23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA Bay Cli CUMHURİYET 14 OCAK 2001 PAZAR O L A Y L A İ \ Yllı OOri.U İŞLJjjK olay.gorus@cumhuriyet.com.tr Politika ve Bilim Doç. Dr. t. Ethem GEÇİM A merika Birleşik Dev- letleri'nde bir dönem, günahı ve sevabı ile ge- ride kaldı. Seçimlertar- tışmah da olsa yeni baş- kanı belirledi. Kesin olan tek sonuç Bay CHnton' ın artık bir "eski'' başkan olduğudur. Ueride herkes onu özgün ahlak anlayışı ve ahlak (etik) haritasındaki smırlarda yaptığı değişik- liklerle anımsayacak. 2-3 yıl öncesi ABD"ye geri dönersek ne kadar fark- hydıherşej BuMonkavukuarJanpat- lak verinceye kadar, özellıkle orta batı- mn kırsal kesimınde hâlâ evlerinin ve arabalannın kapılannı kilitlemeye ge- rek görmeyen bizdeki "Anadoluçocuk- bn"nın karşılığı olan, Amerikalılar ara- sında. öz Hıristiyan ahlakının safiaştı- nlıp süzülmesiyle oluştuğuna inamlan Amerikan ahlak değerlerinin, sosyal, bilimsel ya da askeri, kısaca akla gelen her alanda en üstün değerler olduğuna inananlar o denli çoğunluktaydı ki ina- namazsuuz. Bır Amerikan başkanmın özel hayatının bu halde olduğu dediko- dulannı yayacak kötü niyetli güçler de yoktu artık bahane edilecek. Belki de bu ışık hızına ulaşan iletişim globalleşme- si yaramamıştı Amerikan halkına. Bu moral bunalımını (krizi) bir yana bırakırsak Amerika'da herkesin işleri yolundaydı o günlerde. işleri en yolun- da olan Amerikalı ise kuşkusuz ikinci dönem başkanlığa seçilmiş olan Bay Clinton'dı. Irak Devlet Başkanı Sad- dam Hüseyin, aralanndakı soğuk görün- tü bir yana, bana sorarsanız en zor gün- lerinde Bay Clinton'ın en iyi dostu, en yakın yardımcısıydı. Aralanndaki mücadele olimpiyat ma- dalyası için canıru dişine takmış iki ama- tör güreşçiden ziyade, birbirlerine ina- mlmaz saldınlarda bulunduklan halde hiçbirinin burnu kanamayan profesyo- nel pankreas güreşçilerini hanrlattı hep bana. Bu da aslında dünyada zaten pek popüler olmayan Saddam'dan ziyade Bay Clinton'ın etik nitelıği hakkında ipucu verdı hepimize. Ne zaman ki Amerika'da işlerbıraz kanşırgibi oldu, o sözünü ettiğim pankreas güreşçileri gi- bi, önce Saddam bir hamle yaptı, der- ken Clinton ona bir elense çekti, sonuç- ta da hem Amenkalılar hem de dünya- lılar bu heyecanlı ama bir türlü bitmek ıp Fak. öğretim Üyesi müsabakasım seyret- Ineide rhesjfculken petrol fıyatlanna in- fce ajjar çpktan yapılmış da üstüne kah- ve icecek zaman bile artmış oluyordu. En sonunda da burnu bile kanamayan güreşçiler hasılatı paylaşıp toz oluver- diler gündemden. Sonuç mu? İşte bir sonuç: Ameri- ka'ya baksan her yer şıkır şıkır, pınl pı- nl. Ekonomi hiç olmadığı kadar tıkınn- da, işsizlik desen binyıhn en düşük se- viyesinde. Eh zaten işleri böyle olan bir ülkede başkana ne iş kalacak ki? Adam- cağıza eğlencelik olacak bir enflasyon canavan bile yok. Trafik canavan de- sen bizdekiyle kıyasladığınızda ev ke- disi ile fıno köpeği arası bir süs hayva- m! Bu durumda zavalh Bay Cünton'a da oval ofiste can sıkınnsını gidermek- tenbaşka yapacak ne kahnıştı ki? Öbür ofislerde iş vardı da yapmamış mıydı sanki? Bize ne bundan efendim diyeceksi- niz! Aslında haklısınız, işin oval kısrm beni de önceleri pek ilgilendirmiyordu. Zaten Bay Clinton da tarihsel itirann- dan önce, yediği hurmalan uzun süre in- kâr etti ve ben de içimi kepıiren bir kurt olsa da ele güne karşı inanır gibi yapıp "Ainesi iştir kişinin oval ofise bakümaz" diyerek adama arka çıknm. Keşke şu ada- mı Amerikalılar işten kovsa da, emek- li basketbol oyunculan gibi üç beş se- ne Türkiye'ye gelip şu bizim işsizliğe bir çözüm bulsa diye hayaller bile kur- muştum. Sonralan Bay Clinton tüm dünya televizyonlannda yayımlanan ba- sın toplantısmda kameralann gözünün icınebakabaka"\^HahidebfflahideMo- nka ile aramızda sizin bildiğiniz gibi bir durum ohnadı, yani bir durum oldu ama bu durum o durum değDdir. Bizim durum, o sizin sandığuuz durumdan çokdaha farkfa bir durumdur" deyip ve Türkçe deyimiyle çamura yatmca hayal- lerim yıkıldı, çok mahcup oldum. Ni- hayet bayan Clinton herkesin içinde si- nirlerine egemen olamayıp hem de Is- tanbul ziyaretleri sırasında "Bir aşüfte yüzünden her şeyiberbat tttin™ diye ba- ğırarak Bill'in yüzünü nrmalaymcayaka- dar da neredeyse Bay Clinton, yediği hur- malar hiçbir yenni trrmalamadan olay- dan sıynlacaktı ki işte tam bu sırada bu yazımızın esas konusu olan meşum skandal patlak verdi. The Journal of American Medıcal Association (JAMA) dergisi, dünyada en çok okunan tıp dergilerinden biridir. Haftahk baskısı 2 milyona yaklaşır. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise is- tisnasız her hekime gönderilir. Dergi son 10 yılda, dünyada en çok atıfta bu- lunuian ilk 5 dergi arasında sürekli bir yerbulmuştur. Hatta ülkemizde bile bir harf değişildiği ile sahtesi imal edilecek kadar ciddiye ahnan JAMA'nın, 20 Ocak 1999 sayısında bir yazı okuduk: 'Wö- uld You Say You "Had Sex" If_?' isim- li bu raporu, Indiana Üniversitesi'nden SA Sanders ve JM Reinisch adlı araş- tırmacılar, belki de Monica'mn telefon konuşmalanndan ilham alarak çok kı- sa sürede yazmış ve JAMA'nm ünlü editörü GeorgeD. Lundberg de bunu bi- zim Meclis araşormalan sonucunda po- litıkacılann aklanmasına eşdeğer bir sü- ratle yayımlamıştı. (JAMA 1999; cılt 28 l;sayfa 275-277) Başlığı, en edepli ve basın yasasına en uygun şekli ile, "Cinsel Üişkide Bu- lundum Der nüydiniz". Eğer....? şek- Unde Türkçeleştirilebilen bu makaleye göre, Amerikan tophımunda nelerin cin- sel ilişki sayılıp sayılmadığı konusun- da kavram karmaşası oldugu ve bu kar- maşayı açığa çıkarmak amacıyla bu ça- lışmaya gerek görüldüğü de belirtil- mekteydi. Çahşmaya katılanlardan çoğu kendi- sini Bay Clinton'ı politik olarak des- teklemeyen taraftanım diye sınıflamak- talardı. Sonuçta deneklerin yüzde 59u oral temasın cinsel ilişki sayılamaya- cağrnı, hatta bunlann yüzde 19'u anal temasrn bile cinsel ilişki sayılamayaca- ğını belirtmişler. Makalede tek cümle ile şu sonuca vanlmış: "Amerikan mfl- kti bir tuhafhr ve Amerikahlann neye cinsel ilişki deyip neye demedikleri çok geniş bir değişkenlik göstermektedirf Yani bir adamla kadın arasında oral seks gerçekleşmiş olabilir ama nemize la- zım, buna cinsel ilişki diyen var, deme- yen var, sonuçta bunu cinsel ilişki say- mamak daha doğru olur! Bunun pratikteki ve o günkü Ameri- kan gündemindeki tercümesi, "Bay CMn- ton'ın yediği naneier esasen nane değil maydanoz da olabilir, ee_ maydonoz yi- yene de kızılmaz ki canım" şeklindedir. Bizdeki tabinyle eşeği boyayıp sat- mak anlamına gelen ve Bay Clinton'ın kısa süre sonra gelen televizyon açık- lamalanna zemin hazrrlamakla görev- li olduğu açık seçik anlaşılan bu maka- leyi JAMA dergisinin o zamanki editö- rü George D. Lundberg yukanda anlat- tığım süratle yayımlamıştır. Yayımlamış yayımlamasma da kabul etmek gerekir ki, Amerika'yı Amerika yapan önemli nedenler vardır. İşte bu ma- kale yayımlamr yayrmlanmaz uzaktan bakıldığrnda o çer çöp her şey serbest gibi görünen ülkede, derginin resmen sa- hibi ve bu anlamda da George D. Lund- berg'in patronu olan E. Ratcliffe An- derson, Jr, MD, editör Lundberg'i biz- deki deyimiyle kulağından tuttuğu gi- bi açığa almış ve sonuçta da dergiden tümden uzaklaştırmıştır. Tabii olayın ardından kısmen bende- nizin de izlediği eğlenceli bir hareket- lilik yaşandı. Dediler ki, "Efendim bu ülkededemokrasiyok mudur? Editörün ifade özgürlüğü yok mudur? Ne yazar- sa yazar, size ne, beğenmeyen okumasm, daha da beğenmev'en başka bir çahşma yapıp o makalenin yanhş olduğunu is- padâsuı, editör eğer onu yayımlamazsa işteesaso zaman kızarsınız! Bilimsel de- mokrasi işte budur!_" vs vs... Bir akıl veren olsa Avrupa İnsan Haklan Mah- kemesi'ne bile gidecek birilen çıkardı ama yol uzak geldi samnm! Sonuçta derginin mayıs sayısmda anlatıldığına göre (JAMA 1999; Cilt: 281-19) dergi- ye konuyla ilgili 500'den fazla e-mail ve 167 tane de mektup gelmiş. E-maille- rin ne dediği anlaşılanlanndan 135 ta- nesi sabık editör Lundberg'in işten atıl- masını protesto edip makaleyi basma- sma arka çıkarlarken, 32 tanesi de E. Ratcliffe Anderson, Jr, MD'nin Lund- berg'i işten atma karannı desteklemiş- ler. Mektuplardan ise 9'u Dr. Lund- berg'den, 2'si Dr. Anderson'dan yana tavır almışlar ve bir mektup ise her iki- sini de lanetlemekteymiş. Yukandaki dağılıma göre, özelükle son zamanlar- da seçim önceleri ülkemizde de çizilme- si moda olan kesitsel demokrasi tablo- su, Dr. Anderson'ın daha fazla protes- to aldığmı ve sanki makalenin basılma- sının haklı bulunmuş olduğunu anlatır gibiydi. Ancak Dr. Anderson, yüzbin- lerce üyeli Amerikan Tıp Cemiyeti'nin (AMA) seçimle ışbaşma gehniş başka- nı ve mektup falan yazmayan sessiz ço- ğunluğun en üst düzey legal temsilci- siydi. Karannı tartışmak ise bir anlam- da çoğunluğun iradesıni tartışmaktı. Za- ten olaylann gelişimi, kararlannda tar- tışmaya yer olmadığını da yetennce gös- terdi. 1leri toplumlarda da bu tür tartış- malara kimsenin fazla hevesi yoktur, çoğunluğun temel ılgisi ürettiği işe yö- neliktir gibi gelir hep bana! Burada venlecek karar, mahkeme ka- dıya mülk müdür, değıl midir karany- dı. Bu karan yukandaki halıyle veren Dr. Anderson'ın en önemli kaygısı, der- ginin şu ya da bu nedenle ve belki de editörün de bılınçli ya da hatalı onayıy- la siyasal bir taraf durumuna gelmesiy- le uğrayacağı bilimsel değer yitımiydi. Cünkü politika, bilimsel içeriği arrak- ça değer kazanırken bilimin değeri ise politikadan anndıkça artmaktadır. Tıp, kamuyu ne kadar ilgilendıriyorsa ya da nbbi kurum ve kuruluşlar ne kadar ka- muya aitseler, tıp dergilen de o denli ka- muya aittirler. Ûstelik bu yaklaşımı bi- limin tüm dallanna uyarlamak da yan- hş olmaz sanınm. Bu bağlamda bilimsel yayıncılann sorumlulugu da diğer kamu görevlerin- den farklı kabul edilemez. Kamu göre- vinde ise kamu çıkarlannın, kişi ya da gruplann çıkar ve sorunlannın her za- man üstünde tutulması zorunluluğu var- dır. Clinton olayında, eğer ki Dr. Ander- son, Dr. Lundberg'i görevden alarak konuyu kapatmasaydı, mutlaka bu ko- nudaki antitez sabipleri ile bir kavga ortamı doğacak. bu durum editörün çı- karlanna, siyasal görüşüne ve belki de samimi inançlanna iyi bir hizmet yap- mış olsa bile bundan da en büyük zara- n derginin bilimsel inanılırhğı görecek- ti. Sonuçta Bay Clinton ya da ekibi ken- di çıkarlan adına Amerika'nuı en say- gın yazılı bilim ortamlanndan birini fe- da etmeye tereddüt etmediler ama her kuşun etinin de yenmediği tüm dünya- ya Amerikah doktorlar tarafindan birİcez daha müjdelendi. Kıssadan hisse: Bay Clinton'a, ye- ni yaşamına doğru güle güle derken belki de dünyamn her yerinde birbi- rine benzeyen bu tür politikacılar ve yandaşlannın, kendilerine, ülkeleri- ne ve bilime zarar vermesine olanak vermeyen Amerikan aydınlannı da selamlamak istiyorum Atatürk'ün "muassır medenrvete ulaşmak" sö- zünde saklı olan, belkj de işte böyle aydınlardan oluşan bir toplum yarat- makrır, kim bilir? EVET/HAYIR OKTAY AKBAL 44 Yıl ÖncedenL Aşağıda okuyacağınız yazı tam 44 yıl önce, 4 Ha- ziran 1957'de 'Vatan' gazetesinde çıktı. Çekmece- leri, eski dosyalan kanştınrken elime geçen eski ya- zımı okuyunca baktım, konu güncelliğini yitirmemiş. Bilmem siz nasıl bulacakstnız: "D/te kolay. Halen cezaevterinde tam 45.000mah- kûm bulunuyor. Azımsanacak bir sayı değil. 45.000 insanın yurdun çeşitli köşelerindeki hapishane, hüc- re ve koğuşlannda çile doldurduğunu düşünmek bi- le tüyleriürpertmeyeyeter. Oüşünün, 45.000 kişi or- ta boyda bir şehir halku tutanndadır. Bu insanlann kullanılmayan enerjisi memleket için ziyan olmuş bir kuvvettir. Istihsal alanından kopan 45.000 kişi- nin dondurulmuş gücûne acınmaz da ne yapılır? Cezaevlerimiz ne çabuk doldu yine ? 1950 'de ge- nel af neticesinde bırakılan binlerce mahkûm yeni- den geri mi döndü ya da binlerce vatandaş çeşitli suçlar işleyerek içeri mi girdi? Anlamıyorvm, 7 yıl önce boşalan cezaevlerimizin bugün tıidım tıklım bir hale gelmesine sebep nedir? Niçin suç işleyenlerin sayısı gittikçe artıyor? Bunun iktisadi ve sosyal şart- larta ilgisi gözden geçirilmiş midir? Bu konuiar ûze- rinde düşünen kimse varmı? Daha doğrusu, yetki- liler ve sorumlu kişiler, bu işleyip duran yaranın teş- hisi ve tedavisi için bir çaba harcıyoriar mı? İlk akla gelen sorularbunlar... Yaşam seviyesiyök- sek topluluklarda suçlu sayısının azaldığı inkâr edil- mez bir gerçek. Aydınlanmış ülkelerdeki insanlann daha az hırsızlık ettiklerini, daha az cinayet işledik- lerini hepimiz biliyonız. Öyleyse, bunca yıldır süre- gelen didinmelerimize, çalışmalanmıza rağmen yur- dumuzun sosyal şartlan daha iyiye doğru gideme- miş, insanlanmtzın kültür durumu yûkselememiştir. Bunlar iç sızlatan şeyler! Suç ve suçlu sayısının ge- çen yıllara göre artışı, maddi ve manevi kalkınma- mızı ne yazık ki gölgeleyen, inanılmaz hale sokan bir vakıadır. 7yılda 45.000 vatandaşımızın cezaevleri- negirişi, üzerinde düşünülmeye değer bir önem ta- şıyor. 45.000 kişinin yansı yeni Ceza Infaz Kanunu'na göre tahliye edilecek. Geri kalanlann da cezalan ya- n yanya azaltılacak. Bu değişiklik iyi biradımdır el- beV... Ceza infazının üç safhaya alınması hayırlı so- nuçlar verebilecek bir denemedir. Yakında 20.000 mahkûm tahliye edilecek. Ama bu 20.000 kişinin top- luma iyi bir vatandaş olarak kanşacağına inanabilir miyiz?Ah, buna birinanabilsek!.. Bu binlerce mah- kûmun bir tekinin bile yeniden cezaevlerine dönme- yeceğine emin olabilsek! İşte o zaman suçu ve suç- luyu azaltmak yolunda bir adım attığımızı kabul ede- riz. Ama bunun için de toplumumuzun yaşama se- viyesinı ve kültür durumunu belirii bir ölçüye yük- seltmek gerek. Her işin başında bu var." Neredeyse yanm yüzyıl geçmiş! Yine on binlerce insanı sokaklara salıveriyoruz. Onlann ne yapacak- lannı, nasıl geçineceklerini, toplum yaşamında nasıl yer alacaklannı hesaplamadan... Bu yüzden, çıkan- lar bir bir geriye dönüyor, yeni hırsızlıklar, cinayetler işleyerek!.. Af çikartmak en kolay iş! Belki hükümet- lere puan kazandınr. Ama hiçbir sorunu çözümleme- den bu tür işlere kalkışmak, toplumdaki sarsıntılan daha da arttıracaktır. Kırk beş yıl önce genç bir yazar olarak bu önemli soruna dikkat çekmek istemişim... Ama hiçbir şey değişmemiş. O yöneticiler gitmiş, başkalan gelmiş; ama anlayış, kafa, tutum, davranış yerinde saymış! Belki daha da geri gitmiş!.. Gerçekler Görmezlikten Geliniyöf Pn>f.Dr.CetalEKTUĞ Atatürk, cumhuriyeti, bireysel inisiyatifi ha- rekete geçirerek kurrnuş, ülkeyi 'ümmet' toplu- mundan 'ulus devlet' yapılanmasına oturtmuş- tur. Yani Atatürk büyük 'defişim'ın tavandan de- ğil tabandan başlamasını, yeni düzenin bir kül- tür, bir yaşam biçımi olarak bireylerce özümsen- mesini amaçlamıştır. Bu, gerçek demokratikleş- me yapılanmasıydı. Atatürk'ten sonra bu yapılanma doğnıhusun- dan sapıbnış;tepeden,hiyerarşik elitieşme, uzak- tan lfiıtiMinH«h 'merkea crtorite" esasına dayalı bir yönetım modelı 'demokrasi' diye uygulanmaya konubnuştur. Bugüne kadar bu sıstem giderek yoz- laşmış; istikrarsızlık. çözümsüzlük, tıkanıklık, yolsuzluk, çetecılik, çıkarcıhk, demagoji, entri- ka ekseninde 'özürlü bir düzen' olarak süregel- miştir. Türkiye gerçeğı: Nedense bu 'özûrlû' yapılan- marun 'demokrasi 1 olmadığı hep görmezlikten ge- linmektedir. Elli yıldır sanal bir sistemın 'demok- rasi' diye algılanması sağlıksız bir inanış, sakın- cah bir sendromdur. İşte bütün rahatsızlıklar, bu 'Tûridye gerçeğini görmezlikten geune'den kay- naklanmaktadır. Bu 'Türkiye gerçeğTnin göster- geleri; demokratık kural ve standartlara uygun ol- mayan, demokratıkleşmenin doğasına ters dü- "Biliyorum" demek için. Bilim ve Teknik Yeni yılda, yeni yüzüyle bayilerde! şen, bıreylerden başlamayan, 'demokrasi kültû- rü'nden yoksun 'partfleşmejeD partiler', demok- ratik işlerlik kazanamayan lıderler parlamento- su, asla iktidar olamayan hükürnetlerdir. Bu açık seçik göstergelerin tüm sıkıntılanh kaynağı olduğunu, ne siyasal mekanizma, ne medyamız görmekte... Neden değerli medyamız "Siyasal mekaniz- ma yeniden vapüannıalı" diye tutturmuyor? Ne- den partiler, u Seçim Yasası'oı değiştirin'* diye bastumıyor? Liderlerin emir ve kumandasında- kı partiler, atanrmş parlamentolarla \oirutulen 'düzen' hangi derde çözüm getirebilir? Türkiye gerçeğini görmezlikten gelrnek, yeniden yapı- lanmayı ısrarla istemek genel bır 'istem' olmalı- dır. Bir de Kıbns sorunu ne- denıyle Avrupa Birliği'ne küskünlük ve tepki konu- su... Küskünlük diploması- si ile "AB'ye girip girme- meyi yeniden gözden geçi- ririz. Avrupa'nın dışanda da yaşam olanaklan >anhr" anlammda ofke belırtıleri gösterildi. Oysa bu bir ön belgeydı. Daha çok, diplo- matik dıyaloglardan geçe- cektık. Sevgıli komşumuz Yunanistan elbette her firsat- tan yararlanmak isteyecek. bız de gerekenı sennkanlı diploması ile savuşturaca- ğız.. Buna hiddetlenerek AB'ye girmemekle tehdit etmemiz gerekmez. Eğer biz 1970'lerde, AB'ye Yunanistan'la bırlik- te, buyurun sızı bekliyoruz diye çağnldığımızda, hayır bız henüz hazır değihz diye kaçmasaydık: Yunanistan, vetolanyla, Kıbns, Ege so- nınlanya karşunızda olma- yacaktı. Eğer biz bu firsatı kaçırmasaydık, şimdı ger- çek demokratikleşme süre- cine oturmuş, Avrupalılaş- mış olacaktık. Kıbns, Ege sorunu; Türkiye-Yunanistan sorunu olmaktan çıkıp Av- nıpa sorunu olacaktı. Eğer biz çağnya evet diyebilsey- dik, asken darbeler de ol- mayacak, gensın geri git- meyecektik. Türkiye 150 yıl- dır Avrupahlaşmak çabasın- da. Bunun dışında da hiçbir seçenek yoktur. Kimsenin bu yolu tıkamasına izin ve- remeyız. Türk ulusu AB'den kaçma siyasetine asla müsa- ade etmeyecektir. Zaten AB bizı dışanda bırakamaz. Bu durum ona çok pahaUya ma- lolur. Eğer biz dışanda kal- makta ısrar edersek Türkı- ye"nın parçalanmasına bo- yun eğmiş oluruz. Gerçek- len gönnezlikten gelmeye- lını ve yeniden yapılanma- yı da hemen gerçekleş- tirehm. PENCERE Hayvan ile İnsan Molla Cami anlatıyor: Tilkinin biri sırtlanın pençesineyakalanmıştı, fer- yada başladı: - Ey, ormanlann yiğit aslanı!.. Beni bağışla, ne otur bu acizi paralama!.. Sırtlan dişlerini tilkinin sırtına geçirdiği için ancak hınldayabildi; kurnaz tilki dil dökmeyi sürdürdü; - Senin üzerindeki hakkımı düşün!.. -Hırrr... - Ne istedinse yerine getirdim, ne zaman canın çektiyse sana kocalık yaptım... Sırtlan bu laflan duyunca aklı başından gitti, na- mus gayretine düştü, agzını açıp konuşmaya baş- ladı: - Alçak hayvan!.. Bu ne iftiradır, bu ne saçma söz- lerdir?.. Sen bana nerede kocalık yaptın?.. Sırtlan ağzını açınca, tilki pırrr... • Molla Cami'nin öyküsüLa Fontaine'in "Karga ile Tilk1"sin\ çağnştırmıyor mu?.. Hangisi önce?.. Cami 1414'te doğmuş... La Fontaine 1621 'de. Biz çocukken "hayvan öyküleri" deyince akla La Fontaine gelirdi; Fransız kültürüyle beslenmiş ku- şaklann ağırlığı geçeriiydi; Doğu söylencelerinden, fıkralanndan, masallanndan yeterince haberimiz var mıydı?.. Hasan Âli Yücel'in başlattığı "Dünya Klasiklehnden Çeviriler" seferberliği gözlerimizi açtı. Kendi öz malımız Yunus Emre'yi bile bize Cum- huriyet Devrimi tanıtmıştır; 1923 Aydınlanması'nın bakışında yalnız 'Batı' değil, 'Doğu' da degerien- di. • Bir deve yulannı sürükleyerek kırda otiuyoımuş. Fare deveyi sahipsiz gördüğünden yulanndan tu- tup çekmeye başlamış; koca deve farenin arkası- na düşmüş; ama, gide gide farenin yuvasına gel- diklerinde ne görsün?.. Küçücük bir delik!.. Akılsız deve: - Ey ham fikirli, demiş, şu yaptığın işe bakl.. Peki suç kimde?.. Farede mi?.. Devede mi?.. Aradan nice zaman geçti; günümüzde küçük li- derierle büyük kitlelerin ilişkisine ne denir?.. • öküzün biri sürüsüne başbuğ oldu; boynuzlan- nın gücüyle öküzler arasında ün saldı; tehlikeleri savmakta ön aldı. Gün geçf olaylann eli öküzün gücünü eksiltö, boy- nuzunu kırdı, öküz tehlikeyi gördükçe kaçıp öteki öküzlerin arasına sığındı. Sordular - Sana ne oldu?.. Ah çekti: - Anladım ki marifet bende değil boynuzumday- mış; demek ki kılıç işler, kın övünürmüş... • Bir koyun dereden geçmek için sıçrarken kuy- ruğu kalktı, kıçı görüodü. Keçi yeriere yattı.. .;. Gülmeye başladı..' ' - ' Koyun bozuldu: - Ey insafsız, edepsiz, arianmaz, utanmaz!.. Ben yıllarca senin kıçını seyrettim, ne güldüm, ne ayıp- ladım. Sen benim açığımı bir kere gördün, şu yap- tığına bak!.. Molla Cami diyor ki: - Alçak, gece gündüz halkın gözü önüne sergi- lenen ayıplanna bakmaz, kerem sahiplerinde kü- çük bir kusur görse, kınamaya başlar. • Güvercine sormuşlar: - Neden iki yavrudan fazla yapmıyorsun?.. Kü- mesteki tavuk gibi daha çok yavru yetiştirmeye gü- cün yetmiyor mu?.. Güvercin yanıtlamış: - Kümesteki civciv çöplükten geçinir, güvercin yavrusu annesinin kursağından yer... Ve eklemiş: - Dariık sarayında helâl nzık çok bulunmaz. • Molla Cami diyor ki: Uzun lafın ipi, ancak özdeyişin kılıcıyla kesilir. Yiğit cumhuriyet kızı, efsane insan, güzel dost NİMETKANAR yüreklerimizde yaşayacak. NtLÜFER - NAZIM KOÇ AK 14 ?nm Bugün depremin •• •• .gunu Profesyonel gönüllülerimiz hâlâ depremzedelcrin yanında! Sevgili dostlar, 17 Ağustos ve 12 Kasım depfemleri, Wzlefe çok şeyler öğretti Önce bireysel | çıkanarımızı her şeyin önünde tutarak her türlü olanağı sagladığımız kendı küçük çevremizde yaşamanın ne denli anlamsız ve pamuk iphâıne bağlı olabileceğini, ötümü görerek lüks binaların çöküntülerınde kalarak öğrendik Sonra da kim olursak olalım, btrbinmize gereksınımımiz olduğunu. dayanışmanın ve payiaşmanın, sevgîyi-saygıyı almanın yamnda, vermenin erdemini kavradık. Belki bu deneyımler bize yeni güzellıkleri ve mutluluklan getirecektir Ne dersiniz? YarthmlanraztçJn (0212) 2t2 87 27 - 2*2 08 01 (I» gOntori saat 10 OO/17 OO Mast)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle