Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 24 HAZİRAN 2001 PAZAR
14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr
Yunan Ulusal Balesi'nin yorumu, seyircinin düş gücüne, imgelemine fırsat veriyordu
Aspendos 'Zorba' ile coştu...ZEYNEPORAL
Her yaz haziran ayında beni As-
pendos yollanna düşüren, orada en
azından birtemsil izlemeye zorlayan.
olmazsa olmaz dedirten. olmazsa
yaşamımdan bir şeyler eksilecek-
miş duygusunu veren dürtü nedir
diye düşünüyorum.
Iki bin yıllık birikim mi? Roma tm-
paratoru Marcus Aureliusun em-
riyle, mimar Zeno'nun dehasıyla
gerçekleşen o görkemli tıyatronun.
Antik Roma taşlannın festival gün-
lerinde soluk alıp vermesi mı? Bu bi-
rikimden, dünyanın ortak kültür mi-
rasından pay alıyorum duygusu mu?
Işte bakın bu birikimi, bu mirası, iki
bin yıl sorvra biz de değerlendiriyo-
ruz, yaşatıyoruz gururlanması mı?
Yoksa, geçmişin birikimiyle bugü-
nün yaratıcılığının harmanlandıgı
bir arenada, nitelikten ödün verme-
meye çalışarak, çağdaş. e\Tensel kül-
türün bir parçası olma çabasma ta-
nıklık etmek isteği mi?
Farklı milletlerden, farklı birikim-
lerden, farklı mesleklerden, farklı
sınıflardan, farklı diller konuşan bin-
lerce izleyiciyle omuz omuza oturup
onlarla birlikte soluğumu tutup sah-
nenin, müziğin, sanatçılannın, gece-
nin, yıldızların. ışığın, karanlığın
büyüsüne kapılmak mı?
Belki de, bundan sekiz yıl önce bu
festivalin tohumlannın nasıl atıldı-
ğını, biravuç insanın olanaksızı olur
kılan çabalannı, özverili çalışmala-
nnı yakından izlediğimden. nasıl ge-
liştiğini, gelişeceğini görmeden ede-
miyorum. Belki de tüm bu saydık-
lanm nedeniyle Aspendos Festıva-
li'nin tiryakısi oldum.
GiritB Zorba
Bu yıl, Aspendos 8. Uluslararası
Opera ve Bale Festivali'nde. ağzına
dek dolu antik tiyatroda, Yunanıstan
Ulusal Bale Koro ve Orkestrası "ndan
"Zorba"yı izledim.
Kazancalds'in ölümsüz eseri üze-
rine bestelenmiş, Mikis Theodora-
kis'in görkemli müziği, sahnede
kırk kadar dansçı, oditoryumun sah-
neye en yakın bölümüne yerleşmiş
altrruş kişilik koro, Lucas Karytinos
yönetimindeki orkestra... Tümü,
alıp bizi Girit Adası'na götürdü.
Renkleriyle, vurgulamalanyla. ara
tonlanyla, içe kapanıklığı ve dışa-
vurumculuğuyla tepeden tırnağa
ızancakis'in
ölümsüz eseri
üzerine bestelenmiş
Theodorakis'in
görkemli müziği,
sahnede kırk kadar
sanatçı, altmış kişilik
koro ve Karytinos
yönetimindeki
orkestra...
Tümü alıp bizi Girit
adasına götürdü.
Renkleriyle,
vurgulamalanyla,
ara tonlanyla, içe
kapanıklığı ve dışa
vurumculuğuyla
tepeden tırnağa
Giritli bir
'Zorba'ydı bu.
Giritli bir >4
Zorbar
'ydı bu. (Girit'in
belki de Yunan adaları içinde en or-
yantali olduğunu unutmamak ge-
rek.) Sahiciydi, inandıncıydı, öz-
gündü.
Koreografıyi gerçekleştiren ve yö-
neten Lorca Massine'nin bence en
büyük başarısı romana öykünme-
mesi, "Zorba"yı bize dansın gerçe-
ğiyle iletmesiydi. Konuyu, öyküyü,
olaylan değil. ilişkileri, duygulan. tut-
kulan. bırikimleri vurgulaması; gö-
rülmeyenı göstermesi, söylenmeye-
ni söylemesiydi. (İki yıl önce Istan-
bul'da izledığim Macar Devlet Ba-
lesi'nin yorumu bunun tam tersiy-
di. Her olayı "anlatma", "göster-
me", "açıklama" telaşı ve Zorba'yı
canlandıran sanatçının rahmetli Ant-
hony Quinn'e benzemeye çalışma-
sı. beni çok tedirgin etmişti.)
Yunan Ulusal Balesi'nin yorumu.
seyircinin düş gücüne. imgelemine
fırsat veriyordu. Daha ılk andan köy
halkını tanımaya başlarken kadın-
larla erkeklerin ilişkilenni. erkekle-
rin egemenlıgini ve kadınlar üzerin-
deki gücünü. baskısını, ilişkilerde-
ki "oyunun kurallannı" kavradık.
Sonra bellı başlı kişileri. adaya ge-
len yabancıyı. dulu. dula âşık Ma-
nolios'u, Zorba'ya âşık Madam Or-
tense'yı ve elbet Zorba'yı tanıdıkça.
onlann ilişkilerini de o kavradığımız
çerçeveye oturttuk. Yabancıyla du-
lun karşılaştıklan ilk andan başlaya-
rak "kaderin -ya da koşullann- ağ-
larmıöreceğini'' hissettik. Neredey-
se elle tutulur, gözle görülür gerilim
hiç eksilmeyecekti.
Hüzünden sevince
Köyü ve insanlan tanıdıkça, aşkı,
sevinci, acıyı, hüznü, öfkeyi, kıs-
kançlığı, ölümü ve yaşama sevinci-
ni duyacaktık. Dansçılann danslan
kadar tavırlan da "oyunculuklarT da
önemliydi. Hüzünden yaşama se-
vinçlerine geçişler vurgulanarak
danslar kanatlanıyordu. "Nezaman
ağlayacak olsam, içimden bir ses,
dans ermerni haykınr", sesini duyar
gibiydik.
Zorba rolündeki Kirriakos Kos-
midis, Kazancakis'indeyişiyle "ha-
yatın tadı: çılgınhğı" yansıtan, şey-
tan tüyüne sahip bir sanatçıydı. Iz-
leyiciyi hemen avcuna alacaktı. Ha-
laya, horaya. sirtakiye dönüşen ka-
labalık sahneler seyirciyi coştura-
caktı.
Benim için eserin unutulmaz sah-
nelerinden biri Yabancı'yla (Stratos
Papanousis) Dul' un (Cyntia Fridas),
şarkıcı Sophia Michailidi'nin sesi
eşlığindeki aşk sahnesi ve bu ikili ile
Manolios'un (George Varvariotes)
kıskançlık, öfke sahnesiydi... Ya-
bancı'yla Zorba'nın farklılığı, çe-
lişkisi, ama aynı zamanda birbirle-
rini bütünlemeleri çok ustalıklıydı.
Zorba sona erdiğinde Aspendos
Tiyatrosu'nu dolduran binlerce se-
yirci ayağa fırlamış. sahnedekilen
coşkuyla alkışlıyordu. O çok bildik
melodi eşliğinde, final yeniden tek-
rarlandı. Alkışlar dinmedi, yeniden,
yeniden, yeniden (dört kez mi, beş
y
kez mi?) tekrarlandı.
Tam önümde oturan, fınaldeki coş-
kulu alkışı gören Yunanh bir gaze-
teci, "Seyirci hep böyle midir'' diye
sordu. "Yunanlüara iltimas yapıyo-
ruz, sevgiyi, dostluğu gösteriyonız"
diyecek değildim elbet. "Bizimizie-
yici iyiyle kötüyü ayırt etmeyi binr"
dedim. ("2jorbA
m
y\ Aspendos'ta iz-
lemek için Yunanistan'dan beş gaze-
te, üç televizyon kanalı elemanlan-
nı yollamıştı.)
Aspendos'un büyüsü henüz bit-
medi. Bundan sonra Istanbul Dev-
let Operasf ndan "Rigotetto" (26 Ha-
ziran), Kazak Devlet Operası'ndan
"Carmen" (29 Haziran), Antalya
Devlet Operası'ndan "LaTraviata"
(3 Temmuz) operalannı ve Belarus
Ulusal Opera Balesi'nden "Sparta-
cus" (7 Temmuz) balesini izleyebi-
lirsinız.
Ute Lemper,'Yaramaz
Şeytan
dlı tek kişilik bir gösteriyle gelecek ay Londra'da sahneye çıkacak
mursamaz ve harikaKültür Servisi - Almanya'dan
nefret eden bir Alman, anne baba-
sma dayanamayan bir anne. Madon-
na'ya tahammül edemeyen. Britney
Spears'ın adını bile ağzına almak is-
temeyen. son 10 yıldır Londra. Paris,
Milano, New York, Berlin gibi mer-
kezlerde sahnelenen müzikallerin.
kabarelerin vazgeçilmez yıldızı. Ber-
tolt Brecht. KurtVVeiB NickCave, Ne-
il Hanon ve Tom VVaits hayranı. dün-
ya çapında bir şarkıcı. Ute Lemper. Bu
kadının hiç kimse için söyleyeceği olum-
lu bir sözü olup olmadığı herkesçe me-
rak konusu. Ya kendisi, acaba kendisi
çok mu mükemmel?
'Naughty Baby'
(Yaramaz Kız)
adlı tek kişilik
bir gösteriyle
gelecek ay
Londra'da
sahneye çı-
kacak olan
bir gram
fazlasız
kemikli
bünyenin
yanı sıra
sonsuz
gibi
görü-
nen
nanılmaz uzun. göz
kamaştıncı bacak-
lara sahip olan bu
kadının herkes ve her
şey hakkında da bi-
raz provokatif. biraz
tutucu, biraz da ob-
jektif olarak değerlen-
dirilebilecek sürüyle
düşüncesı var. Bütünbu
'ukala' olarak yorumlanabilecek düşünceleri,
Ute Lemper'ın şeytansılığından mı yoksa sahip
olduğu Alman şakacıhğmdan mı bilinmez ama,
konuşurkenki doğallığı, umursamazlığı; harika,
tehlikeli ve sinirli hali onu vazgeçilmez yapıyor.
Zaten yaradıhşında da tahammül edemediği o 'yu-
muşakhk' yok.
Herr Lemper adlı bir banker ile evlendiğinde
kariyerine son veren .opera şarkıcısı Elfrieda
Lemper'ın kızlan olarak jambonlanyla ünlü
Münsterkasabasındageçen çocukluğundan nef-
ret eden Ute'nin ağzından olumlu sözler duya-
bilmek neredeyse olanaksız. Annesi için bile.
"Annem opera kariyerini sürdürmek için gere-
ken hevecana sahip değüdi. O, amacına evlendi-
ğinde ulaşmıştı." Ute'nin, hiçbir zaman aynı
zevkleri paylaşmadığı, tutucu, sıkıcı ve baskıcı
Madonna: Cesur bir kadın, fakat
gerçekten iyi bir şarkıcı değil.
Celine Dion: iyi feryat edebilir
ama ortaya çıkan şey ilginç değil.
Britney Spears: En kötüsü,
çocuklanm ona bayıldığı için evde
devamlı dinlemek zorunda
kalmam.
Spice Girls: Yaptıklan müzik bir
hiç. Bu müzik çeşidi tarihten
silinmeli.
olduklannı düşündüğü, kendisini her fırsatta ku-
rallara uymadığı gerekçesiyle cezalandıran aile-
si hakkındaki sözleri bu kadarla da bitmiyor: "Ai-
lem, eve gekliğimde sigara içtiğimi anladıklann-
da dünyada her şeyden çok sevdiğim mü-
zikle ilgUenmemi yasaklardı. Genç kız oi-
duğumda babam bana ya kafa atardı ya da
yüzümün ortasma tokadı yapışünrdı."'
Mümkün olduğunca çabuk evden uzaklaşan
Ute, şimdilerde ise evine çok nadir uğruyor.
"Oradan hoşlanmıyorum. Kendimi asla bir Al-
man gibi hissetmedim. Bu dil beni rahatsız edi-
yor. Orasıyla ilgili tatülan özellikle de Haribo
marka ayıcıkh çikolatalan dışında hiçbir şeyi öz-
lemiyordum. Ama şimdi bende mide ekşimesi ve
gazdan başka bir his u\andırmıyor."
Brecht ve VVeilI'ın müziğini keşfettiğinde 17
yaşında olan Ute Lemper, onlann müziğinde
kendisini neyin çektiği sorusunu. "Tıpkı benim
gibi isyankâr. politik ama romantik ağırhkh ol-
mayan rutkulan, fabrikasyon ohnayan üretimle-
rive Yahudi olmalan" sözleriyle cevaplıyor
-Ute Yahudi değil ama. bir Yahudiyle evli-. Bu
arada Yahudi olan Brecht. sinegogda ilahi söy-
leyenlerin lideri bir babanın oğlu olan Weill ve
bir zamanlar komedyen ve yazar olan şimdiler-
de ise tiyatro yönetmeni olan eşi David Tra-
deskj'nin Ute için çok özel ortak bir yönleri var-
dı. O da, Nazi Almanyasf ndan kaçmak zorun-
da kalmalanydı. Buna kayıtsız kalamayan Lem-
per, ailesinin tüm soykınm meselesini reddet-
me eğiliminde olmalanmn da tepkisel olarak
Yahudiler hakkında daha duyarlı olmasını sağ-
ladığını söylüyor: "Ne zaman televizyonda soy-
kınmla ilgili belgesel nitelikli bir program yavım-
lansa tek yapûklan, televizyonu kapatmakü. Ko-
nu hakkında okulda da hiçbir şe> duymuyor, ög-
renmiyorduk. 2. Dünya Savaşı düşüncesi kafa-
larda tarihi bir öykü gibiy di."
Hitler'in adını bile 13 yaşındayken öğrenci
olarak Fransa'ya gittiğinde öğrenmişti. "18 ya-
şıma kadar da hiçbir Yahudi ile tamşmanuşüm,
çünkü Münster'de hiç Yahudi yoktu.*"
Eşi David ve çocuklan 7 yaşındaki Mark, 5
yaşındaki Stella ile Ne\v York'ta yaşayan Ute. iyi
bir anne. kötü bir eş olduğuna inanıyor: "Çocuk-
lannıı her şeyden çok seviyorum. Onlara verebi-
leceğim her şeyi veriyorum. Onlara soykınmı an-
latmak istiyorum. Sadece annelerinin insanlan-
nın, babalaruun insanlannı neden öldürmek is-
tediklerini açıklamak gerçekten çok zor. £\1iliğe
geüncc: c\ liliğin kola> olduğunu düşünmüyorum.
Ashnda i\i bir eş olduğumu da söylevemem. Çok
sıktarüşryoruz. Sanınm probkmler beni daha güç-
lü bir kadm \ apıyor."
Umursamaz görünen bu güçlü kadın hiç kork-
mazmıydı?: "Evet" diyor Lemper. "Kendüneher
şe> hakkında o kadar da güvenmem. Ne zaman
bir konsere ya da gösteriye çıkacak olsam sesim
konusunda endişeye kapıürun. Ya sesim çıkmaz-
sa, diye düşünürüm. Şarkı söylcme>i daima sev-
dim. Kendimi sürekli yeniden yeniden eğitmem
gerektL Çok parlak bir şarkıcı değüim ama, mü-
zik konusunda mütniş bir duyarhhğa sahibim. Ya-
pabildiğimin en iyisini yapma>a çahşmm. Masum
bir ses tonunun yanı sıra kışkırtıcı. boğuk ve kı-
sık seslerle söylemeyi \e bazen de tüm bu tonlan
birbirleriyle etkileştinneye bayıuyorum."
OKUMALAMBASI
ENtS BATUR
Şanat Neden Toplum
İçin Olsun?
Önemli bir belgesel: Yeni dalga sinemacılan, ye-
ni dalga hareketini anlatıyor. 1960'ların hemen ba-
şında gerçekleştirilmiş filim; Truffaut, Chabrol, Go-
dard, Rivette ve başkalan söz alıyor akış içinde.
İki saptamayı ayirdım, izlerken. Jacques Rivette,
ötekilerin de girdiği bir boyuta en açık gerekçeler-
le yer verdi konuşmasında: Yeni Dalga'nın tecimsel
başansızlığa yazgılı olduğunu vurguladı: "Bekle-
nen, istenen sinemayı yapmadık". Senaryolar açı-
sından geçerli bir kere bu; dilsel özellikleri, anlatım
yenilikleri işin tuzu biberi olmuş. Godard seyirciye
yüklendi tabii: En başarılı savaş filmlerinden biri
"Les Carabiniers" idi, dedi, savaşın yaratıcısı insan-
lann bönlüğünü bütün çıplaklığıyla veriyordu. Ama,
diye sürdürdü: Bunu istemiyordu sinema seyircisi,
"En Uzun Gün" gibi filmlere bayılıyoriardı, onlann
beklentisi ortadaydı: Bol kan, kahramanlık hikâye-
leri, yaşlı kadınlara tecavüz, vatan uğnjna vahşice
ölme ve öldürme.
Kim tersini savunabilir, bütün bunlar dogrudur. Go-
dard'ın, gerçekten sinema, sanat olarak sinema
yapmaya kalkışan yönetmenlere ilişkin bir başka göz-
lemi de şu: Yapımcılann, teknisyenlerin yarartığı en-
gelleri bilmek gerekir, dedi: "O ışık olmaz", deyip
işin içinden çıkariarmış. Birçok özgün buluşu doğ-
madan öldürürlermiş. Cocteau'ya kan kustumnuş-
lar sözgelimi.
Beni asıl ilgilendiren, Fransa'daki sinema seyir-
cisinin alışkanlıklan (ki bu alışkanlıklar bence evren-
seldir) üzerine görüşleri oldu Godard'ın: "Türiere ka-
yıtsız şartsız bağlıydılar, biri çıkıp sınırlan çiğnedi-
ğinde çileden çıkartar, asla benimseyemezlerdi". Otuz
yıl sonra degışen bir şey mi var, evet, her şey daha
kötü şimdi.
Belgesel, geceyansını hayli geçe yayımlandı, yor-
gun ve uykuya hazırdım, sonra yattım, uykum kaç-
tı, yatakta muhasebeye daldım: Zor zanaat, kendi
işini dogru bildigin yoldan yapmakta direnmek. Ne
küstahlıklar, zorbalıklar, hafifsemeler çıkıyor kişinin
karşısına. Sanat, topluma karşı savaşım vermektir
- bir de sorariar: Sanat, toplum için değil mi? İçin-
de yaşadığımız toplumlann sağlığı yerinde olsaydı
belki bizim de sağlığımız bozulmaz, şiir yazmaya ya
da film yapmaya kalkışmazdık._
Altı-yedi yıl önceydi, Ismet Özel'le başbaşa bir
açık oturuma çıkmıştık Istanbul Üniversitesi'nde,
"ıslam toplumu gerçekleştiğinde şiire, resme, yon-
tuya gereksinme kalmayacak" demişti Ismet. Bir
ütopya çerçevesı çiziyordu (Islam'ın sağlıklı birtop-
lum yaratacağı varsayımıyla), komünistler de öyle
düşünmüşlerdi, hepsi haklıydı. Gelgelelim, Islam
da Komünizm de toplumlan sağlığına kavuşturamı-
yoriar, hastalığın nitelikleri, kimliği değışiyor yalnız-
ca. Ama işin özü doğru: Şiir ya da Sanat, toplumun
hastalığı yüzünden vardır. Neden onun için yapılsın-
lar ki?
"Türierin hiyerarşisi" konusuna dönüyorum, o bağ-
lamda yaratılan gözle görülmez teröre. "Shakespe-
are bundan çok geç girebilmiştirFransa 'ya" dedi Go-
dard, bile isteye büyük bir örnek üzerinde durarak.
Asıl sorun tabii modemlerfe başfa'dı. Muhafazakârka
1
lıplar eritildi, sınıriar aşıldı, iletişım koptu. Kitleler te-
levizyon devreye girmezden önce de ortalama an-
latıma, kurallara, tarrflere kayrtsız şartsız teslim olrnuş-
lardı: Tefrika roman varken Balzac'ı, uyaklı ölçülü şi-
ir varken Apollinaire'ı ne yapsınlardı?
Tür sının çözülünce kördüğüm başladı, hâlâ da
sürüyor. Faulkner'ın akıl fakiri Benjy'si nasıl araba
alıştığı yoldan sapınca ağlamaya baştarsa, vasat okur
ya da izleyici de öyle, hemen yolunu yitiriyor, vızıl-
danmaya başlıyor, "o/ayyeri"nden uzaklaşıyor, ka-
çıyor. Alışmış bir kere: "Şiir şöyledir, şuna resim
denir, böyle film olmaz". Sorunun kaynağında, ger-
çekte yaratıcı bir yanlan olmadığı halde alana gir-
miş olanlar var: Alışılagelmişin yörüngesinden çık-
madan tekrarlayan edebiyatçılar, sanatçılar. Geniş
bir tampon bölge yaratıyoriar, böylece tüketici de
rahatlıyor: Ortalık, kimseyi uzun boylu tedirgin et-
meyen "yapıtlar" kaynıyor.
İşin özü tedirgin etmeyi amaç bilmekte, ille de çiz-
gidışı ve alışılmadık ürünler doğurmakta biçimlenir,
diyecek değilim elbette. Sancı, arayış kendiliğinden
kopuşu gerçekleştirir. Türler, sınırlayıcı tanımlan eli-
mizi kolumuzu bağlar bir yerden sonra, çeperi kınp
dağıtmak, açılmak kaçınılmaz bir dürtü halini alır -
yoksa, caka adına, "orijinallik" çırpınışıyla amuda
kalkmaktan dem vuruyor değilim herhalde.
Gene de, zorianan sınıriar, töhmet altında bırakı-
yor kişiyi. Ciddi bir baskı çemberi söz konusu. Uz-
laşma eşiği var, hiç değilse onu aşmamalısınız. Or-
tam da, dönem de, siz içindeyken yargılayıcı, hat-
ta infaz edici. Çok diklenirseniz variığınızı kabul edi-
yoriar ya, sizi sığmadığınız, sığamayacağınız bir ka-
vanoza yerieştirip etiketleyerek.
Benicio Del Torof
bileğini kırdı
• LOS
ANGELES(AP)
- Oscar ödüllü
aktör Benicio Del
Toro, 'The
Hunted' adlı
filmin
çekimlerinde bir
kavga sahnesini
oynarken bileğini
kırdı. 'Trafik'
adlı filmdeki
rolüyle en iyi
yardımcı erkek
oyuncu Oscar'ını alan 34 yaşındaki Del Toro,
bu kazayı geçirdiğinde, yönetmenliğini
William Friedkin'in yaptığı filmin
çekimlerinin bitmesine yalmzca beş gün
kalmıştı. 'The Hunted' adlı filmin 2002 yılının
ilk bahannda gösterime girmesi planlanıyor.
Yıllar sonra İran'da caz
• TAHRAN (AFP) - lranlı cazseverler geçen
perşembe, 1979'daki Islam devriminden sonra
ilk kez bir caz konsen izleme fırsatı buldular.
Fransız Mathieu Donarier Trio'nun konseri.
Fransız Konsolosluğu tarafından Tahran'da
düzenlendi. Saksofonda Donarier, gitarda Manu
Codjia ve davulda Joe Quitzke'nin olduğu trio
Batılı müziğin Tahran'a gelişinin ilk adımı
oldu. Öte yandan lranlı bestecı ve müzik
tarihçisi Mehran Purmandan piyano ve gitar
gibi Batılı müzik aletlerinin lran'a ithal
edilmesinin hâlâ yasak olduğunu belirrti.