10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN 9 HÜSEYİN BAŞ İngiltere, Afganistan’ın Helmand bölgesine 3 bin 400 askerden oluşan bir birlik gönderiyor DEĞİŞEN DÜNYADAN Afyon tarlasındaki misyon ? Dört bir yanı afyon tarlalarıyla dolu Afganistan’da afyon tohumuna zarar vermeye yönelik tüm çalışmalar, yoksul üreticinin, çiftçinin durumunu güçleştiriyor ve ürün azaldığı için kaçakçıların gelirini yükseltiyor. İngiltere Savunma Bakanı Reid’in bu ülkeye göndereceği birlik bu vahşi politikaya hizmet edeceğe benziyor. SIMON JENKINS Kuş Gribinden Ders Çıkarmak Kuş gribinin ülkemizi ‘gafil avladığı’, aniden kapımızı çaldığı söylenemez. 2005 Ekim’inde Manyas olayı ile hastalık ‘geliyorum’ demiştir. Olay vakit kaybetmeksizin girişilen yoğun itlaf çalışmaları ile yayılmadan önlenmiştir. Ne var ki, yetkililer, Manyas’ın daha ciddi ve kapsamlı bir afetin habercisi olabileceğini öngörüp yurt çapında önlemler almakta, ne yazık ki, ‘yaya kalmıştır’. Son olaylar virüs taşıyan kuşların göç yolları üzerinde bulunan ülkemizin kuş gribiyle savaşa yeteri kadar hazırlıklı olmadığını ortaya koymuştur. Tıpkı deprem kuşağı üzerinde yer almasına karşın o konuda da zerrece önlem alınmadığı gibi. Son on beş günde yaşananlar ülkemizin geliyorum diyen böylesi bir afet karşısında ciddi ölçüde çaresiz kaldığını göstermiştir. Hükümet şaşkınlıktan işi örtbas etmeye kalkışmış, en yetkili ağızlar, hastalığı küçümsemeye, düpedüz saklamaya çalışmışlardır. Ardından halkın hastalığa karşı uyarılmasında, basın ve medya ‘es geçerek’ ‘hutbe’den, ‘ulema’dan medet uman çağdışı zihniyet devreye sokulmuştur. Daha da vahim olan, kuş gribi tehlikesine karşı hiçbir koruyucu uygulamanın bulunmamasıdır. Doktor ve uzman personel açığı, tıpkı kuş gribiyle savaşımın gerektirdiği hizmet ve malzemenin yetersizliği, aşı ve araştırma konusundaki tek laboratuvarın ‘fazla elektrik yaktığı’ gerekçesiyle kapatılması, virüs testi sonuçlarının bürokratik engeller yüzünden inanılmaz bir gecikmeyle (12 gün!) geri dönmesi, dinci kadrolaşmadan kaynaklanan hemen her düzeydeki ‘ehliyetsizlik’, vurdumduymazlık, hele hele tehlike anında gemisini terk eden kaptan gibi, başında bulunduğu sağlık enstitüsünden istifa ederek hacca giden müdür, koruyucu eldivenin bir anda hastalığın yayılmasının aracına dönüşmesi, itlaf sırasında yaşanan bir yığın cehalet ve dehşet de, keza yetkililerin içinde debelendikleri panik ve şaşkınlığın göstergeleri arasındadır. Türkiye bu beladan en azından şimdilik, çok ağır fatura ödemeden kurtulmasını öncelikle virüsün ‘tür engelini’ aşarak insandan insana geçebilecek değişime (mutasyon) uğramamasına borçludur. ??? Uluslararası sağlık kuruluşlarının olayla ilgili olarak ülkemize gönderdikleri yetkililerin, daha çok yetkililere moral vermeyi amaçlayan ‘olumlu’ demeçlerinde ‘politik’ endişelerin rol oynadığı gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü, söz konusu kuruluşların merkezdeki yetkililerinin söyledikleri, tıpkı Avrupa basınının ciddi gazetelerinde yazılanlar gibi, burada söylenenleri doğrulamamaktadır. Örneğin, ciddi Le Monde gazetesi başyazısında (10.01.06) ‘‘2005 Ekimi’nde bir hindi üretim biriminde çıkan ilk kuş gribi olayında Türk sağlık otoriteleri duruma hâkim olduklarını, birkaç bin kanatlının itlafıyla grip virüsünün yok edildiğini açıklamışlardı. Oysa bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Ülkenin doğusunda hastalığın insanlara bulaşarak ilk kez ölümlere neden olduğu ortaya çıkınca Türk hükümeti, birçok bölgede hastalık kaynağının varlığını resmen açıklamıştır. Tarih, belki de, Türk sağlık sorumlularının salgın gerçeğini isteyerek saklayıp saklamadıklarını ya da veteriner hizmetlerinin halihazır durumunun hastalığın her türlü denetimine ve öngörülmesine yönelik niteliklerden yoksun olup olmadığını ortaya koyacaktır’’ demektedir. Ayrıca Türkiye’deki salgın karşısında Avrupa Komisyonu Ankara’ya yönelik bir dizi ‘zorlayıcı’ önlem hazırlığındadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün önde gelen bir yetkilisi 9 Ocak 2006’da, ülkemizi ziyaret eden kimi yetkililerin aksine, Türk sağlık otoritelerini gerekli önlemleri almamakla suçlamıştır. (Le Monde 10.01.2006) Örgütün kuş gribiyle savaş programının koordinatörü Klaus Stoehr ise, Türkiye’de son haftalarda H5N1’in giderek yaygınlık kazanmasının veteriner hizmet yapılanması şebekesinin yetersizliği, olayın hafife alınması veya gizlenmesinden kaynaklandığı kuşkusunu dile getirmiştir. Olan olmuştur. Filmi geri sarmak olanaksızdır. Şu sıralar Avrupa ve uluslararası örgütler Çin’de yapılmakta olan toplantılarda Türkiye’nin yanı sıra çok sayıda ülkeye kuş gribiyle savaşımlarında önemli mali ve teknik destek sağlama hazırlığındadır. Yaşanan olumsuzluklardan ders almak, ardını önünü hesaplamadan, telafisi olanaksız yıkımlara neden olabileceğini düşünmeden ‘köy tavukçuluğuna, köy yumurtasına ölüm fermanı çıkaran’ anlamsız önerileri bir yana bırakıp sağlanacak olanakları yerinde kullanarak bu afete karşı bilimin rehberliğinde gerçek ve sürekli bir seferberliğin devreye sokulmasının tam zamanıdır. irkaç hafta içinde 3 bin 400 askerden oluşan bir İngiliz birliği, Afganistan’ın güneyindeki Helmand bölgesine gönderilecek. Bu, Irak’a gönderilen asker sayısının neredeyse yarısı. Ve bu sevkıyatla ilgili duyduğum her şey, yapılanın hiçbir mantık kuralına uymadığını gösteriyor. İngiliz askerler, yoksul, tehlikeli ve tek ekonomik kaynağı afyon olan bir bölgeye gönderiliyorlar. Orada büyük olasılıkla vahşet aşkıyla gözü dönmüş isyancıların hedefi olacaklar. Taliban, uyuşturucu kaçakçıları, intihar bombacılarının hedefi olacaklar bazı bakanlar onları oradan çekme cesaretini gösterene kadar. Afgan savaşı sözüm ona 2001’de kazanılmış,Taliban alt edilmişti. Irak savaşına karşı olan çevrelerde bile Afganistan’daki savaşta zafer kazanıldığını söylemek moda olmuş bir şeydir. Amerikalılar ve İngilizler Kâbil’de Afganların ve Rusların geride bıraktığı her şeyi yakıp yıktılar. Washington ve Londra’daki yeni sömürgeciler yeniden bir Afganistan yaratma girişiminden vazgeçemediler. Ülkeye devlet başkanı yaptıkları kuklaları Hamid Karzai, son derece tehlikeli bir toprak parçasını yönetiyor. Kâbil’in dışındaki bölgelerde yönetim yerel liderlerin, kabile reislerinin, savaş ağalarının ve Taliban yöneticilerinin elinde. Tabii, bunların hepsi afyon üretimi ve satımından nemalanıyor. B ‘Özgürleştirilmiş’ ve ‘yeniden yapılandırılmış’ olmasına rağmen çocukların hâlâ silah namlularının gölgesinde oynadığı Afganistan’ın Kandahar kentindeki Zera kasabasında olduğu gibi, halkın büyük bölümü afyon üretimi sayesinde ekmeğini kazanıyor. (REUTERS) ABD’liler artık akıllıca, bu ülkede olanları ‘‘tarih’’ olarak değerlendiriyor. ABD yönetimi, Bagram’da kendilerini George Bush’un düşmanı Usame bin Ladin’i aramaya adayan askerlerinin sayısını 10 bine indiriyor. Kalan askerler ise NATO’nun kontrolüne devredilecek. Ancak NATO ne yapacağını bilmiyor. Fransız, Alman ve İspanyollar bu tehlikeli maceranın içinde yer almak istemiyorlar. Kanadalılar ve Hollandalılar da çok asabi görünüyorlar. O kadar ki Hollandalılar da Afganistan’dan çekilebilirler. Böylece İngilizler uyuşturucu işiyle uğraşan savaş ağalarının Taliban yanlısı direnişçilerle işbirliği içinde yönettiği Helmand’da yalnız kalıyorlar. Mantıksız sözler İngiltere Savunma Bakanı John Reid, geçen ay bu sevkıyatın misyonunun güvenliği sağlamak olduğunu, bunun yolunun da ‘‘narkotikle mücadele’’den geçtiğini söyledi. Bu mücadelenin yolu, afyon üretenlere ekonomik destekten geçecekti. Tabii bu sözleri mantıklı bulmak mümkün değil. 3 bin 400 İngiliz askerinin uyuşturucu ticaretiyle beslenen Taliban’la başa çıkabileceğini düşünmek bile mümkün değil. Kuveyt için petrol ne anlama geliyorsa Helmand için de afyon o anlama geliyor. İngiltere, afyon tohumlarını ortadan kaldırma işine 2001’de niyetlenmişti. Bakan Clare Short ülkeye gittiğinde 32 bölgenin sadece altısında tohum yetişiyordu. Misyon tamamladığında ise Birleşmiş Milletler verilerine göre, 32 bölgenin 28’inde üretim vardı ve bu tohumların değeri 2.3 milyar dolardı. Bu herhalde İngiltere’nin en başarılı tarım politikasıydı! Afganistan İngiltere’nin eroin pazarının yüzde 90’ını sağlıyor. Onlarca yılını Güney Amerika’daki koka tohumlarını yok etmeye çalışarak geçiren ABD’liler bile İngilizlerin bu politikasından uzak duruyor. Afyon, savaş ağalarının güçlerini ellerinde tutabilmeleri için olmazsa olmaz nitelikte bir şey. Bu, 19. yüzyıldaki İngiltere’nin ‘‘kanuna aykırı ama işine gelen’’ afyon ticaretini sürdürmek için Çin’i işgal etmesinin tekrarı gibi. İngiltere’nin eroine olan bağımlılığını tohumları, ekinleri yakarak ortadan kaldırmaya çalışmak Londra’nın trafik sorununu rafinerileri bombalayarak ortadan kaldırmaya çalışmaya benziyor! Özetle afyon tohumuna zarar vermeye yönelik tüm çalışmalar, yoksul üreticinin, çiftçinin durumunu güçleştiriyor ve ürün azaldığı için kaçakçıların gelirini yükseltiyor. Bu, Reid’in ülkeye göndereceği birliğin yeni alınan Apache helikopterleriyle uygulanması için çaba sarf edeceği vahşi bir politika. Geçerli gerekçe yok Başbakan Tony Blair, 1999’da Chicago’da ülkesinin yeni yüzyılda, askeri operasyonlara dahil olması için gereken beş ön şartı açıklamıştı. Bunların başında yasal gerçeklik, askeri basiret ve somut bir ulusal çıkar geliyordu. Helmand’a yapılan sevkıyat için bunların hiçbiri geçerli değil. Birileri Blair’e Sör Rupert Smith’in kaleme aldığı ‘‘Askeri Gücün Yararı’’ adlı çalışmayı okutmalı. Smith, isyancılara karşı mücadelede yüksek teknolojiyle donatılmış ordulara fazla inanıp güvenmenin Batı’yı art arda mahvolmuş uluslar yaratmaya ittiğini savunuyor. Dışarıdan gelen orduların bu sorunlara getirdiği çözüm genellikle ‘‘yeterli’’ ve ‘‘resmi’’ olmuyor. Helmand sevkıyatı Blair’in küresel maçoluk takıntısıyla ilgili bir şey. Eğer Afganistan’a gönderilen birliğin lideri General David Richards’ın yerinde olsaydım, gitmeden, Savunma Bakanı Reid’e uğrar omuzlarından kavrayıp duvara çarpar ve ‘‘Sen hangi akla hizmeten benim askerlerimi o felaket yere gönderirsin’’ diye sorardım. Eğer yanıtı demokrasiyi korumak ve terorizmle mücadele gibi konularda gevelemek olursa da kapıyı öyle bir çarpardım ki sesi İngiltere’nin diğer ucundan duyulurdu. (The Guardian, İngiltere, 10 Ocak) indistan’daki cinsel ayrımcılık, Lancet’te yayımlanan bir araştırma sonuçlarıyla bir kez daha gözler önüne serildi. Kanada’da bir araştırma ekibinin Hindistan hükümetinin verilerine dayanarak hazırladığı çalışma son 20 yılda 10 milyon kız çocuğu fetüsüne kürtaj uygulandığını gösteriyor. Bu rakam, erkek bebeklerde daha düşük. Örneğin 2001 yılında erkek bebeğe hamile bin kadının hepsi bebeğini dünyaya getirdi. Ancak kızlarda bu oran binde 933 oldu. Araştırma, genel olarak bakıldığında ise ilk bebekleri kız olan ailelerin ikinci bebekte bu oranı binde 759’a, üçüncü hamilelikte ise ilk iki bebek kızsa binde 719’a düşürdüğünü gösteriyor. Bu araştırma, günümüzde çocuk sahibi olacak annebaba adaylarınca ultrason cihazlarının nasıl kötü amaçlı kullanıldığının somut bir göstergesi. Daha açıkça ifade etmek gerekirse gebeliğin erken dönemlerinde doktorlarından bebeğin kız olduğunu öğrenen annebaba adayları ‘‘sırf kız olduğu için’’ kürtaj kararı alıyorlar. Bunun nedeni, toplumun ağırlıklı olarak erkek sahibi olma isteği. Aslında işin yasal boyutuna bakılırsa bebeğin cinsiyetinin belirlenmesi yasak Hindistan’da. Yapan doktor işini kaybediyor. Cinsiyetin belirlenmesini isteyen annebabaya da üç yıl hapis ve para cezası veriliyor. Ancak bu işler gizli anlaşmalarla yapıldığı için şikâyet edilme riski düşük. Doktorlar da, annebaba adayları da Doğmadan cinsel ayrımcılık yapıyorlar! H Eğitim seviyesi yüksek ailelerin seçimi yakalanmamak için tüm önlemleri alıyorlar. Bu nedenle resmi kayıtlara geçen çok az vaka oluyor. Ultrasonun asıl kullanım amacı, bebekte genetik bozukluk veya başka sağlık sorunları olup olmadığını belirlemek. Cinsiyeti söylemek ise tamamen doktorun etik değerlerine kalmış bir şey. Kanunun dikkate alınmamasına; doktorların, kız bebeklerin cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle dünyaya getirilmeyeceğini bilmelerine rağmen bunu göz ardı ederek etik değerleri hiçe saydıkları bir ortamda bu konuda nasıl bir iyileşme olabilir? Bu yönteme başvuran aileler için ise eğitim seviyesinin düşüklüğü gerekçe olarak gösterilemez. Çünkü bebeğin kız olduğunu öğrendikten sonra kürtaj kararı alanlar arasındaki çoğunluğu, eğitimli aileler oluşturuyor. Tabii buna şaşırmamak lazım. Çünkü eğitimli ailelerin doktora ve dolayısıyla ultrason cihazına ulaşmaları daha kolay. Bu konuda gelişme sağlamak için toplumun bakış açısının değişmesi şart. Ancak milyonlarca kız bebeğin doğmadan cinsiyet ayrımına uğraması, çözüm için halkın aydınlanmasının bekleneceği bir sorun değil. Hükümetin kesinlikle yasanın uygulanmasını sağlamak için ciddi yaptırımlara, önlemlere başvurması gerekiyor. (Hindustan Times, Hindistan, 11 Ocak) Polonya’da dördüncü cumhuriyet olonya’nın, Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) liderliğindeki yeni muhafazakâr hükümeti 2006 yılına ülkede yeni, temiz bir ‘‘dördüncü cumhuriyet’’ kurma sözleriyle dolu bir kampanyayla girdi. En önemlisi üçüncü cumhuriyete son veren yolsuzluktan arınmış bir dördüncü cumhuriyet oluşturma sözüydü. Buna zemin hazırlayan Başbakan Kazimierz Marcinkiewicz’in PİS hükümeti, geçen hafta büyük bir manevra başlattı. Öncelikli olarak eski komünistlerin partisi, 20012005 yılları arasında Polonya’yı yöneten Demokratik Sol İttifakı’nın (SLD) egemenliğindeki enstitüler dağıtılacaktı. Sorunlar SLD’nin suçu PİS yönetimi ülkenin birçok sorunundan eski komünistlerin ve onların atadığı yetkililerin sorumlu olduğunu savunuyor. Geçen haftanın gündemini oluşturan, Polonya’nın enerji anlamın P ? Polonya Başbakanı Marcinkiewicz eski komünistlerin partisi Demokratik Sol İttifakı’nın izlerini silmeye kararlı. Yeni yıla “temiz bir dördüncü cumhuriyet’ sloganıyla giren Marcinkiewicz, askeri istihbarat teşkilatını dağıtıyor, eski demir perde ülkeleriyle ilişkiyi güçlü tutmak için atanan büyükelçileri görevden alıyor. Ulusal Radyo ve Televizyon Konseyi’nin yönetim kurulunu değiştiriyor. da büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olması sorununun da SLD yönetiminin aldığı kararlardan kaynaklandığını söylüyorlar. PİS’in adalet bakanı Zbigniew Ziobro SLD’li eski bakan Elszek Miller’in Polonya’nın doğalgaz kaynaklarını kullanmasının önünü açan anlaşmadan neden vazgeçtiğine ilişkin soruşturma açmak için zaman kaybetmedi. Miller döneminde Norveç yerine Rusya’yla anlaşma yapıldı. Miller, yanlış bir şey yaptığına dair suçlamaları reddetti. Ve Norveç’ten doğalgaz almayı öngören anlaşma şartlarını iyileştirmenin mümkün olmadığını savundu. Norveç’le yapılması planlanan anlaşmanın Rusya’yla imzalanandan daha pahalıya mal olacağı iddiasında da ısrar etti. SLD’den önceki sağcı AWS hükümetinin başbakanı Jerzy Buzek 2001 yılında Norveç’le doğalgaz anlaşması yapma kararı almıştı. PİS hükümeti de Rusya’nın dışındaki merkezlerden birinden doğalgaz almak istiyor. Ayrıca yeni hükümet 1989 öncesinin komünist rejimleriyle ilişkiyi kesmek için eski hükümetin atadığı 10 büyükelçiyi görevden almayı planlıyor. Aynı komünizm korkusuyla Polonya’nın Askeri İstihbarat Teşkilatı WSE de dağıtılacak. Geçen hafta WSE’nin yerine birden fazla askeri istihbarat biriminin kurulacağı açıklandı. PİS yönetimi iktidarda olduğu iki ay süresince Ulusal Radyo ve Televizyon Konseyi’nin dokuz kişilik yönetim kurulunu feshetmek amacıyla basın kanununu değiştirmek için de büyük çaba gösterdi. Çünkü bu konseyin başında SLD’li politikacı Danuta Waniek var. Ve konsey, bandrol vermekle ve medya pazarını yönlendirmekle yükümlü! (New Europe, Belçika, 11 Ocak) CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle