10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Fiyatların yükselmesi altını yatırımcının gözdesi haline getirdi. Son 4 yılda Türkiye’deki talep ikiye katlandı 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Yastık altında 118 milyar dolar İSTANBUL (AA) İstanbul Altın Rafinerisi (İAR) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Halaç, altın fiyatlarının yükselmesinden dolayı milli varlıklarda bir artış olduğunu belirterek Türkiye’de yastık altında olduğu tahmin edilen 7 bin ton altının değerinin 2001’de 61.8 milyar dolarken yaklaşık 118 milyar dolara yükseldiğini bildirdi. Ömer Halaç, geçen 4 yılda altın fiyatlarının sürekli yükselmesinden Nâzım Zaferi Dün, 15 Ocak, Nâzım Hikmet’in 104. doğum günüydü. Geçen günlerde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun şairin TC vatandaşlığından çıkarılmasına ilişkin kararı bu günü çok anlamlı kılıyor. Karar, birçok yönüyle çok önemli bir açılımı simgeliyor. Bir yurttaş, Kemal İnebolu, Bakanlar Kurulu’nun 1951’de Nâzım Hikmet’i vatandaşlıktan çıkaran kararının ortadan kaldırılması amacıyla dava açıyor. Danıştay’ın Onuncu Hukuk Dairesi, hükümetin aldığı karar ile davacının öznel ya da nesnel bir ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle konuyu görüşmüyor. Onuncu Daire’nin kararı temyiz ediliyor. Dava Daireleri Genel Kurulu, Nâzım’ın, bu toprakların yetiştirdiği ‘‘ulusal ve evrensel’’ bir değer olduğu gerçeğinin altını çizerek ‘‘bir vatandaş olarak davacının kişisel ve meşru menfaatinin de ihlal edildiğinin’’ anlaşıldığını ve davayı açmada ‘‘güncel menfaati bulunduğunu’’ belirtiyor. Böylelikle kurul, çok olumlu bir yorum anlayışıyla davacının salt bir yurttaş olarak bu davayı açmaya hakkı olduğunu kabul ediyor. Bunu da Nâzım’ın ulusal ve evrensel değerine dayandırıyor. Danıştay’ın Onuncu Dairesi bu yorum doğrultusunda karar verirse, bir büyük haksızlık düzeltilecek, Nâzım Hikmet, kendisi için simgesel de olsa, vatandaş olacaktır. Böyle bir sonuç, yalnız Nâzım’ın değil, hukukun da zaferi sayılmalıdır. ??? Bu olanaktan yararlanarak Nâzım’ın düşüncesinin çoğu kez göz ardı edilen bir boyutuna değinmek istiyorum. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yaşanan gelişmeler Nâzım’ın sol düşünce yönünün ne denli derin olduğuna da açıklık getiriyor. Türkiye’de sol düşüncenin gelişiminde egemen olan yaklaşım, evrensel boyuttur. Türkiye sol düşüncesi esas olarak ‘‘yerli kaynaklara’’ başvurmaz; dış kaynakları temel sayar; oradan beslenir ve gelişmeye çalışır. Kendi toplumsal kökenlerinden yararlanmadaki bu büyük yetersizlik, Türkiye solunun gelişmesini de çok olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye solunun kör ve topal kalmasında, bu eksiğin büyük etkisi vardır. Bu genel eksikliğin çok önemli ‘‘istisnası’’ Nâzım’dır. Nâzım, solculuk anlayışını, solun evrenselliğine olduğu kadar, bu toprakların tarihsel ve kültürel derinliklerine; birikimlerine ‘‘de’’ dayandırır. Kendisi her bakımdan ‘‘evrensel’’ olan; solun evrensel değerlerini dile getiren Nâzım, yine her olanağı kullanarak toplumun düşünsel varlıklarına ya da mirasına ‘‘sol gözlükle’’ bakmasını bilir. Daha doğrusu, bir sanat ve kültür insanı olan Nâzım’da evrensel ile ulusal bir araya gelir. Bu anlayışın köşe taşı göstergelerinden biri Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin destanıdır. Aynı sonuca, pek çok örneği içinde, ‘‘Türk Köylüsü’’ şiirinde ulaşılır. Olağanüstü Nâzım çizgileriyle köylü, ‘‘Hoca Nasreddin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülendir, Ferhat’tır, Kerem’dir ve Keloğlan’dır. Kahpe felek ona eder oyunu... Bir yar sever, el alır... Kanadı kırılır, çöllerde kalır... Ölmeden mezara koyarlar onu... O Yunusu biçaredir... Baştan ayağa yaredir...’’ Kadın sömürüsünü, ‘‘ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen’’ dizelerindeki kuvvet ile anlatan kaç araştırma vardır? Nâzım’ın düşünsel yönü kuşkusuz çok derinlemesine araştırmalara konu olmalıdır. Ancak bir nokta açıktır. Doğumunun 104. yılında Nâzım, yalnız Danıştay kararıyla değil, toplumun tarihine sol gözlükle bakışının gücü ile de büyük bir zafer kazanıyor. yakupkepenek06?hotmail.com ? İstanbul Altın Rafinerisi Başkanı Ömer Halaç, Türkiye’de yastık altındaki 7 bin ton altının değerinin son fiyat artışları nedeniyle 61.8 milyar dolardan 118 milyar dolara çıktığını bildirdi. dolayı, 2001 yılı içerisinde 1 kilo altının ağırlıklı ortalama fiyatı 8 bin 800 dolarken geçen günlerde 16 bin 800 dolar seviyesine çıktığını belirtti. Halaç, ‘‘Bu milli servet artışı demek. Yastık altı altınların ekonomiye kazandırılması şu an itibarıyla bankacılık sistemi çalışmadığı için, altının bankaya yatırılarak faiz elde edilmesi mümkün değil. Bankalar için bu miktar ciddi bir potansiyel, ancak hazır değiller. Bunun her türlü altyapısı, yasal zemini hazır. İstekliler de var, ama icraata geçen yok. Birisi başlasa hepsi başlayacak gibi geliyor bana’’ diye konuştu. Altın fiyatlarındaki yükselişin sürmesini beklediklerini kaydeden Halaç, Türkiye’de altına olan talebin giderek arttığını da vurguladı. Tarihten gelen altın varlığının nesilden nesile geçmek suretiyle günümüze kadar ulaştığını belirten Halaç, şöyle devam etti: ‘‘Yılların birikimi var. Son Os manlı altın sayımı arşivleri, 1990’lı yıllardan önceki kayıt dışı ithalat tahminleri gibi bazı teknik çalışmaların sonucunda yastık altı altın miktarı 7 bin ton olarak tahmin edilmiştir. Son 10 yıl içerisinde İstanbul Altın Borsası (İAB) vasıtasıyla ithal edilen altın miktarının 2 bin tona yakın olması, tahmin edilen 7 bin ton rakamının gerçekçiliği hakkında bir fikir verebilir. İAB dışında yapılan çok ciddi bir ithalat da var.’’ PİYASALAR Tatil bitti, gözler borsada ? Kurban Bayramı sonrası borsanın 41.500 seviyelerini koruması halinde 42 bin 500 hedef seviyesine çıkılması bekleniyor. Dolar ve Avro bayram öncesindeki seviyelerinde. Ekonomi Servisi İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), yılın ilk haftasını ortalama yüzde 5.35’lik artış ve yeni rekorlarla tamamladıktan sonra Kurban Bayramı tatili nedeniyle 1 haftadır kapalıydı. İMKB Bileşik Endeksi, 6 Ocak günü yapılan son seansta 42.354,18 puanı görerek zirve rekorunu yenilemişti. Genel olarak 41.500 puan seviyelerinde dengelenen endeksin tatil öncesinde 41.900 puanın hemen üstünde kapanış yaptığına dikkat çeken Borsa uzmanları, 41.500 seviyelerinin korunması halinde endekste 42.500 hedef seviyesine çıkılmasının beklenebileceğini belirtiyorlar. Endeks 42.000 puan seviyesine yaklaştığında bir miktar satış geldiğini söyleyen uzmanlar, endeksin 42.500 puanın üzerine çıkması halinde, yeni bir yükseliş hareketinden söz edilebileceği görüşündeler. ABD Doları ve Avro’nun ise bayram öncesindeki seviyelerini koruduğu gözleniyor. Serbest piyasada yılın ilk haftasını yüzde 1.11’lik kayıpla 1.3340 YTL ’den kapatan dolar, 9 Ocak Pazartesi günü yüzde 0.45’lik artışla 1.3400 YTL ’ye çıktı. Bayram tatili sonrası cumartesi günü de dolar İstanbul serbest piyasada bu seviyelerden satıldı. Yılın ilk haftasında yüzde 1.32’lik artışla 1.5930 YTL ’den 1.6140 YTL ’ye çıkan Avro, 9 Ocak Pazartesi gününü de yüzde 0.37’lik artışla 1.6200 YTL ’den tamamladı. Avro, 14 Ocak Cumartesi günü kapanışta da 1.6180 YTL seviyesindeydi. Türkiye takıda liderliğe oynuyor GAZİANTEP (AA) Dünya Altın Konseyi Türkiye Genel Müdürü Murat Akman, şu anda Türkiye’nin altın takı üretimi ve ihracatında artış sürerken dünya birincisi İtalya’nın küçüldüğünü belirterek ‘‘Önümüzdeki 5 sene çok önemli gelişmelere sahne olacak, dünya liderliğini almamız hedeflenmekte’’ dedi. Akman, ‘‘Altın fiyatlarındaki ani artış yeni bir mücadele sahası ortaya çıkarmaktadır. Bu yeni duruma daha iyi adapte olarak hızlı tepki veren ve dünya piyasalarında yerini sağlamlaştıran sektör, gelişmesini daha hızlı arttırmak şansına sahip olacaktır. Yeni şartları, yeni fırsatlar olarak değerlendirmek için çalışmalar çok hızlı bir şekilde sürmektedir’’ diye konuştu. Türkiye’de 2005 yılı tahminlerine göre altın takı üretiminin yüzde 5 artışla 270 tona ulaştığını belirten Akman, Cumhuriyet Altını ve küçük külçe satışının yüzde 14 artışla 55 tona, iç piyasa perakende altın takı satışının yüzde 4 artışla 198 tona, altın takı ihracatı ve bavul ticaretinin de yüzde 17 artışla 84 tona ulaştığını bildirdi. MALİYE İNCELEMEDE Finans ve gayrimenkule gözaltı ? Finans ve konuttaki denetimlerin başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde yapılması bekleniyor. Bankalardan bilgi istenecek. ANKARA (AA) Maliye Bakanlığı denetim birimleri, finans kesimine yönelik denetimlere bu yıl da devam edecek. Son dönemde satışlarda tam bir patlama yaşanan emlak sektörü de mercek altına alınıyor. Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu ile Gelir İdaresi Başkanlığı Gelirler Kontrolörlerinin geçen yılın ikinci yarısında başlattığı finans denetimleri için yeniden bankaların kapısı çalınacak. Bu ay içinde bankalardan, 2005’te 500 bin YTL ’nin (500 milyar TL) üzerindeki çek, havale ve EFT işlemi bulunanların listesi istenecek. Finans denetimlerinin başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde yoğunlaştırıldığını belirten Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı Mahmut Vural, ‘‘Çek, havale ve EFT denetimleri ile para hareketlerinin yoğun olduğu geniş bir alanı görme imkânı buluyoruz. Malın izi kalmıyor ama paranın izi kalıyor’’ dedi. Öte yandan Maliye Bakanlığı’nda vergi incelemelerinin büyük bölümünü gerçekleştiren Hesap Uzmanları Kurulu, finans kesiminin ardından gayrimenkul piyasasına yönelecek. Son 1.5 yıllık dönemde 700800 bin, hatta 1.5 milyon YTL ’lik konutların daha proje aşamasında maket üzerinden satıldığı emlak sektörü, hesap uzmanlarınca kapsamlı bir incelemeye tabi tutulacak. Bakan Tüzmen: Ödenmezse Irak’a petrol sevkiyatı durabilir Türk şirketleri alacaklı ANKARA (AA) Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Türk firmalarının, Irak’tan alacaklarının 1 milyar doları aştığını belirterek Türk firmalarının alacaklarının ödenmemesi durumunda 21 Ocak’tan itibaren Irak’a petrol ürünleri sevkıyatının duracağını bildirdi. Tüzmen, Irak’ın petrol ürünleri ihtiyacının önemli bir bölümünün, 2003 Haziran ayından itibaren Türk firmalarınca karşılandığını ifade ederek Türk firmalarının son 2 yılda gerçekleştirdikleri petrol ürünleri sevkıyatlarının 10 milyon tona ulaştığını belirtti. Kurşunsuz benzin, motorin, jet yakıtı ve LPG’den oluşan Irak’a yönelik petrol ürünleri sevkıyatının daha çok transit ticaret kapsamında Türk firma ları tarafından ve Türk nakliye araçları kullanılarak yapıldığını ifade eden Tüzmen şunları kaydetti: ‘‘Irak devlet şirketi Somo, firmalarımızdan yapılan petrol ürünleri alımlarında, Irak’taki depolama tesislerine sevk edildikten sonra bedelinin satıcının hesabına transfer edilmesi gibi bir yöntem uygulamaktadır. Geçen yıl firma alacaklarının, 2 kez çok yüksek düzeylere çıkması üzerine yaptığımız girişimler sonucunda ödemeler yapılmıştır. Ancak firmalarımızın alacakları yeniden artmaya başlamış, şu anda 1 milyar doları aşmıştır. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde alacak miktarının hızla artmaya devam edeceği görülmektedir.’’ DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Geçen hafta adeta, bu yılın gündeminin bir özetiydi. 2006’da küresel ekonomik ve politik gündemi, belki de krizleri belirleyecek etkenler yüzlerini gösterdiler. Uluslararası medyanın yorum sayfalarında da dikkatler, 2006 yılı boyunca gündemde kalacak konular üzerinde odaklanmıştı. Geçen haftaya bakarak 2006 yılının çok kritik bir yıl olacağını söyleyebiliriz. Sorun şu ki geçen yıl için de aynı şeyi söylemiştik. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA erginy?tr.net AB bölgesindeki ekonomik canlanma, Çin ve Hindistan’daki hızlı, Latin Amerika’daki büyüme oranları bağlamında giderek zayıfladığını anımsattıktan sonra, soruya ilişkin iki yaklaşıma dönersek: İyimserler, dünya ekonomisinin ABD’deki büyümeye ve finansal piyasalarına mecbur olduğunu; Çin ve Japonya gibi ülkelerin döviz rezervlerinin, dış yatırımlarının dolara bağlı olduğunu, bu yüzden dolardaki ani bir gerilemeyi göze alamayarak ABD’yi finanse etmeye devam edeceğini savunuyor. Bu kesimde, ABD ev piyasasındaki köpüğün sönmesi halinde, toplam talepte açılacak gediği ise son yıllarda yatırım yapmakta çekingen davranan özel sektörün kapatacağına, büyümenin süreceğine inanılıyor (örneğin Wall Street Journal 3/01, yavaşlamanın, bu yıl değil de 2007’de başlamasını bekleyen Soros’u da iyimserler arasına katabiliriz). Bu yaklaşımın, siyasi etkenleri ve riskleri göz önüne almayan aşırı iyimserliğinin yanı sıra önemli bir mantık hatası da var: Genişleme döneminde yatırım yapmaya çekinenler, bence dönemin kapandığına ilişkin işaretler ve en azından bir belirsizlik oluşurken yatırım yapmaya kalkmazlar. Kötümserlere gelince, bu cenahta genelde iki yaklaşım gözleniyor. The Economist, New York Times’dan Floyd Norris, Financial Times’dan Phillip Coggan, RGE Economic Monitor ve Wall Street Journal yazarı, ekonomist Nouriel Roubini, ekonominin göründüğü kadar iyi durumda olmadığını düşünüyorlar.. dış ticaret açığı, enerji fiyatları, ev piyasasındaki gerileme, siyasi istikrarsızlıklar gibi etkenlerin, doları, piyasaları ve ABD büyüme hızını olumsuz etkileyeceğini, sert bir siyasi kriz yaşanmasa bile, bu yılın sonuna doğru bir yavaşlamanın gündeme geleceğine inanıyorlar. İkinci yaklaşım, ki IMF eski Başekonomisti, Harvard’dan Kenneth Rogoff ve Financial Times’dan Martin Wolf, Morgan Stanley’den Stephen Roach bu kategoriye sokulabilir; dengesizliklere, risklere işaret ederek daha fazla gecikmeden tedbir alınması gerektiğini vurguluyor, ancak siyasi iradenin bu tedbirleri almıyor olmasına bakarak kaygılanıyorlar. Çünkü, nasıl olsa bir gün durgunluğun geleceğini; tedbir alınmakta ne kadar gecikilirse duraklamanın o kadar sert yaşanacağını biliyorlar. Bu kesimdeki yorumcuların da öncelikle siyasi risk (terörist saldırı, yeni bir savaş) faktöründen kaygılandıkları dikkati çekiyor. Yeni Yılın Özeti 2006 gündemi Dünya ekonomisini tartışmaya, ister istemez ABD ekonomisinden başlamak gerekiyor. Çünkü ABD ekonomisi yalnızca dünya GSH’sının yaklaşık yüzde 30’unu üretmiyor, aynı zamanda son yıllarda çok tartışılan ‘‘küresel dengesizliklerin’’ de lokomotifi: ABD’de güçlü tüketim, eksi sayılara gerilemiş tasarruf oranları; Uzakdoğu’da güçlü tasarruflara karşılık yerlerde sürünen tüketim eğilimleri söz konusu. Uzakdoğu’nun (özellikle Çin ve Japonya) tasarrufları ABD halkının tüketimini finanse ediyor. Buna karşılık ABD dış borçları ve cari açığı sürekli büyüyor. Diğer bir deyişle lokomotifin yakıtı dışarıdan, ABD’nin ekonomik ve siyasi rakipleri olan Çin ve Japonya ve kısmen de Avrupa Birliği’nden geliyor. Bu bağlamda hem ABD ekonomisinin büyüme hızı, diğer ülkelere güçlü bir talep sunduğu için, hem de mali piyasaları, yatırım alanı sağladığı için, dünyanın geri kalanı açısından büyük öneme sahip. Bir yıldır bu ‘‘saadet zincirinin’’ daha ne kadar süreceği tartışılıyor. Bu kısa hatırlatmadan sonra, geçen haftanın gelişmelerine dönersek, hafta başında Dow Jones Sanayi Endeksi, 2001 Haziran’ından bu yana ilk kez 11.000’in üzerine çıktı ve ‘‘iyimserlik piyasalara geri geldi’’. Standard and Poors’dan stratejist Alec Young’a göre ‘‘Borsa, uzun zamandır hiç bu kadar iyi görünmüyordu’’... ‘‘yeniden Goldilocks (masalda, ayı ailesinin evini ziyaret eden sarı saçlı kızın içtiği çorbaya atıfla) ekonomisine geri dönmüştük: Ekonomi ne çok sıcaktı ne de çok soğuk’’. PNC Yatırım Başstratejisti Jeff Kleintop piyasanın ‘‘genelde 2001’dekinden daha dengeli göründüğünü’’ düşünüyordu (Christian Science Monitor 11/01) Bowling Portföy Yönetimi Başstratejisti Darren Kavesh da ‘‘Bu sahillerde tutunabilirsek, paranın piyasaya gelmesine yol açacak sürdürülebilir bir trend olu Dow Jones Sanayi Endeksi, 2001 Haziran’ından bu yana ilk kez 11.000’in üzerine çıktı ve ‘‘iyimserlik piyasalara geri geldi’. (AP) şabilir... hisse senetlerine olan güvensizlik kırılabilir’’ (Wall Street Journal, 11/01) diyordu. Hafta böyle başladı ama böyle devam etmedi. Perşembe günü Wall Street Journal, Dow’un düşmeye başladığını ‘‘Sahte Bahar’’ başlığıyla veriyor, Financial Times da endeksin yeniden 11.000 altına gerilemesinin, ABD ekonomisinin amiral gemilerinden, General Motors, CocaCola ve GP Morgan’ın hisselerindeki zayıflıktan kaynaklandığını yazıyordu. New York Post’tan John Crudele de bir başka zayıflığa dikkat çekti: Dow’un 11.000’in üstüne çıkmasının arkasında ekonominin iş yaratma kapasitesinin zayıfladığını gösteren son veriler yatıyordu. Yatırımcılar, bu verilere bakarak, Federal Reserve’ın faizleri daha fazla arttırmayacağı sonucuna ulaşmışlardı. Reel ekonomiden gelen kötü bir haber vardı borsadaki iyimserliğin arkasında. Geçen hafta açıklanan ABD dış ticaret verileri, açığın ekimde 68.1 milyar dolardan, kasımda 64.2 milyar dolara gerilediğini gösteriyordu. Bu yeterince güçlü bir iyileşme değildi, dolar üzerinde yeniden artmaya başlayan basıncı hafifletemezdi. Çin’in döviz yönetimi direktörü Hu Ziaolian’ın önceki hafta ‘‘döviz rezervlerinin yapısını optimalize etmeyi’’ amaçladıklarına ilişkin demecinin (Financial Times 05/01) ardından pazartesi günü, Washington Post, Çin’in 800 milyar dolarlık döviz rezervlerinin bileşimini, Avro ve bölgesel dövizlerle çeşitlendirmeye karar verdiğini yazıyordu. Buna Japon ekonomisindeki toparlanmayı, iç tüketimde ve yatırımlarda başlayan canlanmayı, bu canlanmanın Japon sermayesini ülkesine geri çekerken, uluslararası sermaye için de yeni yatırım alanları yaratacağıyla ilgili yorumları da ekleyince (Bloomberg, 02/01), spekülatörler, küresel dolar talebinde bu yıl bir yumuşama yaşanacağı sonucuna varıyorlardı (The Economist, RG Monitor). Nihayet geçen hafta, Ortadoğu, İran’ın tavrını sertleştirerek Uluslararası Atomik Enerji Ajansıyla olan randevusuna gitmemesi, Şaron’un komaya girmesiyle birlikte başlayan sürecin getirdiği belirsizlikler petrolün varil fiyatını 64 doların üzerine iterek bu yıl dünya ekonomisinin siyasi riskler karşısında özellikle kırılgan olacağını gösteriyordu. İyimserler ve kötümserler Girişte değindiğim tartışmaların merkezinde, Australasian Financial Review’un 2006 değerlendirmesinde, başlığındaki ‘‘2006 kaçınılmaz ekonomik yavaşlamayı getirecek mi’’ sorusu var. Bu soru, ABD ekonomisi yavaşlarsa, dünya ekonomisi yavaşlar varsayımından hareket ediyordu. Bu varsayımın, hâlâ geçerli olmakla birlikte, Japonya’da ve CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle