12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ALLEGRO EVİN İLYASOĞLU 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Operamızın efsane sesi Bas Ayhan Baran’ın yaşamı üstüne Şefik Kahramankaptan tarafından kaleme alınmış ‘‘Belcanto’nun Efsane Ustası’’ başlıklı kitap, bir CD eşliğinde Sevda Cenap And Yayınları tarafından basıldı. Toros Can’ın Purcell yapıtlarından oluşan kaydı da bütün dünya piyasalarında Nocturne firması tarafından satışa çıkarıldı. Geçen yıl Sevda Cenap And Vakfı’nın altın onur madalyasına değer bulunan opera sanatçımız Ayhan Baran için Şefik Kahramankaptan tarafından yazılan biyografik çalışma, bu yayınlar arasında bugüne dek çıkan en güzel kitap olmuş. Çünkü kitaba ekli CD’de Ayhan Baran’ın sesini de dinleyebiliyorsunuz. Hep yakınırız, Türk operasına can veren hemen hiçbir sanatçının özenle hazırlanmış bir kaydı yoktur diye. Ne Ferhan Onat, Aydın Gün, Suna Korat, Özcan Sevgen, Zehra Yıldız, hatta ne de Leyla Gencer’in! Evet bugün dünya piyasalarında satılan onca Leyla Gencer kaydı hep korsan kayıtlardır. Ayhan Baran’ın sesi, 20 Ocak 2001 tarihinde sanatçının 50. sanat yılını kutlama törenindeki konser kaydı. Şef Naci Özgüç yönetimindeki Ankara Devlet Opera ve Bale Orkestrası eşlik etmiş. Canlı konserden alınan kayıt, özel bir stüdyo çalışmasıyla temizlenmiş ve çok önemli bir belge haline dönüşmüş. Nice genç operacıya ışık tutacak bir belge! Yetmiş iki yaşındaki sanatçının her tona ayrı bir renk kattığı, cümleleme ustalığının doruğunda koyu sesini dilediği gibi yönettiği parçalar. Kral Phillip’in aryasını dinlerken gözlerinizin dolmasını önleyemiyorsunuz. Osmin’in ve Leporello’nun aryasında tatlı bir gülümseme düşüyor dudaklarınıza. Ve Puccini’nin La Boheme’inde onunla birlikte akıp gidiyorsunuz. Ayhan Baran 1929’da bir jandarma subayının oğlu olarak Ankara, Samanpazarı’nda dünyaya gelmiş. Sonra Şavşat’ta ilkokula başlamış, Şile’de denize âşık olmuş. Bergama’nın antik ortamında güzel sanatlara merak sarmış. Ve yaşam boyu müzik kadar yanı başında taşıyacağı resim ve heykel yapma tutkusuna sahip olmuş. Batı Barbarlığı Bu başlık, sevgili dostum Prof. Dr. Sezgin Kızılçelik’in kitaplarından birinin adı; yine Anı Yayıncılık basmış. Biliyorsunuz, okuyup işitiyorsunuz, sömürünün varsıllaştırıp şımarttığı Avrupalılarla Amerikalılar neredeyse canlarını bile alacakları öbür toplumlara, uluslara yapıştırmadık niteleme bırakmazlar: barbar, yamyam, vahşi, uygarlıkdışı, soykırıcı, falan. Hepimiz Etiyopya’nın bereketli ormanlarında yaşarken korkunç bir yer sarsıntısı sonucu magmayla yüzeye fışkıran sıradağların oluşturduğu değişim yüzünden ağaçtan yere inen, yürümek, koşmak, meyvenin dışında et yemek üzere avlanmak zorunda kalmış ataların torunlarıyız. Aradaki binlerce yıllık toplumsal çarpık eğitimin tortularını aşıp salt dirimbilim açısından bakarsak, Henri Laborit’nin de dile getirdiği gibi, ‘‘insanın, soyunu sürdürmek, canlı kalmaktan başka ereği’’yoktur, olamaz. Ama soyunu sürdürme, kimi memelilerde en güçlü erkeğin rakiplerini elemesini, dişiye kendi tohumlarını bırakmasını gerektirmiş. Bu doğal eğilim, insanın başkalarının emeğini, yarattıkları değerleri sömürmeyi bulgulamasından sonra çok hastalıklı bir biçim almış, hâlâ sürüyor. Sezgin Kızılçelik, yapıtında işte bu hastalığı ilk görüp dile getiren üç Batılı düşünürün yapıtlarını taramış. Bakın ne demiş bunların ilki Rousseau, ‘‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’’nda: ‘‘...Durduğu yerde duramayan yurttaş (uygar insan), sürekli çırpınır, ölünceye dek çalışır, canlı kalayım derken ölüme koşar, dahası ölümsüzlüğe kavuşmak için yaşamdan vazgeçer. Nefret ettiği büyüklere, küçümsediği varsıllara yaltaklanır; onlara hizmet etme onuruna kavuşmak için elinden geleni esirgemez; hem kendi bayağılığıyla, hem onların koruyuculuğuyla övünür; köleliğiyle şişinir; bu köleliği paylaşma onurundan yoksun kişilerden küçümseyerek söz eder.’’ Aslında evrenin en temel yasalarından biri olan tutumlu yaşama’nın insan toplumlarındaki, özellikle de anamalcı toplumlardaki yansımalarını irdelemiş olan ikinci düşünür, Marx, bakın ne demiş Ortaklaşmacı Parti Bildirgesi’nde: ‘‘Kentli sınıf, egemenliği ele geçirdiği her yerde bütün ataerkil, derebeylikten kalma, kırsal yaşam ilişkilerine son verdi. İnsanı ‘doğal efendileri’ne bağlayan çeşitli derebeylik bağlarını acımasızca kopardı; ve insanlar arasında, çıplak çıkardan, katı ‘peşin parayla ödeme’den başka bağ bırakmadı. (...) Kentli sınıf, o güne dek saygı duyulan, değer verilen bütün uğraşların başına konmuş ahlakı kaldırıp attı. Hekimi, savunmanı, din adamını, ozanı, bilim adamını ücretli emekçisi kılığına soktu. Aile ilişkisindeki duygusal peçeyi de parçalayıp attı, onu da salt para ilişkisine indirgedi.’’ Bir de küçük şiirini almış Marx’ın, gençliğinde yazdığı: ‘‘Kapılmışım sonsuz kavgaya, Sonsuz coşkuya, düşlere, Yaşamla uyuşamam, Akıp gidemem ırmakla.’’ Üçüncü düşünürün, Nietzsche’nin ‘‘Eğitimci Olarak Schopenhauer: Çağa Aykırı Düşünceler’’indense şu satırları anmış: ‘‘Dinsel sel suları geride bataklık ya da durgun gölcükler bırakarak geri çekiliyor; uluslar yeniden en aşırı düşmanlıkla birbirlerinden uzaklaşıyor, birbirlerini boğazlamaya can atıyor. Ilımlılıktan uzak, kör bir ‘bırakın yapsınlar’ anlayışıyla ardına düşülen çeşitli bilgi alanları bütün sağlam inançları parçalayıp dağıtıyor; eğitimli kişi ve devletler çok aşağılık bir parasal tutumbilimce (iktisat) ortadan kaldırılıyor. Dünya şimdiye dek hiç bu kadar dünyasal olmamış, sevgi ve iyilik duygusundan bu kadar yoksun kalmamıştır.’’ Asıl hastalığın para kazanmaktan başka bir şey düşünemeyen, bu uğurda anasını babasını, eşini yavrusunu bile harcayan anamalcılık ve onun türevleri sömürücülük, kıyıcılık, ırkçılık olduğunu unutmamak, savaşımı ona yöneltmek gerekiyor. Anamalcı bugün tefecilikle=bankacılıkla yetinemiyor, en hızlı ve çok gelir getiren alanlara, uyuşturucu ile silaha yatırım yapıyor. Dolayısıyla, barbar olan yalnız Doğu ya da Batı, A ya da B değil; anamalcı kalan herkes, ister istemez yamyam olur. 47 yıllık ambargonun, yokluğun, yoksunluğun ardından Küba’da işsizlik oranı yüzde 1 imiş; bu bile her şeyi anlatmaya yetmez mi? sbonaran?yahoo/hotmail.com yhan Baran’ın yaşamı üstüne Şefik Kahramankaptan tarafından kaleme alınmış ‘‘Belcanto’nun Efsane Ustası’’ başlıklı kitap, bir CD eşliğinde Sevda Cenap And Yayınları tarafından basıldı. Toros Can’ın Purcell yapıtlarından oluşan kaydı da bütün dünya piyasalarında Nocturne firması tarafından satışa çıkarıldı. Müzikle, daha doğrusu şarkıyla ilk tanışması Ankara’daki ilkgençlik yıllarında radyo dinleyerek başlamış. Önce tangolar, napolitenler derken bu işi ciddiye almayı, konservatuvara girmeyi kafasına koymuş. Ailesinin karşı koymasına aldırmaksızın on altı yaşında okula yazılmış. Ve parlak meslek yaşamı daha öğrencilik döneminde başlamış. Kahramankaptan kitabında sanatçının yaşamöyküsünü yer yer zamanın diğer olayları içinde değerlendirmiş. Örneğin 1945 yılında konservatuvara giren öğrencilerin gazeteler için haber değeri taşıdığına değinmiş. Kitap yarısına dek zamandizinsel akıyor, sonra anılarla, tanıklıklarla örülüyor. Sahneyi paylaştığı sanatçıların, orkestra şeflerinin, piyano eşlikçilerinin ve öğrencilerin anıları. Mesut İktu’nun dediği gibi, bir hoca olarak her sahneye çıktığında öğrencileri için ‘‘canlı plak’’ olmuş Ayhan Baran. Öğrencilerine sesiyle şarkı söylemeyi değil, müzikal olmayı öğretmiş; sesin sonoritesini kullanmayı öğütlemiş. Kendi geliştirdiği teknik yöntemle böylece uzun yıllar şarkı söyleyebilmiş. Kitabın bir başka özelliği de adı geçen her yorumcu, besteci ya da sanat yapıtının sayfa altında dipnotlarla açıklanması. Müzik dünyasını hiç tanımayan okur için yararlı bilgilendirmeler olsa da zaman zaman neredeyse tüm sayfayı kaplayan bu tür dipnotların bölüm ya da kitap sonuna konması okumayı daha kolaylaştırıyor kanımca. Yazar, önsözünde bu çalışmayı iki buçuk ay gibi son derece kısıtlı bir zaman dilimi içinde tamamladığını belirtmiş. Resimleri, anıları, program notlarını böylesi dar zaman içinde derleyebildiği için kutlarız kendisini. Üstelik Ayhan Baran gibi ne yazık ki arşivini düzenle korumamış ve sanatında olduğu gibi her konuda olağanüstü titiz bir sanatçıyla çalışmanın zorluğu da cabası! TRT’nin, Ayhan Baran’a ait üç CD’lik bir arşivi şu sıralarda baskıya hazırlaması sevindirici. Bu kayıtlarda Baran’ın operacılığı kadar lied sanatındaki yüceliği de ortaya çıkmış olacak. Ayrıca kırk yıla dayanan şarkılarıyla olgun sesi kadar genç sesiyle de Ayhan Baran’ı tanıyacağız. Toros Can bu kez yüzyıllar öncesinden sesleniyor A Genç piyanistimiz Toros Can tutarlı bir şekilde tematik yoğunçalarlarını üretmekte. Hem de şöyle böyle kayıtlarla değil Fransa’daki ‘‘Empreinte Digitale’’de basılan kayıtlar bugünlerde Nocturne firması tarafından bütün dünyada piyasaya sürüldü. Daha önce kaydettiği Ligeti Hindemith, Crumb gibi çağdaş bestecilerden çok farklı bir çalışmayla bu kez karşımıza çıkıyor sanatçı: Taa on yedinci yüzyıldan İngiliz besteci Henry Purcell’i seslendirmiş. Bestecinin zamanının klavseni için yazdığı ‘‘Round, Ground ve Süitler’’i derlemiş. Bunlar aynı zamanda özgün dans biçimleri. Toros Can, hem klavsen tınısına bağlı kalarak hem de piyanonun olanaklarından yararlanarak çalmış. Zamanın biçemini hiç bozmuyor; içsel, telaşsız, hüzünlü, ama şarkıyı da hiç elden bırakmıyor. Klavsen tınısı nı vermek için abartılı dinamik farklardan kaçınmış, mat ama ruh dolu bir yorum getirmiş. J. S. Bach çalarcasına bağlı çalmaya (legato) özen göstermiş. Her bir dansın kendi içinde tek soluk seziliyor, öte yanda CD’nin başından sonuna sanki tek bir parça ince ince işleniyor. Pedal kullanımındaki ustalığı ve üstün tuşe denetimiyle Purcell’in 1695’teki sesini 2005’e taşımış. Günümüzde öyle çok yoğunçalar piyasaya çıkıyor, öylesine teknik kusursuzluk içeren yorumlar duyuluyor ki, bunlar arasında sanatçının kendini duyurması için yaratıcı yorum kadar yaratıcı konu seçmesi de önemli. Toros Can bugüne dek dünya piyasalarına sunduğu her CD’de ödüller kazandı, övgüler topladı. Dileriz, Purcell CD’si de hak ettiği üstün değeri bulur. Yağmurlu bir günde, bezgin bir ruh hali içindeyseniz, dinleyebileceğiniz en keyifli albümlerden biri olarak Toros Can’ın Purcell kaydını evinizde bulundurun. www.evinilyasoglu.com Borusan Filarmoni Orkestrası’nın bu ayki konserinin solisti Steven Isserlis ‘Rüya Çello’ İstanbul’da Kültür Servisi Üstün tekniğiyle dünyada tanınan viyolonsel sanatçısı Steven Isserlis, 1730 yılında Stradivarius tarafından imal edilen ünlü ‘‘Rüya Çello’’su ile Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası eşliğinde İstanbul’un iki yakasında konserler verecek. 18 Ocak akşamı saat 20.00’de Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde, 19 Ocak akşamı saat 20.00’de ise Lütfi Kırdar Konser Salonu’nda gerçekleşecek olan konserde orkestrayı konuk şef Rengim Gökmen yönetecek. Isserlis’in, J. Haydn’ın Viyolonsel Konçertosu’nu ve C. SaintSaens’in Viyolonsel Konçertosu’nu seslendireceği konserlerde orkestra ayrıca, Kültür Servisi Çocuklara karikatürü sevdirmek, mizah duyarlılığının gelişimine katkıda bulunmak ve onların dünyalarını çizilen karikatürlerle zenginleştirmek amacıyla Karikatür Vakfı tarafından düzenlenen ‘‘12. Uluslararası 777 Karikatür Festivali’’ 2124 Nisan tarihlerinde düzenlenecek. Dört gün süreyle Ankara’da 77. kez kutlanacak 23 Nisan Çocuk Bayramı etkinlikleri sırasında çocuklar için yapılacak festivale, tüm profesyonel ve amatör karikatürcüler çizecekleri kariVerdi’nin ‘‘Sicilya’da Akşam Duaları Uvertürü’’, Ravel’in Daphnis ve Chloe adlı yapıtlarını çalacak. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı konuk şef Rengim Gökmen yönetecek. Birçok ödülü bulunuyor Steven Isserlis Müzikalitesi ve tekniğiyle tüm dünyada hayranlık toplayan bir çello virtüözü olan Steven Isserlis, konserlerin ve resitallerinin yanı sıra önemli CD ve albüm kayıtları da yapıyor. İngiliz Kraliyet Müzik Akademisi’nin onur üyesi olan Isserlis’in, 2000 yılında Schumann Ödülü, 1993’te İngiltere’de Kraliyet Filarmoni Derneği Ödülü ve ABD’de Piatigorsky Ödülü gibi pek çok önemli ödülleri bulunuyor. London Time Out tarafından ‘‘2002 yılının klasik müzik sanatçısı’’ ilan edilen Isserlis, bu yıl Avustralya’nın görkemli Sidney Opera Binası’ndaki çello performansı ile de ABC ödülüne layık görüldü. Isserlis’in viyolonseli ise 1730 yılında Stradivarius’un 86 yaşında ustalığının doruğundayken yapmış olduğu çok özel bir çalgı. Rüya çello olarak adlandırılan enstrüman, uzun yıllar en büyük viyolonsel ustalarından Emmanuel Feuermann (19021942) tarafından kullanılmış. lendi. Yarışmada ödül alan karikatürcü 2124 Nisan tarihlerinde Ankara’ya davet edilerek ‘‘12. Uluslararası 777 Karikatür Festivali’’ etkinliklerine konuk olacak ve festival sırasında yapılacak sergi açılışında ödülünü alacak. Seçici kurul tarafından seçilen, karikatürleri katalogda yer alan karikatürcülere yarışmanın kataloğu ve katılım belgesi gönderilecek. Festivalde açılan sergi 218 Mayıs tarihlerinde İzmit’te ve daha sonra Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kentlerde açılacak. ‘Yıldız Kısa Film Festivali’ ? Kültür Servisi Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü tarafından 610 Mart tarihleri arasında üçüncüsü düzenlenecek ‘Yıldız Kısa Film Festivali’ne başvurular başladı. Kısa filmciler son katılım tarihi 31 Ocak olan yarışmaya kurmaca, canlandırma ve deneysel eserlerle katılabiliyor. Konu sınırlaması olmayan yarışmanın seçici kurulunda Barış Pirhasan, Sabri Kaliç, Füsun Demirel, Sadi Çilingir, Natali Yeres, Alper Maral ve Mustafa Preşeva bulunuyor. Ayrıca festivalde amatör sinemacılar ile sinema topluluklarını bir araya getirerek fikirlerini paylaşabilecekleri bir buluşma yapılacak. Uluslararası 777 Karikatür Festivali katürlerle katılabilecek. 15 Şubat’a kadar A4 ya da A3 boyutlarında istenilen teknikle, siyahbeyaz veya renkli olarak çizilen karikatürler, ‘‘‘Uluslararası 777 Karikatür Yarışması PK: 364 06443 Yenişehir/ Ankara’’ adresine gönderilecek. Karikatürcüler çocukların anlayabileceği özgün bir çalışmayla yarışmaya katılabilecek. 15 Nisan’da basınyayın organları ve internetten açıklanacak sonuçlarla tek ödül birinciye 2 bin dolar olarak belir Tiyatro günlerine başvurular sürüyor Kültür Servisi ‘2. SahneSİZ Tiyatro Günleri’, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü öğrencileri tarafından gerçekleştirilen ve alternatif bir proje niteliğinde olan tiyatro günlerine tiyatro toplulukları aranıyor. Son başvuru tarihi 31 Ocak olan tiyatro günleriyle bu yıl farklı şehirlerden daha fazla tiyatro topluluğu İstanbul seyircisi ile buluşacak. 2. SahneSİZ Tiyatro Günleri, kafe, bar, restoran ve sergi salonları gibi halka açık yerlerde, ‘15. İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’ ile eşzamanlı olarak gerçekleştirilecek. Tiyatro coşkusunu tüm şehre yaymayı ve Türkiye’de kurumsallaşmış tiyatrolar dışında kalarak yaşayan, gelişen, yeni ve sahnesiz bir tiyatronun var olduğunu göstermeyi hedefleyen etkinlik, 21 Mayıs1 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Şehir dışından toplulukların da başvurularının kabul edileceği SahneSİZ Tiyatro Günleri’nde 1 saati aşmayacak gösteriler hazırlanarak katılım yapılacak. Yapım için gerekli teknik donanım ve dekorun mekânla kısıtlı olduğu göz önünde bulundurulacak. (0 212 311 62 07) CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle