Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SfcYFA CUMHURİYET 27 HAZİRAN 2001 ÇARŞAMBA
8 INCELEME
Osmanlı düşüncesi, çağını kavrayacakyeni kavram ve ideolojiler üretememiştir
Dil, laisizmveîslamiyet
DEMtRTAŞCEYHUN
Son yıllarda, neredeyse ürettikleri
bütün mallara özellikle Ingilizce ad-
larbulan,çokiyi Ingilizcebilmeyen-
leri yanlannda artık şoior olarak bi-
le çahştırmayan, gazetelerimize tngi-
lizce ilanlar vererek işçı aramayı şan
sayan, Ingilizce bilenlerinin Türkçe
konuşmalannı Ingilizce sözcüklerle
süslemeye bayıldığı. Ingilizce bilme-
yenlerinin de kameralann karşısında
kafasını gözünü yararak Ingilizce lii-
gatparalamaktan sanki cinsel birtat
aldığı işadamlanmızın, gerçekten
Türkçcmiz ile ne gibi sorunlan ola-
bilirki Allahaşkına?
Tıpkı 12 Eylül'de darbe yapan ge-
nerallerin ilk iş olarak Türk Dil Ku-
rumu'na el atıp, dilin gelişmesini si-
lah zoruyla durdurmaya çalışmalan
gibi, ne ilginçtir ki şimdi de işadam-
lanmızın en büyük örgütü TÜSİAD,
Avrupalılann ıstediğı ölçüde demok-
ratikleşebilmemizin önündeki on te-
mel engelden biri olarak Türkçeyi
göstermiş ve "anadil" kavramının
anayasadan çıkarılarak Türkçenin
yeniden "resmidü"' düzeyine indiril-
mesini önermiş, artık her ne hikmet-
le ise...
Anadil. resmi dîl
Gerçekten, "anadiT, "resmi dil"
kavramlan nedir acaba? Devlet ile
dil arasında ne tür bir ilişki vardır?
Örneğin, kimi toplumlarda hâlâ
"kançüarya diH" olarak da adlandı-
nlan bu tarihi "resmi dil" ka\Tamı,
birçok yeni toplumsal işlev üstlen-
miş günümüzdeki "sosyal devlet" an-
layışının gereksinimlerine de yanıt
vermek için yeterli midir? "Anadil"
kavramı, devletler için de kullanıla-
maz mı gerçekten
9
Osmanhlar ve dil
Bilindiği gibi, tarihimizde ilk Ka-
ramanoğlu Mehmed Bey, 1277 yılın-
da, Selçuklu sultanlannın saraylann-
da Tûrkçe konuşulmasını yasakla-
masına bozulup, beyliğinde de "di-
vanda, dergâhta, bargâhta ve mey-
danda" Türkçeden başka dil konu-
şulmasını yasaklamıştır. Türkçenin,
ilk kez bir devletin resmi diTi olma-
sı ise tam 600 yıl sonra gerçekleşe-
bilmiştir ancak. Abdülhamid. Bırin-
ci Meşrutiyet'te, 1876 yılında, kuru-
lacak meclisin toplantılannı hangi
dilde yapacağı sorunu yüzünden, ha-
zırlanan Kanun-i EsasTnin 18. mad-
desini de onaylayarak "Türkçenin,
Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi
dili olduğunu" çaresiz, kabul etmek
zorunda kalmıştır. Nitekim, 1878'de
Meclis'i süresız kapattıktan sonra da
saraydaki has adamlanndan Aüf Hü-
seyin Efendi'ye "Arapça güzel Bsan-
dır, keske onu resmi dil yapsaydım"
demiştir.
Gene bilindiği gibi. Kayı aşireti-
nin anadili olan Oğuzca (Oğuz Türk-
çesi), tarihçilerin belirlemelerine gö-
re Beyfik'in de dili olarak kullanıl-
mıştır, ta bir imparatorluk haline dö-
nüşülünceye dek. Ne var ki Oğuzca,
bir göçebe aşiret dilidir, konuşma di-
lidir sadece. Öte yandan ise Selçuk-
lulardan de\Taldıklan medrese ve ka-
düık kurumları aracılığıyla "Arap-
ça" da yargı ve eğitim dili olarak işle-
vini zaten sürdûrmektedir Beylik'te.
Galiba bu nedenle de Oğuzcanın ya-
pısını filan düşünmekten çok, "haa-
ra konmayı" yeğleyen bir göçebe iç-
güdüsüyle, önünü ardını fazla kurca-
lamaya da gerek görmeden, bu duru-
mu benimseyivermişlerdir kolayca.
Ancak, çok ilginçtir ki bir impara-
torluk haline dönüşürken, gerçi yar-
gı ve eğitim dilinin daha soora da ge-
ne Arapça olarak sürdürülmesine göz
yummuşlardır atna. Oğuzcanın yeri-
ne Arapçanın devletin resmi dili ha-
line getirilmesine de kesinlikle izin
vermemişler ve bugün "Osmanh" di-
ye adlandınlan bir yeni "yapay dil"
uydurmuşlardır, bilindiği gibi. Ta
1876 yılına kadar, tam dört buçuk
yüzyıl boyunca da bu yapay dili, dev-
oluşturan "Osmanh ideolojisi"nin
adı olarak değerlendirilse gerektir
doğrusu.
Yeni kavram üretllemedl
Ama, bizce gene çok ilginçtir, Os-
manlı devletini kısa sürede yeryüzü-
nün en büyük imparatorluklanndan
biri haline getiren bu yapay dil, ne
yazık ki sentetik yapısı yüzünden ay-
nı süreçte bu oluşuma koşut bir ge-
lişme gösteremediğinden, Osmanlı
düşüncesi de çağını kavrayacak yeni
kavram ve ideolojiler üretememiş,
dolayısıyla ne Rönesans'ın farkına
varabilmiştir ne de Aydınlanma Ça-
ğı'nın...
Bilindiği gibi, Osmanlı aydmlan
bu gerçeğin bilincine de ancak Tan-
zimat'tan sonra varmışlar ve
1850'lerde Türkçeyi keşfetmişlerdir
yeniden.
ca ile Türkçe, gerçekte, gerek sözdi-
zimi (sentaks) yapısı gerekse dilbil-
gisi kurallan açısından çok farklı iki
dildir, bilindiği gibi. Çünkü Osman-
hlar, Türkçenin (veya Oğuzcanın)
henüz yazılı bir dilbilgisibulunmadı-
ğı için, çaresiz Arapçadan ve Farsça-
dan sözcük ve abece ile birlikte dil-
bilgisi kurallannı da almışlardır. Os-
telik, bu kurallan yalnız Türkçe söz-
cüklere uygulamakla da kalmamış-
lar. Örneğin Farsça kurallarla Arap-
ça sözcüklerden, Arapça kurallarla
da Farsça sözcüklerden yeni sözcük-
ler üretmekte de sakınca görmemiş-
lerdir. Ama bütün bunlara karşın, Os-
manlıcanın temelini Arapçanuı oluş-
turduğu da galiba kuşkusuzdur.
Ancak, Osmanlıcanın temelini
oluşturan Arapça. yani Osmanlılann
cami, mescit, medrese, vakıf, kadınk
vb. gibi Islami kurumlarla birlikte
Selçuklulardan devraldıklan Arap-
12
12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren.
Eylül 1980 tarihinde darbe
yapan generallerin ilk iş olarak Türk Dil
Kurumu'na el atıp dilin gelişmesini silah
zoruyla durdurmaya çalışmalan gibi, ne
ilginçtir ki şimdi de işadamlanmızın en
büyük örgütü TÜSİAD, Avrupalılann
istediği ölçüde demokratikleşebilmemizin
önündeki on temel engelden biri olarak
Türkçeyi göstermiş ve "anadil"
kavramının anayasadan çıkanlarak
Türkçenin yeniden "resmi dil" düzeyine
indirilmesini önermiş, artık her ne
hikmetle ise...
letin "resmi dfli" olarak kullanmışlar-
dır. Arap abecesini benimseyip gö-
rüşmelerini, oturum tutanaklarını,
yönetim kararlannı, örfi yasalan, pa-
dişah fermanlannı, hattı hümayunla-
n bu dille yazıya geçirmişler, yazış-
malan, duyurulan, antlaşmalan hep
bu dille yapmışlardır. Ancak. sultan-
lann bile. örneğin çocuklannı bu dil-
le sevdiklerini, cariyeleriyle bu dille
seviştiklerini söyleyebilmek ise kuş-
kusuz olanaksızdır.
Kitabet dili
Kısacası, kendilerinin de "kitabet
diB" şeklinde niteledikleri bu yapay
dil. kesinlikle bir "konuşma dîB" de-
ğil, salt bir "resmi dfl"dir, tam anla-
mıyla. Bu yüzden de Osmanlı tmpa-
ratorluğu'nun oluşma aşamasmda
gereksindiği ideolojilerin bu yapay
dille yaratılmasında da bir sorunla
karşılaşılmamıştır, gene gördüğü-
müz kadanyla. Örneğin, bu yapay
dille yaratılmış "DKanEdebiyatT da
bizce salt "İngUizEdebiyan", "Fran-
sızEdebiyan" gibi Osmanh toplumu-
nun bir dönemdeki edebiyatı olarak
değıl, Osmanlı devletinin bir impara-
torluk haline dönüşmesıni sağlamış
kültür ve uygarlığın belkemiğini
Kuşkusuz, ne Osmanlı aydını
Türkçeyi hemencecik benimseyiver-
miştir ne de Türkçe bir buyrukla res-
mi dil olur olmaz Osmanlı düşünce-
sinde köklü değişiklikler yaratmış-
tır, doğal olarak.
Osmanlıca ve islamiyet
Örneğin, Türkçenin Osmanlı dü-
şüncesinde köklü bir değişime neden
olması şöyle dursun, 18 Mart 1877
günü ilk toplantısını yapan Meclis'te,
ülkenin dört bir köşesinden gelmiş
ve güya Türkçe konuşan mebus'lann
birbirleriyle iletişim kurmalannı bi-
le sağlayamamıştır, Yahya Kemal'in
deyimiyle "konuşa konuşa bugüne
getirdiğimiz" bu dil. Öte yandan, dört
buçuk yüzyıldır bu yapay dilin man-
tığıyla dünyayı kavramaya çahşmış
Osmanlı aydınının, sihirli bir sopay-
la dokunulmuşçasına bir anda Türk-
çe düşünmeye başlamasını beklemek
de elbette söz konusu dahi olmasa
gerektir.
Aynca, hemen şunu da belirtelim
ki içerdiği Türkçe sözcük sayısının
çokluğu bakımından her ne kadar
sanki Türkçenin bir başka türü, Türk-
çeden üretilmiş bir yeni lehçe (diya-
lekt) imiş gibi gözükse de Osmanh-
ça, gerçekten ne tür bir Arapçadır
acaba? Çünkü, gördüğümüz kadany-
la, îslamiyetle Arapça da büyük bir
değişime uğramıştır.
Kelimeler
Örneğin. "birdüşüncenin,birkişi-
nin. bir simgenin aşın biçimde taraf-
tan olan ldşi" veya ~taraftan ohnak"
anlamına gelen. bugün bizim "bağ-
naz" dediğimiz. Batı dillerindeki
"fanatik" ve "fanatizm* kavramlan-
nın Arapça karşılığı "taassub" ve
"mutaassıb" sözcükleri Müslüman-
lıkla birlikte hızla değişerek "Ku-
ran'ın ve hadislerin kendi inancı dı-
şuıdaki bir başkainançve görüşleyo-
rumlanmasuu hoşgörü ile karşılama-
mak" ve "karşılamayan kişî'" anlamı-
nı yüklenip tslamileşmiştir ve bu an-
lamı bugün Türkçede "yobaz" söz-
cüğü ile karşılanmaktadır, bilindiği
gibi.
Gene "eskiye özlem duyma, esld
düzene dönülmesini isteme" anlamı-
na gelen Batı dillerindeki "reaksi-
yon" ve "reaksiyoner" kavramlan-
nın Arapça karşılığı olan "irtica" ve
"mürteci" sözcükleri de Islamileşe-
rek "Müslümanuğm ilk günlerine
dönme, Hz. Muhammed dönemine
dönülmesini isteme" anlamlarını
yüklenmiştir ve ilginçtir, bugün
Türkçede, kavramın din dışı anlamı
için "gerici"; dinsel anlamı, yani
"Hz. Muhammed dönemine dönül-
mesini isteme" karşılığı olarak da hâ-
lâ "irtica" ve "mürteci" sözcükleri
kullanılmaktadır.
Kısacası, Islami kurumlarla birlik-
te Selçuklulardan de\Tahnmış ve Os-
manlıcanın belkemiğini oluşturan
Arapça, en azından sözcüklerin an-
lam yükleri açısından kesinlikle Isla-
mileşmiş bir Arapçadır, görüldüğü
gibi. Dotayısıyla, Osmanlı düşünce
sistemini de budil biçimlendirmiştir.
Ve bizce hiç kuşku yok ki. XIX. yüz-
yıla böyle Islamileştirilmiş Arapça
ağırlıklı bir yapay dil ile girildiği, da-
ha doğru bir deyimle, anadil'siz giril-
diği için de Osmanlı düşüncesi çağı-
nı yakalamakta düşkülü kalmış ve
imparatorluk, çaresiz, hızla sona er-
miştir.
Cerçekten. 'laisizm' nedir?
Bilindiği gibi, hâlâ bir Türkçe kar-
şılık bulamadığımız "meşruiyet"
kavramı da, tıpkı "doğru yol" demek
olan "şeriat" sözcüğü gibi, "geniş
cadde, anayol" anlamındaki Arapça
"şer" kökünden türetilmiştir ve aslın-
da "doğru yolda ohnak". yani "töre
vegeleneklereuygun ohnak" anlamı-
na gelmektedir. Ama ne var ki bu
kavram da, gene tıpkı "şeriat" sözcü-
ğünün "Tann buynığu", "tslami ku-
rallar" anlamına gelecek şekilde Is-
lamileştirilmesi gibi, "Kuran ve ha-
dislere uygun ohnak", yani "şeriata
uygun ohnak" anlamında Islamileş-
tirilmiştir aynı süreçte.
Meşrulyet kavramı
Oysa. "meşruiyet" ka\Tamı, insan-
lığın "devlet kurma" aşamasına u-
laşmasıyla birlikte siyasal bilincinde
oluşmaya başlasa gerektir, galiba hiç
kuşku yok ki. Yani kesinlikle tektan-
nlı dinlere özgü değil, siyasal güçle-
rin devlet kurabilmek için çoktannlı
dönemlerde de "meşruiyete" gerek-
sinimleri vardır çünkü. Nitekim, da-
ha ilk devletlerden itibaren siyasal
erki ele geçiren güçler. bu amaçla
kendilerini göksel güçlerle özdeşleş-
tirmek zorunluluğunu duymuşlar ve
bilindiği gibi ya bu tannlardan biri ya
da onun gölgesi veya vekili oldukla-
nnı savlamışlardırbu yüzden. Islami-
yetin bir devlet olarak kurulması da.
bütün Arapça kavramlann Islamileş-
tirilmesini bu nedenle zorunlu kıİ-
mıştır doğallıkla. "Meşnıij'etini" bir
göksel güçten veya Tann'dan alma-
yan, "egemenliğin kavıtsız şartsız
haUrta olduğu" ilk "laik" devlet de,
bilindiği gibi tarihte ilk kez Fransız
Devrimi'nden sonra, 22 Eylül
1792'de kurulmuştur. Dolayısıyla
"mesnnyeti Tann'dan kazanan" dev-
lete "teokratik", egemenliğin kavıt-
sız şartsız halkta olduğu, "meşruiye-
tini halktan alan" devlete de "laik
devlet" denilmektedir.
Ama bu gerçeği kavrayabilmek
için, önce Türkçe düşünmeyi sağla-
mak gerek, galiba... Ne acı...
AVRUPA'DAN
GURAY OZ
Dönmek
Hep dönme düşleri kurardık eskiden. Memleke-
te, güneşe. sıcağa, dostlara... Artık dönemiyoruz.
Fazla bir anlamı da kalmadı zaten. Mesafeler kısal-
dı. Üç saat sonra Türkiye'deyiz; canımız isterse, pa-
ramız yeterse, bir çağıran varsa, bir hasret büyü-
müşse; bir turist gibi "dönüyoruz" memlekete.
Dönmek denilince başka işler, başka vurgular,
başka tatlar geliyor benim aklıma. Yaşadığımız çağ
o başka tatları, başka türden dönmeleri zorlaştır-
dı. Sözünden dönmeyi çok olağanlaştıran çağımız,
kendine dönmeyi nasıl da güçleştirdi.
Oysa sık sık kendine dönmeli insan.
• • •
İnsan kendine dönmeli. "Ben kimim, neyim, ne
yapıyorum; bunca yıldır yaptıklarımla mutlu
muyum; yoksa derin bir pişmanlık içinde mi-
yim?" diye düşünmelı ve korkmadan dönmeli ken-
dine. Pişmanlık hanesi çok dolmuşsa derin bir hü-
zün, yürek çarpıntısını arttıran bir huzursuzluk du-
yar insan. Ama belkı de gururla dönebilir kendi
geçmişine ve "Yeniden yaşasam aynı günleri,
aynı işleri yapardım, daha iyi yapardım" diyebi-
lırsiniz. O yüzden, sınamak için kendini, kendine
dönmeli insan sık sık.
• • •
Parıltıların içinde başı dönmüş, postmodern an-
layışa neredeyse tümüyle teslim olmuş insan, bel-
kemiğini bulmak, yitirdiğinı yeniden keşfetmek için
kendine dönmeli. Değişimi anlamanın değişime
teslim olmak değil, değişime hükmetmek olduğu-
nu anlamadan kendine dönemeyeceğini bilerek
dönmeli kendine.
• • •
Üretime dönmeli insan. Sanal dünyalarda üreti-
min ortadan kalktığı yanılgısından kurtulmak için;
dokunduğu her şeyin, ağzına giren her lokmanın,
yararlandığı her hizmetin bir emek ürünü olduğu-
nu yeniden hatırlamalı; yaka renkleriyle teoriler uy-
durmadan, değişen yaşam koşullanyla birlikte ar-
tan karanlığa teslim olmamak için, üretimsiz tüke-
timin olmayacağını yeniden keşfetmek için üreti-
me dönmeli insan.
•••
İçinde yaşadığımız, hırçın birkavgayatutuştuğu-
muz, çoğunlukla varlığını dikkate bile almadığımız
doğaya dönmeli insan. Çöpümüz, dumanımız, ya-
kıtımız, topumuz, tüfeğimiz, füzelerimiz, uranlı mer-
milerimizle canına okuduğumuz doğaya, hiç değil-
se arada bir dönmekte büyük yarar vardır. Cinayet
yerine dönmekten kendini alamayan bir katil gibi
de olsa dönmeli insan doğaya.
• • •
Unuttuğu şiire ve şarkıya dönmeli insan. Yüre-
ğindeki sıkıntıyı paylaşmanın, sevinci başkalarına
aktarmanın başka yolu olmadığı için, süzülmüşdü-
şünceleri ıfade etmenin, insana ait olan her şeyi an-
lamanın yoluna dönmeli. Düşünsel yoksulluğu red-
detmenin başka yolu yoktur çünkü.
• • •
İnsan kendine dönmeli; paraya, borsaya, tahvi-
ledeğil. Yaşamak için para önemlidir. Parayı birik-
tirenler ve başkalarından esirgeyenler kendılerine
dönemezler. Yaşamak için para bulmakta zorla-
nanlar daha kolay dönebilirler belki. Başka bir yok-
sulluğun içine düşmemişlerse eğer. Bir meta ola-
rak paranın piyasasını küçümseyemeyiz, ama yi-
ne de insana yabancı kalmalı para. Yaşamın aracı
olmaktan çıkıp amacı haline gelmemeli. Insanı in-
sanlığından çıkaran başka bir icat biliyor musu-
nuz? Insanın özü şiir ve şarkı değil de para olursa
insan kendine dönemez.
• • •
Kavgaya dönmeli insan. Haksızlıklarla kavgaet-
mekten vazgeçen kendine dönemez. Ayakların
uyuşmuş, kollarında derman kalmamış, yüreğinde-
ki ateş küllenmiş bile olsa, harekete geçmek için
kül ıçindeki o kor yeter. Kül içindeki kora dönmeli
öyleyse insan.
lyidir dönmek, insan kendine dönüyorsa. Unut-
mamalı yine de; parlak giysilerin içinde, yaldızlan-
mış eski düşünceleri ceplere tıkıştırarak da dönü-
lebiliyor. Dönülebiliyor. ama kendine değil.
İnsan doğaya, doğanın bir parçası olarak kendi-
ne, geçmışteki ve gelecekteki anlamına, kavgaya,
boyun eğmemeye, isyana dönmeli, dönebiliyorsa.
Sakık'ın idam tezkeresi TBMM'de
• ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Terör
örgütü PKK'nin yöneticilerinden Şemdin
Sakık'ın ölüm cezasının yerine getirilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi, TBMM
Başkanlığı'na sunuldu. Sakık hakkında
Dıyarbakır DGM, TCY'nin 36 ve 125.
maddeleri uyannca: devletin hâkimiyeti altında
bulunan topraklann bir kısmını devlet
idaresinden ayırmaya yönelik eylemler yapmak
suçundan ölüm cezası vermişti. Sakık'ın dosyası
ile birlikte TBMM'de idama mahkûm edilmiş 85
kişiye ait 58 dosya bekliyor. Sakık, TSK'nin
Kuzey Irak'ta gerçekleştirdiği operasyon
sonucunda yakalanarak Türkiye'ye getirilmişti.
Yapı denetimi TBMM'de
• ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) -
Depremlerde can ve mal kaybının en aza
indirilmesi amacıyla yapılann denetlenmesine
ilişkin yasa tasansı, dün TBMM'ye sunuldu.
"Yapı denetim kuruluşlan" kurulmasını öngören
tasan, bu kuruluşlann yapılarda hasar oluşması
durumunda kusurlan oranuıda sorumlu
olmalannı hükme bağlıyor. Tasanda, kamunun
yapacağı yapılar ise kapsam dışında tutuluyor.
TBMM'ye dün sunulan Yapı Denetimi Yasa
Tasansf nın bu hafta sonuna kadar TBMM Genel
Kunılu'ndan çıkanlması planlanıyor.
Milletvekileri devamsızlıktan kaldı
• tstanbul Haber Servisi - ISTMlKOM, Istanbul
milletvekilleri arasmda en çok devamsızlık
yapan politikacının ANAP'lı Güneş Taner, en
devamlı milletvekillerinin ise DSP'li Yücel
Erdener ve Süleyman Yağız olduğunu açıkladı.
tSTMlKOM'un verimlilik ölçütlerine göre, en
verimli milletvekilleri arasında Ali Oğuz, Savaş
Yazıcı, Nami Çağan, Sühan Özkan, Cavit Kavak
ve Süleyman Yağız gösterildi. Devamsızlık
yapanlar arasında Ali Oğuz, Aydın Menderes,
Irfan Gündüz ve Süleyman Arif Emre, Güneş
Taner'ı izlediler.