23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9MAYIS2000SAU O L A Y L A K VJCJ C r O I \ U ^ U j j . K olay.gorus@cumhuriyet.com.tr Yükseköğretimde ^feni Yönelimler Prof. Dr. Güngör EVREJN E ğitımın anaokulunda» li- sansüstü öğretimin s'onıh- na kadar bir bütiin dlfiıa- sı gerçeğine karşin* bil'ği çağının bugünküoderfda- ha önemli işlevler yükleyeceği ^füşü- nülen yükseköğretim, eğitim tartış- malannda özel bir konuma gelmiştir. Eğitimın değişıminde bilgi çağı ko- şullannın belirleyici niteliği herkesçe bilinmektedir. Bunun yanında serbest pazar ekonomisi, özelleştirme, küre- selleşme, yenı dünya düzeni gibi kav- ramlar öne çıkanlmaya çalışılmakta- dır. Yaygın biçimde kulianılmakla bir- likte bulanıklıklan süren bu kavram- larla yükseköğretim, bilimsel araştır- tna ve üniversitelerin konumu irdele- nirken "acaba üniversitelerin özgöre- vi (misvonıı) sona mı eriyor?" nokta- sına varan sorular üretılmektedir. 1520 yılından önce kurulmuş olup kesinti- siz bugüne erişen 80 kuruluştan yak- laşık 70'inin üniversite olması, üniver- sitelerin gelecek için de önemli işlev- ler üstleneceğinin kanıtı sayılmakta- dır. Yaşadığımız dönera için yükseköğ- retimin ve üniversitelerin sağlamala- n gereken nitelıkler konusunda çeşit- li görüşlersergilenmektedir. Bu bağ- lamda. UNESCO Başkanı Mayor (1) "Pazarekonomisi beUd,fakatpazartop- lunıuna, pazar demokrasisine hayır" sözleriyle genel tavrını ortaya koy- duktan sonra sözlerini şöyle sürdür- mektedir: "Eğitim yalıuz temel insan hakkı değil, toplumumuzu rahatsız eden sorunlann çözümü için de bir anahtardır. Eğitimsiz insanlar, toplu- ma tam olarak kahlamazve o roplum- da gerçek bir demokrasi olamaz. De- mokrasisiz bir toplumda sürdürüle- bilir kalkınma var olamaz ve kurma özgörevini taşıdığmuz banş küMrü de olamaz." Mayor, genel bir çerçeve- de 21. yüzyıl için üniversitenin sağ- laması gereken "evrenseT koşulları .şöyle sıralıyor: Fırsat eşitliği,yaşam boyu öğrenim olanağı, her koşula ya- nıt verebilecek öğretim yöntemleri, beceri kazandırmanın ötesinde en ge- niş anlamda eğitim anlayışı, toplu- mun geleceğini biçimlendirmede ön- cülük, etik değerleri öne çıkarma, top- luma karşı sorumluluğa dayalı özerk- lik ve kalite güvencesi. Endüstri toplumundan bilgi toplu- muna geçerken gereksinim duyula- cak insan kaynağının niteliklerinde köklü değişimler beklenmesi doğaldrr. Bu bağlamda endüstri çağında hep aynı işi en iyi biçimde yapacak belir- li konularda uzmanlasmış, el ve kol be- cerileri kazanmış insan gücüne ge- reksinim duyulurken bilgi çağı, üni- versite mezunlan için daha esnek, fa- kat çeşıtJılık gösteren, fazla kas gücü gerektirmeyen, daha çok tasanm ba- zında iş ve hizmet üreten görevlerin söz konusu olacagı ileri sürülmekte- dir. Bu görüslerin ışığı altında, yarın- lann üniversite mezunlan gelişmele- re ve yeniliklere kolaylıkla ayak uy- durabilmek ve yaraöcı düşünceler üre- tebilmek yeteneklerini kazanmış olmak durumundadır. Üniversitede, herşey- den önce, eleştirel düşünmeyi ve öğ- renmeyi öğrenmiş, yaşam boyu öğre- nim ahşkanlığını kazanmış, etik değer yargılan ve topluma karşı sorumluluk duygusu gelişmiş insanlann yetişti- rilmesi gerekmektedir. 21. yüzyılda bilim ve teknolojinin değişimine bağlı olarak yeni meslek- lerin ortaya çıkacağı ve çalışma yaşa- muıda herkesin birçok kez iş değişti- receği ileri sürülmektedir. Bunagöre, yükseköğretimde, lisans düzeyi için uz- manlaşmanın sağlanması yerine, esas olarak temel kavramlann özümsetil- mesi, meslek uygulamalannın çahş- ma yaşamuıda öğretilmesi öngörül- mektedir. Okutulan dersler bu anlayış- la behrlenmekte ve son zamanlarda özellikle etik konusunda yeni dersler konulması yaygın bir uygulama ola- rak görülmektedir. Günümüzde mü- hendislik öğretiminde eleştirel çö- zümlemede beceri kazanmanın öte- sinde, hizmet sunacaklan ınsaru, için- de çahşacaklan toplum ve çevre ko- şullannı iyi anlayan, çalışmalannın toplumsal ve çevresel sonuçlannı özen- le değerlendiren ve bu bağlamda so- rumluluk duygusu ile etik yargılan ve bilinci yeterince gelişmiş mühendis- lerin yetiştirilmesi anlayışı benimsen- miş bulunmaktadır. Ulkemizdeki durum Ülkemizdeki yükseköğretimde de, dünyada esen serbest pazar ekonomi- si ve küreselleşme rüzgârlanndan et- kilenmiş görüntüler sergilenmektedir. Bu bağlamda, YÖK Başkanı'ndan başlayarak üniversitelerin ticaretha- neler gibi çalışmasımn gerekliliğini öne sürenler çoğalmakta, öğrencilerin müşteri olarak tanımlanması, bu an- layışın doğal sonucu sayılmaktadır. Son birkaç yıl içinde vakıf üniversi- telennın sayısı hızla artarak yirmiye yaklaşırken basında köklü devlet üni- versitelerinden bazılannm özelleşme ya da "Amerikantdrüyapdanma" is- tek ve çabalanndan söz edilmektedir. öte yandan devlet üniversiteleri Ingi- lizce öğretime geçme hevesine kapıl- makta, vakıf üniversitelerinin hemen hepsi sözüm ona tngilizce öğretim yapmaktadır. Özetlenmeye çalışılan bu gelişmeler düşündürücüdürve her- halde sağlıklı değildir. öte yandan vakıfüniversiteleri dev- let üniversitelerinin kısıtlı kaynakla- nna ortak olmakta, kendi öğretim üye- lerini yetiştirmek yerine köklü devlet üniversitelerini çökertmek pahasına onlann öğretim üyelerini almakta ve öğrenciler açısından da fırsat eşitliği- ni zedelemektedirler. Üniversiteye giriş yöntemi konu- sunda, arayış sürmekte, fakat "Fırsat eşffliğmi sağiayan adflve nesod(objek- tif) ortaöğretimi etkili dunıma geti- ren, adayuı severek okuyacağı ve be- cerileri ile mali güçlerine uygun bir programa yerieştirilmesini sağlayan, toplum tarafiadan kabul edilen, eko- nomik, süratli, hatasız" biçiminde ta- rumlanan koşullara yaklaşan biryön- tem bulunamadığı için tartışmalar, gündemdeki yerini korumaktadır. Bu karmaşa ortamında, üniversite kapısına erişebilen gençler, dönemin değerleri bağlamında doğal olarak en çok para kazandıracağını düşündük- leri meslekler için çok çetin ve yıpra- ticı bir savaşıma girişiyorlar. Bu yol- da her yıl yüzlerce trilyon TL ile öl- çülebilen kaynaklann aktığı dershane- lerserüvenini yaşıyorlar. Gençlerimi- ze hiçbir gerçek değer katmayan, hat- ta onlann düşünme yeteneklerini dar kahplara sıkıştınp yaraticılıklannı kör- leten bu tür dershaneler ortadan kal- dınlamıyor ya da daha yararlı bir iş- leve yönlendirilemiyor. Her yıl üniver- site kapısında bir buçuk milyon gen- cin içeri girme savaşunlan ve bir mil- yon gencin dışanda kalma olgusu ile toplumda geçerli değer yargılan ko- nusundaki karmaşa sona ermediği sü- rece, yanlışlıklar ve ağır sorunlar ka- çınılmaz olacaktır. Gençlerimizin meslek secimine iliş- kin yönelimleri gözden kaçan önem- li bir soruna neden olmaktadır. Ger- çekten, üniversitelerimizdeki sosyal alanlar yeterli kazanç sağlayamaya- cağı gerekçesiyle tercih edümemek- te, çoğu kez fen ve sağlık bilimleri bölümlerini kazanamayanlar isteme- yerek bu bölümlere girmektedirler. Çiğdem Kağıtçıbaşı (2), Türkıye'de çözüm bekleyen birçok sorunu bulu- nan insanımızm ihmal edıldığıni be- lirttikten sonra, kanımca son derece önemli şu saptamayı yapmaktadır: "Hersorunun temeldüzeydeki çözüm- lenmesi bflinıdeohıştuğunagöre,insan sorunununçözümlennıesiçindetemet- de insan bilimine yöoelmek gerekir. Oysa insan, ihmal edildiği gibi, Türki- ye'de insan bilimi de ihmal edilmiştir. Teknoktjide büyükyannmlaryapıhr- ken en değerli varük olan insam anla- mak için hiçbir çaba harcanmamak- ta, paıiak genç zekâlar bu tarafa yön- lendirikmemektedir. Yükseköğretim ve genelde eğitim ile ilgili olmazsa olmaz koşul, eleşti- rel düşüncenin yeşermesine ve geliş- mesine elverişli bir ortama sahip olun- masıdır. Ne var ki ülkemizde eleştiri- ye açık insanlar olarak yeriştirildiği- mizi ve öğrencilerimize de eleştirel düşünme yeteneğini ve ahşkanlığını kazandırabildiğimizi ileri sürmek ola- sı değildir. Bunun belleklerimizden henüz silinmemiş son öraeklerinden biri, Çukurova Üniversitesi Tıp Fa- kültesi diploma töreninde konuşan genç doktorun eleştirileri üzerine öğ- retim üyelerinin salonu terk etmeleri, rektörün de genç mezunun çizmeyi aştığını söyleyerek kızgınlığını ifade etmesidir. Hele boş geçerrderslerine öğretmen isteklerini belirtmek için yürüyüş ya- pan ilköğretim öğrencilerinin yargı önünde hesap vermek durumunda kal- malan, çeşitli açılardan irdelenmesi ge- reken en çarpıcı örneği oluşturmak- tadır. Bu ömeklereleştiriye açık olmak- tan geçtik, çocuklanmıza karşı hoşgö- rülü davranamadığımızı göstermek- tedir. Belki de yürürlükteki Yükse- köğretim Yasası'nın dayanağı olan, üniversiteyi denetim altında bulun- durma anlayışının egemen olduğu bir ortamda eleştiriye açık bir anlayışın ge- lişmesini beklemek fazla iyimserlik sa- yılabilir. Aslında yükseköğretim ve üniversiteyi YÖK olgusundan bağım- sız olarak değerlendirmek olası de- ğildir. Ancak YÖK başka bir yazının konusu olabilir. (1) Mayor, F. (1998), "The Univer- sal Universty'' Higher Education Po- licy, s. 249-255. (2) TÜBA (1996), "NasU Bir Üni- versite Mezunu İstiyoruz?" Bilimsel Toplantılar Serileri s: 5. M E R A L PAZAR £^ft/ncj, TarihÖğretmeni Nasıl Bir CHR CHP...Kuva-yiMilli- yeci bir oluşum. Ta- rihsel kökenleri 'altı o/c'ta en somut bir şe- kilde yansıyan, anti- emperyalist ve anti-ka- pitalist Türk devrimi- nin yaratıcısı Ata- türK'tın önciüüğiinde kurulan birparti. Bugün de, sorunlarımıza umut olmasını beklediğimiz kitlesel bir. parti (mi?)... Olabilir, kitleselliği yakalayabtlir. Ama nasıl? CHP neden Meclis dışında kaldı? Yıl- lar geçtikçe gözlenen 'oy düşüşünün' nedenleri nelerdir? Bu soruların yanrtını, şöyle birsorgulamanın için- den çıkarabiliriz: CHP'de, bir hizbin parti yöneti- mine egemen olduğu süreç yaşandı. Baykal ve ona yakın olanların egemenliğiydi bu. O dönemde, partinin gerçek üye sayısı ve gerçek olmayan üye sayısı gibi ikili bir durumun variığını okuduk basın- dan... Demokrasiyi toplumsallaştıracak bir parti- nin önce bu konuda örnek olması, parti içi demo- raksiyi gerçekleştirmesi gerekmez miydi? Bu yet- medi, son seçimlerden sonra toplanan CHP ku- rultayında, partiyi CHP'likten uzaklaştıranlar, sol de- ğerlerden, 'altı o/c'tan kompleks duyanlar, sıkıl- madan, yeniden CHP'nin yönetimine geçme giri- şiminde bulundular; neyse ki, bu girişim başan- sızlıkla sonuçlandı. Bugün gelinen noktada, CHP'ye bazı eleştirile- rimiz var. Basından izlediğimize göre, CHP içinde -yine- altı ok'un bazılannm gereksizliğini söyle- yenler olduğunu görüyoruz. Hangileri gereksiz acaba?.. Cumhuriyetçilik mi? Ulusçuluk mu? La- iklik mi? Halkçılık mı? Devletçilik mi? Devrimcilik mi? Bu her biri birbirinden önemli ve vazgeçilmez ARADABİR olan ilkeler, bugün de, yannlarda da - eğer özgürlükten, bağımstzltktan, iter- lemeden, insanın insanı ezip sömür- mediği bir toplum- da başı dik olarak yaşamaktan yanaysanız- sorunlanmızın çözümün- de yakıcı bir şekilde gereksinim duyacağımız, yo- lumuzu ışıtan ilkelerdir. Küreselleşme diye de de- yimlendirilen Yeni Dünya Düzeni'nin, yani küresel sermayenin egemenlik çabasının saldın noktala- ndır bu ilkeler... Bakıyoruz, CHP içinde özelleştir- meden yana, devletçiliğe karşı tavırlar var!.. Eko- nomimiz devletçilikten uzaklaştıkça bugünkü aç- mazına düşmedi mi? Aynca, 'tahkim'\n onaylan- masına karşı daha etkili bir tavır görmek isterdik CHP'den... Atatürk Devrimi'ni, aftı ok'u, sol değerleri sa- vunmaktan kompleks duymak, sol kimlikle nasıl bağdaşır, anlayamıyoruz. CHP, Atatürk Devrimi'nin ve sol değerlerin partisi değil mi? Bundan komp- leks duyaniann yeri CHP değil, sağ partilerdir. CHP'yi yozlaştırmaya kimsenin hakkı yok!.. Türkiye'nin sorunlannın çözümünü, Atatürk Dev- rimi'ne, altı ok'a, sol değerlere bağlı bir partinin ül- ke yönetimine geçmesinde görüyoruz. Ve ancak böyle bir parti, "laik, demokratik, sosyal hukuk devleti"nir\ özlemi içindeki kitlelerin oylannı alabi- lir. Eleştirilerimiz, CHP'nin gerçek bir sol parti ola- rak kendini yapılandırması ve ülke yönetimine tek başına geçmesi içindir. Bunu da -değerli yazar Emre Kongar'ın o çok güzel deyimiyle- genel başkan "bir demir leblebi" Altan Oymen'in kişi- liği öncülüğünde başaracağını umuyoruz. Geçmiş Sinema Günlerinden... Annenize en güzel hediyeyi almanın püf noktaları Eski ütünüzü getirin, annenize dünyanın en müthiş ütülerinden btrini armagan edin Phlllps Yetklll Satıcılarr slzi bekliyor... Yasemin YAZICI Seksenli yıllann ortasında bir za- man.. ve sinema. Yeşilçam sokaklann- da umuhnadık bir hareketlenme; mini- büsler daracık sokaklardan teknik eki- bini, oyuncusunu toplayıp setlere doğ- ru yol alıyor. llk sinema okulu mezun- lan artık Yeşilçam sokaklannda... Alayhlar bu toy okullulan biraz ga- ripsiyor; genç sinemacılann kafasında kendi filmleri, tıka-basa düş dolu ruh- lar... Alaylılar ve okullular Yeşilçam sokaklannda buluşuyor, biraz çekiş- meli de olsa.. ilk alışmalar başlıyor, dü- şünsel, ruhsal ve teknik tanışıklıklar oluşuyor. Yeni bir alaşımla, farklı bir sinema is- teği ile taze bir umut canlanıyor.. yoz günlerden kaçan eski yönetmenler si- nemaya dönüyor; asistanlann çoğu ye- ni bir kuşak; çoğu Yeşilçam sinema- sında uygunsuz düşlerin sahibi. Oysa içi dışı Yeşilçamlı olan eskiler, bilmiş bilmiş konuşuyor bu yeni umutlara. " Yeşilçam Yeşüçamdır. Su akarken dot- duramazsan, açıkta kalırsuL.." Yeşil- çam'ın bu eski dili, bilmedikleri bir ya- bancı dil gibi geliyor o günün gençle- rine.. gençlik her zaman yeninin peşin- de, basma-kalıp gerçeklere srrt döner; onlar da kimi ustalannın gençlikleri gi- bi aldınşsız Yeşilçamcılara. Seksenli yıllann ortasına doğru bir za- man. Sinemaya taze para giriyor yeni yapımcılarla. Eski yapımcılar ise, tem- kinli de olsa "kimi projelere'' para ya- tırmaya başlıyor O sıra orta yaşa gel- miş, genç yönetmenler atakta... Her za- man oyuncu olarak görülen genç kız- larda, sinemada, artık kameranın arka- smda yer anyor kendilerine. TRT yö- netmenleri de sinema yapmak için Ye- şilçam'a doğru geliyor. Ve zaman sinemadan yana sürüyor. ne ki, bu taze para, Metin Erksan gibi bir ustaya bir fibn yaptıramıyor; sine- ma, üzerindeki ölü toprağmı atarken bin yıllık gelenegine, yani "seyircitav- lama" ana süreğenine bir türlü karşı gelemiyor. Gene de yeni sinema gö- nüllüleri düş içinde. Sinema da bir düş değil midir aslında? Ekip minibüsleri uzak yola açılan gemiler gibi, bir set- ten ötekine doğru gidip geliyor. O sıra sinemanın en eski ban "Papi- rûs"e "Çiçek Bar" ekleniyor. Kalaba- lıklaşan sinemacılar buralarda buluşup projeleri için coşkulu söyleşilere dalıp gidiyorlar... Ve sinema günleri festiva- linin ilk yıllan... Istiklal Caddesi açık hava partisi gibi.. insanlar nisan aymın değişken bahar günlerinde bir filmden diğer filme atıyorlar kendilerini. Sinema Günleri'nin dış mekânı ken- diliğinden bir "açık hava partisi", iç —mekânı ise bir tür "ruhsal ayınma ayi- ".. yazarlar, yönetmenler, asistanlaf, senaTİstler,tarneramaniar.. ve öğrenci- ler.. ve sinema meraklılan... Beyoğ- lu'nun kimi köşelerinde, kimi durakla- nnda karşılaşıp kısa arahklı söyleşile- re dalıyor, gördükleri filmleri öneriyor, önermiyor.. ama yalnızca sinema konu- şuluyor. Seksenli yıllar... Her zaman yetişece- ği bir yer varmış gibi hızla yürüyen Bil- geOlgaç, boynundaki Ürgüp işi yazma- lanna terini silip, duraksayıp bir siga- ra yakıyor... Bu erkek dünyasının ilk ka- dın sinemacısı... Öte yanda Şahin Kay- gun, kırmız.ı atkısı ile bilmem kaç kez seyrettiği "Antonkmi" filmlerinden es- rimiş bir halde, piposunu tüttürüyor... Sonra Mustafa Irgat; o hep çocuk ka- lan gülüşüy le, her ne kadar bir gece ön- ce "ipin ucunu kaçırsa da" Fransi2 film- lerinin 12.00matinelerini kaçırmıyor... TRT'nin en duygulu dizi yönetmenle- rinden Okan Uysaler, kahve üstüne kahve içerek fihn aralannda eşine-dos- tuna dunnadan projelerden söz ediyor... Yavuzer Çetinka>a. öğrencilik yıl- lannda, Paris'ten aldığı kadife takımı- nı, hâlâ açılışlarda giyiyor.. kendisine küçülse de yakışıyor... Ve sinemanın sanat olma çabasına her zaman öncü olan, banşçıl gülüşüyle Onat Kutlar ve ötekiler. başkalan... Ruhlannda hep bir çocuk gizleyen o sinema insanlan.. usulca kaybolup gidiyorlar artık bu açık hava partilerinden; geriye hayalleri ka- hyor ve insan, kendisini son anımsayan bir kişinin ölümüne dek ölmüyor. Her baharda yeni sürgünleriyle yeni sinema tutkunlan topluca bir ruh ann- ması ayini yaşar gibi yaşıyor Sinema Günleri'ni. Birçok sponsorla gerçek- leşen bu gösterimler pek çok sinemacı için bir tür "canşma" oluyor. Yalnız si- nemacılar için değil tüm sanatçılar için ve sanatseverler için, içsel bir eğitim za- manı. 2000 yılının bu ilk Sinema Günle- ri'nde, seksenli yıllan anımsamak; bi- raz hayallerimi biraz da o günlerin Türk sinemasında sinema yapma umudunu ammsamak yahıızca. Bugün yabancı destekçiler olmasa, Türk sineması adı- na bir sinema yapmak olası değil... Fes- tival programında onca destekleyen var.. ne ki artık kimse Türk sineması- na bundan başka destek vermiyor. Cid- di bir sermaye sinemaya el atmıyor.. oysa sinema okullannda yetişen ya da kendilerini yetiştiren sinemacı genci bekleyen ne? Şimdi yeniden 2000'in ilk festivalin- de, yaşamın gerçek anlamım, dilini, ilişkısini anlatmaya çalışan filmleri iz- leyenler, sonrasında kendi düşlerinde ya- payalnız kalırken aslında sanata sırtnn dönmüş bir toplum, duyarsız bir kitle de katlanarak artmakta. Sponsorlar ço- ğu zaman, geçici olan kültür hareket- lerinin destekleyicisi olurlar. kimi kon- serler, festivaller. kimi televizyon prog- ramlan benzeri... Oysa Zeki Demirkubuz, Yeşim Usta- oğlu,NuriBilgeCeylangibi yönetmen- ler, inatla kendi sinemalannı yapmaya çahşıyor, (fcr, Mayrs SıkırrnsT*nda"BR nemacüun sûcıntısı ne kadar iyi anla- PENCERE Uğur Mumcu'nun KaUlleri?.. Inanılır gibi değil; Uğur Mumcu'nun katilleriya- kalandı mı?.. Sorunun yanrtını bir başka sorunun içeriğinde aramak doğru olur: - Hizbullah nasıl ortaya çıkanldı?.. Bir üçüncü soru: - 28 Şubat gündeme girmeseydi, Hizbullahçı- laryakalanabilir miydi?.. Türkiye'nin ayaklan yavaş yavaş suya eriyon iki tehdidin defterini dürmeden, ülkenin iflah olama- yacağı meydandadır. Etnikçi terör.. Kanlı irtica!.. Bu iki düşmanın umutlan söndürülmeden de- mokrasi hayaldir. • Etnikçi terör dediğimiz olgunun boyutlannı Hik- met Bila şöyle özetliyor: "Türk ordusu Güneydoğu'da dörtcephede bir- den savaştı; karşısında Kurtuluş Savaşı'ndan bu yana en büyük kuvvet koalisyonu vardı: 1) Koalisyonun silahlı gûcü PKK. 2) PKK'ye her tühü maddi ve manevi yardımı yapan Suriye, Iran, Irak gibi ülkeler. 3) PKK'ye destek veren, kolaylıklarsağlayan, sı- ğınma, bannma, örgütlenme, televizyon yayını yapma, kongre toplama olanaklanyla yardımcı olan Avrupa ülkeleri. 4) Açıkya da örtülü bir şekilde PKK'yi destek- leyen ve onun propagandasını yapan iç göçler. Bu 'dev koalisyon'un dayandığı temel hesap, PKK'nin askeri başansı; daha doğrusu Tün\ or- dusunun başansızlığıydı." Türkordusunun başansı yalnc PKK'ye değil, onun arkasındaki "koalisyon"a karşıdır. Terör örgütü- nün Güneydoğu'da denetime alınmasından son- ra Kuzey Irak'ta bastırılması, ardından Suriye'de üslenmiş terör başının bölgeden uzaklaştınlması, 'dev koalisyon'un Avupa ülkelerindeki ortaklannı da açığa çıkardı. • Ya irtica?.. "Irtica Koalisyonu" da dış ve içteki çaplı ortak- lann işbiriiğine dayanıyor. Irticanın içerdeki ortaklan 28 Şubat girişimiyle püskürtülmeseydi, ne Refah iktidardan düşerdi, ne Fethullah ülkeden kaçardı ne de Hizbullah yaka- lanırdı. Suudi Arabistan'dan Iran'a dek yayılan ge- niş işbiıiiğinin Batı'da odaklanan destekleri artık herkesçe biliniyor. 28 Şubat'ta baştayan süreçle devletin (siz ister- seniz buna 'derin devlet'm diyebilirsiniz) irtica yu- valannın üstüne gidebilmesi sağlandı; bir başka deyişle devlet yön değiştirdi; artık "en büyük teh- like komünizm" değil... Sonuçlar alınryor. • Batı'dan Türkiye'ye bakış da değişti. 1919'da Avrupa'nın öngörüsü "Anadolu'nun Taksimi" üzerineydi; Kurtuluş Savaşı'nın sonucu bu öngörüyü yıktı; yeni bir bakış geçerli oldu. 20'nci yüzyılın sonuna doğru Batı'nın yeniden iştahı mı kabarmıştı?.. Bir yandan 'irtica' öte yan- dan 'etnikçilik' "Kemalist Türkiye"y\ tarihe göme- cek miydi?.. Içte ve dışta bu hesapla yüzlerce ya- zı yayımlandı; laik cumhuriyet bitmiş, işin sonu mu gelmişti?.. Evdeki hesap çarşıya uymadı; 28 Şubat bu ger- çeğin altını çizmiştir. Uğur Mumcu'nun katillerini bu tabloda yerli ye- rine koyunuz; Hizbullah'ın üstünden iz sürüldüğü- nü sakın unutmayınız. tıhnış; demek ki âcıdâ bile samimiyet gerekiyor) öte yanda, sermayenin yal- nızca tecimsel yatınma, yatınm gözüy- le bakması. kültürel anlamda incehne- si beklenen burjuvazi için biraz tuhaf kaçmıyor mu? Yoksa oknası gereken bu da, biz mi çocukça düşler kuruyoruz, Yeşilçam'ın "insan tavîayan" sinema- sında? Kim bilir... FARIH TOPLUMSAL TARİH DERGİSİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ TARİH YARIŞMASI ÖDÜLLER Birincıye: 200.000.000 TL. ikinciye: 150.000.000 Tl Üçûncüye: 100.000.000 TL. ilk beş dereceye giren öğrencilerin araştırmalarının Toplumsal Tarih 7 dergisınde yayımlanmasının yani sıra dergı abonelıği ye kitap armağanı. YARIŞMA TAKVİMİ Son başvuaı larihi- 31 Mayıs 2000 Araştırma teslim tarihi: 2OEkım20OÛ Sonuçların açıklanması: 1 Aralık 2000 Aynntılı bilgi, broşür ve başvunj formu için: Toplumsal Tanh Dergısı, YıMız Sarayı Arabacılar Daıresı, Barbaros Bulvarı Beşıktaş 80700 Istantoul Tel 0212 227 37 33 Faks. 02122273738 —— top<an»tan»Tvakfi org.tr Yanşma ana destekçisi İTAItlM VAKrîj
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle