25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26MAY1S2002PA2AR 10 PAZAR YAZILARI Sinemanın 'harika dünyası'Beyazperdenin büyösüne, babanızın her pazar sabahı elınizden tutup götürdüğü Atlas Sıneması'nın Küçük Sahnesi'nde kapılmışsanız, "Cannes Film Festivali"ni, "festivaT yapan insanlann başında gelen 25 yıllık sorumlu, iki yıldır da Festival Komitesi Eaşkanı olan Gilles Jacobun açışın açışı oiarak gösterilen "Festival Tarihi veya TVteseleleri" adlı 55. Yıla Armağan belgeselını seyrederken bir başka duygulanırsınız. Zira binlerce film, on binlerce görüntüden itinayla ve estetik kaygılarla seçilmiş 2 6 dakikalık "kaymak alıntıiar'ınşerefköşesine önceChariie Cbaplin, sonra da Federico Fellinl ve Aldra Kurosava yerleştirilince bazı değerleri paylaşmanın keyfini yaşarsınız. Hele hele bu belgeselin ardına, W©ody Allen'ın hem yazdığı hem yönettiğri hem de başrolünü oynadığı "Hollvwood Ending / Mutlu Son"ueklenmişse... Geride kalan yüzyılda var olan sinema başından beri, özellikle 2. Dünya Savaşı'nı taitip eden 30 senede "Sosyal(ist) Gerçekçi" ruhla en azından bir kesim seyirciyi, "Mutlu Son"lann beyazperdelerde kaldığı argümanıyla karanlık salonlardan "Aydınhk Geleceklere" koştursa da büyük çoğunluk Hollywood mahsullerini han-ı iştiha ile tüketti. TV destekli medyatik liberal kasırgalara rağmen Cannes, Venedik ve Berlin gibi "nispi serbest bölgeler" sayesinde son yıllarda "Gerçekçi Sinema" adından daha fazla söz ettirir oldu. îngilizler sosyo-komik, Fransızlar sosyo-psiko-romantik stilleri ve "kültürel- politik istisnalı korumacılık" yaklaşımlanyla değişık seçeneklere altyapı hazırlarken hemen her ülkede sorgulama- arayış ve başkaldın tohumlan Istanbul, Tokyo'dan Sundance (ABD) buluşmalanna; Selanik, Karlo-Levy'den VVagadugu'ya (Fespaco-Burkina Faso) filizlenip çiçek açtı. CANNES • U Ğ U R HÜKÜM Cannes ve pazan MIF, konuklannı yine "ideal"e yakın bir iklimde ağırhyor. Ne çok sıcak ne soğuk! Cannes esnaftnın _ _ _ _ ^ _ ^ _ ^ _ ı ^ _ belirttiği gibi, "az terlemeye başladınız mı, festival yağmurlan imdada yetişir!" Tatlı bir serinlik Akdeniz meltemiyle kanşınca sahıl caddesi La Croisette ve küçük arka sokaklara yerleşmiş yüzlerce kahve-bara gün dogar. Festival vesilesiyle Cannes'a koşan ekstra turistler, ultraviyole yamklı dekoltesini göstermeye çalışan, lüks mağaza ziyaretinden yorulan hanımlar, genç kız-genç erkek avcılan, Egoyan ispiyonlamaya gehp memleketteki "abilerine", plajdaki "starlette"leri peşkeş çeken "profesyoneller", karanlık salonlardan gına gelen sınemacılar ve gazeteciler, vs. vs..., cümbür cemaat kendilerini sere serpe masalara, iskemlelere atarlar. Son yıllarda "Halkla Uişkisi kesildi" eleştirisine, yerel yöneticiler ve ilgili makamlar bu yıl Cannes sakinlerine değişik kamu kuruluşlannca verilen davetiyeler dışmda 15 Mayıs'ta (Festivalın açılış günü) sırayla ama parasız 20 bin giriş dağıttılar. Deniz üstüne kurulan dev bir ekranda her akşam La Croisette kumsalında gösterilen filmler de cabası... Cannes Film Festıvali ön eleme komitelerinin bu yıl çeşitli bölümler için 939 uzun ve 1342 kısa metrajlı 2281 film arasmdan seçtiği 55 filmden ikisinin Türkiye imzasmı taşıması sevindirici bir haberdi. Gösterilerin belli başlılannın düzenlendığı festival sarayuun dibindeki plaja kurulan "Ulusal Pazar" çadırlanna katılan 3 yeni bayraktan birinin Türk bayrağı olması bir başka güzel haberdi. Zeki Demirkubuz'un "îtiraf " ve "YazgTsı Yazgeçilen hayaller, adanan hayatlar Belçika'ya göçün 40. yılına yaklaşırken yurttaşlarunızın bu ülkeye geldikleri ilk günlerdeki anılannı içeren "Hatıralar" adlı Flamanca ve Türkçe kitap çıktı. Çağdaş Dernekler Federasyonu'nun (ÇDF) girişimiyle ve Oost- Vlaanderen Eyaleti'nin katkılanyla hazırlanan kitapta trajikormk öyküler var. Gent'e ilk gelen 8 Türk ailesinin yaşamını konu alan kitapta yakın tanhımızin izlerini bulmak mümkün. ÇDF Başkanı Ayşe Işçi, Hatıralar'ı tarutım toplantısında 1. kuşak Türklere seslenerek "Sizler, bizlere daha iyi bir gelecek hazırlamak için ülkenizi bıraktimz. Sizlerin hayalleri, bizim gelecegimizi hazırlayacak kadar para biriktirip geri dönmekti. Ama biz 2. kuşak, 3. kuşak ve hatta 4. kuşak oiarak 'Burada kalacağız' deyince, bayaUerinizden vazgeçriniz. Belçika'da ilk günlerde çektiğiniz çileleri, yaşadığınız sorunları yine ve tekrar blzler için çekiyorsunuz. Sizler çok büyük işler başardınız- Sizlerle gurur duyuyomz" derken "ince" bir vefa örneği sergiliyordu. Belgesel içerikli kıtap; eski fotoğraflar ve pasaportlar üzerindeki giriş- çıkış mühürleri ve vize ömekleriyle görsel açıdan da zengin ve özenli bir çalışmayla kotanldığını kanıthyor. 1966'da Emırdağ'dan BRUKSEL Belçika'ya gelen tsmail Çapa'nın — — — anlattıklanna bir göz atalım: "Akşamlan arkadaşlarla kahveye çıkıyorduk. Türk kahveleri yoktu, Flaman kahvelerine giderdik. Çok iyi kırşılarlardı bizi. O zaman yıbancı düşmanlığı yoktu. Bn. 1974'ten sonra dtğişmeye başladı... O zunanlar cami de yoktu. tlk nmazanda Saint- Jıcobs'taki kiliseye gittik ibadet için. Ceketlerimizi yere serdik ve namazımua İaldık." Hatice Abç ise öyküsünü çok acı bir saptamayla tamamlıyor. "Belçika'ya gelmek isteyen iuanlar, bize sorduklannda 'Bız gittik, bazen pişman oinıadık değil, iyisi mi gidin keadiniz görün' diyorum. Ana genç kızlara söylüyonım, 'Avrupa'ya gîlin gitmeyin. Avrupa'dan bmsiyle evleneceğinize Türkiye'de bir çöpçü ile evienin daha iyi' diyorum. Glin gelenlerin işi zor btrada. Hatta bazıları bir rntkrup gibi geri eöaderiliyor Türkiye'ye..." İSK 1966'da Posof'tan gelen Ctmil Demirci'nin auttıklanndan bir örnek: "Işim ilk yıllarda biraz toauşabilmek için Türk ludınlannın yanına giderdi. îlöğrendiği Flamanca kdûne, ja (evet) oldu. Bir gü bir grup Belçikalı genç, lupının önünde duran motoru attınız mı diye sormuş. Eşim ne dediklerini anlamamış ve ja demiş. Oğlum eve geldiğinde ne görsün. Motoru paramparça olmuş, parçalan sökülüp abnmış. Annesine ne olduğunu sorduğunda annesi olanlan anlatmış. Oğlum 'Başka şey isteseler de mi ja diyecektin' demiş." Mehmet Ali Pınar'ın öyküsü, zor koşullan özetliyor: "Brüksel'de bizi 15 kişi bir otobüse bindirdiler, camlan yoktu, ahıra hayvan taşır gibi bir kantine getirdiler. Kömür ocaklanndan birinin binası olan hayımda kaldığımızı öğrendim. Pasaportlanmızı aldılar. Işimiz yeraltında, sekiz saat kazma ile kömür kazmaktı. Ufacık yanlış bir hareketle üzerimize çökecek kadar tehlikeli bir işti. Ben çok korkuyordum." öykülerin hepsi aynı sonla bitiyor: "O zamanlar daha mutluyduk. Ben biraz çahşıp para kazandıktan sonra Türkiye'de ev almak ve iş kurabilmek için gelmiştim buraya. Ama çocuklar okula gitmeye, Belçika'ya alışmaya başlayınca onlar için burada kalmamız gerektiğini anladık. Onlar Belçika vatandaşhğına geçtiler ve bizim geldiğimiz fakirliğe geri dönmek istemiyorlar." Göçün 40'ıncı yılında Türklerin Belçika'da kalıcıhğının ERDINÇ simgesi oiarak V T K V anlamlı bır davranış örneği — — — — gösteren Liege kenti Vise ilçesi Cheratte kasabası, 18 Mayıs'ta Mustafa Kemal Atatürk Caddesi'ne kavuştu. 18 Mayıs Cumartesi günü Cheratte'ta çakılan 4 "Atatürk Caddesi" levhasından caddenın iki başındaki 2'si, aradan 24 saat geçmeden sökülmüş. Atatürk düşmanı olmadıklan ve Atatürk'ü sevdikleri halde gençlerimiz "Adımız Türk, soyadımız Türk, Şimdi de oturduğumuz sokak adı Türk: Hayatta bize kimse iş vermez!" diyorlarmış. Fransa ve Hollanda'da esen aşın sağ rüzgârlan, gençlerimizi korkutuyor. Ancak bu, Türklerin Belçika'da kalıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türk toplumu doktoru, mühendisi, avukatı, bilim adamı, miman, modacısı, sinema yönetmeni ve akedemisyeniyle her alanda varlığını hissettirmeye başladı. Brüksel'de yabancılann göç serüvenlerinin sergileneceği göçün 40. yıh dolayısıyla açılacak olan "göç müzesi" girişimi ise diğer bir iddıalı proje. Acı kahvenin kırk yıl hatın vardır. Ya "acı lark yıl"ın? Umarım bunun karşılığı Fransa, Hollanda ve Belçika'nın Flaman bölgesmde olduğu gibi ırkçıhk ohnaz! Güney Koreli hayvanseverler, köpek etinden yapılan yemekler satan bir res- toranın önünde dün bir protesto eylemi gerçekleştirdiler. Ülkenin köpek eti endüstrisinin gelişmesinden rahatsızlık duyan hayvan sahipleri Güney Kore'de Dünya Kupası maçlarının yapılmasını fır- sat bilerek protestolanyla dünyanın dikkatini bu soruna çekme çabasındalar. Hayvan sahipleri ve hayvanseverler, ey- lemde, üzerinde Korece "tnsanın en iyi dostu köpek" ve "Hayvanlan sevin" yazılı dövizler taşıdılar. (Fotoğraf: REUTERS) festivalin "Belli Bir Balaş" bölümünde uzun zamandır beklediğimiz bir randevuyu gerçekleştirirken, Kadri Yurdatap ve başkanı olduğu SESAM'ın sebatlı çahşmalan sonucu 70 ülkeden, 700 filmin özel gösterildiği 2 bini satm alıcı 7000 meslek erbabının katıldığı MIF'de 7 Türk filmi "optimum" koşullarda gösterilip pazarlanıyor. Hayatlannda ilk defa gelip veya birkaç günlüğune buralarda turizm yapanlarm dil uzatmak gafletine düşenlerine, Sayın Yurdatap'ın bu standı kurabilmek için yıllarca verdiği mücadeleyi ve ona özveriyle katkıda bulunmuş, bulunmakta olan Kerem, Arzu ve Claudine gibi genç arkadaşlara Türkiye'nin teşekkür borçlu olduğunu hatırlatahm. Acep bu çok "eleştirisel ve araştırmacı" kışiler, Cannes Festivali organizasyonu içinde iki üç yıldır çalışan Bekirhan veya Sinan gibi genç insanlanmızın varlığıyla ilgilenmişler midir? Veya festivalin "Cin'efondation" kısmına Isviçre'den, Isviçre Güzel Sanatlar Yüksekokulu adına "Sürgünde ölüm" isimli orta metrajlı fihniyle katılan Türkiyeli Ayten Mutlu Saray'm Kürt kimliğini niçin ön plana çıkardığmı "araştırma" gibi bir çaba göstermişler mıdir? Vecdi Sayar'ın haklı oiarak altını çizdiği gibi, Atom Egoyan sayesinde sayfalannda "baldır bacak şöleni"nden öte bir Cannes Festivali'nin de olduğunu yazmak zorunda kalan gazeteler ve dergilerde ne kadar çıkar bilemeyiz ama 2002 buluşmasının "Cannes Junior"unda liseli üç gencimiz var. Günce Demirhisar. Ceyla Altındiş ve Zeynep Yeşilyurt, festival çerçevesinde 20 yıldır düzenlenen ve dünyanın çeşitli ülkelerinden, 13-17 yaşlan arasmda Fransızca bilen gençlerin üyelik yaptığı "Cannes Junior" jünsine seçildiler. Bır yanda dünya gençlerini kaynaştırmak, yakınlaştırmak adına güzel etkinlikler düzenlenirken öte yanda genç nesillere "tarihi unutmamak" adına "nefreti ve dışlamacılığı" aşılamak herhalde Atom Egoyan gibi büyük bir yönetmene en az yaraşan bir tavırdı. Muhtemelen hayatının en kötü fihniyle Ermeni diyasporasma etnik diyetini ödeyen Egoyan istediği kadar niyetinin "diyalog" olduğunu sa\oınsun. Ortaya çıkan, "Militan diyaspora toplantı" gündemlerini uzatacak bir "propaganda" filmınden ileri gidememış. Sağlık olsun, bu "liberal" dünyada ona da yer var. Gerek festivalin ilk resmi yanşma filmi Fransız-Ermenı yönetmen Robert Guediguian (Gedikyan), gerek onu takip eden Amerikalı yönetmen Michael Moore belgeseli (Festivalde ilk kez bir belgesel, resmi yanşmaya katıhyordu) hoş bir rastlantıyla ortak bir müzik seçmışlerdi. Louis Armstrong'un ünlü parçası "What a wonderful world / Ne Harika Bir Dünya"... Hayal etmek güzel şey be kardeşim, hiç olmazsa bir sinema festivali boyunca.. Kasvetli Dachau'da Bergama düşleriIlkyaz güneşini ve bahar sevincini Almanlar bu sene de doğru dürüst yaşayamadı! Yağmurlu ve kasvetli hatta sonlarında ise insanın canı bir sıkılıyor ki, anlatılır gibi değil. Münih'te koşturmacalarla geçen cumartesilerin ardından boşalan sokaklar, ınsansız meydanlar ve parklar hüzünleri çoğaltmaya bire bir... Aslına bakılu-sa Münih gibi kültür etkinliklerinin çok yoğun olduğu bir kentte, bizimkilerin bulaştığı kültür olaylan pek az. Durmadan değişen sinema afişleri, konserler ve dia gösterilen arasmda kentin dışında ohnasına karşın bizim için ilginç ve güzel olan bir konferans da geçenlerde Dachau'daki Nazi toplama kampınm yanı başında yaşandı. Dachau'daki aydınlardan oluşan "Forum Republic" adlı çe\Teci kuruluşun düzenlediği bu toplantıda ise konu Bergama ve 12 yıldır orada yaşanan siyanürle altın olayı idi. Konuşmacı ise siyanürlü altın dendiğinde akla ilk gelen isim, alternatif Nobel ödülü sahibi Birsel Lemke idi. Siyanürle altın elde edilmesine karşın dünyanın dört bir yanındaki belgeselleri toplayan, olup biteni izleyen Lemke sadece Bergama'da değil, Romanya'da, Guyana ve başka ülkelerdeki olaylan özetleyip ülkemizde 560 yerdeki siyanürle madenlerin tekrar hortlatılmasının yanlışlığını anlattı... Siyanür gazıyla binlerce Yahudınin öldürüldüğü Dachau'da bu kez siyanür yöntemiyle altın elde edilişinı izledik ekranda... Evet, ilginç olan. konuşmanın yapıldığı yerdi.(!) Yıllar önce kamptaki Yahudi esirlerden toplanan alyanslar ve altın dişlerin donuk pınltısı gözümüzün önüne geldi.. Evet, lanetli altının büyüsü belki de bu! Dachau gibi uğursuz sessizliğin hüküm sürdüğü, kararmış kül rengi taş evlerin sıralandığı kasvetli bir köşede Bergama düşleriyle dopdolu bir geceydi yaşanan... Ve yine Dachau'da yaşamını sürdüren, iltica kamplannda çile çekmiş Bergamalı bir MUNIH şairin, Cengiz Doğu'nun yanı sıra kampta rehberlik yapan eşi Lily'nin evsahipliğinde konuşmalanmızı sürdürdük saatlerce. Evde vazım için Birsel Hanım aradı. "Ben lngiliz bahçesine gidiyorum, sana biraz Anadolu'yu yaşatayım istedim, at kokulan arasmda konuşmaya ne dersin?" teklifine nasıl hayır denir? Pazar gününün dinginliği içinde ünlü îngiliz bahçelerinde taze biçilmiş çimen kokusu ve bir de at kokusu eklenince kendimi Anadolu'da sanıyorum. EROL Güneşli bir masada dinlenirken ÖZKAN önündeki gazete yığınını gösterip:"Güya siyanürlü _ ^ _ _ _ _ altınla ülkemiz zengin olacakmış!" derken muzipçe gülümsüyor ve La Fontaine'in Masallar kitabını uzatıyor. Gözlüklerinin üzerinden bakışlannı bana dikip: "Sana Bergama köylüleri için uygun düşecek güzellikte Ezop'tan bir şilr okuyayım" diyor ve Sabahattin Eyuboğlu'nun dılimize çevirdiği kitaptan "Çiftçiler ve Oğullan"nı okuyor: "Zengin bir çiftçi, bakmış ölümü yakın/Çağırmış oğullannı, demiş ki gizlice -Bu topraklan satmayın sakın. bir define var tarlanın birindeatalarımızdan kalma/Tam yerini söyleyemem amma, isterseniz arar bulursunuz, zengin olursunuz/Baba ölünce, oğullar doğru definenin peşine/Ha şurda, ha burda derken bütün topraklan geçmiş elden. Öyle kazmışlar ki her yeri. eskisinden bol vermiş ekinleri/Define mefîne yokmuş amma akıllı adammış baba Anlatnıak istemiş giderayak, define bulmamn yolu çalışmak. (La Fontaine, Masallar, s.209) Evet, öyle ya da böyle son günlerde Alman medyasında da oldukça gündeme gelen "Bergama olayını" uzaklarda olsak da bütün duygusallığımızla izliyoruz! Ve Dachau'daki son toplantıyı düşünürken Bergama köylülerine merhabalar yolluyoruz... erolozkan@hotmail.com Kusursuz yeni dünyaBirleşmiş Miüetler'in projeksiyonlarma göre 2020'de yüzde 25 artarak, yaşam savaşı veren 7.5 milyar olacağız ve bu artışm yüzde 97'si gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanacak. Su kaynaklanmız, ormanlanmız ve yaşayan tür sayısı daha da azalacak. 1.2 milyar insanın açlık sımnnda yaşadığı dünyada artan nüfusu doyurmak daha da zor olacak. Bugün gelişmekte olan ülkelerde kırsal kesimdeki insanlar, gelirlerinin yüzde 70'ini gıdaya ayınrken bu oran ABD'de yüzde 12. Ve bugün her yıl 5 milyon çocuk 5 yaşına gelmeden ölüyor yetersiz beslenmeden.Pirinç, buğday, mısır üretiminin azalması ve fiyatlann birazcık artması bile, daha ciddi sonuçlar doguracak. Bu resme bakıp da, insanoğlunun tarımı daha üretken kılmak için, daha az alanda, daha az girdi ile, daha ucuz, daha dayanıklı ürermek için çahşmasına karşı olmak akıllıca gelmiyor. Toprağı, suyu yanlızca mekanik bir üretim girdisi oiarak ele almak zoruma gitse de, veriler, tanma teknolojinin yanlızca biçer- döver ve traktörle değil, daha çok, ucuz. daha az tarım ilacı kullanarak, gen aktanmı yoluyla vitamin ve besin değeri yüksek ürünler elde etmek için de girmesi gerekebileceğini vurguluyor. Ben, Allah'ın ışine TORONTO BERNA DEMİRYOL kanşılmaz diyenlerden değilsem de. bırakalım istediği gibi doyursun bizi, ya da _ _ _ _ _ _ ^ _ ^ ^ _ doyurmasın diyordum. tşin aslı, biz çoktan, doğanm işıne kanşılmaz aşamasını yüksek performans gösterdığimiz yıkıcılığımızla geçtik. Artık, kendi sebep olduğumuz yıkımlara aklımızla çare arayacağız. Bugün 2 milyon kişi salt pirince dayalı beslenme nedeniyle A vıtamini eksikliğinden ölüyorsa ve biyoteknoloji pırincin genlerine A vitamini eklemenin yolunu buldu ise, bu alkışlanmah mı, yoksa 2 milyonun ölmesine razı mı olalım? Doğalın karşıtı gibi gözüken kimi gelişmelere karşı olmak yerine, bu gelişmelerin 'doğru' ellerde ne kurtuluş sağlayabileceğini de görmek gerekiyor. Bu taş kendime, son zamanlarda meyve ve sebzelere düşmanımla karşılaşmışım gibi bakıyorum. Ve yine bir taraftan, o susturmaya çahştığım ses, atomu parçaladmız, ortaya çıkan enerjiyi yüz binleri yok etmek için de kullanmadınız mı diye soruyor. Acaba, bilgi, sadece ona ulaşabüen zenginin mah mı olacak, tok daha tok, ama aç daha da aç? Genetik bilimin tanma uygulanmasım destekleyen kuruluşlann savı olan, fakir Afrika'yı besleyebilmek hikâyesi, sadece büyük bir insan laboratuvan kurabilmek amacmda olabilir mi. Şimdiden azalan küçük çiftlikler tükenip, yerini büyük ölçekli endüstriyel tanm yapan birkaç marka-firma mı alacak? Bütün dünya aynı fırmanm 18 çeşit domatesinden başkasım bilmeyecek mi? Çeşitliliği arttırdığımızı sanırken bir gün beslenmemizi 3 draje ile mi tamamlayacağız? Genetik modifikasyon yapa yapa, hangi noktadan başladığımızı unutacak mıyız? Kusursuz Yeni Dünya'nın senaryosunu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle