Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 ARAUK 2000 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
J. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr 15
HAYATIN ÖTE YAKASI FERİDUN ANDAÇ
Buluşma ııoktalanııııı öyküsiiGûnün her saatinde, her an' ında ula-
şabıleceğiniz, size bir şeyler anlatan,
sizınle bır şeyleri paylaşan. ortak bır yer-
de buluştuğunuz, sızı "dünyanın biitün
seslerine, bütün renkkrine" ulaştıran
bir radyonuzun olması ne güzeldir.
Geçen gün. işte bana/bize. tam beş
yıldır bu güzellıği yaşatan Açık Rad-
yo'nun hafta içi her gün 18.00'de baş-
layıp iki saat süren "AçıkDergi'' prog-
ramına kaptırmıştım kendimi.
Eşber Güvenç'in çınıltılı sesı, pınl
pınl Türkçesi, bir an o trafık kargaşa-
sından alıp ayn bir dûnyaya götürmüş-
tü benı. tnsanlann canhıraş haliyle ör-
tüşen o yoğunluğu bile gözahcı kılan
bir başka sese kapı açacak sözleri şöy-
le başlıyordu Güvenç'in: "Geçtiğiıniz
gûnlerde Bilgi Yayınevi'de çıkan bir ki-
tap var enmizde: Thatronun Cadısu
Macide Tanır. Ankara Deviet Konser-
vatuvanTiyatro Bötûmü'nü üç yılda bi-
tirip 1942-1943 yılında Deviet Tiyarro-
su'nakaulan Macide Taıur, 1985 yılın-
da emekliyeaynkh,amati>atrodanay-
rümadı Bu süreiçinde dünyatiyatroede-
biyaanın seckin eserierinin pek çoğu-
nun başroUerinde oynadı. Sinema ve
televizyonda önemli roller üstkndL."
Akıp giden o dupduru ses. bır baş-
ka sese ulaştınyordu bizi; 'ortak bi-
Knç uoktamız' diyebileceğimiz, çocuk-
luğumuzun 'radyo gûnfcri'ne... Daha
ilk tümcesiyle bızi yüreğimızden ya-
kalayan o sesın tınısıyla yüzleşmek...
"Kftap yazdım demem gerekiyor. Yal-
mz buna kitap olması için başlamadım,
onun için yazmadun. Sanatçı olarakeJ-
ii yıklan fazla oyun oynamaya ve de ça-
hşmaya alışmışım. Çahşarak dinlenen
bir kişiyim. Şimdi pek çok diziler, bir-
çok tektifler gelivor. Hiçbirini, başında
mücevher taşıyan Macide'ye uygun
bulmuyonım. Çakıl taşlanyla da beş-
taş oynamamam gerekiyor. Oturmam
gerekli diye arnk karannu verdim."
Radyonun bır dünya olduğunu anla-
tan o değil miydi, bize? 'Arkası Ya-
nn'larla. "Mikrofonda Tiyatro'larla
radyonun büyülü evrenınde bize ses-
lenen; sesı sese ulaştıran, insan sıcak-
lığını bizlere taşıyan tiyatronun o unu-
tulmaz adı Macide Tanır, bu kez, ken-
dını anlatıyordu. O 'büyülü kutu'dan
yayılan sesin yansımasında bir çocuk-
luk ömrünü görüyordum.
'Radyo günlerTnin büyülü sesi
"Kendimi durduramaz kadar acı-
lar içinde buldum...
Macidetercten birini susturamayaca-
ğmn, önüne gecemeyeeeğimianladımJ'
Evet, o, bu durdurulmaz olanın önü-
ne geçmez; kâğıdı kalemı alıp bir öm-
rün tanıklığını yazmaya yönelir.
"Bütün yaşamımda etimden gekii-
ğince, sağunda solumda herkese bir
şeyler vermeye, bflgüerimden, birikim-
lerimden bir şeyleroğretmeye olağanüs-
tü çaba sarfettinı. O nedenle, biraz da,
ban rolleri ön plana aiarak,çok güç sab-
neleri sanive sanive ayıklayarak yaz-
dım ki; sanatçı adaylan ve de meslek-
taşiaınndan ögrenmek, kendini benim
gibigeliştinnekistejenkryararlansın-
Tanır, bu duygularla yazmaya yöne-
lir. Amacı 'anılardemeti'nı sunmak, 'şu-
nu şunu yaşadım' demek değildir.
O söyleşı boyunca bu kitabı yazma
nedenini anlatmıştı. Duygulu, anlam-
lı bir söyleşıydi.
"Mutiaka öğrenmenin bir öğredci-
si, bir şeyi daha öğrenme olanağı var-
dır; yeter ki siz arayın. Bu nedenle ken-
'enım
tepemdeki
Macide,
yaşamda oynar
gibi görünmeme
hiç izin vermedi.
Yüreğimdekini,
beynimdekini
yüzümde ve
kelimelerle
olduğu gibi
yansıttı.
Tecrübelerimi
belki de
yardımcı olur
düşüncesiyle,
çok uzun, açık
seçik yazdım.
di tecrübeferimi belkide yarduncı ohır
düşüncesiyle, çok uzun, açıkseçik yaz-
dım."
Kaç gündür masamın üzerinde oku-
mamı bekleyen Tiyatronun Cadısı(*)
ile ilgili bu sözleri işitmek anlamlı bir
buluşmaydı benim için. Tanır'm her
bir sözünün anlamını düşünürken tu-
haf bır duygululuk an'ına kapıldığımı
söylemeliyim. Belki de o etkıyle erte-
si gün kendisini aradım. Olabildiğin-
ce kirlenen bir toplumda o sözlerinin
temizbir hava' gibi geldığinı anlattım.
Tanır, o güzelim üslubuyla; "Yoksa,
o radyo progranunı dinleyen bir Idşi siz
mrydüüz," demiş, bu kitapla bızlerin ya-
pacagı yolculuğu merak etuğini dile ge-
tirmişti.
Şu sözlerini anımsıyordum: "Tiyat-
roda her gece, anlayan bir kişi var di-
ye oynadun. Yoksa, ben varun dedim.
Bu khabı da, okuyacak bir kişi var di-
yeyazdım. Yoksa, gene ben vanm. Aca-
ba o bir Idşi siz misiniz?"
Ona. cazcı Hırant Lusigyan'ın öy-
küsünü anlattım; o bir kişı için çalma-
nın ne anlama gelebileceğini. Bu bu-
luşma an'ının uzun yolculuğundan,
'radyo günleri'nın taşradaki bir çocuk
için ne anlama geldiğinden, onun bü-
yülü sesiyle nasıl buluştuğumdan söz
ettim.
Radyodan yayılan sesinin sıcaklığ-
nı hissederek kitabı okumaya yönelmiş-
tim.
Bilgece bakış, söyieyiş edası var
Tanır, 'sanatçı Macide'nın öyküsü-
nü anlatıyordu. "Bu karanhk, bu yoz,
her şeyin değerini yitirdiği ortamda"
ömrünün 55 yılını tiyatroya adamış bir
sanatçınnı tanıkhğıydı bu.
Parçalanmışlık duygusunu hep his-
sederek anlattıklannın ardında bilge-
ce bakış, söyleyiş edası var. 'Sanatçı
Macide'ye bakan, onu gözleyen, göze-
ten, hatta koruyan 'Macide' ile onun
içindeki 'çocuk Macide'nin anlattık-
lannda 'hayatdersieri1
; ötekınin dıle ge-
tirdiklerinde ıse üyatroderskrT yer ah-
yor.
Birömrü tiyatroya adayan, tiyatro için
yaşayan Tanır'm 'Doğrucu Davut' ya-
nının yansımalanyla iç içe anJatılan-
lan bildığımiz anlamdakı 'ders' olarak
almak yanıltıcı gelebilır. Tanır, her bir
sözünüaanlamını hayatıntanıklığı, ya-
şanmışlıklann süzüp getirdikleriyle bi-
çimliyor. Öyle ki, şu sözlerinin; "Ben-
ce tiyatro, matematiğin geçerB olduğu
disipKnK bir konçertoveya senfonknr",
ne anlama gelebileceğini ancak öyle
kavrayabihyorsunuz!
* Macide Tanır, Tiyatronun Cadısı,
2000, Bilgi Yayınevi, 352 s.
'Rol için kimseye ödün yermedim'-f-ı
_ iüm tepenMİeki Macide, yaşamda
oynar görünmeme hiç izin vermedi. Yü-
reğimdekini. beynimdekini vüzünde ve ke-
limelerle olduğu gibi yansıtü." Tanır, bu
sözleriyle bızı kuşatanlann neler olabi-
leceğine, bır yolculuğa çıkanyor bizle-
n. O, 'sanatçı Macide' yi anlatırken; 'ben'
/ anlatıcı Macide'nin hayatm öte yaka-
sında gördüklerinin de tanıklığını geti-
rir. Onun gördüklerine, yaşadıklanna
uzanınz bir bir. Duyarlığının ipiltilerini,
gözlemevine yansıyanlann anlamına dö-
neriz. Hayata ıçınden bakmanm ne an-
lama geldiğini anlatmaya çalışu" Tamr.
Bir ömrü tanıklığın ötesinde bir duyar-
lılık, bilinçlihk durumunu da sergiler.
Cumhuriyet aydmının sorumluluk bılın-
cinin ışıltılannı görürüz her bir sözcük-
le. Yaşamdan, yaşanmışlıktan süzülüp
gelenlerin başka ne anlamı olabilir ki!
Tanır'ın yazdıklannda bir sanatçı du-
ruşu, tavnnın ödünsüzce yaşamuım iz-
lerinı görürüz sık sık: "Rol için kinıseye
hiçbir şekflde ödün vermedim. Çok gü-
zel olduğumu söviediler; ne rol almak ve
ne de hele para için değil bedenimin bü-
tününü, parnıağımın ucunu bile sanşa
çıkarmadım. Bugün saygı görmemi bu
davramşianma da borçhı olabüirim."
Tanır; bir sanatçı duruşunu, yaşama
biçimini tanımlar adeta. Hayır hayır, ta-
mm dememeli buna; nasıl olması gerek-
tiğini anlatır. Çıkış noktası tiyatroya adan-
mış bir ömürdür. Bakıp gören/ anlayan
Macide; yaşayan, salt tiyatro için var
olan Macide, çocuk Macide bu tanıklı-
ğın birer izdüşümü değildir; sanatçı Ma-
cide Tanır'ın varoluşunun sesıdir her bi-
ri. O içsesıyle konuşur. o içgözüyle ba-
kar hayata, uğraşına.
'Günden Geceye' - Eugene O'NeuTin
gençliğim oynayan oğlu Yalın Tolga ile
buiikte. (1959 -1960)
Sürekli öğrenmeye çalışan biridir o.
Bir oyuna hazırlanırkenki şuçabası,ben-
ce, birçok şeyi anlatmaya yetiyor: "Re-
jisörün ağzmadüşecekmiş gibi, 3kkez sah-
neyeçıkacakmışun gibi, hiçbir şey bilme-
yen biri olarak öğrenmeye çahşuim. Ta-
bii bu ara eseri ve rolü evirip çevirip okur,
bütününü ve o bütün içinde oynavaca-
ğun kadmın kişiliğini, yerini, nasıl hare-
ket edebileccğini, yabancı bir yazar ise
ait olduğu ulusun bireylerinin oturma,
kalkma, çocuğunu sevme biçimini, fincan
tutuş, saçma dokunuş biçimlerini vs. öğ-
renmeye çalışjnm. (...) Tabii hemen An-
kara'da Milli Kütüphane'ye gidip o ya-
zar, yaşadığı ulus, genel ölçüler, nhelikle-
ri vs. hakkında bilgiler alinnı. Bu bügi-
ier ışığında o eseri tekrarokurum. Benim
varlığundan ikinci bir variığı, yazann is-
teği doğrultusunda izlemeye başlanm.
Yazann yazmadıklannı da içine katanm.
Geçmişini kurcalar, bulurum, onu da ka-
tanm. Arûkbende ikinci bir kişi yaşama-
ya başlar. Rok hamile kaldım demektir."
Tanır, bir bakıma, yaşadıklan/tanık-
lıklanyla birlikte topluma da ayna tutu-
yor. 1940'lardan bugüne uzanan süreç-
te sanatıyla var olmaya çalışırken edin-
diklerinin anlamını sorarak, sorgulaya-
rak vanş ve durus. yerini dile getiriyor.
Yazdıklannı 'anı'nın ötesine geçiren yan-
lardan biri de budur.
Bir söze, bir yazıya sığmayacak denli
zengın, anlamlı, döne döne okunması
gereken bir kitabı size tanıtmak değildi
amacım. Bunun burada mümkün olama-
yacağını biliyorum.
Hayatın öte yakasına bakarken buluş-
ma noktalanmızın bizi nerede, ne zaman
yakalayabileceğini anlatmaya çalıştım
yalnızca.
Biliyorum ki, Tanır'ın bu kitabı da siz-
ler için bir buluşma noktası olacaktır.
O sese gidiyorum. Her akşam bizim için
yeni bir bekleyişe dönüşen Grundig mar-
ka radyomuzun evünizdeki yerini, anla-
mını ve sıcaklığını kat kat arttıranlardan
biri olan Macide Tanır'ı görmeye, onun-
la yüz yüze konuşmaya gidiyorum. Si-
zin de. Tiyatronun Cadısı'nı okurken bu
duyguya kapılacağuıızı biliyorum. O dal-
ga dalga gelen sese doğru yürüyeceğini-
zi, onu ellerindcn tutup kucaklayacağı-
nızı...
Okurken altı cizilenler
'Ben kendi gayretim,
çalışmadaM titizliğimle,
mükemmeliyetçi yapımla,
beyaz değneÛe
öğrendiğim tiyatroyu
böyle belledim.
KÛliste konuşup veya
makyaj odasında
sigarayı acele acele
söndürüp sahneye
gitmedim, gidemedim.
Benden çıkardığım
ikinci kadın hep
elimden kaçarmış
gibi geldi. Her an,
her halimle sıh
sıhya bende
kalması için
yaşamımdan
her şeyimi
seve
seve l
verdim." \
Bellek kutusu
"Macide Tanır muhteşemdir, olağanûstûdür, inamlmazdır.
Çünküpopüler bir ikona değildir. O... O, her oyunda, her
oyunun tekrarlanışında sizi, inanmaya pek de gönüllü
olmadığımz bir dünyamn büyüsüyle sarar. Hayat boyu
belleğimizde taşıyacağımız bir tanışmadır onun
canlandırdığı bir karakteri izlemek. Oynadığı her kadına
bir eşsizlik, bir benzersizlik katar."
YOdmmTürker
Istanbul Kültür ve Sanat Vakfı 'nda yeni yılla birlikte genel müdür değişikliği
Melih Fereli'ninyerine Prof.Ersin Onay
Prof. Ersin Onav
Melih Fereh"
Kültür Servisi-Istanbul Kültür ve Sanat
Vakfı Genel Müdürü Meüh FereK, kişisel
nedenlerden ötürü 19 Ocak 2001 tarihin-
den itibaren görevinden aynlıyor. tKS V'den
yapılan açıklamaya göre Mart 1993 'ten bu
yana ÜCSV'deki görevini başanyla sürdü-
ren Fereli'nin yerine Prof. Ersin Onayatan-
dı.
tstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel
Müdürü Melih Fereli 1948 yılında Istan-
bul'da doğdu. tstanbul Erkek Lisesi'nden
sonra, lise öğrenımını AFS bursiyeri ola-
rak gittığı Amerika'daki Waynesboro Area
High School'da tamamlayarak 1966 yılın-
da mezun oldu. Daha sonra Robert Kolej 'ı
bitiren Fereli, 1970 yılında makine mühen-
disi olarak mezun oldu. Vırginia Tech'te üst
lisans öğreniminı tamamladıktan sonra Lu-
cas Industnes şirketler grubunun Türkı-
ye'deki yönetım kadrosuna katıldı. 1978'de
aynı kuruluşun Ingiltere'deki merkez yö-
netimine çağnlan Fereli, bu fırmada çeşit-
h üst düzey yöneticiliği görevlerini üstlen-
dı.
Tüm sanat disiplinleriyle yakından ilgi-
lenen ve sanatsal uğraşlannı klasik müzik
dalında yoğunlaştırmış olan Melih Fereli,
ünlü Philharmonia Chorus/London'ın kad-
rosunda tenor olarak yer aldı ve aynı kuru-
luşun yönetim kurulunda da görev üstlen-
di. Fereli, 1985'te 13. Uluslararası Istanbul
Festivali kapsamında. Aya trini'de, Haen-
dd' in "Mesih Orate)ryosu''nun Türkiye'de-
ki ilk seslendirilişini sağladı.
1 Mart 1993 tarihinden beri tstanbul Kül-
tür ve Sanat Vakfi Genel Müdürü olarak gö-
rev yapmakta olan Melih Fereli, 22 Ekim
1998 tarihinde Buckingham Sarayı'nda ya-
pılan bir törende, tngiltere Kraliçesi IL EB-
zabethtaranndan Türk-lngüiz kültürel iliş-
kilerine hizmetlerinden ötürü 'Britanyatm-
paratorhığu BüvükNişanı'bağlamında 'su-
bay' rutbesıyle onurlandınldı.
Fereli. dünya galası 18 Mart 2O00'de
Londra'da Curzon Mayfair Sineması'nda
yapılan, Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçır-
ma' operası üzenne 90 dakikalık bir film
olan "Mozart Türkrye'de" fıhrunın yöne-
tici yapımcıüğını Sir John Tooley ve Peter
Manhıra ile birlikte üstlendi.
Kasım ayında Washıngton'a davet edi-
len Fereli, Beyaz Saray'da yapılan "Kültür
ve Diplomasi Konferansı"na Türkiye'yi
temsilen katıldı.
tngilizce ve Ahnanca bilen Melih Fere-
li bir çocuk babası.
Yeni genel müdür Onay
1949 doğumlu Ersin Onay. Ankara Dev-
iet Konservatuvan'nda piyano bölümünden
yüksek devre diplomasi aldıktan sonra Eco-
le Normale de Musique de Paris'ten Birin-
cilik ve Jüri Özel Ödülü alarak mezun ol-
du ve virtüözlük diplomasi aldı. Burada li-
sans yaptı, 1973'te birincüik vejüri özel ödü-
lü ile öğrenımini tamamladı.
1974-1980 arasında Istanbul Deviet Kon-
servatuvan'nda yüksek devre piyano öğ-
retmeni olarak görev yapan Prof. Ersin
Onay, 1983'e dek Hannover'de School of
Eurytmic Art'ta öğretmenlik yaptı. Sonra
Ankara Deviet Konservatuvan Piyano Ana
Sanat Dalı bölümünde 1987'deprofesör
oldu. 1987'den bu yana Bilkent Universi-
tesi Müzik ve Sahne Sanatlan Fakültesi
Dekanlığı'nın yanı sıra, Müzik ve Sahne
Sanatlan Enstitüsü Müdürlüğü, Müzik Bö-
lümü Başkanlığı ve Müzik Hazırlık Oku-
lu Müdürlüğü görevlerini de üstlendi.
1986'dan bu yana onun öncülüğünde Bil-
kent Ünıversitesi Müzik ve Sahne Sanat-
lan Fakültesi, Bükent Müzik Hazırlık Oku-
lu, Erken Müzik Eğitim Programı ve Mü-
zik Hazırlık tlköğretim Okulu kuruldu. Ay-
nca Bilkent Uluslararası Gençlik Senfoni
Orkestrası, Bilkent Yaylı Çalgılar Orkest-
rası, Bilkent Akademik Oda Orkestrası,
Bilkent Sinfonietta, Bilkent Uluslararası
Akademik Senfoni Orkestrası (BASSO)
ve Bilkent Gençlik Korosu'nu kurdu.
1990'da Polonya Kültür ve Güzel Sanat-
lar Bakanlığı Kültür Nişanı ile onurlandı-
nldı. Fransızca bilen Onay, 1989'dan bu
yana ÎKSV Uluslararası tstanbul Müzik
Festivali Danışma Kurulu üyesi olarak gö-
rev yapmaktaydı.
ODAK NOKTASI
AHMETCEMAL
Bizans'tan Bize Ne?
Özgen Acar, New York'ta, Metropolitan Sanat
Müzesi'nde açılan Bizans Galerisi'ne ait haberinin
sonunda şu satıriara yer vermiş: "Dünyada çeşitli
Bizans müzeleri, galerileri bulunurken Bizans'a baş-
kentlik yapan Istanbul'da Bizans müzesinin olma-
yışı Türkiye'deki kültürterin bûtünlüğü açısından
önemli bir eksiklik, yüz ktzartıcı bir olgu olarak ka-
bul ediliyor." (Cumhuriyet, 11.12.2000)
Sayın Acar'ın sözünü ettiği eksikliği ve yüz kızar-
tıcılığı hissedenler, elbette bizler değiliz!
Çünkü bizlerin, eski başkenti de, eski toprakla-
n da bin yılı aşkın bir süre bugünkü sınırlanmız için-
de kalan bir imparatorluk ve onun sanatı karşısın-
daki tutumumuz, kısacık bir soruya sığdırılabilir: Bi-
zans'tan bize ne?
Bu böyledir, çünkü biz, daha kültürel kimlik gi-
bi varlığımız açısından yaşamsal önem taşıyan bir
kavram üzerinde bile doğru düşünmeye başlama-
mış bir toplumuz.
Bugünün Avrupası, kendini bir sentez olarak al-
gılar ve köklerinin bir bölümünü ta Mezopotamya
uygarlıklanna kadar uzatmakta bir sakınca bulmaz-
ken biz daha bu bağlamda bir "kültürel senfez'in
fersah fersah uzağında yaşamakta olan bir kültür
ortamryız.
Üstelik bizim geçmişimize yönelik umursamaz-
lığımız, yalnız Bizans'la da sınırlı değil. Bunu anla-
mak için birkaç soru sormak, sanınm yeterli olacak-
tır.
Başta Efes, Bergama ve Troya olmak üzere, on-
larca yıldır yabancılar tarafından gerçekleştiriien
kazılann ardından yine yabancı uzmanlarca kale-
me alınmış yüzlerce bilimsel eserin bugüne kadar
kaçı, dilimize çevrilmiştir?
Bu kazılar ve elde edilen sonuçlar üzerine bugü-
ne kadar bizim uzmanlanmızca kaç bilimsel eser
yazılmıştır?
Mityaharca doları bir çırpıda batık bankalara ak-
tarabilecek kadar zengin olan bu ülkede yukanda-
ki türden araştırmalara ve kazılara bugüne kadar ne
kadar tahsisat aynlmıştır?
Yalnızca yukandaki sorulara verilecek doğru ya-
nrtlar, kültürümüzün tarihiyle ilgili olarak ne bağış-
lanmaz bir umursamazlık içerisinde yaşadığımızı
ortaya koymaya yetecektir.
Gelelim tarih anlayışımıza.
Bizim için tarih, hâlâ okunan, okundukça da "bu-
gün"ü belgeleyen bir alan değil, fakat yalnızca bir
ezber konusudur. Ortaöğretımdekı tarih, bu ne
denle genellikle en sıkıcı derslerden biridir ve yal-
nızca sınrf geçmek için ezberlenir.
Ardından da hemen unutulur.
Hepsöytenen.Türktoplumunun belleksiz birtop-
lum olduğudur. Oysa durum, bunun tam tersinedir.
Türk toplumu, daha ilkokul yıllanndan başlaya-
rak gerekli gereksiz her şeyi belleğinde tutmaya ve
bellekten anlatmaya zorlanan, bu nedenle de bel-
leğe ancak düşünmenin gereksindiği malzeme
için başvurmayı hiç öğrenememiş bir toplumdur.
Yani Türk toplumu belleksiz değil, fakat aşın bel-
lekli bir toplumdur.
Hep belleği üzerine oynamaya atıştınldığı için de
ancak düşünme eyleminin ürünü olabilecek ve var-
iığı son derece gerekli sentezlere genelde hep ya-
bancı kalmış bir toplumdur.
Troya'yı bulan Schliemann, düş gücü Home-
ros'un "fliada "sındaki kentin yalnızca söylence ürü-
nü olabileceğini asla kabul etmediği için yollara
düşmüştü. Ama o düş gücünün temelinde, bugün
kendini bir sentez diye tanımlayan, Antik Yunan'dan
kendisine uzanan yolu da bir süreç diye algılayan
bir kültür anlayışı yatmaktaydı.
Schliemann'ınki türden edimler, satt bellek gücüy-
le gerçekleştirilemeyen edimlerdir.
Tarih, insanlığın, yani insan türünden olan canlı-
lann geçmişlerinden oluşma bir alandır. Canlılar-
dan kalanlan o canlılar hiç var olmamışçasına sa-
hiplenmeye ve korumaya kalkmak, hiçbir geçmişe
ışık tutamaz ve hiçbir bugün'ü açıkJayamaz.
Toplum olarak tarihi umursamamak ile yaşamak-
ta olan bir toplumda insanın insanı umursamama-
sı arasındaki neden-sonuç bağlantısı hiç de gev-
şek değildir!
e-posta: ahmetcemalö superonline.com
acem20(n hotmail.com
BUGUN
• tFSAK'ta saat 19.30-20.15 arasında Coşkun
Yaşar'ın 'Karanuktaki Çocuklar' adlı saydam
gösterisi ızlenebıhr (292 42 01)
• MAÇKA SANAT GALERİSİ'nde saat 18.30'da
Leyla Pmar ve Şebnem Tuncay Cnal'ın 'Bach
\ ıhnuı Düşündürdüp Barok Çağ Barokluğu-21.
Yüzyıl Barokhığu' adlı açıklamalı konser
gerçekleşecek. (240 80 23)
• BABYLON'da saat 21,30'da Laco Tayfa'nın
konseri izlenebilir. (292 13 68)
14 Aralık Perşemhe iBuzüni
^)Saat:l 5.00-16.30
Öykülerinden bölümler okuyup
Kitaplarını imzalayacak
•stiklal Cad. (Fransız Konsolostuâu yafflt'fSksim W^252 3Mf « ^