Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA
+
CUMHURİYET 18 KASIM 2001 PAZAR
OLAYLAR VE GORUŞLER olay.gorus(a cumhuriyet.com.tr
B
u yaz, bir akşam, iyice garip
bir olaya tanık oldum: Büyü-
kada'ya dönmek üzere. Kaba-
taş'tan bir deniz otobüsüne
binmiştim. Bu özel taşıtın fazla hızın-
dan mıdır nedirbilemem, daha önce hiç
görmediğim bir şey oldu:
Batmakta olan güneş, işini gücünü
bıraktı, bizi yolcu etmek ister gibi, epey-
ce süre, bizimle beraber geldiî
Önce farkına varmadım. Her akşam-
ki zamanlardan biriydi. Son yıllarda
kendini gösteren bir kirlilikle, hava gri
tûllerle dolmuş. denizin mavisi de iyici
solmuştu. Ben gamlı bakışlarla, çevre-
yi seyre dalmıştım. Birdenbire. gözüm
Halıç arkalannda batmakta olan güne-
şe takıldı. O da her zamanki programı-
nj uyguluyor. uzaklara, birbiriyle uyum-
lu renklerini yayıyor ve yolluyordu: Bil-
diğimiz sanİar, turuncular, pembeler,
kırmızılar. Bu boyalar, çok dikkatimi
çekmedi. Ama az sonra onlann, bir ufuk
çizgisi üstünde, Sultan Selim Camii'nin
izdüşümünü verdiklerini farkettim. Ön-
de koyu kahverengi bir cami fıgürü be-
lirdi; arkalan, gökyüzünün neredeyse
Bir Günbatımı
ortalanna kadar bir yerler, az önce say-
dığım tonlarla boyandı. Cami resminin,
ne kadar tutarlı da olsa. biraz "bask" bir
görüntûsü vardı. Ama onun üstündeki
renkleri, olağanüstü buldum ve neden-
se, çocukluk resimlerime benzettim:
Ben de böyle. boya kalemlerimin ucu-
nujiletle hafıfçe kazır, onlann dökrüğu
ince tozlan, bir pamukla ovarak yayar
ve hepsiyle. bir kâğıt üstündeki dar uf-
kumu boyardım. Ayru şeyi şimdi güneş,
kendi güç oranı ile, gökyüzünde yapı-
yordu!
Adına deniz otobüsü denilen bu altı
boş garip tekne, hızla limandan aynlır-
ken. sağ tarafımızda kalan ve gittikçe
uzaklaşan Haliç'in genel tablosunda. o
güne kadar ya benim hiç dikkat etme-
diğim ya da gerçekten ilk defa yaşanan
bir olay oldu: Güneş bizimle birlikte
geldi-geldi, ufuk çizgisi üstünde hey-
ÇeHkGULERSOY
betle yükselen Süleymaniye'ninde, tam
arkasında durdu. Işte bu olağanüstüydü
ve ortaya çıkan resim, tam anlamıyla
nefes kesiciydi. Arkamda kalan yolcu-
lar -ki az sayıdaydılar, çünkü yaz mev-
simi artık bitmişti-, ufüktaki bu yangı-
nın da farkma varmadılar. Önlerindeki
yaşlı adamın. neden boynu kopargibi dur-
madan sağ tarafa baktığını anlamadılar
ve bu ısrara bir anlam veremediler.
Ama Süleymaniye... Sanki de\- bir
yontucunun, heybetli bir taş dağından.
demir küsküsü ve çekici ile vura-vura
biçim verdiği heykele benzeyen, o *yü-
ce duvartar ve kubbeJer uyumu'n
. arka-
sında yayılan renklerle öyle büyüyor.
öylesine bir anlam kazanıyordu ki. onun
o halini burada yazı ile anlatmam, bil-
seniz ne güç. Sizler de o gri akşam, be-
nimle birlikte limandan hızla yol alantek-
nede olmalıydınız.
Hızlı tekne. benim yağlıboya tablo
tutkuma. hiç mi hiç acımayarak. büyük
atılımı ile. deniz açıklıklanru yutmayı sür-
dürdü. Ben. "Eskizamanlan vaşıyor ol-
sa) dık, şimdi bir kayıkta, kürek bırak-
mıs ve ufüktaki romansı seyre dalnuş
olurduk" diye hayıflanırken. güneş, san-
ki eski bir dostummuş ve bana acımış
gibi, uzaklarda yaptığı bu akşamki ga-
rip gezisine devam etmesin mi? Ve bu
kez de Beyazıt Kulesi'ni. yine onun ar-
kasına geçerek. bana göstermesin mi?
Bu tablo da güzeldi. ama, "nefes ke-
sici" değildi. Yine de. onu oraya yangın
kulesi olması için diktiren Hünkâr'a.
içimden teşekkür ettım: Akşam boyala-
nnı hiç hesaba katmamış olsa da. *ts-
tanbul süuetTne. ne güzel bir figür ek-
lemişti... Sonra yine olağanüstü bir şey
oldu: Sağ karşımızda, bu kez Topkapı
Sarayı'nın yapılan. küme-küme öbek-
Şiirsevmek, şıirden hoşlanmak, şiiryaz-
mak... Bütün bunlar bir yana, bir de şiir-
den anlamak var. Herkes kendine göre
anlar! Yazanlar ıçın de böyle söylenmeli!
Herkes kendine göre... Ben, çocuk yaşta
başiadım şiirsevmeye. Yazmaya değil!.. Zor
bir sanat olduğunu nasılsa düşünmuşüm.
Yazmadımda değil! HerTürk doğuştanşa-
irdir demezler mi? Şiir sevgisı başka, şa-
iriıK çok daha başka! Yaşam boyu nice şi-
irsever gördüm, tanıdım. Bir de şair olma-
ya kalkmasalar, hele kitap yayımlamak he-
vesine düşmeseler!..
Aziz Nesin'in "Okuduğum Kitaplar" ad-
lı ilginç yapıtından geçen gün söz etmiş-
tim. Nesin, gerçek bireleştirmeci... özel-
likle şiir konusunda çok özenli, çok titiz, çok
açıksözlü...Nerde?Gizlidefterineyazdık-
lannda... Bunlann hiçbırini yayımlamamış-
tır. Bilmem çocuklan iyi mi etti yaşarken or-
taya çıkarmadıklannı yayımlamakla...
"...yazann geride kalıt olarak bıraktığı her
yazı yayımlanmamalı. Çünkü bu, yazann
ya da şairin çok aleyhine oluyor. Bir ya-
zar, gerçek yazarsa arkasında yüzlerce
dosya dolusu, yanm kalmış yapıtlar, not-
lar, karalamalar bırakır. Bunlann kitaplaş-
ması, o yazan ikinci kez, hem de sonsuz-
casına öldürmek demektir... Böyle birso-
nuç benim de başıma gelebılir diye şim-
diden korkuyorum. Içime biraz da şöyle
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
Aziz Nesin Şiir Eleştirmem!
birkuşku düşüyor: Geride kalanlan kitap-
laştırmayı, gerçekten yazar için mi yapı-
yoriar? Yoksa daha başka hesaplar var
mı?" Franz Kafka da böyle düşünmüş. Ya-
şarken hiçbir kitabı yayımlanmamış, bu-
nu istememiş... Kalıt yazısında arkadaşı
Max Brod'a da böyle vasiyet etmiş. Ama
Brod, kıyamamış Kafka'nın romanlannın
okurdan uzak kalmasma, hepsini yayım-
lamış. Ne iyi etmiş diyeceksiniz. Bunu bir
de Kafka'ya sorabilseydik!.. Aziz Nesin
doğrusu ya, gerçek bir eleştirmen. Oku-
yor, çok okuyor, notlar alıyor, yorumlar ya-
pıyor. Hele şiir konusu, başlıca sorunu...
fşte bazı şairler üstune yazdıklanndan par-
çalar "Büyük biriyi niyetle okudum C.D. 'nin
şiirierini. Elbet ben ölçüt değilim, ama
kendime göre bir beğenim var. Iki günü-
mü verdim bu kitaba, çokyazık. 210 say-
falık kitapta 218 şiirden biri bile beni se-
vindirmedi, mutlu etmedi, bana şiir keyü
vermedi." "Bu kitaptakl şiirierisanki üç ay-
n şairyazmış ya da üç ayn şairden seçki
gibi. Aynı kitabın içinde bunca kısa dönem-
de bu kerte değişiklik, yenilik olmaz, olsa
olsa bu şiir kişiliğini arayış olabilir."
"Çok büyük bir şair olduğu söylenilen
veyazılan M. 'nin düzyazılannı sevdim ama
şiiherini baştan beri sevmedim... Şimdi
bu ne bu? Ne oluyorşiir mi? öyleyse her
romanın, her düzyazının, her resmi rapo-
run ya da her dilekçenin şiir sayılabilme-
si demektir."
"Bana öyle geliyorki K. yazariığa heves-
li bir uzak taşra kasabasının aydını. San-
ki Almanya'da çalışarak eline geçen pa-
rayla kendi kitabını bastırmış izlenimi ve-
riyorbana."
"A. 'yı severim ve iyi oyunlaryazmasını
da çok isterim. Ama yazamıyor, bu gidiş-
leyazamayacakda... Çokyazık. Çünkü bir-
çok oyun yazanmız gibi, o da oyun yaz-
masını bilmiyor. Şiir, roman, öykü, dene-
me, öğrenilmeden kendiliğinden, insanın
kendiyetenekleriyleyazılabilir. Ama tiyat-
ro öyle değil."
"Uç yabancı dil bilen çalışkan, yete-
nekli bir genç. öyleyse niçin böyledir?
Çünkü eleştirilmiyor. Benim bu eleştirim
de yayımlanmayacağına göre!.."
"Şiir hep çok güzel, çok iyi olunca an-
cak şiir olabiliyor. Şiirde çok güzel olmak
zonjnda. Bu yüzden en ünlü, en değerii
şairierin bile yayımladıklannın ancak on-
da, beşte biri şiir olabiliyor. O geri kalan-
lan asıl şiirin gamitürieri."
"Y. niçin bu denli kötü yazar? Dayanıl-
maz kötülükte şiirdiyeyazdıklan. Çok ku-
ru, kupkuru. Sanıldığının tersine dil usta-
lığı da yok."
"Hele şu I. Deli bu adam ve şiirten de
deliolduğunun belgesi... Bütün birboş say-
fada birbaşlık iki dize, kimileyın bir dızel..
I. ve onun gibiler gerçek eleştiriye uğra-
madıklan, tersine kendi gruplannda, özel
ilişkileri ortamında sürekli övüldükleri için
öyle şımarmışlarki, kendilerini öyle büyük
gönmeye başlamışlar ki, keramet saçtık-
lannı, şiir söylediklerini sanıyortar."
Aziz Nesin btitün bunlan yeni, acemı, toy,
deneyimsiz şairler için yazmıyor, hemen
hepsi günümüzün ünlüleri. değerleri!.. Ger-
çek bireleştirici niteliği taşıyan Aziz Nesin,
ah bir de şair olmaya kalkmasa. şiir kitap-
lan yayımlamasaydı!..
nternet
Bankacılığı ile
Akbank
İnternet
Bankacılığı
ozgursunuz.
Akbank Özgür Bankacılık Hizmetleri
Dünyamn neresinde
olursanız otun, İnternet erişimine
sahip herhangi bir biigisayar aracılığıyla
www.akbank.com.tr adresinden Akbank'ın
her türlü bankacılık hizmetine ulaşabilirsiniz.
• Hesap bakiyesi ekstre • Para transferleri -Ödemeler
f »Kredi kartı işlemleri • Döviz alım/satım islemteri
Jfatınm islemteri • Hısse senedi işlemleri
ap açma ışlemlen • İleri vadelı havale/EFT
llimat verme ışlemlen • Sık yapılan transfer bilgileri
ı makınesı • Kışisel bitgi güncelleme
V
IINNIIU.
www.akbank.com.tr
leşirken. güneş. deminden ben gözük-
riiğü Haliç ufuklannı bırakıp -Tannm,
inanılmaz bir şey-. geldi. bu. "küçük
kuleler Ue u>ıımlu kubbeler birikiıni-
ninr
. arkasına geçti. A>TU boyalar. bel-
ki biraz daha solmuş olarak. ama bu kez,
ne tuhaf. yosun yeşilleri ve garip mavi-
len de katmış olarak. adına Saray dedi-
ğimiz bu yüzyıllar birikiminın. bir yan-
dan macerasını, öte yandan tadını, ba-
na anlatmaya başladı. Güneşin bu oyu-
nunun ne demek olduğunu. o an anla-
dım: Değişik çağlann ve durmadan do-
ğan-ölen adsız mimarların ürünü ola-
rak bildiğimiz bu yapılar bırikiminin.
ne denli bir uyum senfonisi olduğunu gör-
düm. Bu yapılann kendileri. ön planda,
kah\erengi -ama parlak- elişı kâğıdın-
dan kesilmiş bir model gibi diziliyor,
fakat üstlerindekı sanlar. kırmızılar ve
eflatunlarla bütünleşiyorlardı. Bunlara
\iicut vermiş olanlar. içlerinde oturan
efendilerdi; çoğu zalim. ama yine çoğu
âşık ve şair olan, hünkârlar... Onlann
siparişleri ile çaiışmış emir kulu ve ad-
lan bile belirsiz. hepsı ölçülü ve tutarlı
mimarlann göz zevkleri ile, akıl ve öl-
çü deneyimleri, bu yapılar-
da. kurşunla örtülü kubbe-
lere ve bir kumaş gibi düz-
gün taş duvarlara dönüş-
müştü. Adına Topkapı Sa-
rayı dediğimiz bu "koteksi-
yonu". teknemiz denizde ne
kadar hızla da aksa. ben o
akşam. bütün lezzeti ile an-
ladım. içtim ve tattım.
E\ et, deniz otobüsü, ina-
nılmaz bir hızla yol alıyor ve
eskiden ne kadar uzun sü-
ren açıklıklan, yutuyordu.
Ama teknik ne denli hız-
lı olsa da. yaradılış. onu çok
aşan -ve de ezen- bir güce
sahip olduğunu. o akşam.
yine kanıtladı: Çünkü gü-
neş. aynı güneş, (o yorgun
\e uzak ateş) -inanılır şey
mi-. bu kez geldi, Ayasof-
ya'nın arkalanndan. bana
son dost ışıklannı yolladı.
Justinianus'un ve onun
Anadolulu deha sahıbi iki
miman ile tüm ustalannın
ruhunu şadedercesine. o
kunt kitleyi. herkes için. şi-
irleştirmeye kovuldu.
E\et. Osmanirnın. o
u
ce-
sim*' v e biraz hantal duran
gövdeye. dört tarafından,
onunla ujoımlu minareler
eklemekJe. tabloyu tamam-
layan "iyi biriş" yapmış ol-
duklan. açıkça görülüyordu.
Fakat 1500 yıl önce. bu top-
rağın üstünde öylesine ka-
lın, yüksek ve dıştan saygı
uyandıran. içteki zenginlik-
len ile de ruhları hayran
eden bir yapıyı, tarihe ve
sanata armağan etmek. ak-
lı zorlayan bir atılımdı.
Zihnım bu felsefelere bat-
mış ve aklım dalmışken.
gerçekten son bir mucize
daha oldu: Güneş. evet yi-
ne o elmdeki fırçası ile. bu
kez, adıru rrenklerin "Ma-
vi Cami" koyduğu, çok kı-
barçizgili yapı şaheserinin.
çevrelerini boyamaya başla-
dı.
Bana inanın, artık nere-
deyse sarhoş olmuştum. Sı-
nınna \ardığım bir içkiyi
reddeder. tadına bayıldığım
bir yemeğe karşı sonunda
özür diler ve "buromanar-
tık son sayfasuu çevirsin"
der gibi. panoramayı seyre-
den pencereleri örtmek is-
tiyordum.
Ama olmadı. Yorgun ve
bitkin gözlerimi bu en sağ-
da, uzaklarda kalan izdüşü-
me dıktim. Saray sedefçili-
ğinden ve bahçevanlığın-
dan birdenbire mimarlığa
geçmiş o mucize adamın.
birgün çiçeklerini ve sedef-
lerini bırakarak. dıştan kes-
me taşlarla ördüğü. içerleri
ise. vüz renkli çinilerle ört-
tüğü o anıt yapı, akşam, sa-
dece. gurup renkleri ile. ba-
şına ve çe\Tesine bir hâle
örmekle kalmıyordu -inan
olsun- ve bana inat tüm pen-
cerelerini de arkadan \-uran
ışıklarla birer birer aydın-
latıyor, böylece saydamla-
şıyor ve daha çok, bir pen
sara\ına dönüşüyordu.
Bense, artık bir şey göre-
cek halden çıkmıştım.
Bereket. hızlı -ve acıma-
sız- tekne, ->aşamı simge-
ler gibi-. tüm mutluiuklan
ve güzellikleri bir bir geri-
de ve geçmişte bıraka bıra-
ka, Istanbul şehrini, (yani
3000 yıla yaklaşan bir ma-
cerayı). daha da solan renk-
lere. griliklere ve karanlık-
lara bürüyerek. uzaklaştı.
Son bir kez. yorgun ve ar-
gın, ötelere bakmaya çalış-
tım: Sultanahmet'ten son-
ra, Trakya ufuklanna doğ-
ru uzanan o kıyılarda. sanat
adına olağanüstü bir resim
beliremiyordu. Evet, bu şe-
hir. oralarda. sadece bir düz
çizgiydi. bir beton kalıplar
sergisi halindeydi.
Gün batımı. belki onun
için, ışık \e renk senfonisi-
ni, Sultanahmet"te kesmek-
tevdi.
PENCERE
Yarı Yoldan Ziyade
Yerden Uzak...
Futbol bizde 19'uncu yüzyılın sonunda başlıyor,
Kadıköy'deki Ingilizler ayaktopunu Türklere tanı-
tıyorlar, ama, bu oyunun bizim için iki sakıncası
var...
Biri softalıktan kaynaklanıyor; söylenceye gö-
re Muaviye yandaşları Hazreti Hüseyin'i şehit et-
tikten sonra kesik başıyla top gibi oynamışlar;
futbola "gâvurişi"ve "günah "gözüyle bakanyo-
bazlar toplumda eksik değil...
İkinci sakınca saray!..
Sultan Abdülhamit'ın kuşkusu yeşil çimleri de
gözetlemektedir...
Bahriye Mektebi öğrencisi Fuat Hüsnü (Kaya-
can) ve Hariciye Nazırlığı'nda görevli Reşat (Dan-
yal) beyler ilk Türk futbol takımını 1901 de Kadı-
köy'de kuruyorlar; saray hafiyelerinin gözüne çarp-
masın diye adını Black Stocking (Kara Çoraplılar)
diye Ingilizce koyuyorlar. "Kara Çoraplılar" ilk ma-
çını Kadıköy Rum takımıyia yapıp 5-1 yeniliyor; ama,
Saray hafiyeleri yutar mı!.. Takımın Türk olduğu-
nu fark edip oyunculan gözaltına alarak sürgüne
yolluyorlar; Fuat Hüsnü bir faytona atlayıp toz olu-
yor.
Bizim tarihimiz her yönden ilginç öykülerle yük-
lü bir masal kitabı.
"Mütareke"öe Ingilizlerie Türkler arasında ya-
pılan maçlar işgal kuvvetlerine karşı bir başkaldı-
n gibi algılanıyor; bizimkiler emperyalistlere karşı
hınçlannı ayaktopunda dile getirmeye çalışıyor-
lar.
•
Boks tarihinin en ilginç şampiyonlanndarJoe
Louis'in hayatını okurken şu tümcenin altını çiz-
miştim: "Amerika'da bir zenci ancak hngde bir
beyazı evire çevire rahatça dövebilir."
Irkçı Hitler'in öyküsü unutulmaz, 1936 Berfin
Olimpiyatlan'nda karaderili Jesse Ovvens 100
metrede beyazları geçip dünya şampiyonu olun-
ca, Führertribünleri terk etmişti; o günden bu ya-
na zenciler spor alanlarında öylesine egemenleş-
tiler ki neredeyse "üstün ırk" sayılacaklar.
Kim ne derse desin, "Ulus devlet ortadan kal-
kacak" tevatürü çeşitlenirken sporalanlanndamil-
liyetçilik rüzgârian fırtınaya dönüşüyor.
Avusturya'yı 5-0 yenince, hepimiz sevinçten
çıldırayazdık...
Hakkımız değil mi?..
Geçmişte horlana horlana canımız çıkmıştı; ar-
tık o günler geride kaldı.
Para, organizasyon, disiplin, taktik, strateji, cid-
diyet, süreklilik gibi başarı ve yükseliş için gerek-
li ne varsa ülkemizde spor yaşamına girdi sayı-
hr...
Çimli sahalara ektiğimizi biçiyoruz...
Avrupalı eskiden futbolda Türklere tepeden ba-
kardı; artık gününü görecek...
•
Medyamız "Avusturya zaferi" üzerine neredey-
se tıriatıp hop oturup hop kalkarken, bir gazete-
mizde gözüme ilginç bir başlık çarpmıştı:
"Avrupa'ya girdik!.."
Girdikmi?..
Sanırım Ahmet Haşim'in ünlü şiirindeki ko-
numdayız, düş ile gerçek arasındayız, şiirin adı "Yâ-
n Yol", tümü bir dörtlük:
Nasıl istersen dinle, bakın:
Dallann zirvesindeyiz ancak,
Yan yoldan ziyade yerden uzak;
Yan yoldan ziyade mâha yakın.
"Mah" bildiğiniz gibi "Ay" demektir, Avrupa
konusunda güneşi görmüyoruz, mehtapta yaşı-
yoruz...
KİĞIASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
2001M21 Esas
Davacı DSİ Genel Müdürlüğü \ekili Av. Mehmet Öz-
men tarafından davalı Akif Pütün aleyhine mahkememi-
ze açılan kamulaştırma bedelimn tespiti ve tescıl da\ası-
nın yapılan yargılaması sırasında verilen ara karan gere-
ğince; Davalı Akif Pütüne ait Bingöl ili. Kiğı ilçesı.
Abar Mahallesi, Abar mevkiinde kâin 117 ada. 11 par-
sel sayılı \e 4.600 metrekare vüzölçümündeki taşınmaz,
DSİ Genel Müdürlügü tarafından 14.09.2000 tarihinde
kamulaştmlmış olup ibraz edilen belgelerden taşınmaza
takdır edilen 7.440.O0O.0O0 TL. bedel üzerinde taraflar
anlaşamadıklanndan kamulaştırılan taşınmazın bedeli-
nın tespiti ile DSİ Genel Müdürlüğü adına tescıline ka-
rar verilmesi ıçın 04.09.2001 tarihinde DSİ Genel Mü-
dürlüğü vekılı Av. Mehmet Özmen tarafından Kjğı Asli-
ye Hukuk Mahkemesi'ne dava açıldığı ilanen duyurulur.
26.10.2001. Basın: 66^80
KtĞI ASLİYE HUKUK MAHKEMESt
2001 127 Esas
Davacı DSİ Genel Müdürlüğü vekili Av. Mehmet
Özmen tarafından davalı Ali Irten aleyhine mahke-
memize açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tes-
cil davasının yapılan yargılaması sırasında verilen
ara karan gereğince; Davalı Ali lrten"e ait Bingöl ili.
Kiğı ilçesi. Abar Mahallesi. Abar mevkiinde kâin
117 ada. 14 parsel sayılı ve 9.500 metrekare yüzöl-
çümündeki taşınmaz. DSl Genel Müdürlüğü tarafın-
dan 14.09.2000 tarihinde kamulaştınlmış olup ibraz
edilen belgelerden taşınmaza takdir edilen
14.050.000.000 TL. bedel üzennde taraflar anlaşa-
madıklanndan kamulaştınlan taşınmazın bedelinin
tespiti ile DSl Genel Müdürlüğü adına tesciline ka-
rar verilmesi için 04.09.2001 tarihinde DSl Genel
Müdürlüğü vekili Av. Mehmet Özmen tarafından Ki-
ğı Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açıldığı ilanen
duyurulur. 26.10.2001. Basm: 66789
tLAN
KİĞI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
2001 115 Esas
Davacı DSl Genel Müdürlüğü vekili Av. Mehmet Öz-
men tarafından davalı Ismail Pütün aleyhine mahkeme-
mize açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil da-
vasının yapılan yargılaması sırasında venlen ara karan
gereğince; Davalı Ismail Pütün'e ait Bingöl ili. Kiğı il-
çesi, Abar Mahallesi, Abar mevkiinde kâin 117 ada. 1
parsel savılı ve 6.500 metrekare yüzölçümündeki taşın-
maz. DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 14.09.2000 tan-
hinde kamulaştınlmış olup ibraz edilen belgelerden ta-
şınmaza takdir edilen 11730.000.000 TL. bedel üzerin-
de taraflar anlaşamadıklanndan kamulaştınlan taşınma-
zın bedelinin tespiti ile DSl Genel Müdürlüğü adına tes-
ciline karar venlmesi için 04.09.2001 tarihinde DSl Ge-
nel Müdürlüğü vekili Av. Mehmet Özmen tarafından Ki-
ğı Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açıldığı ilanen du-
vuruluf. 26.10.2001. Basm: 66785