Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 7 EYLÛL 2000 PERŞEMBE
14 KULTUR kuKur@cumhuriyet.com.tr
5 7 . U L U S L A R A R A S I V E N E D İ K F t L M F E S T İ V A L İ
Özgürlüğe bir övgü veçağrıKültür Servisi - Julian
Schnabel'in Kübalı şair ve
romancı Reinaldo Are-
nas'ın otobiyografîsini si-
nemayauyarladığı, 'Before
Night Falls' da festivalde
gösterildi.
Devrimci Fidel Cast-
ro'nun harekâtından önce
Batista'nın rejimi altında
bir köyde toprak ve solucan
yiyerek büyüyen bir çocuğun
büyüyüp devrimden sonra
da politik düşûnceleri ve ho-
moseksüel tercihleri yüzün-
den kamplarda köle gibi ça-
hştınlmasını anlatan film,
'şiddet unsuru içeren film-
lerin kasırgası' altında bu-
lunan Venedik'i bir kere da-
ha sarstı.
Film, Küba'da politik dü-
şünceleri ve cinsel tercihle-
ri yüzünden dışlanan bir sa-
natçının öyküsü, aslında her-
kesi bir açıdan ilgilendiri-
yor. Ama Schnabel'in Re-
inaldo Arenas ile bu denlı ilgilenme-
sinin nedenlerinden biri de bu kadar
baskıya dayanmasını, bitmez tüken-
mez mizah gücü ve yaşama isteğin-
den alan Arenas'ın 47 yaşında intihar
etmeden kısa bir süre önce "Rüya-
larımda kendimi bir ressam gibi
görüyorum" demesi kuşkusuz. Çün-
kü Schnabel de ilk filmi 'Basqu-
iat'tan sonra yeniden sinemaya atla-
sa da aslında resimleri New York'ta-
ki en ünlü müzelerde sergilenen bir
ressam.
Başrollerini Javier Bardetn, Sean
Penn ve Johnny Depp'in paylaştığı
'Before Night Falls'la aynı adlı oto-
bıyografisınde Arenas, politik devri-
min cinsel devrimle beraber gittiği-
nin düşünüldüğü dönemlerde, genç ço-
cuklar ve askerlerle kumsalda bulu-
şup homoseksüelliği özgûrce, durak-
sız yaşadığı coşkulu gûnleri anlatıyor.
Tıpkı acı çeken Yahudi gibi
Bu aslında daha sonra yıtirilen bir
özgürlûğün öyküsü. Schabel de film-
de bunun altını çiziyor: "Edebiyat-
ta özgûrlük ve baskı teması aslın-
da, matbaanın yayılması ile başka
bir anlam kazandı. Matbaayla her-
kesin sizin düşgücünüzü paylaşabil-
mesi bir süre sonra özgûrlük, de-
mokrasi ve eşitlik kavramlarıyla
eş-değer oldu. Halbuki gerçek öz-
gûrlük başka bir yerde."
Bu yüzden bu filmi seyredenlerin,
• Julian Schnabel,
Kübalı şair ye
romancı Reinaldo
Arenas'ın
yaşamöyküsünü
sinemaya uyarladı.
'Before Night
Falls', 'şiddet
unsuru içeren
filmlerin kasırgası'
altındaki Venedik'i
bir kez daha sarstı.
• Schnabel, politik
düşûnceleri ye
cinsel tercihi
nedeniyle
devrimden sonra
ABD'ye kaçan
Arenas'ın yaşamını
özgürlüğe açılan bir
yololarak niteliyor.
devletin yaptığı zulüm ve baskılann
ardında sadece Küba rejimini değil,
bütün totaliterrejimleri düşünmelerı
gerektiğini vurguluyor Schnabel ve bu-
nu Arenas'ın kendi dilınde buluyor:
"Diktatörlerin hepsi, ilkel ve can-
sız insanlardır. Bu yüzden her tûr
canlılık ve hayat içeren hareketi
kendi rejimlerine ve güçlerine kar-
şı bir davranış olarak nitelerler. Ko-
münist rejimle kapitalizm arasın-
da tek fark vardır. Bunu Ameri-
ka'ya göç ettikten sonra anladım.
Biri 'kıçına tekmeyi basarsa' komü-
nist sistemde onları alkışlamak zo-
rundasın, kapitalizmde ise bağırma
hakkın var."
Morro Hapishanesi'nde geçirdiği
aşağılanma, işkence ve baskı dolu iki
yddan sonra başka bir adla Amerika'ya
kaçan Reinaldo Arenas kendini hiç-
bir zaman ne sağcı ne de solcu ola-
rak görmediğini de belirtiyor kitabın-
da.
"Sadece kendi gerçeğimi anlatı-
yorum. Tıpkı ırkçılık ş üzünden acı
çeken bir Yahudi gibi... Çevresin-
de sadece kendine benzeyen insan-
ların yaşamasına izin veren kötü
bir toplumu anlatıyorum."
Schnabel ise her ne kadar Arenas
hic söz etmese de Amerika'ya gitti-
ğinde de haksız davranışlar ve kötü
bir tutumla karşılanmamış olmasının
pek gerçekçi olmadığını vurguluyor:
"Bir kere Arenas AIDS olduğunu
öğrenince o da Amerikan
sistemindeki bozuk sağ-
lık sisteminin bir kurba-
nı oldu. Ayrıca Ameri-
ka'da da büyük bir sansûr
uygulaması var. Başka bir
biçimde bile olsa. Mesela,
Hollyvvood'da yapüabile-
cek en aptal filmleri ce-
saretlendiren ve bağımsız
sinemayı da körelten bir
lobi kuruldu."
Küba'nın günümüzde ar-
tık kapıtalist bir devlet dü-
zeni olduğuna inanan
Schnabel, paralann artık
halka gitmediğini de söz-
lerine ekliyor: "Turistle-
rin arük halktan daha çok
hakları var Küba'da."
Pekı o zaman neden fil-
mınde Arenas'ın ölmeden
önce bütün arkadaşlanna
bırer kopya gönderdiği 'Ha-
yatıma son vennememin
tek nedeni Fidel Cast-
ro'nun bana yaşattığı acı-
lardır' sözü ile bıtırmekten son an-
da vazgeçti?
"Çünkü ben fılmimin politik ders
veren bir yapıt olmasını istemiyo-
rum. Sadece kitabı okuduktan son-
ra benim üzerimde bıraktığı etki-
leri yansıttım. tnsani çoşkuyla do-
lu Arenas gibi bir adanun içinde
yolculuğa çıkmışken bunu sadece
Castronun yaptığı hatalara indir-
gemek ve filmi fakirleştirmek bü-
yük hata olur. Çünkü onun hayab
aslında özgürlüğe bir övgü ve çağ-
rıdır. Ayrıca Arenas hiçbir zaman
ağlamanuş ve hep iyiye doğru bak-
mış biri. ŞÖyle diyor: Yapmam ge-
reken görevi yaptım. Şimdi bu görev
sona erdi."
Handan Öztürk, tannçalan konu alan belgeselinde Anadolu'nun dinler tarihini inceliyor
'Bilgi dünyasının prensesiyim'
AYŞE KÖKSAL
'Haremin Büyüsü' ve 'Bir Doğu Masah
Calata' ile büyük ilgi toplayan yazar ve yönet-
men Handan Öztürk, yeni çalışmasının çe-
kimlennı tamamladı. 'Anadolu Tannçalan',
ilk insanın içinde yaşattığı tannça kavramını, er-
kek egemenliğini başlatan 'tektannlı dinler'in
gelişimine kadar yayılan bir süreç içinde ince-
liyor.
Promete Film'in 'Anadolu'da Tarih ve Kül-
tür' başlığı altında hazırladığı kültür dizisinin
bir parçası olan belgesel, Çatalhöyük, Hattuşaş,
Letoon, Antalya gibi bölgelerde çekildi. 75 da-
kikalık belgeselin drama bölümlerinde ise ol-
dukça tanıdık isimlere rastlamak mümkün.
Umay Umay 'Kibele'yi, Pelin Batu 'Athena'yı,
Gerçek Büyükağaoğlu 'Artemis'i, Müge Er-
gun 'Afrodit'i, Gümüş Özdeş ise 'Meryem
Ana'yı canlandırdı.
Ayrıntılara girmekten yana değilim
10 ayn başlık altında bir belgesel ve kitaptan
oluşan 'Anadolu'da Tarih ve Kültûr' projesi-
nin yapımcılığını üstlenen Oğuz Ergun, insan-
lann kafasında soru işaretleri yaratmak için bu
projeyi gerçekleştirdiklerini belirterek "Türk
toplumunun böyle bir şeye ihtiyacı olduğu-
nu düşünüyorum. tnsanlar, artık tarihe yö-
nelik şartlanmalardan sıyrılmaya çalışıyor-
lar" diyor.
Belgesele Isviçre'de başlayan öztürk, Türki-
ye'ye döndükten sonra belgesel senaryolan yaz-
maya başlamış, fakat sonra bu senaryolar yö-
netmenler tarafından 'iğdiş' edilmeye çahşıldı-
ğı için yönetmenliğe başlamış.
- 'Anadolu Tannçalan' projesi nasıl olnş-
tu?
HANDAN ÖZTÜRK - Bu projede yer alan
on belgeselden sekizi TRT'den hazır alındı. Be-
nim çektiğim belgese-
lin konusu da özellik-
le ilgi alanıma giri-
yor. Uzun süredir
çalıştığım bir ko-
nuydu. Yine de bü-
tün kaynaklan ta-
radık. Araştırma-
ya ve belgeselin
mantığına biraz
farklı yaklaşıyo-
rum. Ayrıntılara
girmekten yana
değilim. Yoksa,
asıl anlatmak
istediğimden
uzaklaşır ve
detaylar
;
jj içinde
f
kaybo-
lur gi-
derim.
f. Buldu-
y ğum bil-
f gilerüze-
rinde, ge-
nelbirbakış
açısınıyan-
sıtmak ve
ortala-
ma
*i biriz-
Müge
Ergun,
belgeselde
Afrodit
rolünde.
leyicinin anlayabileceği yoğunlukta bir ıçenk
oluşturmak gerekiyor.
- Senaryo nasıl bir çizgi izliyor?
ÖZTÜRK - Tannça kavramı, bir bakıma
Anadolu'nun dinler tarihi anlamına da geliyor.
Çünkü insanlar önceteri kadın tannlara inanmış-
lar. Tektannlı dinlerin başlangıcı olarak Musa'yı
baz alırsak, tannçalann dinden çıkanlması sa-
dece 3 bin yılı buluyor. Çatalhöyük'ten başla-
yarak Kibele'den Artemis'e ve Meryem Ana'ya
uzanan konular belgeselin temel ekseninı oluş-
turuyor. Bu ekseni, toplumsal ve arkeolojik ve-
riler üzerine oturtmaya çalıştık.
İlgi uyandırıcı bölümler koyduk
Diğer bir eksen ise tarihteki, Avrupalılardan
tutun da bize kadar. Antik Yunan mitolojisınin
anlayışına karşı bir söylem geliştirmek. Bu ça-
lışma içine girdiğimde. o parlak ve şaşalı An-
tik Yunan mitolojisini besleyen kaynağın Ana-
dolu topraklan olduğunu gördüm. Son dönem-
de arkeologlann bulduğu, Çatalhöyük, Hitit,
Hatti dönemine ait bulgular, Anadolu'nun tan-
nça ve Yunan kültürünü besleyen döneme bir
ivme kazandırdığını gösteriyor.
Her ne kadar insanlann tannçalara inanma sü-
reci Mezopotamya'da, Nil Vadisi'nde, Fırat-
Dicle arasmda farklı olsa da Anadolu'nun zen-
ginliğine hiçbiri ulaşamamış.
- Tannçalar, hangi bağlamda sizin özel il-
gi alanınıza giriyor?
ÖZTÜRK - Tannça kavramı bir kere kadın
olarak beni etkiliyor. Tecrübelerim, hayata ba-
kışımı işle özdeşleştırmeyı öğretti. Aslında bel-
gesellerde de kendimi yansıtıyorum. Yakala-
maya çalıştıklanm adına 'Anadoiu Tannçala-
• Tannça kavramı
bir kere kadın
olarak beni
etkiliyor.
Tecrübelerim,
hayata bakışımı
işle
özdeşleştirmeyi
öğretti. Aslında
belgesellerde de
kendimi
yansıtıyorum.
Yakalamaya
çalıştıklanm adına
'Anadolu
Tannçalan' gerçek
bir şölen oldu.
Öyle bir noktaya
geldim ki artık
sokakta yürürken
kadınlara bakıyor
ve içlerinde bir
zamanlar var olan
tannçayı ne kadar
yaşatabildiklerini
anlamaya :
çahşıyorum.
rı" gerçek bir şölen oldu. Öyle bir noktaya gel-
dim ki artık sokakta yürürken kadınlara bakı-
yor ve içlerinde bir zamanlar var olan tannça-
yı ne kadar yaşatabildiklerini anlamaya çahşı-
yorum.
- Tarihteki gibi kadınlann içindeki tann-
ça da zamanla ölüyor o zaman...
ÖZTÜRK - Bana trajik gelen de bu aslında...
Bu bir bakıma. ilk insamn içindeki naifliğin
yok ohnası ile özdeş. ilk zamanlarda ınsan, do-
ğum ve ölüm çerçevesıyle algıladığı hayatta.
naif ve saf önsezileri sayesinde belki de en doğ-
ru gerçeklere ulaşıyordu.
Bu noktada kadın. doğurma gücü sayesinde
tabulaştınlmıştı. Doğanın doğurganlığı ile ka-
dınınki örtüşüyordu ve o da kutsal mertebesi-
ne ermişti.
Şu anda en derin entelektüellerin bile ulaşma-
ya çalıştığı, böyle bir olgunluk dönemindey-
ken buradan geri dönüş süreci içine girildi. Eko-
nomık ve siyasi iktidann değişmesi ile başla-
yan kaos ve savaş döneminde, kadının beden-
sel özelliklerinden ötürü tannçalığı kaybetme-
si, günümüz çağdaş kadınının da yerini belirle-
di. tktidardan pay almak içm ya doğurganlık fonk-
siyonunu ya da bedensel özelliklerini ön plana
çıkarmaya çalışması gerektı, ama asla yeniden
tannça olamadı.
- Çektiğiniz tüm belgeselleri bir biçimde 'ka-
dın'la özdeşleştiriyorsunuz...
ÖZTÜRK - Kadının yapısı üretmeye daha yat-
kın olduğu için hayattaki pek çok şeyi kadınla
özdeşleştiriyorum. Erkek, tarih içinde. kadına
göre çok daha kendını iğdış eder bir konum seç-
ti kendine. Özellikle. kadının tannça kımliğinı
bastırdıktan, aile reisı ve savaşçı kımliklenni üze-
rine aldıktan sonra üretim kapasitesi gittikçe
daha da sınırlandı. Bu açılardan kadın kendi
bedeniyle daha banşık görünüyor ve üretime kat-
kısı daha fazla. Bunun üzerinde durmaya çalı-
şıyorum.
- Belgesel çekerken kattığınız drama böhım-
leriyle arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsu-
nuz?
ÖZTÜRK - Belgesel çekerken yönetmenin
bügiye karşı bir sorumluluğu ve bağımlıhğı var.
Tarih de, belgesel de, bilgi de göreceli olduğu
için zaten bu göreceliliğin sınırlan ile daha faz-
la oynayamazsınız. İnsanlann belgeseli sevme-
leri için sadece form üzerinde oyunlar yaraü-
yorum. Sadece taş, heykel ve bilgi bombardı-
manına tutulup sıkılmasın diye araya ilgi uyan-
dıncı bölümler koyuyorum.
İçlerinde tannça ruhu taşıyorlar
- 'Harem' belgeseli yoğun ilgi topladı, ama
siz bu tûr bir 'popülarite'den çok süuldınız.
Ama şimdi de Pelin Batu ve Umay Umay gi-
bi 'popüler' isimler göze çarpıyor...
ÖZTÜRK - Aslında, 'Harem'de, popüleriik-
ten çok paparazzi kulvanna çekilmeye çalışıl-
ması canımı yaktı. Ben bilgi dünyasının pren-
sesiyim, paparazzilerin prensesi ise başka. Bel-
geseldekı dram bölümleri için oyuncu ararken
onun bu rolle ilişkisi üzerinde durup tamamla-
yacak bir hal anyorum oyuncularda.
Umay, bir açıdan doğurganlığı simgeleyebi-
lecek bir kadın, diğer açıdan tannça kültürünü
ortaya atmakla sergilenen anarşist tavra uygun
bir kişi. Geçmişte tannçalıktan bahsetmek bel-
ki geleneksellik olarak algılamrken şimdilerde
bu, mevcut sisteme karşı çıkmakla eşdeğer as-
lında.
Pelin Batu ve Gerçek Büyükağaoğlu da kök-
lü ve kültürlü bir aileden geliyor. O tür bir ge-
leneği ve elitizmi üzerlerinde taşıyorlar. Bu za-
rafetlerini zor ve dar bir alan-
da korumaya çalışıyorlar.
Daha da önemlisi, hâlâ iç-
lerinde tannça ruhunu taşı-
yorlar
- 'Cennet ve Cehen-
nem'i anlattığınız bir bel-
gesel çekme projeniz var.
Bir belgeselin sınır-
larını ne kadar
zorlayabileceğini-
ze inanıyorsu-
nuz?
ÖZTÜRK - O
belgeseli çektiğim
zaman kendimi
gerçek bir tannça
gibi hissederim.
Cennet ve cehenne-
min sınırlanm koya-
bildiğım bir dünyanın
tannçası. Biraz daha
uçuk projeler yapmak
istenm aslında. Mesela,
bunda da Isabelle Adja-
ni, Madonna veya Tom
Cruise'la çahşmak isterdim.
Ama bu konu, aslında düşü-
nüldüğü kadar soyut değil.
Bu, dinlerdekinden çok in-
sanlann, edebiyatın, şiirin,
sinemanın cennet-cehennemi.
Umay
Umay
belgeselde
Kibele'yi
oynuyor.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATtLLA BİRKlYE
İlk önce anl^
3 0
^'
3 1 1
"
1 1
"' sonundakiler ile bir
bağlantısı yok 3
i b i
gelebilir. Aslında tüm anlatı-
lanlann hep bif°
in
y
|e
bağlantısı vardır. Şayet ya-
zınsal bir anlafy
sa
-
B e | k i
yalnızca anlatı olması
bile yeterlidir, t
| r
bağlantının olması için.
Adını, zoriasa*
ar
^
a
söylemeyeceğim bir şair dos-
tumun başınd^n geçen bir olay, küçük bir öykü;
" ö W / d
i
y
e b i l i n z
y d e
Kendine özçpı romantik zaman ve mekân için-
de, sözcükleri pesneleştirerek, nesneleri sözcük-
leştirerek düş âleminde yaşayan; varoluşun ne-
denini yalnızca ve büyük bir safdillikle dolunay ve
denizin maviliğine bağlayan bir şair dostum..
Bu duygusal betimleme sonrasında anlatının
özünü oluştur3
n
karşılaşmaya gelıyorum. Şair
dostum, bir gece yalnızlığını, ama yalnızca ken-
disinin bildiği yalnızlığını kadehlere tanıtırken bir
gece kulübünde ya da bir barda ya da -bu da ola-
bilir- bir müzik kulübünde. Evet en iyisi bu, bir mü-
zik kulübünde..-
Şu veya bu şekilde tanıştığı, tabii ki arkadaş-
lan tarafından tanıştırıldığı kıza vurulur. Sözcüğün
tek anlamıyla, gerçek anlamıyla vurulur. Vurulur
ama, onun vunJ'ması klasik, sıradan, bildik bar
ya da müzik kulübü vurulması değildir.
Yüreğinde duyumsar kızın bakışlarının duygu-
sallığını, saflığıni. Kızın "nasıl biri" olduğunu bil-
miyorum. öykümüzde, anlatımızda ya da öykü-
cüğümüzde, yalnızca arkadaşımın bakışı var.
Evet, öyküde yol almayı sürdürelim.
Şair dostum bana kızı tanımlamadı; daha doğ-
rusu yalnızca ktzın yüzünün, ki kızın duygusuy-
muş, yüreğine sap'anclığını söyledi. Aslında bir an-
latı kurmak için, gerçi şimdi anlatının anlatısı olu-
yor ama, bu birkaç sözcük yeterli.
Çünkü, arkadaşımın başka bir şey anlatması-
na gefek yok. Onu tanıyor, onu biliyorum. Yüre-
ğime saplandı demekle ne anlatmak istediğini, kı-
zın yüzü aynı zamanda duygusuydu demekle de
ne ifade etmek istediğini biliyor ve pekâlâ bunlar
üzerine, bu kısacık anlatı düzlemi üzerine bir baş-
ka anlatı kurabilirim...
Bir gölün duruluğunu anlatıyordu yüzü. Kızın ba-
kışlan önündeydi, ayağının ucundaki sanki param-
parça olmuş bir şeye bakıyordu. Giderek kızı keş-
fediyorum. Yaramazlığını gizleyen bir çocuk gibi
bir yanıyla da. Ayaklannın ucuna hınzırca bakı-
yor.
Yaramazlığı için, belli ki bir şeyler yapmıştı, bir
bahaneler bulacaktı. Kimse onun aklından geçen-
leri bilemez. Hatta bunu bir üçüncü düzleme çı-
kartıp bir şiir bile yazabiliriz; böylece anlatının an-
latısının anlatısına da ulaşmış oluruz:
Gölün duruluğu yüzü ,
bakışlan düşmüş önüne
paramparça ayağının ucundaki ",
suçunu gizleyen yaramaz bir çocuk
duruşundan belli hınzıriığı
ne bahaneler bulacak ~
v
'
bilemez kimse aklından g e ç e n l e r i . . . _
Şiirin adına "Melek, Sanki" bile diyebiflflz: Çün-
kü arkadaşımın yüreğine saplanan yüz, bence, ar-
kadaşım her ne kadar anlatmasa da bu. Evet, şi-
irin adı "Melek, Sanki" olabilir.
Genç kız boynunu hafiften bükmüş, dudakla-
nnda bir gülümseme. Masum bir gülümseme
hem de. Sanki hırçın akıntılan derinlikterinde ba-
nndıran sular gibi, o masum gülüşü.
Işte görüntü bu. Bu besbelli; çünkü arkada-
şım, daha sonraki bir gece yalnızca bana yukar-
daki sözcükleri söylemişti ama, uzun bir sessiz-
likten ve birkaç kadehten sonra, çekip giderken
belli belirsiz birkaç dize de mırıldanmıştı:
Ben yûrûmeyeyim de kimler yürüsûn
Ben ıslanmayayım da kimler ıslansın
Boğaz'ın o hüzün yağmurunda
Gelelim benim derdime. Yazılarımı okuyan ki-
mileri "Artıkaşkyazısıyazma" diyor, "yeterartık,
bıktık" diye yakınıyor... Kimileri de tam tersi, niye
aşk yazısı yazmıyorsun, uzun bir zamandır" diye
söyleniyor. "Başka bir şey yazma "diyor, "Martı-
lan da anlat" diyor...
Pekâlâ, şimdi ben "ne"yapacağım? Düşünse-
nize, bir yana bırakın iki karşıt görüşü, eylül gel-
di, sonbahar şapka çıkartıyor, bir yirmi gün son-
ra yapraklar da sararmaya başlar, bir hüzün ken-
ti olur Istanbul ki, sonbaharı bambaşkadır...
Peki ben "aşk" yazısı yazmayayım da, "ne"ya-
zayım?
Mûzikmüzesi kundacak
• ANKARA (AA) - Kültür Bakanlığı, kurmayı
planladığı müzik müzesi çerçevesinde
çalışmalara başladı. Bu çalışmalar kapsammda
Almanya ve Çekoslavakya'da toplantılar
düzenlenecek. Toplantılar, Uluslararası Müzik
Müzeleri ve Koleksiyonlan Kurulu (C1MC1M)
tarafından gerçekleştirilecek. 'Müzik Çalgılan
Koleksiyonlan ile Müzik Çalgılannm Tarihteki
ve Gelecekteki Üretim Yöntemleri, Birbirleriyle
tlişkileri' adlı toplantılar dizisi, 13-20 Eylül
tarihleri arasuıda Almanya'mn Leipzig kentinde,
20-22 Eylül tarihlen arasında da Çek
Cumhunyeti'nin başkenti Prag'da yapılacak.
MSM Actor Stmfo'da yeni sezon
• Kültûr Servisi - Müjdat Gezen Sanat
Merkezi yeni sezon hazırlıklannı tamamladı. 3
Ekim'den itibaren eğıtıme başlayacak olan
merkezde, bu yıl tıyatro bölümünde Amerika
Actor Studio'dan ünlü yönetmen Neil Fleckman
özel hazırlanmış stûdyolarda ders vermek üzere
geldi.Merkezin şan bölümünde ise bariton
Licinio Montefusco ve Terena Halilova ders
verecekler.
BUGÜN ~
• 3.ULUSLARARASI İZMİT SOKAK FESTİVA-
Ll'nde saat 20.00 de Vania Dombro\sky, Evelyn
Mekhitairan, Arzu Bigat-Baril \ e Emre Koyuncu-
oğlu'nun katılacagı Bu Bir Çocukluk' adlı gösteri-
si, saat 21.00'de Nha Mocanu'nun 'tlişkilerarası'
adlı video performansı ve La MaMa'nın tüm gün sü-
recek olan 'Gerçek Rüyalann Mimarisi' adlı atöl-
ye çalışması ızlenebıhr.
• BEYOĞLU SİNEMASI'nda 'Genç Sinemacüar-
dan Seçmeler' kuşağında Carios Saura nın 'Tango'
adlı filmi ızlenebılır (251 32 40)