11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 OCAK 2006 PAZAR 2 Kimi zaman sorarım, yazmakla neyi değiştirebiliriz, diye. Her gün yazmak, her gün okur karşısında bir şeyler anlatmak bir anlam, bir değer taşır mı? Bizdeki gibi sürekli yazan kişiler yok başka ülkelerde... Şöyle bir köşeye çekilip, dur bakalım neler olacak, biraz dinleneyim, biraz seyirci kalayım, düşüncemi belirtmeden, görüşlerimi açıklamadan demek olanaksızdır bizim için. Ahmet Haşim gibi, ‘‘Seyreyledim eşkâli hayatı/ Ben havzı hayalin sularında’’, Türkçesiyle ‘‘Ben yaşam havuzunun sularında yaşamın biçimlerini seyrettim’’ diyerek... Yaşamın biçimleri!.. Tek bir biçimi var gerçekte; acı, kaskatı, korkunç, hem de güzel, tatlı, eşsiz... Ama bizlere binbir biçimi var gibi gelir, içinden çıkılmaz biçimleridir bunlar. Anlaşılmayan, ürperten, bıktıran... ‘Hayal havzının’ suları, kendi düş gücümüz, gözlem gücümüz, algılama gücümüzdür... ‘Eşkâli hayat’ kendimize ait bir ‘havzı hayalin sularında’ çırpınır, batar, çıkar, durur. Bir yaşam boyu... Bizimle birlikte kapanır perde o hayal havuzunun üstüne... Bir serüven, biter her şey... Sabahtan beri masa başındayım desem, doğru! Masa dediğim de alçacık bir şey. Üstünde bir minder, onun üstünde de yazı makinem. Kâğıt tomarı, gazete tomarı, notlar, kitaplar, kitaplar... Bir savaş alanı gibidir böyle anlarda odanın içi. Yazı yazmayazamama sı OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL (Bir Öykücük) Yaşamın Biçimleri kıntısı beni alır, bir uçurum kenarına götürür. Bir şeyler bitti gibi gelir kişiye... Açar bakar önceki yazdıklarına, kitaplarına. Evet, ad onundur, yazıları da hayal meyal anımsar. Ne zaman yazdığını, ne için, kimin için, hangi duygulanmayla, hangi kızgınlıklar, hangi umutla... Ben mi yazdım bunları, demiş bir gün André Gide, eski kitaplarını yeniden okurken, onun gibi!.. Ben!.. Ben, nedir ben? Rimbaud’nun ‘‘Ben, bir başkasıdır’’ sözünü anımsıyorum. Bir başkadır, ‘ben’ dediğimiz, kendimiz sandığımız! Hem o ‘ben’ öyle çok, öyle sık değişir ki! Bu günlerde bir gazetede Nâzım Hikmet’le ilgili bir yazı dizisini okuyorum. Nâzım Hikmet’in görünen ‘ben’ini tanımışlar ancak, yakındakileri, dost arkadaş diye bildikleri!.. Oysa dizelerinde yaşayan ozanı gören yok! Az yıkanırdı, kadınları sever bırakırdı, yalanlar atardı, çocuklar gibi coşkuluydu, şuydu buydu... Hepsi doğru, hepsi yanlış! Ben, ozanı dizelerinde arar, bulurum. Gündelik yaşamın türlü biçimlerinde değil! Kaç tane ‘ben’i vardır ozanın! Nâzım çok kişilikli, çok yönlü, her şeyi çok derinden duyan, ölçen, anlayan bir kişiydi. Böylelerini yakınları ya da yakınında olanlar anlayamaz, tanıyamaz. Kendileri gibi bir insan, bir yaratık, bir kişi saydıkları için... Kalktım balkona çıktım. Bir sıkıntı geliyor böyle alışılmış, beylik sözleri yazarken, düşünürken! Bunları herkes bilir, diyorum... Yine de yazıyorum!. Görev deyin, alışma deyin, zaman zaman ‘‘İlk kez ben söylüyorum bunları’’ inanışı, kör inanışı, deyin!.. Hava güneşli, gök masmavi. Bir uçak yaklaşıyor. Karşımda yüzlerce ev, kat, insan, araba, sesler, bağırışlar, gülüşler... Yaşam! Yok, yalnızca bir biçimi, bir yansıması, yaşamın... Şimdi, gerçek yaşam bu mu? Bunu oturup yazsam, gerçek böyle mi sanılacak? Benim gerçeğim, kentin gerçeği, hiç değilse bir sokağın, bir çevrenin gerçeği!.. Hayır, Rimbaud’nun yazdığı gibi ‘gerçek yaşam bu değil’! Bu, gerçek yaşam değil. Olamaz da, olmamalı da!.. Daha değişik, daha güzel, daha ‘başka’ olmalı insanoğlunun özlediği, istediği, beklediği gerçek yaşam... Haşim’e döndüm, yaşamında bizlerin bildiğine göre tek bir gerçek sevi yaşamamış!.. Öyle yazıldı, öyle bilindi, ama olası mıdır, bunca güzel dizeler yazmış, ‘‘Alev gibi bir nehr akıyordu/ Ruhumla o ruhun arasından...’’ demiş bir kişi, sevi nedir bilmemiş, duymamış olabilir mi? İşte gerçeğin ters yansıtılmış bir biçimi de bu! Nasıl Nâzım’ın yaşamını bambaşka yapıyorlar, Haşim’i de yapmışlar öyle, bambaşka, gerçeğe belki de yüzde yüz aykırı... ‘‘Bir renkli yansımadır’’, demiş, ‘‘yeryüzünün bana taşları ve bitkileri’’. Böylesine derinliklere, enginliklere sahip kişileri gündelik sıkıntılar, acılar, sevinçlerle çırpınan şu geçici evrenin insanları nasıl tanıyabilir, nasıl anlayabilir? Nâzım Hikmet, altmış yaşında bir kez daha yaşamış büyük bir duyguyu, bir seviyi. Bir resmi var, sevdiği kadınla yan yana, ona bakışı, onun evrenine girmek çabası!.. Sonra da şu dizeler: ‘‘Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi/ Geceleyin ateşler içinde uyanarak/ Ağzımı dayayıp su içer gibi/ Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telaşlı kuşkulu açar gibi.’’ ‘‘Karşı Kıyılar’’ adlı kitaptan (1979). PENCERE Yılbaşı Nasıl Geçti?.. 19’uncu yüzyılda yaşamış Amerikalı kadın şair Emily Dickinson’un ömrü 1830’da başlamış, 1886’da noktalanmış... Şair elli altı yaşında gözlerini hayata yummuş... Ama, bir anlamda hiç yaşamamış... Doğduğu kentten dışarı adımını atmamış.. Evlenmemiş.. Aşk yaşamı belli belirsiz ya da yok... (Yedisi dışında) bütün şiirleri ölümünden sonra yayımlanmış... Ancak bugün dünya edebiyatında Emily Dickinson’un yeri var... Peki, Emily yaşamamış mı?.. ? ‘‘Kır Yaratmak İçin’’ başlıklı şiiri Emily’nin hayatını ya da nasıl yaşadığını vurgulamak için yeterli: ‘‘Bir yoncayla bir arı Yaratır en güzel çayırı Bir yonca, bir arı Bir de insanın hülyaları. Olmasa da arı Elverir insanın rüyaları.’’ Dickinson kendi benliğinde devinip bilincinde yaşayan, duyularının evreninde uçsuz bucaksız gezilerini gerçekleştiren türden bir kadın... Kimine göre hiç yaşamamış sayılabilir.. Kimine göre yaşamı derinliğine algılamış, unutulmayan dizelere dökebilmiş... ? Dün geceniz nasıl geçti?.. Vur patlasın çal oynasınla kafayı çektiniz mi?.. Yoksa düşüncelerinizin denizinde hayatı duyumsamaya mı çalıştınız?.. Eskiden yılbaşına doğru çevremdeki kimileri garip bir telaşa düşerlerdi: Yılbaşında ne yapıyorsun?.. Hiç... Ne demek hiç?.. Yeni yıla nasıl gireceksin?.. Yeni yıla nasıl girilir?.. Müzik, içki, dans, kahkaha, oyun, vesaireyle yaratılan sanal bir dünyada sanrılaşan sarhoşlukla sarmallaşıp felekten bir gece çalmakla mı?.. ? Sabahattin Kudret, Sait Faik’in yaşamını anlatırken diyor ki: ‘‘ Bir tek gününü anlatmak on beş yılını anlatmaya eşittir, o denli tekdüze bir yaşamdı bu...’’ Nasıl? ‘‘ Sabahleyin on bire doğru Osmanbey’deki evinden çıkar, Beyoğlu’na gelir, caddede bir iki volta attıktan sonra bir birahaneye girer, sinema kapılarında bir süre durakladıktan sonra iki buçuk matinesine kendini atardı. Sinema çıkışı yine caddede birkaç volta, ardından bir pastaneye kapılanış. Hava kararınca, bira ve yemek, yine bu kez bir başka sinemanın suaresi...’’ Sait Faik’e soruyorlar: Sizce yaşamak nedir?.. ‘‘ Balık tutmak, kahvede oturmak, yanında çok sevdiğim köpeğim. İnsan tanımak. Beyoğlu’nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikâye yazmak...’’ ? Yılbaşı bir insanın yaşamında nedir ki... Cim karnında bir nokta!.. İster dışa dönük yaşayın, ister içe dönük bir ömür sürün, hayatın sonundaki bilançoda ele gelen nedir?.. Yılbaşında vur patlasın çal oynasından çok düşünülmesi gereken şeyin bu soru olması gerek... Yaşamda kendiliğinden ve bir başına bulunmayanı bulmak için; DERYA ile HAKAN evlendi. 30.12.2005 ANKARA İLAN TC BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2005/1416 Karar No: 2005/1280 Erzincan ili, Refahiye ilçesi, Yazıgediği köyü, cilt no: 19, hane no: 28’de nüfusa kayıtlı Mustafa kızı Asimet’ten 01.10.1957 do.lu Zeynep Kocadöli’ye aynı köy, cilt no: 19, hane no: 28’de nüfusa kayıtlı kardeşi Mustafa oğlu Asimet’ten 26.06.1975 do.lu Cem Kocadöli vasi olarak tayin edilmiştir. İlan olunur. 27.12.2005 Basın: 61991 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle