17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2001 PAZA 14 KULTUR kultur(o cumhuriyet.com.tr İtalyan eleştirmen Francesco Martinelli, 8. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'ni değerlendirdi Kişilik., yerel tatlarLa geliı*CUMHUR CANBAZOĞLl) 8. Uluslararası İstanbul Caz Festi- vali'ni Avrupa caz basını da yalundan talop ediyor ve her yıl iddialı dergi- ler adına İstanbul'a gelen eleştirmen- ler festi\alle ilgilı yorumlannı ulus- lararası camıaya aktanyor. İtalyan Francesco Martindli de bu eleştirmenlerden biri; üçüncü kez is- tanbul Caz'a konuk olan gazeteci, festivalin genel havasından memnun ve organizasyonun Türkiye'deki zen- gın müzik potansiyelini kullanabildi- ğı ölçüde Avrupa'da daha üst sırala- ra yükseleceği inancında. Martinelli'yle istanbul Caz'ı ve fes- tivalle ilgili yerü basında tartışılan konuları konuştuk: - Bu yıl festhalde Türk cazcılann az- Itğı sorun yaratn. Avrupa'daki festrval- ler bu konuda nasıl davranıyor; deıı- ge\i nasıl kuruyor? FRANCESCO MARTINELLI- Bütün Avrupa ülkelennde aşağı yu- karı aynı sorun var. Seyirci hep bü- yük Amerikah cazcılan istiyor ama dengeyi de bir şekilde kurmak gere- kıyor. Üç yıldır festivalinizde cazcı- lannızdan bazen çok güzel konserler ızledım. Örneğın AyşeTütüncünün grubuyla verdiği konser uluslararası çaptaydı. Kötü projelerde çıkabılirara- da sırada ama yerel miizikçilerde ıs- rar edilmeli ve kişiliklerini festivale yansıtmaları sağlanmalı. Amerikalı isimler bir yaz boyunca her yerde gö- züküyor ve çalıpgidiyor. Festivalin ki- şiliği ise yerel tatlardan doğuyor. .TürkJer yabancılan etkiliyor' - Pcki\i İstanbul Caz'uı kişiliğini oluşturacak noktalar neler sizce? .\URT1NELLI - Festıval bir kere dünyanın en güzel kentlerinden bırin- de düzenlenme gibı bir şansa sahip. Buradan RAIUNO radyoya canlı bağ- lanıp festıvali anlattım \e Istanbul'a geleceklere festivalin dışında bu ge- niş miizik potansiyelini de keşfetme- lerini önerdim. Çünkü burada birçok müztk dalıyla uğraşan, hayli yetenek- li genç müzısyenlervar. Stüdyolany- la, kulüpleriyle. plakçılanyla çok can- lı bir altyapı söz konusu. Bir de Türk- ler geniş bir yelpazede müzik dinle- yerek zenginleşiyorlar. Buraya ge- lenleri de etkiledikleri anlaşılıyor; Dave Bnıbeck'den Don Cherry'e ka- dar birçok cazcının müziğinde Türk ezgileriyle karşılaşmak olası. - Tüıidye'den kimleri dinliyorsu- nuz? MARTINELLI-Ayşe Tütüncü'nün grubuyla yaptığı albümlen. eski gru- bu Mozaik' in çalışmalanru, Oğuz Bü- yükberber in son albümünü götür- düm. Önder Focan. Tuna Ötenel, İl- ban Erşahin \ e Asiaminör'ü dinliyo- rum. Burhan Öçal'ın 'Groove Alla Turca'sını Italya'ya caz kursuna ge- len Amerikalı öğrencilerime muhak- kak dinleriyorum. 'Mekânlar iyi işlenip tanıtümab' - Festivalin dinlevicilerini nasıl de- ğerlendiriyorsunuz? MARTİNELLI - tstanbul'un her konser ıçin farklı bir seyircisi var; ör- neğın CRR'dekı ya da geçen yıllarda Lütfı Kırdar'dakı nostaljik, akustik, rafine konserlere gelenlerin klasik caz bilgileri yüksek. Bunlar muhak- ' kak hoş bir caz ortamı anyor ve kon- serin rengine dıkkat ediyor. Açıkha- va'daki seyirci ıse çok genç ve kula- ğı her tür müziğe açık. Deneyı de se- viyor; geçen gece \VayneShorter çok katı bir program sergiledi. seyirciyle bağlantı kurmadı. Buna rağmen Di- anne Reevesden şarkı dinlemeye ge- lip de arada çıkanlar dışında. seyirci bu zor müziği sonuna dek pür dikkat dinledi. Babylon'daki seyirci ise da- ha fazla elektroniğe. deneye yatkın, bilgili. - Mekânlarla ilgili tartışma da sü- rüyor. Festhalinyönetmeni Görgün Ta- ncr yazın kapalı mekânlann seyirci- v i pek çekmediğini saptadıklaruıı be- lirtti. Diğer festivallerde durum ne- dir? MARTLNELLI - Enstrümanların rengini, sesin sıcaklığını hissedebil- mek içın belirli tıpte müzikler kapa- lı mekânlarda yapılmah. îstanbul. Barcelona. Roma gibi Akdeniz kent- lerinde programı açıkhava mekânla- nyla salonlara bölmek çok uygun. Ayrıca tarihi kentlerde tarihi mekân- lar, kiliseler konserler aracılığıyla hal- ka da tanıtılıyor ve büyük \erim alı- nıyor. Önerim şu: Istanbul'daki me- kânlar daha iyi işlenip kentin karak- teri festıvale katılmalı. Örneğın Es- ma Sultan yalısındaki manzara muh- teşem; köprü. yalı, Ortaköv Camii, gökyüzü pınl pınl; ama sahne öyle bir yere konulmuş ki insanlar bu güzel- liğe sırtını dönüyor. Müzıkle ortam arasında bağlantı kopuk. Bir de öyle PöRTRE Francesco Martindli 55 yıldır yayımlanan. Avrupa'nın en eski caz dergilerinden italyan MusicaJazz'da (15 bin tirajlı) yazıyor. Aynca internette de caz adına yazılan yayımlanıyor. Siena Caz Araştırmalan Merkezi'nin arşiv başkanlığıru da yürütüyor. Pisa'da bir caz festıvali yönetiyor. Fransa, ABD ve Avusturya'daki caz dergilerine yazılar gönderiyor. tin Amerikalılar var; geçen yıl bir de Japon sanatçı davet ermişlerdı gruba. Işte tipik bir modern grup bu. Gele- cek de burada. - Gelecek yıl İstanbui'da kimleri dinkmeyi arzu edersiniz? MAKTINELU - Tam olarak caza girmese de Tom \Vaits'in gelmesıni isterim. Waits her şeyiyie gerçek bır şov sunacaktır. Bunca yıl çizgisinden sapmayan nadır ozanlardan biri o. Cazdan ise Brezilyalı Maria Betan- ha'lı istanbul'un atmosferinde din- lemek çok hoş olur. müzisyenler davet edilmeli ki festi- vale. ürettikleriyle mekân arasında doku uyuşması sağlasınlar ve lstan- bul'un özelliklerini ortaya çıkarsın- lar. Bir festivalin uluslararası alanda ilginç hale gelebilmesi, kişiliğini oluş- turabilmesi için bunlar çok önemli; yoksa çalınan müzik üç aşağı beş yu- kan her yerde aynı. Babylon 'da yük- sek volümde. sıcak, sigara dumanı arasında birinı dinlemenin Paris'teya da Roma'da dinlemeden farkı yok açıkçası. - Bir başka tartışma konusu da fes- tivalin içeriği. Cazdan çok uzak isim- lerin bir arava «etirilmesi cazseverle- rin tepkisüu çekiyon.. MARTİNELLİ- Herkes aynı sis- temi uyguluyor ama Nkk Cave ya da Sting gibi rock yıldızlannı koymu- yorlar programa. Başta blues olmak üzere büyük bir ticari güce sahip tür- lerden beslenmeyi tercih ediyorlar. Northsea'da örneğın blues'dan B. B. King'ı izleyebiliyorsunuz... Tutucu değilim; eğer bu isimleri Görgün Ta- ner'den başkası getiremıyorsa. iyi ki geliyorlar o zaman. Buna karşı deği- lim, ama program zenginleştirilerek diğerlerine de yer açılsın, çeşitlen- sin. Farklı müziklerin dinlenmesine de fırsat yaratılsın. Zaten kim yalnız caz dinliyor ki artık; diğer müzikleri de muhakkak izliyorsunuz. 0 halde • "Yerel caz sanatçılan için ısrar edilmeli ve kişiliklerini festivale yansıtmaları sağlanmalı. Fesrival sürekJi atılımda ve Türkiye önemli bir ülke müzikte." bunlar da olsa ne çıkar ki? - Dünva caz sahnesinde dikkat çek- meye başlav an, yapımcılan etkileyen yeni bir bölge var mı? MARTLNELLI - Artık cazda son söz hep New York'ta söyleniyor ve bü- tün dünyanın caz pazan burada şekil- leniyor. Yapımcılar buradaki minik lokallerde adam keşfediyor, ne olup bittigini izliyor. Bunun dışında dün- yada herhangi bir bölgenin önde ol- duğunu söylemek zor, çünkü cazcı- lar birbirine entegre olmaya başla- mış durumda. Herkesin birbirinin yaptığından haberi oluyor. Orneğin Audio Fact grubunu ele alalun; içinde Türkler, ABD'liler, La- 'Çok çeşM müzik dinliyorsunuz' - İstanbul Caz'ı Avrupa sahnesin- de nereye kovnyorsunuz? MARTİNELLİ - Ilk beşten sonra bir sıraya koyabiliriz Avrupa'da. An- cak sürekli atılımda ve buradaki or- tam çok sıcak; örneğın festıvali Istan- bul'da çalan cazcılardan öğrendim. övdüler organizasyonu. havayı. Tür- kiye gerçekten önemli bir ülke mü- zikte. Italya, Ispanya. Yunanıstan'dan ileride. Çok çeşitli müzik dinliyorsu- nuz. kulaklannız açık. Örneğin sizin kadar kendi ensrrümanlannı pop mü- zikte kullanan ülke az, herkes Ingi- liz. ABD tarzına öykünüyor. Burada, aşın ticari örnekler dışında. pop al- bümlerinde halk müziğinden ve kla- sik Türk sanat müziğinden birçok iz- lere, enstrümana rastlamak olası. Fes- tival bu kaynağı kullandığında gele- cekte Avrupa'daki yerini de güçlen- direcektir. - Festivalle ilgili neler yazacaksuuz bu.vıl? MARTİNELLİ - L\JE Sisters in Jazz konserinden çok şeyler bekli- yordum, hayal kınklığma uğradım. Zayıf bir konserdi. Dianne Reeves ve Wayne Shorter konserlerinden çok etkilendim. Bugge V\esseltoft projesi de ilginçti, ama ortam dinlemek için pek uygun değildi. Aynca Türk sanat- çılann varlığının yeterli oimadıgını ya- zacağım. Ekonomik sorunlar oldu- ğunu biliyorum ama mekân sayısını arttırarak Türk cazcılar konusunda ısrar edilmeli. Paul Taylor Dans Topluluğunun İstanbul'daki son temsili bu akşaıtı saat 21.15'te Enka Açıkhava Tiyatrosunda Sıra dışı bir sıradanlıkZEVNEPORAL Geçen yüzyılın sonunda, bu yüzyılın başında İsodora Duncan. bale papuçlan- nı bir yana fırlatıp. sahnede çıplak ayak- la dans etmeye başladığında, 19. yüz- yılın klasik balesine meydan okuyor ve ardından bir kapı aralıyordu. Aralanan kapıyı iki insan. George Balanchine ve Martha Graham 1920'lerden başlayarak ardına dek açacak ve sonu gelmeyen bir ırmağın akmasına. akması- na. akmasına neden olacaklar- dı. Yaratıcılıkla. düş gücüyle, birbirinden farklı buluşlarla, ke- şiflerle, araştırmalarla, sorgula- malarla yeniden yeniden yaratma- larla ha bire akan bir ırmak... Bu ırmak modern danstı. Modern dansın büyük ustası, iti- ci gücü. dinamosu Martha Graham arahk kapıyı ardına dek açarken, ge- liştirdiği teknikle. yapısal bir değişim gerçekleştiriyordu. Bedenin. hareketin. alanın. boşluğun yapısal olanaklannı zor- luyordu. Kendinden sonra bu alana sonsuz katkıda bulunacak sayısız öğrenci yetişririyor- du. Bu kökten beslenen öğrenciler ve öğrenci- lerin öğrencileri aracılığıyla modern dans çeşit- leniyor. dallarup budakJanıyor. doğurgan bir dön- güye dönüşüyor ve müthiş zenginleşiyordu. Bu öğrencilerden biri Paul Taylor'du. • Paul Taylor'un belli kalıplarla sınırlanmayan dansçılan, her renkte, her boyda, her kilodaydı. Özellikleri, 'sıradan, bizden biri gibi' görünmeleriydi. Ama bu 'sıradan insan"lann her birinin kendi kimliğini, kişiliğini, kendi beden dilini ve 'içindeki cevher'i sahnede geliştirmesine olanak tanıyordu. Sıradanlığın büyüsü Önceki akşam Enka Açtkhava Tiyatrosu'nda. kırk küsur yıldır dünyayı dolaşan ve sürekli ye- nilenen Paul Taylor Dans Topluluğu'nu izlerken işte bunlan düşünüyordum. Martha Graham ka- dar Merce Cunningham'dan da etkilenmiş. daha doğrusu ikısinin de etkilerinden sıynlmaya çalış- mıştı Paul Taylor. Önceleri "anti-dans" diye ad- Iandırılan. sonradan "pro-dans" (dans öncesi) di- ye nitelenen bir yöntem geliştirdi. Güncel hareketleri, en sıradan hareketleri ve ta- vırlan eserlerine yerleştiriyordu. Hareket kadar ta- vırlar da önemliydi. En sıradan tavır, sahnedeki bürünlük içinde anlamı yoğunlaştınyordu. Ama sokakta yürümekle, sahnede yürümenin farkını belirleyen koreografinin ağırlığını asla ön plana çıkarmayan koreografı ve dansçılann içindeki. ruh- lanndaki cevherdi... Dansçılannın seçimi de farklıydı. Kendi deyi- şiy le "Metroda,otobüsteher gün rasttadığunız in- sanlar..." Belli kalıplarla sınırlanmayan dansçı- lan. her renkte, her boyda, her kilodaydı. Özel- likleri, "sıradan, bizden biri gibi" görünmeleriy- di. Ama bu "sıradan insan"lann her birinin ken- di kimliğini. kişiliğini. kendi beden dilini ve "için- deki cevher"i sahnede geliştirmesine olanak ta- nıyordu. Paul Taylor, dansçının içindeki o cevhe- ri bir kezyakaladığında, gerçekleştirdiği koreog- rafiyle sahnenin sınırlannı, bedenin sınırlannı aşabiliyordu. Böylelikle modern dans "diline" yepyeni ifa- deler. o güne dek hiç olmayan devinimler kattı. Bu özetlemeye çalıştıklanmı Paul Taylor Top- luluğu'nun Istanbul'da sunduğu danslannda da gö- rebilirdiniz. Tangodan 'boogie'ye^ Özellikle Astor Piazzola'nın müziği eşliğinde- ki "Piazzola Caldera" ve Andrnv Sisters'ın şar- kılan eşliğindeki "Company-B" adlı eserler. iz- leyene neredeyse "koreografîsizmiş" duygusu ve- riyordu. Hani "Tangobilsem,boogie-boogieyada be-hop bilsetn,ben de yapanm" duygusu... Bu duy- gu. çok uzun ve sabırlı. milimetrik düzenlemeler ve yaratıcı çalışma sonucu ıstenerek elde edilmiş- ti. "Piazzola"da, devininılerdeki çelişkiler, çatış- malar (yumuşaklık-sertlik; çok geniş hareketler- minimal ktpırtılar; sonsuz dinamizm- durağan sessizlikler) bir yandan. o anda sahnede dans etmeyen dansçılann göz- lemci (yoksa "rön^enci"mi demeli) ta- vırlan, esere müthiş bir erotizm katıyordu. "Company-B"yi (burada "Com- pany-B" sözcüğü *topluhık" ola- rak değil. askeri bir sözcük "Man- ga-B" diye alabilirsiniz); Ikinci Dünya Savaşı dönemindeki Amerikahlara sava- şı unutturmayı, askerdeki yakınlannı bekJeyen- lere sabır. umut aşılamayı. askerlere moral ver- meyi misyon edinmiş şarkılar eşliğinde izlerken Paul Taylor'un bir başka özelliği de ortaya çıkı- yordu: Yaşamla ölümü. acıyia sevinci, vb. gün- cel yaşamın binbir halini. durumunu. belli bir iro- niyle seyirciye iletiyordu. Paul Taylor Dans Topluluğu'nu ilk temsilde iz- ledim. Boş yer çoktu. Ekonomik kriz mi deme- li? Tanıtım eksikliği mi? Bilmiyorum. (Tanıtım deyince, ilanlardaki *Broadway"den sözcüğü be- ni çok şaşırttı. Topluluğun posta adresi New York'un Broadvvay Caddesi'nde olabilir ama Pa- ul Taylor Dans Topluluğu'nun şov dünyası ya da Broadvvay Tiyarro dünyasıyla hiç mi hiç alakası yok!) Birhafta önce Spoleto Festivali'nde beş bin ki- şilik Antik Roma Tiyatrosu'nda. topluluk üç baş- ka eser sundu. Altı temsilin birinde bile boş yer yoktu... İstanbul'daki son temsil bu akşam. OKUMA LAMBAS] ENİS BATUR Araya Girmek CNN Türk'te Şahin Alpay'ın konuğu Reşrt Can b«yli'ydi geçenlerde bir gece, onları izledim, yüz yıl dönümünde bilımin durumu üzerinde söyleşti ler; ardından, Can Kozanoğlu ile Ihsan Bilgin'iı şehirfer ve şehircılik açısından yüzyıl dönümünü de ğerlendirdikleri konuşmayı da kaçırmadım. Çeşit li yerii ve yabancı kanallardan, haftada birkaç kez bu tür söyleşileri izlıyorum. Yerli ve yabancı gaze- telerden, haftada birkaç kez, can alıcı söyleşiler de okuyorum. Yıl içinde, demek kı, ortalama bir söy- leşi okuyor ya da dinliyorum her gün. Her yıl, ber de altı yedı kez konuk oluyorum o köşelerde, ba- zı yıllarda artıyor da o ortalama. Ne yapılıyor, ne ya- pıyorum böylesi bir durumda? Avrupalı, "interven- f/on"kelimesinı kullanıyorepeydir. Sözlükler "mü- dahale, konuşma, el karıştırma, araya girme, rol oynama" karşılıklannı öneriyorlar.. yapılan, sanı- yorum, iyi-kötü bu. Bir boyut daha eklemek isterim; Günün üst dü- zey ortalama yargısı'nt oluşturuyor, böylece "ay- dın"\ar. Bir kalıp, bir basmakalıp sonuçta. Kitlele- rin ortalama kanısı da bu yoldan biçimlendiriliyor. Farksa, fark şu: Aydınlara göre kitle daha ağır bir tempoyla gözden geçıriyor, değiştiriyor basmaka- lıp yargılannı. Müdahale eden, kanşan, araya giren ya da bu yargının yerleşmesınde, etkili olmasında rol oyna- yan insanlar ikiye ayrılıyorlar bence. Bır, özgün dü- şüncesi olmayan, her şeyi değilse bile çok şeyi, kı- sacası dünya düşünce gündemini sıkı takibe alan, ortalama yargıyı avucunun içinde tutarak onuyan- sıtanlar var, bir de, yerleşik yargıyı her an sarsabi- lecek, kişisel prizmasından beklenenden çok bek- lenmeyenı süzüp çomak sokan, kısa devre yara- tan, alabora etmese de sallayan kişiler var. Yan ya- na, ıç içe ılerliyor ikı tarafın araya girişleri. Birileri ilk adımı oturturken, öbürüleri sonrakı adımı hazır- lıyorlar. Ikıli söyleşilerde üçlü bir düzen oluşuyor, gördüğüm kadanyla: Bir yansıtan ile bir sallayan söyleşiyor bazen, iki yansıtan birlikte söyleşiyor- lar kimi zaman, iki sallayan bır araya daha az ge- liyor (Grass ile Bourdieu nun önce Arte'de, son- ra Le Monde'da ve internette yayımlanan söyleşi- leri sözgelimi). Tablo, bu mantığın uygulanışına ko- şut biçimde yerinden oynuyor. Şüphesiz, yerel sınırlan olan araya gırmelerie, evrensel açılımları bulunan araya girmelerin etkı- lerini farklı ölçütlerle ele almak zorunluluğu doğu- yor bu kavşakta. Globalleşmeden sık söz edilir ol- du ya, düşünce zemininde de, yaratı zemıninde de koşullar bu olguyu doğrulamanın henüz çok uza- ğında: Grass-Bourdieu söyleşısini, anı anına, yer- kürenin dört bir yanında tüketıyor ilgili çevrelerin ilgili insanlan.. ışte biz de, bir iki ay arayla Cogi- fo'daçevirisiniyayımladık(bırgünlükgazetede, bir haftalık dergide de pekâlâ yayımlanabilirdı). Karşı yönde böyle bir akış yok buna karşılık. Araya gir- melerinin önem katsayısı ne olursa olsun, iki Türk aydınının müdahalesi yerel boyutun ötesinde bir alımlanma alanı yaratmaya hak kazanamıyor.. ev- rensel çapta canahcı özellikler taşısa da. Yarım yüzyıl öncesıyle kıyaslarsak, bır genişle- me söz konusu gene de, 1945'i izleyen yıllarda, Sart- re ya da Camus çıkış yaptıklarında, periferik coğ- rafyada sözleri Tanrı kelamı gibi algılanırdı handiy- se. "Hiza"n\n oldukça uzağındaydık o dönemde. Dahası, Sartre'ın, Camus'nün müdahalelerinden ya haberdar bile olmuyorduk, ya da beş-on yıllık kay- malarla eline ulaşıyordu ilgili bir avuç insanın, o ara- ya girmeler. lletişim ağının güçlenrnesi, bir yönde geçişi hız- landırdı herşeyden önce. Şaşkınlıkla. ezilerek, kav- rama güçlüğü çekerek yüzyüze gelmiyoruz gerçek- leşen müdahalelerle. Grass- Bourdieu ikılisini din- lerken, "Meydanı boş bulunca, Heidegger ve Der- rida'ya veryansın ediveriyoriar, bu söyledikleriniDer- rida'yla karşı karşıyayken ifade etmeleri daha tu- tarlı bir tavır olurdu" demekle yetinmiyor, ekliye- biliyoruz da. "Grass-Bourdieu söyleşisının obscu- rantisme 7 işleyen bölümleri üzücü ölçüde koftu." Bu aşama önemli tabiı. Bir sonraki aşamaya da buradan gidılebılir, gıdilebılecekse, istanbul'dan, Del- hi'den, Nairobi'den, Ottavva'dan, Lima'dan, Sydney'den çıkan sesler, benzeri noktalarda ger- çekleşen müdahaleler eşit koşullarda dolaşıma çı- kabilecekler mi? Kendi payıma, bu durumun ger- çekleşmemesi için neden görmüyorum ben. So- run, kendımizi nereye koyduğumuza, nasıl konuş- landırdığımıza bağlı sıkı sıkıya. Türk aydını, yaza- n, sanatçısı yurtdışına, dünyaya açılmaya çok he- vesli özünde. Gelgelelim, kapısı çalınsın diye bek- lemeyı yeğliyor, adım atabilecegi durumlarcla pısı- yor genellikle. Kendi çöplüğünün horozu olmak.. kısır bir hedef. Daraltılmış bir dünya tasavvuru, so- nunda horoz dövüşlerine çarpa çarpa anlamsızla- şan araya girme biçimleri yaratıyor. Bilmiyorum o çabalardan araya girme diye söz edilebilir mi? Eşit koşullarda dolaşıma çıkılabilir derken, bu aşamanın kendiliğinden, kendi kendine gerçekle- şeceği kanısına dayanmıyorum. Olabilecekse, şı- pınışi olacak da değil bu: Her şey yolunda gider- se, XXII. yüzyıla öyle girilebilır belki de. Çahşmak, yumurtanın kabuğunu kırmak. daha iyi dil öğren- mek gerekecek merkez dışındakiler için. Merkez- dekılerinse, genlerinde yer etmiş üstünlük kurun- tusundan kurtulmayı öğrenmeleri zaman ve çaba gerektirecek. Avrupalılara bakıyorum da, hâlâ Avrupa'nın ne olduğunu çoğunun bilmediğini görüyorum. Sanı- yorum Erasmus'tan Derrida'ya epey çalışmalan gerek daha. Amerikalılara gelınce: Onlann önce dün- ya harıtasını tanımalarında yarar var. Ege ve Akdeniz'de konserler • İSTANBUL (\A) - Ege v e Akdeniz, temmuz sonu, ağustos ve eylül ayı başında Rus Ordu Korosu. Tarkan konserleri ve Sultan s of The Dance gösterisiyle şenlenecek. Rus Ordu Korosu, Radyo D'nin sponsorluğunda rurneye çıkacak. Turneye dün Mersin'de başlayan topluluk 24 Temmuz'da Antalya. 25 Temmuz"da Aspendos. 26 Temmuz'da Marmaris. 27 Temmuz'da Çeşme ve 30 Temmuz'da Bursa olacak. Sultans of The Dance grubu da, Efes Antik Açıkhava Tiyatrosu'nda 18-26 Ağustos'ta. Antalya Aspendos Antik Açıkhava Tiyatrosu'nda ise 30 Ağustos-9 Eylül tarihleri arasında gösteri sunacak. Tarkan da 16 Ağustos"ta Çeşme Açıkhava Tiyatrosu. 18 Ağustos'ta Bodrum Gümbet. 20 Ağustos'ta Marmaris Amfitiyatro, 22 Ağustos'ta da Aspendos Antik Açıkhava Tiyatrosu'nda konserler verecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle