11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 OCAK 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yazık ki İzinde Değiliz... Prof. Dr. Esmeray ACARTÜRK illi bayramlarda ve Atatürk’ü anma günlerinde, gazete manşetlerinde ve televizyon kanallarında ‘‘İlke ve devrimlerimizi yaşatacağız, onlara sahip çıkacağız’’, ‘‘Atam rahat uyu, izindeyiz’’ şeklinde yazım ve söylemlere alıştık. Her fırsatta, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet yıkılmaz, ilkeler değişmez, çünkü bizler varız, bizler Cumhuriyetin bekçileriyiz, diyoruz. Laik Cumhuriyet’i yaşatıp kollamak, Atatürk’ün devrimlerine sahip çıkmak, kanla canla kazanılan bağımsızlığımıza el sürdürmemek, ülkesini seven aklı başında herkesin, gerçek aydınların dileği ve görevidir. Görevimize çok da iyi sahip çıkamadığımız, gün gibi açıktır. Ülkemizin bugünkü durumuna baktığımızda bu sözlerimizi ve dileklerimizi gerçekleştiremediğimizi, aksine korumaya söz verdiğimiz değerlerimizin bir PENCERE diğim ve benim kuşağımın da hiç düşlemediği şeylere tanık olmaktayız. Devletimiz üniversitelerle karşı karşıya, ülke topraklarımız satılıyor, hiçbir zaman giremeyeceğimiz AB tarafından onurumuzu ayaklar altına alan önerilerle muhatap oluyoruz. Kısacası; Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi gibiyiz şimdilerde. O dönemde dahi padişah, Siyonizmin kurucusu Dr. Theodor Herzl’in, Osmanlı’dan borçlarını ödeme ve yüklü bir para verip ekonomik durumu düzeltme karşılığında Filistin bölgesinden toprak alma tekliflerine, ‘‘Ben bir karış dahi olsa toprak satamam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir, ? Arkası 8. Sayfada Bayramda Gezmek ESKİ BAYRAMLARIN kalmadığı, el öpme ziyaretlerinin artık olmadığı, herkesin kış aylarında bile kentlerden uzaklaşıp bir yerlerde tatile gittiği o kadar çok söylenip yazıldı ki, televizyonlara ve büyük gazetelere bakarsanız, herkesin zengin birer turist olup çıktığını sanabilirsiniz. Oysa büyük çoğunluk, nasıl gezmekse, henüz o söylenenleri ve yazılanları duyup okuyarak gezmektedir. Elbet, anababa ya da evlattorun görmek için biriki günlüğüne bir yerlere gidip dönenler dışında. Yoksa, tur şirketlerinin ilanlarına bakmak bile neredeyse ‘‘devriâlem’’ gezisi gibi gelebilir insana: Mısır’dan Karayibler’e, Danimarka’dan Seychelles Adaları’na kadar her yer. Bir de koca ‘‘cruise’’ gemileriyle yapılan ‘‘kruvaziyer’’ seferleri. Denize uzanmış gökdelenlere benzeyen o koca apartmanlarla dolaşmanın da bir zevki oluyormuş demek ki. Ömer, herhalde onlara baktıkça hasta gibi oluyordur. mer Bozkurt, toplumbilim profesörü. Hem de kamu yönetimine üst düzey insan yetiştiren önemli bir kurumda. Ama fırsat buldukça, öyle herkesin gittiği yerlere değil de ‘‘her yere uzak topraklar’’a gider; sonra da oraların doğasını, bitkilerini, hayvanlarını, tabii kendisini oralara götüren gemilerin insanlarını yazar ve anlatır. Sanatkârca çekilmiş fotoğraflarla. TÜBİTAK’ın ‘‘Popüler Bilim Kitapları’’ serisinden 2004 Mayıs’ında yayımlanan nefis kitabının adı da her şeyi anlatıyor zaten: ‘‘Her Yere Uzak Topraklar: Okyanusbilim Gemisiyle Kerguelen Adalarına Yolculuk’’. ‘‘Orası da nere?’’ derseniz, Hint Okyanusu’yla Antarktika Okyanusu’nun birleştiği yerlerde, Fransa’ya ait bir takımada. Ömer, Réunion Adası’ndan ‘‘Mariom Dufresne’’e binmiş, bin üç yüz küsur millik bir yolculuktan sonra 50 derece güney enlem üzerinde bulunan o adalara, hatta daha ötelere kadar gitmiş. Gemi, hem okyanusbilim araştırmaları için hem de yılda birkaç posta seferiyle oralarda yaşayan bir avuç Fransızın gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılmış yeni bir tekne. Kitap, o uzak ve ıssız toprakların harika resimleriyle dolu. ma Ömer’in seyir defterinde asıl ilginç olan, on yıl önce Norveç’in Bergen Limanı’ndan 80 derece kuzey enlemine, yani Kuzey Kutbu’nun hemen yakınına ve daha sonra Rusya sınırındaki Kirkenes’e kadar yaptığı gezinin öyküsüdür. O sefer, fiyordlarla dolu daracık kıyı şeridi boyunca yolcu taşıyan, Güneybatı Ege’nin eski ‘‘narenciye postası’’ gibi her küçük limanda duran yaşlı M/S Ragnvald Jarl gemisiyle. Arkasından, bir de 40 metrelik küçük M/S Origo’yla Kutup’taki Barents Denizi’nin Svaldbard Takımadaları’na gidiş. İmrenmez misiniz? Böyle geziler, kimi insan için herhalde eziyet yolculuğu, denizi ve gemileri sevenler için de birer bayram gezisidir. FesTürban... Sokakta yürürken sağa sola bakıyorum, çoğu erkeğin başı açık!.. Tek tük kasket giyen var; ama, takkeli ya da sarıklılar gibi seyrek!.. Erkekte serpuşun artık kıymeti harbiyesi yok!.. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar da başları açık dolaşıyorlar... Erkeğin serpuşunda sorun çoktan çözüldü... ? Oysa Osmanlı’da erkeğin serpuşu, yani başlığı, bayağı tarihsel inceleme isteyen bir alandır; yeniçerilerin başlarının ardından kol yeni gibi sarkan serpuşlarının anlamı neydi? Anlatırlar ki Hacı Bektaş, kutsamak için, elini yeniçerinin başının üstüne koyunca sarkan kol yenini simgelermiş o bez parçası... Osmanlı’da her bir kavuğun da kendine göre bir töresi, değeri ve dili vardı.. İkinci Mahmut 1829’da fesi serpuş olarak benimseyince halkça ‘Saçlı Şeyh’ diye anılan bir şeriatçı hoca Galata Köprüsü üstünde padişahın atının dizginini yakalamış: ‘‘ Gâvur Padişah’’ diye bağırmış ‘‘bu saygısızlığının hesabını Allah senden soracak!.. İslamlığı yıkıyorsun, peygamberin lanetini hepimizin üstüne çekiyorsun!..’’ (M. Kemal ve Uyanan DoğuPaul Gentizon, Bilgi Yayınevi) İkinci Mahmut yolundan dönmedi, kavuğu kaldırdı, fesi getirdi; bu yeni serpuşu giyenler de daha sonra Atatürk’ün şapka devrimine uyanlar da ‘gâvur’ olmadılar; Müslümanlık sürüyor... ? Peki, ya kadınların baş giysileri, serpuşları ya da başlıkları nasıl bir dönüşüm izledi?.. Günümüzdeki kavganın adı ne?.. Türban!.. Erkekler bugün başları açık dolaşıyorlar... Kimi kadınlar ve de erkekler ‘taifei nisa’nın tesettüründe diretiyorlar... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın eşi tesettürde inadını sürdürüyor; çoğu bakan hanımı gibi başını örtüyor... Başbakan Erdoğan’ın sayın zevcesi erkekkadın eşitsizliğine ilişkin çoğu şeriat kuralını çiğniyor, Kuranıkerim’in emirlerine boş veriyor; ama türban da türban... Bir gün gelecek bugün başını örten hanımların türban öyküleri de İkinci Mahmut’un fes devrimi gibi anlatılacak... İnsanlık halleri bunlar... Garip.. Mizahi.. Gülünç.. Yaşarken olayın mizahını anlayabilmek ise elbette bir gelişmişlik göstergesidir. M bir elimizden kayıp gittiğini ve giderek karanlığa yol aldığımızı görüyoruz. Ülkemizin topraklarının bölündüğü, bağımsızlığımızın elimizden alındığı, dilimizin tamamen yabancılaştığı, kim olduğunu bilmediğimiz kara çarşaflı kadınların, eğer hâlâ varsa, Meclis’i doldurduğu, Atatürk’ün resimlerinin olması gereken yerlerden bir bir kaldırıldığı, yabancıların baş tacı edilip onurumuzun ayaklar altına alındığı zaman mı yeniden ‘‘Çılgın Türk’’ olmayı başaracağız? Türkiye hem şeriatçı düşünce ile içeriden hem de AB kandırmacası ve ABD dayatmacası ile dışarıdan kuşatılmıştır ve sorunlar ülkesi haline gelmiştir. Bu sorunlar, rejimi değiştirmeyi amaç edinmiş, demokrasi adı altında dayatmacı bir rejim uygulayan ve amaçları için her şeyi yapabilecek insanlarla her geçen gün daha da büyümektedir. Hiç düşünme Ö A CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle