Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA
Bay Cli
CUMHURİYET 14 OCAK 2001 PAZAR
O L A Y L A İ \ Yllı OOri.U İŞLJjjK olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
Politika ve Bilim
Doç. Dr. t. Ethem GEÇİM
A
merika Birleşik Dev-
letleri'nde bir dönem,
günahı ve sevabı ile ge-
ride kaldı. Seçimlertar-
tışmah da olsa yeni baş-
kanı belirledi. Kesin
olan tek sonuç Bay CHnton' ın artık bir
"eski'' başkan olduğudur. Ueride herkes
onu özgün ahlak anlayışı ve ahlak (etik)
haritasındaki smırlarda yaptığı değişik-
liklerle anımsayacak. 2-3 yıl öncesi
ABD"ye geri dönersek ne kadar fark-
hydıherşej BuMonkavukuarJanpat-
lak verinceye kadar, özellıkle orta batı-
mn kırsal kesimınde hâlâ evlerinin ve
arabalannın kapılannı kilitlemeye ge-
rek görmeyen bizdeki "Anadoluçocuk-
bn"nın karşılığı olan, Amerikalılar ara-
sında. öz Hıristiyan ahlakının safiaştı-
nlıp süzülmesiyle oluştuğuna inamlan
Amerikan ahlak değerlerinin, sosyal,
bilimsel ya da askeri, kısaca akla gelen
her alanda en üstün değerler olduğuna
inananlar o denli çoğunluktaydı ki ina-
namazsuuz. Bır Amerikan başkanmın
özel hayatının bu halde olduğu dediko-
dulannı yayacak kötü niyetli güçler de
yoktu artık bahane edilecek. Belki de bu
ışık hızına ulaşan iletişim globalleşme-
si yaramamıştı Amerikan halkına.
Bu moral bunalımını (krizi) bir yana
bırakırsak Amerika'da herkesin işleri
yolundaydı o günlerde. işleri en yolun-
da olan Amerikalı ise kuşkusuz ikinci
dönem başkanlığa seçilmiş olan Bay
Clinton'dı. Irak Devlet Başkanı Sad-
dam Hüseyin, aralanndakı soğuk görün-
tü bir yana, bana sorarsanız en zor gün-
lerinde Bay Clinton'ın en iyi dostu, en
yakın yardımcısıydı.
Aralanndaki mücadele olimpiyat ma-
dalyası için canıru dişine takmış iki ama-
tör güreşçiden ziyade, birbirlerine ina-
mlmaz saldınlarda bulunduklan halde
hiçbirinin burnu kanamayan profesyo-
nel pankreas güreşçilerini hanrlattı hep
bana. Bu da aslında dünyada zaten pek
popüler olmayan Saddam'dan ziyade
Bay Clinton'ın etik nitelıği hakkında
ipucu verdı hepimize. Ne zaman ki
Amerika'da işlerbıraz kanşırgibi oldu,
o sözünü ettiğim pankreas güreşçileri gi-
bi, önce Saddam bir hamle yaptı, der-
ken Clinton ona bir elense çekti, sonuç-
ta da hem Amenkalılar hem de dünya-
lılar bu heyecanlı ama bir türlü bitmek
ıp Fak. öğretim Üyesi
müsabakasım seyret-
Ineide rhesjfculken petrol fıyatlanna in-
fce ajjar çpktan yapılmış da üstüne kah-
ve icecek zaman bile artmış oluyordu.
En sonunda da burnu bile kanamayan
güreşçiler hasılatı paylaşıp toz oluver-
diler gündemden.
Sonuç mu? İşte bir sonuç: Ameri-
ka'ya baksan her yer şıkır şıkır, pınl pı-
nl. Ekonomi hiç olmadığı kadar tıkınn-
da, işsizlik desen binyıhn en düşük se-
viyesinde. Eh zaten işleri böyle olan bir
ülkede başkana ne iş kalacak ki? Adam-
cağıza eğlencelik olacak bir enflasyon
canavan bile yok. Trafik canavan de-
sen bizdekiyle kıyasladığınızda ev ke-
disi ile fıno köpeği arası bir süs hayva-
m! Bu durumda zavalh Bay Cünton'a
da oval ofiste can sıkınnsını gidermek-
tenbaşka yapacak ne kahnıştı ki? Öbür
ofislerde iş vardı da yapmamış mıydı
sanki?
Bize ne bundan efendim diyeceksi-
niz! Aslında haklısınız, işin oval kısrm
beni de önceleri pek ilgilendirmiyordu.
Zaten Bay Clinton da tarihsel itirann-
dan önce, yediği hurmalan uzun süre in-
kâr etti ve ben de içimi kepıiren bir kurt
olsa da ele güne karşı inanır gibi yapıp
"Ainesi iştir kişinin oval ofise bakümaz"
diyerek adama arka çıknm. Keşke şu ada-
mı Amerikalılar işten kovsa da, emek-
li basketbol oyunculan gibi üç beş se-
ne Türkiye'ye gelip şu bizim işsizliğe
bir çözüm bulsa diye hayaller bile kur-
muştum. Sonralan Bay Clinton tüm
dünya televizyonlannda yayımlanan ba-
sın toplantısmda kameralann gözünün
icınebakabaka"\^HahidebfflahideMo-
nka ile aramızda sizin bildiğiniz gibi bir
durum ohnadı, yani bir durum oldu
ama bu durum o durum değDdir. Bizim
durum, o sizin sandığuuz durumdan
çokdaha farkfa bir durumdur" deyip ve
Türkçe deyimiyle çamura yatmca hayal-
lerim yıkıldı, çok mahcup oldum. Ni-
hayet bayan Clinton herkesin içinde si-
nirlerine egemen olamayıp hem de Is-
tanbul ziyaretleri sırasında "Bir aşüfte
yüzünden her şeyiberbat tttin™ diye ba-
ğırarak Bill'in yüzünü nrmalaymcayaka-
dar da neredeyse Bay Clinton, yediği hur-
malar hiçbir yenni trrmalamadan olay-
dan sıynlacaktı ki işte tam bu sırada bu
yazımızın esas konusu olan meşum
skandal patlak verdi.
The Journal of American Medıcal
Association (JAMA) dergisi, dünyada
en çok okunan tıp dergilerinden biridir.
Haftahk baskısı 2 milyona yaklaşır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde ise is-
tisnasız her hekime gönderilir. Dergi
son 10 yılda, dünyada en çok atıfta bu-
lunuian ilk 5 dergi arasında sürekli bir
yerbulmuştur. Hatta ülkemizde bile bir
harf değişildiği ile sahtesi imal edilecek
kadar ciddiye ahnan JAMA'nın, 20 Ocak
1999 sayısında bir yazı okuduk: 'Wö-
uld You Say You "Had Sex" If_?' isim-
li bu raporu, Indiana Üniversitesi'nden
SA Sanders ve JM Reinisch adlı araş-
tırmacılar, belki de Monica'mn telefon
konuşmalanndan ilham alarak çok kı-
sa sürede yazmış ve JAMA'nm ünlü
editörü GeorgeD. Lundberg de bunu bi-
zim Meclis araşormalan sonucunda po-
litıkacılann aklanmasına eşdeğer bir sü-
ratle yayımlamıştı. (JAMA 1999; cılt
28 l;sayfa 275-277)
Başlığı, en edepli ve basın yasasına
en uygun şekli ile, "Cinsel Üişkide Bu-
lundum Der nüydiniz". Eğer....? şek-
Unde Türkçeleştirilebilen bu makaleye
göre, Amerikan tophımunda nelerin cin-
sel ilişki sayılıp sayılmadığı konusun-
da kavram karmaşası oldugu ve bu kar-
maşayı açığa çıkarmak amacıyla bu ça-
lışmaya gerek görüldüğü de belirtil-
mekteydi.
Çahşmaya katılanlardan çoğu kendi-
sini Bay Clinton'ı politik olarak des-
teklemeyen taraftanım diye sınıflamak-
talardı. Sonuçta deneklerin yüzde 59u
oral temasın cinsel ilişki sayılamaya-
cağrnı, hatta bunlann yüzde 19'u anal
temasrn bile cinsel ilişki sayılamayaca-
ğını belirtmişler. Makalede tek cümle
ile şu sonuca vanlmış: "Amerikan mfl-
kti bir tuhafhr ve Amerikahlann neye
cinsel ilişki deyip neye demedikleri çok
geniş bir değişkenlik göstermektedirf
Yani bir adamla kadın arasında oral seks
gerçekleşmiş olabilir ama nemize la-
zım, buna cinsel ilişki diyen var, deme-
yen var, sonuçta bunu cinsel ilişki say-
mamak daha doğru olur!
Bunun pratikteki ve o günkü Ameri-
kan gündemindeki tercümesi, "Bay CMn-
ton'ın yediği naneier esasen nane değil
maydanoz da olabilir, ee_ maydonoz yi-
yene de kızılmaz ki canım" şeklindedir.
Bizdeki tabinyle eşeği boyayıp sat-
mak anlamına gelen ve Bay Clinton'ın
kısa süre sonra gelen televizyon açık-
lamalanna zemin hazrrlamakla görev-
li olduğu açık seçik anlaşılan bu maka-
leyi JAMA dergisinin o zamanki editö-
rü George D. Lundberg yukanda anlat-
tığım süratle yayımlamıştır.
Yayımlamış yayımlamasma da kabul
etmek gerekir ki, Amerika'yı Amerika
yapan önemli nedenler vardır. İşte bu ma-
kale yayımlamr yayrmlanmaz uzaktan
bakıldığrnda o çer çöp her şey serbest
gibi görünen ülkede, derginin resmen sa-
hibi ve bu anlamda da George D. Lund-
berg'in patronu olan E. Ratcliffe An-
derson, Jr, MD, editör Lundberg'i biz-
deki deyimiyle kulağından tuttuğu gi-
bi açığa almış ve sonuçta da dergiden
tümden uzaklaştırmıştır.
Tabii olayın ardından kısmen bende-
nizin de izlediği eğlenceli bir hareket-
lilik yaşandı. Dediler ki, "Efendim bu
ülkededemokrasiyok mudur? Editörün
ifade özgürlüğü yok mudur? Ne yazar-
sa yazar, size ne, beğenmeyen okumasm,
daha da beğenmev'en başka bir çahşma
yapıp o makalenin yanhş olduğunu is-
padâsuı, editör eğer onu yayımlamazsa
işteesaso zaman kızarsınız! Bilimsel de-
mokrasi işte budur!_" vs vs... Bir akıl
veren olsa Avrupa İnsan Haklan Mah-
kemesi'ne bile gidecek birilen çıkardı
ama yol uzak geldi samnm! Sonuçta
derginin mayıs sayısmda anlatıldığına
göre (JAMA 1999; Cilt: 281-19) dergi-
ye konuyla ilgili 500'den fazla e-mail ve
167 tane de mektup gelmiş. E-maille-
rin ne dediği anlaşılanlanndan 135 ta-
nesi sabık editör Lundberg'in işten atıl-
masını protesto edip makaleyi basma-
sma arka çıkarlarken, 32 tanesi de E.
Ratcliffe Anderson, Jr, MD'nin Lund-
berg'i işten atma karannı desteklemiş-
ler.
Mektuplardan ise 9'u Dr. Lund-
berg'den, 2'si Dr. Anderson'dan yana
tavır almışlar ve bir mektup ise her iki-
sini de lanetlemekteymiş. Yukandaki
dağılıma göre, özelükle son zamanlar-
da seçim önceleri ülkemizde de çizilme-
si moda olan kesitsel demokrasi tablo-
su, Dr. Anderson'ın daha fazla protes-
to aldığmı ve sanki makalenin basılma-
sının haklı bulunmuş olduğunu anlatır
gibiydi. Ancak Dr. Anderson, yüzbin-
lerce üyeli Amerikan Tıp Cemiyeti'nin
(AMA) seçimle ışbaşma gehniş başka-
nı ve mektup falan yazmayan sessiz ço-
ğunluğun en üst düzey legal temsilci-
siydi. Karannı tartışmak ise bir anlam-
da çoğunluğun iradesıni tartışmaktı. Za-
ten olaylann gelişimi, kararlannda tar-
tışmaya yer olmadığını da yetennce gös-
terdi. 1leri toplumlarda da bu tür tartış-
malara kimsenin fazla hevesi yoktur,
çoğunluğun temel ılgisi ürettiği işe yö-
neliktir gibi gelir hep bana!
Burada venlecek karar, mahkeme ka-
dıya mülk müdür, değıl midir karany-
dı. Bu karan yukandaki halıyle veren
Dr. Anderson'ın en önemli kaygısı, der-
ginin şu ya da bu nedenle ve belki de
editörün de bılınçli ya da hatalı onayıy-
la siyasal bir taraf durumuna gelmesiy-
le uğrayacağı bilimsel değer yitımiydi.
Cünkü politika, bilimsel içeriği arrak-
ça değer kazanırken bilimin değeri ise
politikadan anndıkça artmaktadır. Tıp,
kamuyu ne kadar ilgilendıriyorsa ya da
nbbi kurum ve kuruluşlar ne kadar ka-
muya aitseler, tıp dergilen de o denli ka-
muya aittirler. Ûstelik bu yaklaşımı bi-
limin tüm dallanna uyarlamak da yan-
hş olmaz sanınm.
Bu bağlamda bilimsel yayıncılann
sorumlulugu da diğer kamu görevlerin-
den farklı kabul edilemez. Kamu göre-
vinde ise kamu çıkarlannın, kişi ya da
gruplann çıkar ve sorunlannın her za-
man üstünde tutulması zorunluluğu var-
dır. Clinton olayında, eğer ki Dr. Ander-
son, Dr. Lundberg'i görevden alarak
konuyu kapatmasaydı, mutlaka bu ko-
nudaki antitez sabipleri ile bir kavga
ortamı doğacak. bu durum editörün çı-
karlanna, siyasal görüşüne ve belki de
samimi inançlanna iyi bir hizmet yap-
mış olsa bile bundan da en büyük zara-
n derginin bilimsel inanılırhğı görecek-
ti. Sonuçta Bay Clinton ya da ekibi ken-
di çıkarlan adına Amerika'nuı en say-
gın yazılı bilim ortamlanndan birini fe-
da etmeye tereddüt etmediler ama her
kuşun etinin de yenmediği tüm dünya-
ya Amerikah doktorlar tarafindan birİcez
daha müjdelendi.
Kıssadan hisse: Bay Clinton'a, ye-
ni yaşamına doğru güle güle derken
belki de dünyamn her yerinde birbi-
rine benzeyen bu tür politikacılar ve
yandaşlannın, kendilerine, ülkeleri-
ne ve bilime zarar vermesine olanak
vermeyen Amerikan aydınlannı da
selamlamak istiyorum Atatürk'ün
"muassır medenrvete ulaşmak" sö-
zünde saklı olan, belkj de işte böyle
aydınlardan oluşan bir toplum yarat-
makrır, kim bilir?
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
44 Yıl ÖncedenL
Aşağıda okuyacağınız yazı tam 44 yıl önce, 4 Ha-
ziran 1957'de 'Vatan' gazetesinde çıktı. Çekmece-
leri, eski dosyalan kanştınrken elime geçen eski ya-
zımı okuyunca baktım, konu güncelliğini yitirmemiş.
Bilmem siz nasıl bulacakstnız:
"D/te kolay. Halen cezaevterinde tam 45.000mah-
kûm bulunuyor. Azımsanacak bir sayı değil. 45.000
insanın yurdun çeşitli köşelerindeki hapishane, hüc-
re ve koğuşlannda çile doldurduğunu düşünmek bi-
le tüyleriürpertmeyeyeter. Oüşünün, 45.000 kişi or-
ta boyda bir şehir halku tutanndadır. Bu insanlann
kullanılmayan enerjisi memleket için ziyan olmuş
bir kuvvettir. Istihsal alanından kopan 45.000 kişi-
nin dondurulmuş gücûne acınmaz da ne yapılır?
Cezaevlerimiz ne çabuk doldu yine ? 1950 'de ge-
nel af neticesinde bırakılan binlerce mahkûm yeni-
den geri mi döndü ya da binlerce vatandaş çeşitli
suçlar işleyerek içeri mi girdi? Anlamıyorvm, 7 yıl
önce boşalan cezaevlerimizin bugün tıidım tıklım bir
hale gelmesine sebep nedir? Niçin suç işleyenlerin
sayısı gittikçe artıyor? Bunun iktisadi ve sosyal şart-
larta ilgisi gözden geçirilmiş midir? Bu konuiar ûze-
rinde düşünen kimse varmı? Daha doğrusu, yetki-
liler ve sorumlu kişiler, bu işleyip duran yaranın teş-
hisi ve tedavisi için bir çaba harcıyoriar mı?
İlk akla gelen sorularbunlar... Yaşam seviyesiyök-
sek topluluklarda suçlu sayısının azaldığı inkâr edil-
mez bir gerçek. Aydınlanmış ülkelerdeki insanlann
daha az hırsızlık ettiklerini, daha az cinayet işledik-
lerini hepimiz biliyonız. Öyleyse, bunca yıldır süre-
gelen didinmelerimize, çalışmalanmıza rağmen yur-
dumuzun sosyal şartlan daha iyiye doğru gideme-
miş, insanlanmtzın kültür durumu yûkselememiştir.
Bunlar iç sızlatan şeyler! Suç ve suçlu sayısının ge-
çen yıllara göre artışı, maddi ve manevi kalkınma-
mızı ne yazık ki gölgeleyen, inanılmaz hale sokan bir
vakıadır. 7yılda 45.000 vatandaşımızın cezaevleri-
negirişi, üzerinde düşünülmeye değer bir önem ta-
şıyor.
45.000 kişinin yansı yeni Ceza Infaz Kanunu'na
göre tahliye edilecek. Geri kalanlann da cezalan ya-
n yanya azaltılacak. Bu değişiklik iyi biradımdır el-
beV... Ceza infazının üç safhaya alınması hayırlı so-
nuçlar verebilecek bir denemedir. Yakında 20.000
mahkûm tahliye edilecek. Ama bu 20.000 kişinin top-
luma iyi bir vatandaş olarak kanşacağına inanabilir
miyiz?Ah, buna birinanabilsek!.. Bu binlerce mah-
kûmun bir tekinin bile yeniden cezaevlerine dönme-
yeceğine emin olabilsek! İşte o zaman suçu ve suç-
luyu azaltmak yolunda bir adım attığımızı kabul ede-
riz. Ama bunun için de toplumumuzun yaşama se-
viyesinı ve kültür durumunu belirii bir ölçüye yük-
seltmek gerek. Her işin başında bu var."
Neredeyse yanm yüzyıl geçmiş! Yine on binlerce
insanı sokaklara salıveriyoruz. Onlann ne yapacak-
lannı, nasıl geçineceklerini, toplum yaşamında nasıl
yer alacaklannı hesaplamadan... Bu yüzden, çıkan-
lar bir bir geriye dönüyor, yeni hırsızlıklar, cinayetler
işleyerek!.. Af çikartmak en kolay iş! Belki hükümet-
lere puan kazandınr. Ama hiçbir sorunu çözümleme-
den bu tür işlere kalkışmak, toplumdaki sarsıntılan
daha da arttıracaktır.
Kırk beş yıl önce genç bir yazar olarak bu önemli
soruna dikkat çekmek istemişim... Ama hiçbir şey
değişmemiş. O yöneticiler gitmiş, başkalan gelmiş;
ama anlayış, kafa, tutum, davranış yerinde saymış!
Belki daha da geri gitmiş!..
Gerçekler Görmezlikten Geliniyöf
Pn>f.Dr.CetalEKTUĞ
Atatürk, cumhuriyeti, bireysel inisiyatifi ha-
rekete geçirerek kurrnuş, ülkeyi 'ümmet' toplu-
mundan 'ulus devlet' yapılanmasına oturtmuş-
tur. Yani Atatürk büyük 'defişim'ın tavandan de-
ğil tabandan başlamasını, yeni düzenin bir kül-
tür, bir yaşam biçımi olarak bireylerce özümsen-
mesini amaçlamıştır. Bu, gerçek demokratikleş-
me yapılanmasıydı.
Atatürk'ten sonra bu yapılanma doğnıhusun-
dan sapıbnış;tepeden,hiyerarşik elitieşme, uzak-
tan lfiıtiMinH«h 'merkea crtorite" esasına dayalı bir
yönetım modelı 'demokrasi' diye uygulanmaya
konubnuştur. Bugüne kadar bu sıstem giderek yoz-
laşmış; istikrarsızlık. çözümsüzlük, tıkanıklık,
yolsuzluk, çetecılik, çıkarcıhk, demagoji, entri-
ka ekseninde 'özürlü bir düzen' olarak süregel-
miştir.
Türkiye gerçeğı: Nedense bu 'özûrlû' yapılan-
marun 'demokrasi
1
olmadığı hep görmezlikten ge-
linmektedir. Elli yıldır sanal bir sistemın 'demok-
rasi' diye algılanması sağlıksız bir inanış, sakın-
cah bir sendromdur. İşte bütün rahatsızlıklar, bu
'Tûridye gerçeğini görmezlikten geune'den kay-
naklanmaktadır. Bu 'Türkiye gerçeğTnin göster-
geleri; demokratık kural ve standartlara uygun ol-
mayan, demokratıkleşmenin doğasına ters dü-
"Biliyorum"
demek
için.
Bilim ve Teknik
Yeni yılda, yeni yüzüyle bayilerde!
şen, bıreylerden başlamayan, 'demokrasi kültû-
rü'nden yoksun 'partfleşmejeD partiler', demok-
ratik işlerlik kazanamayan lıderler parlamento-
su, asla iktidar olamayan hükürnetlerdir.
Bu açık seçik göstergelerin tüm sıkıntılanh
kaynağı olduğunu, ne siyasal mekanizma, ne
medyamız görmekte...
Neden değerli medyamız "Siyasal mekaniz-
ma yeniden vapüannıalı" diye tutturmuyor? Ne-
den partiler,
u
Seçim Yasası'oı değiştirin'* diye
bastumıyor? Liderlerin emir ve kumandasında-
kı partiler, atanrmş parlamentolarla \oirutulen
'düzen' hangi derde çözüm getirebilir? Türkiye
gerçeğini görmezlikten gelrnek, yeniden yapı-
lanmayı ısrarla istemek genel bır 'istem' olmalı-
dır. Bir de Kıbns sorunu ne-
denıyle Avrupa Birliği'ne
küskünlük ve tepki konu-
su... Küskünlük diploması-
si ile "AB'ye girip girme-
meyi yeniden gözden geçi-
ririz. Avrupa'nın dışanda
da yaşam olanaklan >anhr"
anlammda ofke belırtıleri
gösterildi. Oysa bu bir ön
belgeydı. Daha çok, diplo-
matik dıyaloglardan geçe-
cektık. Sevgıli komşumuz
Yunanistan elbette her firsat-
tan yararlanmak isteyecek.
bız de gerekenı sennkanlı
diploması ile savuşturaca-
ğız.. Buna hiddetlenerek
AB'ye girmemekle tehdit
etmemiz gerekmez.
Eğer biz 1970'lerde,
AB'ye Yunanistan'la bırlik-
te, buyurun sızı bekliyoruz
diye çağnldığımızda, hayır
bız henüz hazır değihz diye
kaçmasaydık: Yunanistan,
vetolanyla, Kıbns, Ege so-
nınlanya karşunızda olma-
yacaktı. Eğer biz bu firsatı
kaçırmasaydık, şimdı ger-
çek demokratikleşme süre-
cine oturmuş, Avrupalılaş-
mış olacaktık. Kıbns, Ege
sorunu; Türkiye-Yunanistan
sorunu olmaktan çıkıp Av-
nıpa sorunu olacaktı. Eğer
biz çağnya evet diyebilsey-
dik, asken darbeler de ol-
mayacak, gensın geri git-
meyecektik. Türkiye 150 yıl-
dır Avrupahlaşmak çabasın-
da. Bunun dışında da hiçbir
seçenek yoktur. Kimsenin
bu yolu tıkamasına izin ve-
remeyız. Türk ulusu AB'den
kaçma siyasetine asla müsa-
ade etmeyecektir. Zaten AB
bizı dışanda bırakamaz. Bu
durum ona çok pahaUya ma-
lolur. Eğer biz dışanda kal-
makta ısrar edersek Türkı-
ye"nın parçalanmasına bo-
yun eğmiş oluruz. Gerçek-
len gönnezlikten gelmeye-
lını ve yeniden yapılanma-
yı da hemen gerçekleş-
tirehm.
PENCERE
Hayvan ile İnsan
Molla Cami anlatıyor:
Tilkinin biri sırtlanın pençesineyakalanmıştı, fer-
yada başladı:
- Ey, ormanlann yiğit aslanı!.. Beni bağışla, ne otur
bu acizi paralama!..
Sırtlan dişlerini tilkinin sırtına geçirdiği için ancak
hınldayabildi; kurnaz tilki dil dökmeyi sürdürdü;
- Senin üzerindeki hakkımı düşün!..
-Hırrr...
- Ne istedinse yerine getirdim, ne zaman canın
çektiyse sana kocalık yaptım...
Sırtlan bu laflan duyunca aklı başından gitti, na-
mus gayretine düştü, agzını açıp konuşmaya baş-
ladı:
- Alçak hayvan!.. Bu ne iftiradır, bu ne saçma söz-
lerdir?.. Sen bana nerede kocalık yaptın?..
Sırtlan ağzını açınca, tilki pırrr...
•
Molla Cami'nin öyküsüLa Fontaine'in "Karga
ile Tilk1"sin\ çağnştırmıyor mu?..
Hangisi önce?..
Cami 1414'te doğmuş...
La Fontaine 1621 'de.
Biz çocukken "hayvan öyküleri" deyince akla La
Fontaine gelirdi; Fransız kültürüyle beslenmiş ku-
şaklann ağırlığı geçeriiydi; Doğu söylencelerinden,
fıkralanndan, masallanndan yeterince haberimiz
var mıydı?.. Hasan Âli Yücel'in başlattığı "Dünya
Klasiklehnden Çeviriler" seferberliği gözlerimizi
açtı.
Kendi öz malımız Yunus Emre'yi bile bize Cum-
huriyet Devrimi tanıtmıştır; 1923 Aydınlanması'nın
bakışında yalnız 'Batı' değil, 'Doğu' da degerien-
di.
•
Bir deve yulannı sürükleyerek kırda otiuyoımuş.
Fare deveyi sahipsiz gördüğünden yulanndan tu-
tup çekmeye başlamış; koca deve farenin arkası-
na düşmüş; ama, gide gide farenin yuvasına gel-
diklerinde ne görsün?..
Küçücük bir delik!..
Akılsız deve:
- Ey ham fikirli, demiş, şu yaptığın işe bakl..
Peki suç kimde?..
Farede mi?..
Devede mi?..
Aradan nice zaman geçti; günümüzde küçük li-
derierle büyük kitlelerin ilişkisine ne denir?..
•
öküzün biri sürüsüne başbuğ oldu; boynuzlan-
nın gücüyle öküzler arasında ün saldı; tehlikeleri
savmakta ön aldı.
Gün geçf olaylann eli öküzün gücünü eksiltö, boy-
nuzunu kırdı, öküz tehlikeyi gördükçe kaçıp öteki
öküzlerin arasına sığındı.
Sordular
- Sana ne oldu?..
Ah çekti:
- Anladım ki marifet bende değil boynuzumday-
mış; demek ki kılıç işler, kın övünürmüş...
•
Bir koyun dereden geçmek için sıçrarken kuy-
ruğu kalktı, kıçı görüodü.
Keçi yeriere yattı..
.;. Gülmeye başladı..' ' - '
Koyun bozuldu:
- Ey insafsız, edepsiz, arianmaz, utanmaz!.. Ben
yıllarca senin kıçını seyrettim, ne güldüm, ne ayıp-
ladım. Sen benim açığımı bir kere gördün, şu yap-
tığına bak!..
Molla Cami diyor ki:
- Alçak, gece gündüz halkın gözü önüne sergi-
lenen ayıplanna bakmaz, kerem sahiplerinde kü-
çük bir kusur görse, kınamaya başlar.
•
Güvercine sormuşlar:
- Neden iki yavrudan fazla yapmıyorsun?.. Kü-
mesteki tavuk gibi daha çok yavru yetiştirmeye gü-
cün yetmiyor mu?..
Güvercin yanıtlamış:
- Kümesteki civciv çöplükten geçinir, güvercin
yavrusu annesinin kursağından yer...
Ve eklemiş:
- Dariık sarayında helâl nzık çok bulunmaz.
•
Molla Cami diyor ki:
Uzun lafın ipi, ancak özdeyişin kılıcıyla kesilir.
Yiğit cumhuriyet kızı,
efsane insan, güzel dost
NİMETKANAR
yüreklerimizde yaşayacak.
NtLÜFER - NAZIM KOÇ AK
14 ?nm
Bugün depremin
•• ••
.gunu
Profesyonel
gönüllülerimiz hâlâ
depremzedelcrin
yanında!
Sevgili dostlar,
17 Ağustos ve 12 Kasım depfemleri, Wzlefe
çok şeyler öğretti Önce bireysel
| çıkanarımızı her şeyin önünde tutarak her
türlü olanağı sagladığımız kendı küçük
çevremizde yaşamanın ne denli anlamsız
ve pamuk iphâıne bağlı olabileceğini, ötümü
görerek lüks binaların çöküntülerınde
kalarak öğrendik Sonra da kim olursak
olalım, btrbinmize gereksınımımiz olduğunu.
dayanışmanın ve payiaşmanın,
sevgîyi-saygıyı almanın yamnda, vermenin
erdemini kavradık. Belki bu deneyımler
bize yeni güzellıkleri ve mutluluklan
getirecektir Ne dersiniz?
YarthmlanraztçJn
(0212) 2t2 87 27 - 2*2 08 01
(I» gOntori saat 10 OO/17 OO Mast)