17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART2001 PAZAR O L A Y L A R V E GORUJŞLJjjR [email protected] Mahalle Bakkâİımızı Geri İstiyoruz! Orhan ÖZKAYA Harita-Kadastro Mühendisi, EsH^ T K d t G l Md YdTapn-Kadastro Genel Md. Yrd. G ünümüzde artık, mahalle kavramı yok edilerek yenne birbirine sırtmı dön- müş, yabancdaşmış, soğuk taş sütunlar halinde yan yana dizilmiş dikey bi- nalardan oluşan sitelertüretiliyor. Ne tarihi kent dokusu ne de "SİT" uy- gulamalan bu tür oluşumlan önle- yememektedir. Cumbalı evlerle çev- relenmiş o "amavutkaldınmlı" sokak- lartarihinderinliklennde kaybolup git- tiler. Bir iki eski sokakta, tek tük kalan o tahta (ahşap), yan kambur, başı öne sarkmış, kışın bacasından ince belli dumanlann eksik olmadığı konaklar da, son yangınlarla yok olup gittiler. Oysa onlar mahallemizi süsler, geniş avlulara açılan tarihi kapılanyla, gül kokulu bahçeleriyle, fesleğenlerin sarktığı balkonlanndan yüreklere in- san sevgisini, insan sıcakhğını dol- dururlardı... Bugünlerde ise mahallemizi sü- permarketler istila etti. Bütün eski ve tarihsel yapılar birbiri ardına dev- rilerek yok edilip yerlerine kaba gö- rüntülü dev kutular yapılıyor (inşa ediliyor). Süpennarket adı verilen bu yapılar, mahallemizde ne kadar kıs- kançlıkla korumak istediğimiz gü- zellik varsa yıkıp yok edıyor... Bize birer tüketim tuzaklan olarak kurulan bu süpermarketlerde, çılgın- ca tel arabalan tıka basa doldurmak için manyetik kartı kullanıyoruz. Bil- miyoruz ki bu alanlarda, konuşma- yan, birbiriyle iletişim kuramayan, sessiz birer robote dönmekteyiz; ağ- zı kilitli tüketirnjköleleri durumuna dönüşmekteyizr. Birer tüketim sar- hoşu olup gerekli geteksiz-elimizi attığımız her sevi, arabaya doldur- maktayız... Satm almaîutkumuzun do- yumuna yoğunlaşmaktayız. Buralar- dane bir dostumuzla, şöyle bir iki da- kikalık söyleşi yapar, ne de birbiri- mizle karşılıklı saygı ve sevgi kura- rız!.. Bütün yüzler gergin, borç batağı- na saplanmanın ezikliğiyle bankala- nn manyetik alanlanna zincirlenir, bir de üstüne üstlük kuyruklarda sı- ra için birbirimizi yediğimiz olur... Örümcek ağına düşen kelebekler gi- bi, yeni bir yaşam felsefesiyle bun- dan sonraki yaşamımız artık, taksit sarmalına takılı kalarak geçip gide- cektir. Ülkemize gelen turistlere öze- nip duracağız; yurtdışına çıkmak bi- ze hayal olacak... Güzel günlere ulaş- mak birdüş olarak kalacak... Bizler, hep banka kuyruklannda borç öde- mek için aylan, yıllan ipe dizer gibi dizeceğiz. Kurtulmak için çabaladık- ça yeni borçlara gömüleceğiz. Oysa, bize "tüketimvirüsü"nün aşılandığı- nın farkında değiliz!.. Dünyanın "glo- bal devteri" özenerek bezenerek, yıl- larca kafa patlatarak, nice bilım ada- mmı seferber ederek bu tuzaklan bi- ze hazırladılar. Ceplerimizden nakit para çıkmadı- ğı için, sanki bedava alıyormuşçası- na ne gördüysek arabaya indiriyo- ruz. Canımızı yakan hesap kesim cet- velleri, posta kutusunda elimize geç- tiğinde, kanımızın donduğunu, işte o an, bitmeyen ödemeler tuzağına düş- tüğümüzün ayırdma vannz. O tarih- ten sonra arabamızı eskisi kadar ge- lişigüzel, cesurcadolduramayız. An- lanz ki biz, tath bir düş evrenine çı- kanlmışız, yaşantımıza ipotek ko- nulmuş. Işin o kadar kolay olmadığı kafamıza dank ediverir. Sahte bir dünya önümüze konuhnuş, sanal bir ortamda her istediğimize kavuşma- mız istenmekte!.. Ama bütün para- mıza ve gelecek zamanlanmıza zin- cir çekihnekte... Tutsak alınıp birer tüketim kölelerine dönüştürülmek- teyiz. Artık bundan böyle kolay ko- lay istediğimizi alamayacağız, iste- diğimiz kadar harcayamayacağız. Alın terimiz, göz nurumuz "kredi fa- ia"ne akacak. Daha çok "arudeğer- ler" üretip iliklerimize kadar sömü- rüleceğiz; ne geleceğimiz ve ne de ço- cuklanmızın yaşamı borç batağın- dan kurtulabilecek. Hayatımız ipotek altına alınmış olarak yaşayacağız bu yeni "manyetik" dönemde... İşte, bu kartın bizi ne denli çekim alamnda erittiğinin bilincine vanp "mahalle bakkahmız n ı geri istesek de bir an- lamı kalmayacak. Modern toplum bu mu olmalı idi?.. Çağdaşlaşma bu mu? Mılyonlarca insan, "manyetik kötekr" şekline dö- nüştürülerek, tüketim tezgâhlannda sevgiden saygıdan uzaklaştınlarak sadece kredi harcaması yaptınlan ro- botlar haline mi dönüşmeliydi?.. Ma- hallemizin bakkalmı, manavım, ka- sabnıı, öbür komşulanmızı içine alıp yutuveren süpermarketler, bizim o eski güzel dostlanrruzı işsiz bıraktı- nız, onlardan bizleri uzaklaştırduıız, bizim sevgi dolu, vefa dolu, o erişil- mez dostluğumuzu yıkıp attınız!.. Mahallemizde. haftada bir kuru- lan semt pazarlanmız da şimdilerde tehlikede. Yavaş yavaş onlar da tari- he kanşacak. Çünkü paramız kalma- dı artık, "manyetik yaşam"la borca battık; oysa biz, pazaryerlerimizde nakit harcama yapar, onun için de borç nedir bilmezdik, ayağımızı yor- ganunıza göre uzatırdık. Kredili ya- şam uzaktı buralara. Bu nedenle de bütçemiz denk, başımız dinç olurdu. Semt pazarlannda az alır, öz alınz. Sebzenin, meyvenin ederi (fiyatı) hiçbir zaman tek olmaz, daimabir es- neklik, pazarlık payı bulunur; her- kes daha ucuzunubirbirine haber ve- rir; gerçek ahşveriş yapar. İşte buna "pazar ekonomisi" denebilir ancak. Seçme hakkı ve çeşitlilik ohır, onlar- ca kurulu tezgâhta hem daha ucuza abna olanağı ve hem de bir ürünün çok çeşidi bulunur. Pazarlık yapıla- rak oluşan bir "pazar ekonomisi". Oysa sûpermarket ekonomisi *tekd" yaratmakta... Seçme hakkı vermedi- ği gibi seçenek de sunmamakta. Semt pazarlannda renkli bir hava oluşur, her tarafta konuşan, daha iyisine, ucu- zuna çağn yapan satıcı dostlanmız, yaşamı bizimle paylaşır, içimizden bi- rileri gibidir, onlar. Mahallemizin bü- tün sakinleri orada buluşur, dostluk- lar sürer gider. Semt pazarlannda ahşveriş, "sosyal iletişim'' olgusuna dönüşür. Yaşamın canlı renkleri tüm yüzle- re yansır, yaşamdan canlı bir kesit çizilir buralarda. Mahallemizin bak- kah, manavı, kasabı, kundura tamir- cisi, berberi, kuruyemişçisi, kâğıt hel- vacısı, bozacısı, şıracısı artık yoksu- nuz?.. Uzun bir süredir geçmeyen yoğurtçular, sucular!.. Sizleri özlüyo- ruz. Şu tüketim tuzaklan bir bir dö- şeniyor mahallemize. Birkaç günde kuruluveren prefab- rike marketler zinciri; çeşit çeşit, çe- kılişli, kuponlu her türlü göz boya- macıhk... Ne pazarlık şansı var, ne de seçme olanağı!.. Standda, reyonda ne bulduysan onu alabiliyorsun. Op- tik okuyucular fışleri dolduruyor ve kredili yaşam oluşuyor. Oysa mahal- le bakkalımızda pazarlık yapabili- yor, deftere yazdırabıliyor, hatta çok dar zamanlanmızda borç para bile alabiliyorduk. Onu yıllardır tanırdık; içimizden birisi gibi idi, o. Dertleşir, pahalıhğı tartışır, siyasileri eleştirir, ahkâm keser, felsefe yapardık ara sı- ra da... Anlayacağınız yaşam mer- cek altına alınırdı bizim mahalle bak- kahmızda. Bu süpermarketler döne- mi ile bizim konuşmayan, gülmeyen sosyal birey ohnaktan çıkmamız mı isteniyor?.. Kuzular gibi sıralarda ömür tüketmemiz mi öneriliyor?.. Sadece sandığa giren figürler mi ol- mamız amaçlamyor?.. Parası olma- yanın siyaset yapamadığı, siyasal parti kurmanın korkunç sermaye is- tediği bir demokrasi, sadece "san- dık demokrasisi", sür git devam mı edecek?.. Artık bütün bunlan anla- mamak için saf olmak gerekir. Biz- lerin, sunulana nza göstermemiz is- tenmekte. Ne alacağımıza, nasıl ala- cağımıza, nereden alacağımıza bi- zim adımıza karar verenler, işleri pro- jelendirmekte, tuzaklan döşemek- te... Bizleri birbirimize kazandıran,ild çift laf etmemizi sağlayan, yani dfi- şünceyi keşfetmemize, feisefe yapma- mıza ortam hazırlayan mahaOe bak- katamızı geri istiyoruz!» EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Kitap, En Yakın Dost... Koca kitaplık geçen 17 Ağustos depreminde yıkıldı. Binlerce kitap yerlere döküldü. Geçmiş yıllarda da, bir yerden başkayere taştrken yağmurda perişan olmuşlardı. Kitap bu, başına ne gelirse getein niteliğini koaır, solsa da sararsada, orasından burasından yırtılsa da, içınde birkaç yaprağı eksilse de, o, hep okunan, hep size dost olan, hep elinizin uzanacağı yerde sızi bekleyen yakın bir dostunuzdur. . Kitaplanmın btrini bile elden çıkarmaya kjyamam. Ne çare, yaş Herledi, eskiden sevip okuduklanmı yine de bir kez daha okumak isterim. Heryaştayken aldığımız değişik tatlar vardır kitaplarda... Kimi de olduğu yerde durur, öksüz bir çocuk gibi karşıdan bakar size... Her kitap önemlidir. Her kitaptan alınacak bir şeylervardır. Ama başa çıkılmaz duruma gelince, bir daha okumak olanağı da ortadan kalkmışsa, o zaman onlan dostlara, kitapseveıiere vermekten başka çare yoktur! Kişilerden çok kitaplıklara, belediye, okul kitaplıklanna... Benim ve yakın dostların kitaplarının pek çoğu şimdi Esenyurt Belediyesi'nin Kültür Kitaplığı'nda... Gazetelerin, TVIerin kitaplarla ılgilenen sorumlulan olmalı, ama yok! Hele yeni çıkan yayınlan ele alıp doğru dürüst tanıtan, hiç yok! Kimi köşe yazarian, o da çok güncet kitaplardan arada bir söz ederler, ama gazete vedergilerimizin çoğunda kitap eteştirisi yapan yok! Hatta kitap tanıtan da, şöyle beş on satırla olsun... •• • Son günlerde okuduğum birkaç kitap var... Biri Leyta Saz Hanım'ın "Anılar"\... 19. yy'da saray yaşamtnı bir şair hanımın gözüyletanımak isterseniz, bu kitap, bir belge. Şair Leyla Saz, içinde yaşadığı saray günlerini, kişileri bir öykü tadında anlatıyor. Sizi bambaşka bir dünyaya götürecek bir kitap. • Memet Fuat da bugüne dek yayımladığı eleştirilerden, denemelerden tanınmış kişilerie ilgili parçalan bir araya getirmiş, "Aydınlar Sözlüğü" (Adam Yayınlan)... Birbiriyle ilgisiz, tutarsızyargılar, görüşler... Kiminde biryazann kitabını dil açısından yermiş, bir başkasının yaşantısını, tutumunu eleştirmiş. "Aydın" saydığı insanlar için çok daha önemli düşünceler belirtmeliydi, daha doğrusu o insanlar üstüne doğru, yararlı yorumlaryapmalrydı. • İşte, gerçek bir roman: Kemal Bekir'in "Kanlı Düğün"ü (Ceylan Yayınlan)... Kemal Bekir, hem tanınmış bir tiyatro sanatçısı hem de roman yazandır... Ttyatrocu yönü yazarlığını gölgeler. Oysa öyküleri, özellikle romanlan kendine özgü bir nitelik taşır. "Kanlı Düğün"öe canlı kişiler var, gözler önündeyaşanmış olaylarvar. Bu olaylann ve kişilerin yorumlanması var. Kemal Bekir'in romanını değeriendiren bir eleştirici niye çıkmadı, bilmem. Nice entipüften kitaplar için sayfalar ayıranlar gerçek değerieri görmekten neden kaçınıyoriar? Yoksa işin içine "televole" biçimi hesaplar mı giriyor? • Gerçek adaleti arayan bir kişidir Turgut Inal... Bir hukuk adamı, bir avukat. Ama yazılarıyla, konuşmalarıyla gerçek bir hukuk uygulanması özlemi içinde... "Adaletin Bu mu Adalet" adlı kitabında bu arayışın örnekleri var... Güzel, yararlı ditekler, özlemler! "Adaletin bakanlığı olmaz" diyen Inal, 20O0'li yıllara bu yasalarla "girilemeyeceği" kanısında... Oysa o yıllara eski yasalarla girdik bile! • Bir de ilginç bir araştırma, "Romancılar Konuşuyor" (Kaktüs Yayınlan), M. Nuri Yardım, çağdaş yazarlanmızla yaptığı konuşmalan, pek çoğunun bu konudaki düşünce ve görüşlerini bir araya getirmiş... Başvurulacak birel kitabı. Olumlu yanı, Nuri Yardım'ın kişisel görüşlerini belirtmekten kaçınması, değişik egilimler karşısında oldukça 'yansız' kalabilmesi... • Değerli, yararlı kitaplar çok, ama ne yazık ki medyadabu yapıtlan okurlaratanıtan, değeriendiren yokJ.. Bilgelik Üstüne Bir Düş Prof. Riişen DORA Mimar Sinan Üniversitesi S abah alacakaran- lık. Bir ormanda- yız. Uzaktan ka- ranlık bir dağ silueti se- ziliyor. Ağaçlarm sey- reldiği küçük bir mey- dancıkta, ikilı üçlü gmp- lar kanşık ve sırasız ko- nuşmalar yapıyorlar. Yaklaşıyoruz. Montaigne: Bilgelik nedir? Yanıtlar: Çalışkan, dindar, ruh üstünlüğü, dürüst, zevkh olmak, ha- zır cevap, akıllılık vb. Montaigne: Bilgelik bence erdemlerdir. Er- dem ise doğTulardır. Ama bana doğru gibi ge- len, eğri gibi de gelir. Hele gözüme şöyle bas- tırsam her şey başka olur. Bir konuşmacı: tyi de nerede yanıldm? Buben- zetme tam ohnadı. Horatius: Kimilerin- ce erdem, sadece bir söz ve onlara göre kutsal or- manlar sadece odun... lusculenus: Erdem ki, saymalan gerekir. An- lamasalarda... Blaise Paskal: Erdem Tannsal temizgönüldür. Descartes: Akıl yaş- lanmaz, beden yaşlanır. Ruh aklın kendısıdir. Er- dem, ruhtur. Gruplann arasma bir türlü giremeyen ufak te- fek biri, Dante, dışan- dan kendi kendine söy- lenir: Bilgelikekmeğinin ne denli tuzlu ve bilge- lik merdiveninden çık- manm ne denli zor oldu- ğunu biliyor musunuz? Bir merdivenden çıkıl- mazsa oradan inen de obnaz. Montaigne: Pergel, gönye ve cetvel bozuk- sa bunlara uyan her şey kusurlu olur. Kimi için en iyi olan erdem, kiîni için en kötü (zehir) ya da boş şeymiş, der. David Humer (1717- 1776): Tann akıldır. Bil- gelik Tann'ya özgüdür. Kant lnsanın ergin ol- mayıştan kurtulup aklın kendisini kullanmaya başlaması bilgeliktir. Bu konuşmalar sürer- ken telaşla koşan yaşlı biri, kalabalığı yararak ilerler. L Konuşmaa: Bu ol- gun yaşına karşın şu adam hâlâ bir şey öğ- renmeye koşuyor. Ne za- man "bilge" olacak?.. Kimdiro! ILKonuşmaa: Galib# onun adı Sokrat'tır. Diyojen: Birgünmey- haneye gelen saygın bir kişi, kimseye görünme- mek için sinerek en ar- kalara gitti. Oysa ne ka- dar derinlere giderse çe- kindiği o yere, o kadar çok girmiş olmuyor mu idi? Ufak adam (Dante): Değerler yavaş yavaş hazmedilip öğrenilme- lidir. Her şeyi birden is- teyen çabuk yorulur. Ey sizler! Bilgelik üstüne hemen bir şeyler öğren- mek istiyorsanız şimdi o sofrada biraz bekleyin. Doymazdan önce yorul- mak istemiyorsanız size sunulacaklan biraz dü- şünün. Çünkü ondan sonra kendi başımza yi- yeceksiniz. TJS. Eliot: Ey sizler, şu küçük adamı (Dan- te'yi gösterir) görüyor- sunuz. Siz onu önemse- meyip aranıza bile al- madınız. Ama o; şiirsel- likte Shakespeare ile dünyayı paylaşan kişi- dir. Bir üçüncüsü de yok- tur (aslında çoktur da onlar da çok büyüktür). Bu sözleri 'D' biraz uzaklaştiğı için duymaz. Çünkü karanlıklar ara- sında haşmetli bir kapı görmüş ve oraya doğru yaklaşmaktadır. Oysa kapıda aslan- kaplan ve kurttan olu- şan üç canavar vardır (Divina Komedya). Ka- pı yanında bir tümsek üstünde üzeri hafif pa- nldayan harmaniyeli saygm biri (VTrgfl) ayak- tadu- ve herkesi üzmek- tedir. 'D'nin kapıya yak- laşması üzerine Sayguı kişi: Ey yabancı, bura- ya neden geliyorsun? Buradan ötesi acılar di- yandır. Burası cehenne- min kapısıdır. Buradaki dertlerbize yeter. Zevk, eğlence, keyifyerleri du- rurken senin burada ne işin var? Vakit varken geri git. Bundan ötürü sana kimse bir şey de- mez. Hem bil ki şu gör- düğün canavarlar çok acımasızdırlar. Kimseyi buradan geçirtmezler. Dikkatliol!..(Ilahi Ko- medya, Dante). T.S. Eliot'un yanında- ki biri: Hem bilir misi- niz ki, o kişi (Dante) için (cehennem-arafve cen- nette) işlemek üzere ol- duğu üç günah için yol- 'culuk yapmıştır. Birinci günahı akıl ve hile metin rehberliğin- den yoksunlukla kibir ve gurura kapılmadır. îkinci günahı hilekârh- ğa yenik düşmelerdir. Uçüncügünahı doğuştan gelen içgüdüsel sapma- lar ve zayıflıklardır. Saygın Kişi: - Ey ya- bancı! Şu arkamdaki ufukta görünen kurtuluş dağına giden yol bu gi- rişten başlar. O çetin yol- da herkes ilerleyemez. Cehennem azaplan o yoldadır. O yolu acıma- sızca kesen, şu üç cana- vardır. Aslan birinci, kaplan ikinci ve aç vahşi kurt da üçüncü günahkârlan acı- masızca engeller. Kişi belki ilk iki günahından annabilir. Ama sonuncu- su için iki rehber şarttır. Tann'mn desteği ile ilk rehber, akıl ve ikinci reh- ber güzellik-aşk-istek- tir. Hâlâ ileriemek istiyor musun? - Biraz daha ilerleyen küçük adam, o koca ka- pının üstündeki siyah harflerle yazılmış şu cümleyi şaşkınlıkla okur: Ey yüce yaradan Sen En yüksek Akl-ı Hik- met En yüce güç. Ve ilk (aşk-sevgi) güzel- liksin. Şaşkın 'D' arkasına döner ve yüksek sesle söylenir, 'D':-Ey sizler! Sizler ki sağlıklı bir akla sa- hipsiniz. Şutuhafmısra- lann ardmdaki saklı dü- şûnceyi (doktrini) anla- yınız. 'D':-Bilgelikhidaye- te (Tannsal saflık) er- mektir. Bu ise akıl-kuv- vet-güzelliğe eklenen bilgi-tecrübe-eğitim ile kazanılır. Zevkler ise ödül çi- çekleridir. Şimdi şöyle bir çev- renize bakın; köşe dö- nenler, kapkaççılar, hır- sız, namussuz ve o ka- dar da burnu havadalar, sen benim kim olduğu- nu biliyor musun? Seni babama söylersem çe- neni, ağzını kırar diyen- ler. Sanat mı, o da ne? Hadi o dediğin sanat ba- na fon olsun, patlat flaş- lan da derler. Ey eğlenceciler! Bil- gehğe, değerlere, erdem- lere sıra geliyor mu? Of, ofkiof, of. PENCERE Parlamaya Hazır Katmanlar... Ülkenin uzak yöresinde yaşayan bir ermişin olağanüstü marifetlerini krala anlatmışlar. Kral buyruk veımiş: -/. - Bulun getirin şunu!.. Ermişi bulmuşlar, getirmişler, apartopar huzu- ra çıkarmışlar. Kral sorgulamış: , - - • - . " - Sen rüzgâriann sesini dinleyerek gelecekte neler olacağını seziyormuşsun.. - Öyle diyorlar majesteleri.. - Hayvanlann dilinden anlıyormuşsun.. <fİ - Sanınm.. , - Insanlann düşüncelerini okuyormuşsun.. - Biraz.. Kral: - Oyleyse, şimdi arkamda kavuşturduğum el- lerimin arasındaki kuşun canlı mı cansız mı ol- duğunu bana söyle bakalım!.. Ermişduraksamış.. " '• Cansız dese, kral canlı kuşu gösterecek; can- lı, dediği anda kuşu boğup öldürecek.. Ne desin?.. - Majesteleri, demiş, sonınuzun yanıtı avucu- nuzun içindedir. • Aklı başında insanımızın rüzgâriann sesini din- lemesine, hayvanlann dilinden anlamasına, yaban- cılann düşüncelerini okumasına gerek yok!.. Tür- kiye'nin yazgısı kimin elindedir, biliniyor. 200 mil- yar dolar ulusal geliri olan bu ülkeyi 120 milyar dolar dış, 56 milyar dolar iç borca yüksek faizle bağtayanlarortahkta dolaşıp ahkâm kesiyoriar. Şim- di bir derviş bukjuk, Amerika'ya gönderdik, yine borç üstüne borç istiyoruz. . . - ., Halk bezgin, yorgun.. Inançsız, güvensiz.. Oysa bu halk geçmişte neler yapmış?.. Falih Rıfkı usta kalemiyle "Çankaya'da anlatıyor; 1920'lerde Istanbul'da yaşayıp işini tıkınna koyan- lar, Anadolu'yia nasıl alay ederlermiş: "Anadolu'da Mustafa Kemal.. Istanbul'daAliKemal.. '"' ' Asayiş berkemal.." Mustafa Kemal'i ve arkadaşlannı ülkeyi ma- ceraya sürükleyen "deliler" olarak görenlerin yaz- dıklan, mantığa ve sağduyuya uygun görülüyor; ama bir de halk var ki Falih'in kalemiyle şöyle an- latılıyor: "Kılıksız kıyafetsiz, yoksul ve biçare halk, ba- tan bir devletinyerine geçecekyeni bir Tün\ dev- letinin temelleriniatbklannı bilmeksizin, dişi ve tr- nağı ile uğraşıyordu. Bu, komutanlann ve su- baylann erierle omuz omuza, kara namlu deliği ve süngü pınltısı önünde insan cesaretini tarife ihtiyaç bırakmadıklan bir ölüm kalım boğuşma- sıidi." Türkiye Cumhuriyeti böyle kuruldu; şimdi tüm olanaklanmızla yazgımıza sahip çıkamayacak mı- yız?.. • Evet, siyasei bitti; liderler düşkün, âdz ve bi- tik; Türkiye borca batık; ama, sosyal güçler ke- siminde ilk kez işçi-işveren dayanışması günde- me giriyor, sivil toplum kuruluşlan uyanıyor, genç nüfus kendisine yol gösterecek önderleri bekli- yor; dinci ve bölücü muhalefetin tuzağına düş- meyecek çok geniş kitleler yaşama heyecanı ve direnciyle diriik ve düzen için istençlerini birteş- tirmeye hazır... Bir kibrit çaksan, Türkiye aydınlanabilir... Parlamaya hazır toplum katmanlanna doğru yolu kim gösterecek?.. . .. _. Spor Gazetesi Haftanmtüm spor olayları. lig maçlarmın öncesi. sonrasr haber yorum ue röportajlar. sürpriz honuhlar... Hepsi Spor Ulüdürü Crsan Çelik'in sunduğu "Spor Gazetesi'nin sayfalarında.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle