 Temmuz 1983 Uğur Mumcu 22 OCAK 2006 PAZAR Saat: 11:0014:30 Ocak ayı konuğumuz TARİHÇİ YAZAR EROL MÜTERCİMLER Konu: Bu vatan nasıl kurtulacak? Y er : Kadıköy ADEN OTEL Rıhtım Caddesi No: 2 KADIKÖY İletişim: 0533 438 50 22 0532 201 00 52 0505 815 10 17 0216 449 34 86 0533 235 03 14 BÜTÜN CUMHURİYET GAZETESİ OKURLARI ÇAĞRILIDIR. GENÇLERİ UNUTMAYINIZ. LÜTFEN YERİNİZİ AYIRTINIZ. Açık büfe kahvaltı ederi: 15. YTL. www.cumok.org posta: istanbul?cumok.org CUMHURİYET 02 CMYK