10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 OCAK 2006 PAZAR 4 HABERLER 2002 yılında Bütçe Yasası ile hakları ellerinden alınan öğretmenler açtıkları davalardan da sonuç alamadı DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Mutlu Yıllar! Sevgili, Yeni bir yıla daha girdik çok şükür. Sana da, bütün okurlarıma da mutlu yıllar dilerim. İnsan belirli bir yaşa gelince, yeni bir yılı daha yaşamaya başlamak, başlı başına bir mazhariyet, bir mutluluk oluyor. Bir kişinin yaşamında, ortalama kaç yılbaşı, hatta kaç hafta veya gün yaşadığını hesap etmeye kalkma sakın, tüylerin diken diken olur, dehşete düşersin. Bırak bu hesapları bir yana! Yaşam biz yaşadıkça sonsuz gibi görünsün! Düşün ki sen ve ölüm zaten bir araya gelemezsiniz. Sen varken ölüm yoktur, ölüm olduğunda da sen olmayacaksın. Ama her yılbaşı, yaz sonunda, eski sonbaharları bir bir hatırlamakta olan Kanlıca’nın ihtiyarları gibi, insan da elde olmadan anımsıyor, eski yılbaşılarını. Geçen gün NTV’de Mehmet Barlas ile Emre Kongar’ın, hepsini ilgiyle izlediğim, elden geldiğince hiçbirini kaçırmamaya özen gösterdiğim ‘‘Yorum Farkı’’ programında, Mehmet en mutlu yılbaşısını anlatıyordu. En mutlu, en unutamadığım yılbaşı 1958’dir, dedi ve ekledi: Babamın Yozgat Hapishanesi’nden çıktığını o gün öğrendik. Tam bir şenlikti. O sırada ben de en unutulmaz yılbaşılarımı anımsamaya çalıştım. Çok güzel yılbaşı geceleri yaşamıştım, yurtiçinde ve de dışında, ama düşündükçe, nedense dönüp dolaşıp aklıma yalnızca ikisi geliyordu. Birincisi, 1940’ların sonlarında veya 50’lerin başlarında, öğretmen olan annemin küçük evinde geçirdiğimiz, çok sade, basit bir yılbaşı. Küçük masanın çevresinde tombala oynamıştık ve ben hep kaybedince mızıkçılık edip ağlayarak ‘‘Oynamıyorum’’ demiştim. Zaman geçince anılarda çocukluk gözyaşları ile mutluluk kahkahaları birbirine karışıyor demek ki... ??? Çok canlı bir biçimde hep gülümseyerek anımsadığım ikinci yılbaşım ise 1985’i 86’ya bağlayan gecedir. Sağmalcılar Hapishanesi’nde tutuklu ve hükümlü arkadaşlarımla B1 koğuşunda yılbaşını kutluyorduk. Koğuşun alt katını süslemiş; küçük plastik taburemizi çevresine dizdiğimiz masalar yapmıştık. Masalardan birinin başına gür bıyıklarıyla Ali Taygun, öbürüne ben oturmuştum. Ceketlerimizi omzumuza atmış, pavyon ağaları gibi kurulmuştuk. Bu oyundan çok keyif alıyorduk. Dostum Kung Fu benim taraftaydı. Gerçek koğuş ağalarımız Hüseyin Baş ile Erdal Atabek de unvanlarına halel getirmemek için taraflardan birinin avenesi arasında yer almıyor, oyunu uzaktan izliyorlardı. Günler öncesinden sıktığımız ve içine şeker koyarak güya fermante ettiğimiz meyve suları da alkollü içeceklerimizdi. Gerçi içlerinde zerrece alkol oluşmamıştı, ama ne gam! Arada Adana ve İstanbul pavyonlarında olduğu gibi, birbirimize üzerlerinde alevler olan, ‘‘gonfü’’ tabir edilen meyve tabakları göndererek racon kesiyorduk. O gece çok keyif ettik. Neden bütün anılarım içinde bu iki gece ilk sıraları alıyorlar? Doğrusu bilmiyorum. Mühürdar’da yoksul bir evde mütevazı insanlarla geçen, tombala oynanan bir gece ve bir hapishane koğuşundaki bir yılbaşı. Oysa ben Paris’te güzel lokantalarda da, ünlü Closerie de Lilas ve daha Türkiye’de nerelerde ne renkli yılbaşı geceleri geçirmiştim. Şimdi düşünüyorum da, en yoksul anlardan en zengin anıların çıkabileceğini anlıyorum. ??? Mutluluğun ne derece göreceli olduğunu, bu yaz Paris’te, ölümün buz gibi yüzünü karşımda somut biçimde gördüğüm, ona neredeyse dokunduğum bir gün bir kez daha anladım. Dostum Mehmet Ulusoy, akciğer kanserinin son aşamasında, tüpe bağlanmış soluyarak bir hastanede yatıyordu Paris’te. Her şey kasvetliydi. Bahçedeki yeşillerinin arasından kırmızıları seçilen kiraz ağaçları bile dağıtamıyordu bu havayı. Üstelik doktor, iki hafta ömrü kaldığını pattadak söyleyivermişti Mehmet’in yüzüne. Buz gibi bir hava esiyordu odada. Biraz sonra, Mehmet’in gözleri ışıldadı. Hadi, dedi, izin alın da köşedeki bara gidelim. Hastabakıcılar geldiler, bir oksijen tüpünü tekerlekli sandalyeye bağlamaya çalıştılar. Durumu haber alınca doktor engel oldu. İşte Mehmet, ikinci darbeyi o zaman yedi. Meğer bizim 65’lik haylaz oğlan, o sıkıntı ve acı dolu hastane günlerinde, köşedeki bara yaptığı küçük kaçamaklarla yakalarmış mutluluğu. Bu küçücük kaçamak, ona tarifi güç bir mutluluk veriyormuş. Olaydan dört gün sonra Mehmet öldü. Ama onun ölümünden dört gün önceye kadar, en güç, en umutsuz anlarda bile küçük mutluluklar kovalamasını ve yakalamasını ömrüm oldukça hiç unutmayacağım. Demek ki nesnel koşullar değil bize mutluluğu sağlayan; asıl öğe, içindeki mutluluk umudunu ve arayışını unutmamak ve ona sarılmak. Şair bunu ‘‘yeter ki, solmasın, sol memenin altındaki cevher’’ diye niteliyor. Sevgili, koşullar ne olursa olsun, sana mutlu bir 2006 yılı diliyorum. Eğitimcilerin yolluk bilmecesi ? Naklen atanan öğretmenlere yol ve yerleşme masrafları için ödenen yolluklar 2002 yılından beri ödenmiyor. Bütçe yasasındaki düzenlemeyle hakları ellerinden alınan eğitimciler, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına rağmen okul müdürlüklerinden eli boş dönüyor. EVRİM KAYA Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından ilk defa ve naklen atanan öğretmenlere yol, yerleşme gibi masraflarının karşılanması için ödenen ancak 2002 yılında kaldırırılan ‘‘yolluk’’ uygulaması, ‘‘yılan hikâyesi’’ne döndü. Yaklaşık 100 bin öğretmeni ilgilendiren ve geçen 3 yıllık süreçte çok sayıda dava açılmasına karşın AKP hükümetinin duyarsız kaldığı konu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nce en son ve rilen kararla eğitimcilere yolluklarını almak için yeniden dava açma yolu göründü. 20022003 Eğitim Öğretim Yılı’nda ilk defa ve naklen atanan eğitimcilere Bütçe Yasası’yla ‘‘6245 Sayılı Harcırah Yasası’nın hükmü uygulanmaz, yolluk ödenmez’’ kararı ile yolluk ödenmedi. Bu yasaya itiraz eden öğretmenlerin açtığı dava sonucunda Anayasa Mahkemesi’nce 22 Temmuz 2003 tarihinde bu karar iptal edildi. 4639 sayılı yeni yasayla ‘‘Kendi talepleri doğrultu sunda tayin olunanlar haricinde atananlara yolluk ödenir’’ ibaresi getirildi. Bu ibare ilk defa atananlara da yolluk ödenmeyeceği yönünde yorumlanarak yine hiçbir öğretmene yolluk verilmedi. Bunun üzerine İstanbul, Gaziantep, Ankara, Erzurum, Adana ve İzmir olmak üzere 6 ilde ibarenin anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle idare mahkemelerine açılan davalar sonucunda Anayasa Mahkemesi 4 Mayıs 2005’te bu ibarenin kaldırılmasına karar verdi. Anayasa Mahkemesi’nin 26 Kasım 2005 tarihli ‘‘Memur güvencesinin kaldırıldığı’’na ilişkin gerekçeli kararı da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu karar üzerine yolluklarını almak için okul müdürlüklerine başvuru yapan öğretmenlerin talebi, ‘‘Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının geriye işlemeyeceği’’ gerekçe gösterilerek geri çevrildi. Gelinen noktada yollukların ödenip ödenmeyeceği belirsizliğini korumaya devam ediyor. EğitimSen Hukuk Bürosu avukatlarından Akay Sayılır, Anayasa Mahkemesi’nce huhuka aykırılığı saptanmış bir hükmün yeniden yürürlüğe konulmasının hukuk dışı olduğunu söyledi. Sayılır, mağdur öğretmenlerin okul müdürlüklerine dilekçe ile başvurarak yolluklarını istemeleri gerektiğini bildirdi. Dilekçelerin geri çevrilmesi durumunda ise idare mahkemesine dava açılabileceğinin altını çizen Sayılır, ‘‘Mevcut belirsizlik bir an önce ortadan kaldırılmalı’’ dedi. Bülent Ecevit, ülkemizin siyasi yaşamının önemli isimlerinden birisi. Onun yaşamının ciddi bir bölümü hepimizin gözü önünde geçti. Kimi zaman ona kızdık, kimi zaman da hak verdik. Hapislere girip çıktı, yeniden parti kurarak başbakanlığı kazanabilecek bir siyasi başarının simgesi oldu. Bülent Ecevit, her şeyin ötesinde benim için bir cezaevi arkadaşı. Onunla, 12 Eylül askeri darbesinin zor koşullarında aynı cezaevini paylaştık. Birlikte bazı gelişmelere kızıp, güldük, tepki gösterdik. Bülent Ecevit, 2002 Kasım seçimlerinden sonra aktif siyasi yaşamdan ayrıldı. Sıfırdan kurup iktidara taşıdığı, sonra da büyük bir yenilgi yaşayarak Meclis dışı kalan DSP’nin onursal başkanlığını sürdürüyor. Bülent Ecevit’in de, Süleyman Demirel’in de uzun siyasi yaşamlarında çeşitli iniş çıkışlar, tutum değişiklikleri gözlediğimizi söyleyebiliriz. Ecevit: Erken Seçim İsteyen Kendi Kuyusunu Kazar Bülent Ecevit’i siyasetin tepesine taşıyan olay, CHP’nin efsanevi lideri İsmet İnönü’yle bir askeri darbe döneminde karşı karşıya gelmesiydi. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi döneminde CHP’nin Genel Sekreteri olan Bülent Ecevit, bu gelişmeyi protesto ederek Genel Sekreter’likten istifa etmiş ve ardından İsmet İnönü’ye karşı Genel Başkan adayı olmuştu. O günden itibaren Bülent Ecevit, CHP’yi çok partili dönemde ilk kez iktidara taşıyacak bir dinamizme önderlik etmişti. O dinamizmin arkasında ‘‘halkçı’’ kimliği yatıyordu. Ecevit, partiyi ilk kez devlet yörüngesinden çıkarıp sivil bir kimliğe kavuşturmuştu. Toplum da bu değişimi fark ederek, CHP’ye destek vermişti. CHP, bu süreç içinde 1977 seçimlerinde yüzde 41.8 gibi rekor bir oy yüzdesine ulaşmıştı. Bu, CHP’nin 1950’den bu yana ulaştığı en yüksek oy düzeyiydi. Ne olduysa ondan sonra oldu. Türkiye, bir iç savaşın içine sürüklendi. Ülkemizin en değerli aydınları birer ikişer sokak ortasında öldürüldüler. Bunu 12 Eylül askeri darbesi izledi. Solu yenilgiye uğratma planı başarıya ulaşmıştı. O günden sonra sol bir daha hiçbir şekilde yüzde 30’ların üzerine çıkamadı. Parçalandı, adım adım marjinalleştirildi. Şu anda seçim olsa sol partilerin toplam oyu ancak yüzde 20’ler civarında gözüküyor. ??? Solda daha da büyük değişim, siyasi ve ideolojik kırılma olarak yaşandı. 1970’lerde sivilleşen, halkçılaşan sol, giderek gördüğü baskıların da etkisiyle ‘‘devlet’’ misyonuna geri döndü. Halkçılık unutuldu. Bülent Ecevit’le cezaevi günlerinde, bu ‘‘halkçı’’ çıkışı konuşmuştuk. Kendisi, bu çıkışının bazı çevreler tarafından istismar edildiğine inanıyordu. ‘‘Toprak işleyenin, su kullananın’’ sloganının yanlış yorumlandığını söylüyordu. Yıllar geldi geçti. Dün Yeni Şafak gazetesinde Bülent Ecevit’le bir söyleşiyi okuyunca bir şeyler yazmak gereğini duydum. Bülent Ecevit, muhalefetin erken seçim istemesini şöyle değerlendiriyordu: ‘‘Ben erken seçimin bir ihtiyaç olduğunu görmüyorum. Zaten dönemin de sonuna yaklaşıldı. Bir seçimin ardından bile umutsuz da olsa partiler erken seçim derler. Böylece de kendi kuyularını kazarlar.’’ ??? Ecevit’in bu sözlerini okuyunca 3 Kasım 2002 seçimlerini hatırlamamak mümkün mü... O seçim kara rını DSP, MHP ve ANAP birlikte aldılar. O seçimin sonunda da her üç parti barajı aşamayarak Meclis dışında kaldılar. Yani Bülent Bey’in deyimiyle ‘‘kendi kuyularını kazdılar’’. Bugün erken seçim olur mu? Kafalardaki soru bu. Şu ana kadar çoğunluktaki iktidar partisi AKP’nin böyle bir niyeti olmadığı görülüyor. Tabii burası Türkiye, belli olmaz. Yarın yeni gelişmeler ortaya çıkar ve seçim havasına girilebilir. Ecevit’le yapılan söyleşinin ilginç olan tarafı, ‘‘Erken seçim isteyen kendi kuyusunu kazar’’ sözleriydi. Bir tarihi tecrübe konuşuyordu, ne denebilir ki! ??? 2006, dünyaya ve ülkemize barış getirsin. ABD işgali altındaki Irak halkı başta olmak üzere özgürlük için mücadele eden, ezilen tüm dünya halklarına başarılar diliyorum. 2006 mutluluk ve sağlık getirsin... TRABZON Linç davası Erzurum’a sürgün TRABZON (Cumhuriyet) Trabzon’da bir grup Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği (TAYAD) üyesinin 68 Nisan’da linç edilmek istenmesiyle ilgili dava Adalet Bakanlığı’nın talebi ve Yargıtay 5. Dairesi’nin kararıyla Erzurum’a alındı. Ancak dava yerinin değiştirilmesinin gerekçesi açıklanmadı. Trabzon’da linç edilmek istenen TAYAD’lılar Zeynep Ertuğrul, İhsan Özdil, Nurgül Acar, Emre Bakır ve Çetin Güven hakkında ‘‘Basit müessir fiilde bulunmak, güvenlik güçlerine zor ve şiddet kullanarak direnmek’’ suçlarından dava açıldı. TAYAD’lıları linç etmek isteyen 11 kişi hakkındaki dava ile bu dosya birleştirildi. Trabzon 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın son duruşmasına linç girişiminde bulundukları iddiasıyla yargılanan 11 kişi katılmazken, TAYAD’lılardan sadece Çetin Güven ile Emre Bakır duruşmada hazır bulundu. Çetin Güven, olayların üzerinden 9 ay geçtiğini anımsattı ve öldürülmek istenenlerin kendileri olduğu halde yargılananların da kendileri olduğunu söyledi. Mahkeme, Adalet Bakanlığı’nın istemi ve Yargıtay 5. Mahkemesi’nin kararıyla davanın Erzurum’a gönderilmesine, dosya ve eksiklerin tamamlanarak duruşmanın 9 Şubat’a ertelenmesine karar verdi. asirmen?cumhuriyet.com.tr UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ: Özel Kuvvetler davası ağır cezada sürecek ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Uyuşmazlık Mahkemesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı inşaatının yapımıyla ilgili olarak, ‘‘Kamu kurumunu dolandırma’’ ve ‘‘Resmi belgede sahtecilik’’ suçlarından, müteahhit Ali Osman Özmen’in de aralarında bulunduğu 5 kişinin Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına karar verdi. Genelkurmay Askeri Mahkemesi, davada görevsizlik kararı vererek dosyayı Ankara Adliyesi’ne göndermiş, 9. Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı vererek dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermişti. Uyuşmazlık Mahkemesi, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararını kaldırdı. Böylece dava, Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle