25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 KASIM 2000 ÇARŞAMBA O L A Y L A R VİL (JOK1J!ŞL.CJ.K. olay.gorus@cumhuriyet.com.tr Vakıf Üniveirsitelerinde... Prof.Dr. Yük. Müh. Bhami ÇETİN * ^ ,-: • • niversitelerimiz sağlık- versitelerinde rektör seçimini sanki U sız, hasta. Öğretim üye- lerinin büyük tepkisine neden olan son rektör seçimleri ateşin epey yükseldiğini gösteriyor. Çok şey yazılıyor ve söyleniyor, fakat çoğunluk yalnız ateşle ilgileniyor. Has- talığa önce tanı koymak, sonra sağal- tıma (tedaviye) geçmek için gerekli in- celemeler yetersiz ya da yok. Gerçek- te toplumsal ve eğitsel bir olay ile kar- şı karşıyayız. Bir toplumsal olay ise top- lumbilim yöntemleri ile incelenebi- lir. Bu yönde araştırmalar yapmak, önce üniversitelerimize düşen bir gö- revdir. Şimdi yapılan, bilimsel yöntem- ler ile incelenmeyen ve nedenleri sap- tanamayan bazı toplumsal ve eğitsel olaylan kişisel görüşlerimize göre yo- rumlamaya çahşmaktır. Oysa toplum- bilim toplumsal sorunlan aydınlatma gereksiniminden doğmuştur. Fran- sa'da yÜ2yıllar süren krallık düzenini 1789 Devrimi yıkmış, fakat yenne ka- lıcı bir düzen koyamamışö. Ortaya çı- kan kargaşa nedeniyle yeni bir düzen arayışına girenlerden Auguste Comte (1798-1857), adını da kendisinin ver- diği toplumbilimi kurmuştur. Toplumbilimi ihmal etmenin yanın- da, henüz tam gelişmemiş ülkelerde çok sık yapıldığı gibi, olaylara bir bü- tûnlük içinde bakamıyoruz. Bakama- dığımız için de gerçeği tam göremi- yor, deneme ve yanılma yöntemiyle hep arayış içinde kalıyor ve bir türlü kalıcı çözûmler ûretemiyoruz. Örne- ğin hemen hemen herkes devlet üni- tek sorun buimiş gibi tartışıyor, kim- se sistemin diğer sorunlannı irdelemi- yor, nedeo-sonuç ilişkilerini araştırmı- yor ve bu arada sayılan yaklaşık yir- miyi bulan vakıf üniversitelerinde yö- neticilerin nasıl seçildiğini düşünmü- yor. Elbette oradaki yaralar kangren- leşinceye kadar... Akılcı düşünen, olaylan bir bütün- lük içinde görmeye alışmış kafalar, bu vesile ile vakıf ûniversitelerini de büyüteç altına almak isteyeceklerdir. Bilindiği gibi bizde bir özel okullar ya- sası (625 sayılı yasa) bulunduğu hal- de, bir özel üniversiteleryasaa yoktur. Bu tür ünivresiteler, mali ve yönetsel hususlar dışında, akademik çalışma- lar, öğretim elemanlannın sağlanma- sı ve güvenlik yönlerinden 2547 sayı- lı Yükseköğretim Kanunu'na uyar. Ancak tüzelkişiliğini, kurucu vakıf yönetim organı tarafından seçilen mü- tevelli heyet temsil eder. Yöneticile- ri, YÖK'ün olumlu görüşü alınarak mütevelli heyet tarafindan atanır. Ken- di bütçesinde öngörûlen miktann yüzde 45' ini geçmemek kaydıyla her yü dev- let yardımı alabilen bu kurumlar ma- li, yönetsel ve ekonomik konularda YÖK'ün gözetim ve denetimine bağ- hdır. Bu açıklamalar devlet ve vakıf üni- versiteleri arasında bazı temel farklı- lıklar olduğunu göstermektedir. Dev- let üniversitelerinde öğretim üyeleri hiç olmazsa rektör adaylannı seçebilir- ken vakıf üniversitelerinin rektör se- çiminde öğretim üyelerine hiçbir söz hakkı tanınmamaktadır. Rektörde ara- nacak nitelikler de açıkça saptanama- dığından vakıfüniversitelerinde isabet- sizlik olasılığı artmaktadır. lki tür üni- versitenin rektör atamalan da farklı ya- pılmaktadır. Rektör, devlet üniversi- telerinde cumhurbaşkanı, vakofüniver- sitelerinde YÖK'ün olumlu görüşünü alan mütevelli heyet tarafından atan- maktadır. Ancak eşitsizlikler ve çe- lişkiler bundan ibarct değildir. Ügili yö- netmeliklere göre bir vakıf üniversi- tesinin bir öğretim üyesi mütevelh he- yetine, denetleyen-denetlenen karga- şası yaratmamâk için seçilememekte, fakat mütevelli heyetini seçen vakıfyö- netim organının üyeleri rektör, müte- velli heyet başkanı, öğretim üyesi ya dagörevlisi... olabilmektedir! Buuy- gulamanın sakıncalanna, 13 Ekim 1998 günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazımda işaret etmiş- tim. Bir üye hem denetleyen hem denet- lenen, hem işveren, hem çalışan, hem yargıç, hem davada taraf olamayaca- ğına göre bir üyenin vakıfta ya da ku- ruluşlannda ücretli görev yapması vakfin doğasına ve hukuka aykındır... Önemli bir başka sakınca, bu tür çı- kar ilişkilerinin vakıf yarannı gözet- meyi, basiretli ve nesnel davranmayı, her iş için en uygun kişiyi seçmeyi ve görev alan üyeyi denetlemeyi olanak- sızlaştırmasıdır. Başka ilginç uygulamalar da yaşa- nabilmektedir. Bir vakıf üniversitesi- nin rektörü kendi üniversitesinde baş- ka bir yönetim görevini vekil olarak yürütebilmekte, aynca 1 ay 40 saat ek ders karşılığında astronomik bir ücret alabilmektedir. Bu arada akla başka so- rular da gelebilir. Bir devlet üniversi- tesinin öğretim üyeleri bir vakıf üni- versitesinde ayda 40, hatta 50 saatten fazla ders verebilir mi? Vakıfyönetim organı üyelerinin yakınlanna mevki, görev ya da ayncalık sağlanabilir mi? Başka bir deyişle ülkemizde yaygın olan yeğencilik (nepotizm) sınırlan nasıl çizilmelidir ve bu sırurlann aşü- ması nasıl önlenmelidir? Bir kamu tü- zelkişiliğine sahip vakıf üniversitele- rinin hesaplan nasıl denetlenmeli, bir kurucu vakfin üniversitesine aşın ba- ğış yapması nasıl önlenmeli, harcama- larda savurganlık nasıl engellenmeli ve devletin yaptığı para yardımının öğrenciden alınan ücretlere yansıtıl- ması nasıl sağlanmalıdır? Yer darlığı nedeniyle sorunlanna kısaca değinebildiğimiz vakıf üniver- siteleri araştırılması, aydınlatılması gereken son derece karmaşık ve önem- li bir konu olduğu halde, eğer gözü- müzden kaçan olmamış ise, bu üniver- sitelerin öğretim üyeleri yıllardır en çok onları ilgilendirmesi gereken bu alan- da hiçbir çalışma yayımlamamıştır. Herhalde, "CM mahiler ki, derya içre- dir, deryayı bilmezler" sözü onlar için geçerli değildir. Belki, "Herbirimem- nun Id yerinden" haber yok üniversi- telerinden ve kendilerinden. Kuşkusuz vakıfüniversiteleri de so- runludur. Düzeltilmesi gereken yön- leri vardır. Olabilir ki bazı öğretim üyelerinde modern toplumlan buna- lıma sürükleyen bireycilik egemen- dir. Bir rektörün. bir bölüm başkanı- nın veya bir öğretim üyesinin ek ders ticareti yaparak ayda birçok milyara varan ek ücret aknası, yetersiz kimse- lerin yüksek maaşlı görevlere yeğen- cilikle atanması, bazılanna ayrıcalık- lı ücret verilmesi, lojman kullandınl- ması... onlan rahatsız etmeyebilir. Diğer görevlerini olduğu gibi vakıf ünversitelerindeki görevini de beceremeyen YÖK'ün ve diğer yet- küilerin uyanlması için yürekli ve öz- verüi öğretim üyeleri aksaklıklan açık- lamazsa, gerçekler karşısında susarsa, kim konuşacak ve kim vatandaşlık görevini yapacaktır! Akıl daima eleştireldir. Aklı olan eleştirebilir, olmayan susar ya da tutar- sız, boş laflar konuşur. Tartışmadan, eleştiriden doğrular gün ışığına çıkar ve bu sayede kalıcı çözümlerin yolu açılır. Elbette iyi çalışan kuruluşlar ve beğenilen etkinlikleri yadsınamaz. Her kuruluşun da pek çok olumlu çalışması olabilir. Fakat unutmayalım ki, bir kuruluşun düzgün ve verimli çalış- ması, yozlaşmasının engellenmesi, ancak sürekli ve büinçli bir denetim ile olanaklılaşır. O halde vakıf ûniversitelerini de kamu tüzelkişiliğine uygun sıkı bir denetim altında tutma zorunluluğu açıkür. Bunlar içinde bazüannın ünıver- site kimliğini ve düzeyini rutmada gevşek davranmasını, kişisel çıkar- lann aracı olmasını. "işini bilenlerin" çıkarverantmerkezi'ne dönüşmesini, görevlerini savsaklamasını önleyecek etkili denetim mekanizmalan ve cay- dıncı yaptınmlan herkes istemeli ve desteklemelidir. Daha önemlisi, konu sürekli araştınlmalı, daima daha iyiye ve daha ileriye gitmenin yollan bulun- malıdır. ARADA BİR Av. Celal ÜLGEN Tutukevleri Bataklığı kurutmak yerine sivrisineklerle uğraş- mayı anımsatan tutukevlerinde tip değiştirme ça- balan, yaşanan otaylaria yeniden taşındı gündemi- mize. Bir yandaağalık düzenini andıran içyapılan- ması, öbür yanda bu yapılanmaya karşıt diye su- nulan F tipi tutukevleri tasansı (projesi) ile tutuklu- lann sosyal yaşamdan soyutlanacağı (tecrit edile- ceği), yalıtılacağı (izole edileceği) savı olayı daha sorumlu bir biçimde irdelememizi zorunlu kılıyor. Getirilmek istenen yeni düzenle amaçlanan ne? Çete ya da fraksiyon egemenliğini, koğuş ve tutu- kevi ağalık düzenini kırmak, yerine demokratik ve insan haklanna saygılı, tutuklulann daha çağdaş, daha sosyal ve de daha güvenli bir ortamda yap- tınmlara uymasını (cezalannı çekmesinO sağlamak, bu arada bilgi, beceri ve de bir meslek edinimleri ile topluma yeniden kazandırmak mı?... Böyle ise dışanda yükselen bunca "çığlık" niye? Tutuklu ya- kınlan, barolar, bazı dergi ve gazeteler F tipi tutu- kevlerini neden "ölüm hücresi "olarak niteliyor? Tutuklular, yasalarla özgüriükleri alınmış, kapa- tılmış, devlete teslim olmuş kişilerdir. Tutuklular, tutukevlerine girdikten sonra koğuş düzeninin ge- tirdiği olanaktarla kendi kurduklan düşsel bir öz- güriük çerçevesine sığınmaktadırlar. Bu ortam ken- di içinde gerçekten özgür bir çerçeve midir? Tu- tuklu özü ile baş başa kaldığı anlarda aslında bu çerçevenin özgürlükle hiçbir ilgisinin bulunmadı- ğını algılamaktadır. Bu gerçeğe karşın tutuklu, bu iki seçenek arasında daha az korktuğu, daha faz- la güven duyduğu eski düzeni seçmektedir. Bunun altında devlete ve de tutukevi yönetimlerine, bağ- lı olduğu kurumlara asla güvenmediği gerçeği ya- tıyor. Şiddet ve baskı kuşkulan yanında bu eski çer- çeveye sığınmak ona daha güvenli geliyor. Koğuş düzeninin olumsuzluklannı yadsımak, tek kişilik yataklarda iki ya da üç tutuklunun yattığını, kokuşmuş, çıkarcı bir dişlinin arasında gariban tu- tuklulann sömürüldüğünü, ezildiğini bilmezden gel- mek olanağı var mı? Adi suçlarla ilgili bölümlerde koğuş ve tutukevi ağalığını "çefe payitahtlannı" si- yasi suçlarla ilgili bölümlerde ise fraksiyonlann tu- tukevini sekter görüşler okulu biçimine dönüş- türmesini ve de kendileri gibi düşünmeyenlere ya- şam hakkı tanımayan baskıcı duruşlannı elbette sa- vunamayız. Bu kanıda olmak; tutuklulann yeterli ve güvenli bir düzen kurulmadan, demokratik kurumlaşma sağlanmadan, sesten anndınlmış, donuk beyaz renklerin egemen olduğu soyutlama (tecrit) oda- lannda, gece gündüz yanan sinir bozucu ışıklar al- tında çağdaşlığı ve evrenselliği tartışilır bir eğitim biçimi ile sosyal yaşamdan yalıtma (izolasyon), anndırma uygulamalannı onaylamakanlamı çıkma- malıdır. Ftipi tutukevleri, demokratik kurumlaşma ol- madan; yoluna, kuralına bakmayan, kendi başına buyruk (keyfi) yönetimlerce tutukluyu ezen, yok eden, sindiren, psikolojik saynlıklar içine iten Al- catraz'lar olacaktır. Sorunun yanlarca daha yumu- şak ve bilimsel bir biçimde çözümlenmesi için de- mokratik kurumlaşmanın nasıl olacağının öncelik- le tartışılması gerekmektedir. Belirsiz ve yetkisiz de- netimlerle demokratik kurumlaşma sağlanamaz. Bu- radaki demokratik yönetim kavramı; siyasal is- tençten (iradeden) bağtmsız, tutarlt, insan haklan- na saygılı, her türlü baskı, şiddet ve de tinsel ve nesnel işkenceden anndınlmış olarak tutuklulann cezalannı çekecekleri ve aksi bir davranışla karşı- laştıklan zaman ise ivedi biçimde hak arama yol- lanna, denetim kurumlanna baş vurabilecekleri bir yönetim biçimi anlamındadır. Böyle bir olanağın sağlanması için ise tutukev- lerinin; ülkemizde bugüne değin saygınlığını yitir- meyen Anayasa Mahkemesi, Yargrtay gibi bir ku- ruma bağlanmasını ya da bu ölçütleri taşıyan ye- ni bir anayasal kurum kurulmasını, tutukevi müdür- lerinin mutlaka yargıç ya da yargıç statüsünde ol- masını gerektirmektedir. Aynca Barolar Biriiği'nin ve Yüksek Yargıçlar Kurulu'nun birlikte oluştura- cağı, avukatlann saptanan kurallar ölçüsünde bi- reysel olarak da denetleme yapabilecekleri bir de- netleme kurumu ile demokratik kurumsallaşma pekiştirilmelidir. Sorunu çözmek mi istiyoruz, daha fazla karga- şa yaratmak mı? Önce bu konuda anlaşalım... Bizi Affet Zeytin Ağacı... Yi Veysel G Ü L I A Ş Izmir Korşıyaka Hâkimi • ıl 1978. Ekim ayındayız. Anka- ra Ulus'ta bulunan eski adliye bi- nasının ağır ceza mahkemele- rinden birinin duruşma salonun- dayız. Hocamız Prof. Dr. Faruk Erem'in "Savunma Mesleğmin Geçmişi ve Gefeceğj" adlı konferansı var. Salon agzına ka- dar dolu. Kimileri ise konferansı ayakta din- liyor. Konuşmasının bir yerinde hocamız, kut- sal zeytin ağacma değiniyor. tlk çağlarda At- hena'nın yeryüzüne armağan ettiği, banşı, adaleti, yaşamı simgeleyen zeytin ağacımn, kent içi yerleşım alanlannda sadece yargıçlanp, savunmanlann, senato temsilcilerinin evleri- • ûin önünde bülunduğunu ve her geçenin bu ağacı saygı ile selamladığını anlatmıştı. 20.10.2000 tarihli Cumhuriyet'te Sayın Mehmet Başaran'ın Çanakkale yolunun ge- nışletılmesı ile ilgili "Yirmi Bin Zeytin Ağa- a Kesüecek" adlı yazısını okuyunca, yıllar öncesine döndüm. Nereden nereye... Rahmet- li hocamızm zeytin ağacı öyküsü usuma ta- kıldı birden... Bir üzünç kapladı her yanımı... Elimde sevgili ağabey, dostum Ahmet Yo- ndmaz'ın altıncı baskısı yapılan "Ayvahk'ıGe- zerken" adlı kitabı var. Arka kapaktaki, zey- tin üzerine yazdıkları yüreğimi kanatı- yor...Acıyla doluyor içim... *Meyvesinin yağnu tapınakîarda, camiler- - de, Idliseierde aydınlatmada kullandtğnnız; "yaramıza, saçunıza, başımıza çaldığınuz.. / Lokmamıza banarak, yemeklerimize katarak yaşanumızı sürdürdfiğümüz- / SanayOeştne- nin zararlanndan korumaya çabalamadığj- mız. /Omrümüze ömür katan 'şifah ağaç'!.. / Sen bizi hoş gör. / tnsantz_ / Nankörüz!_" Kaynağını doğal hukuktan alan, yaşam adı- na yapılan sivil itaatsizliğin dünyada örnek- leri sayılamayacak kadar çoktur. Ulusal Kur- tuluş Savaşı'nı büyük bir utkuya dönüştüren Mustafa Kemal Atatürk de bu düşünceden yo- la çıkmamış mıydı? Yıllar önce tsviçre kantonlanndan birinde trafik akışını genişletmek için altı yüz yıllık bir çınar ağacımn kesimine karar veren bele- diye meclisi, üç yüz bin kişilik protesto gös- terisi karşısında karannı geri almıştı. Buna ben- zer bir olay da, 1992 yılında tzmir Karşıya- ka'dayaşammştı. Güzelim tzmirKarşıyaka sa- hilindeki palmiyeler için de trafiği rahatlat- mak için, tzmir Büyükşe- hir Belediyesi'nce kesim karan alındığında, şair Hû- seyin Yurttaşkendisini bir palmiye ağacına zincirle- miş, yine şair dostum Ifi- dayet Karakuş "Karşıya- kalı Palmiye" adlı o enfes şüriyle katkı vermiş, yurt- taşlann desteğiyle de beş bin kişilik bir "sevgi zin- dri" oluşturulmuştu. Bir- çokpalmiye kesilmişti, an- cak Karşıyaka-Bostanlı arasındaki pahniyeler ke- silmekten kurtulmuştu. 20 bin zeytin ağacı bugün de kurtancılannı bekliyor. "Binlerce tanmı içine sığdıran Troya_ Truva aO içimizde ar- KûreseDeşme adına iş- lenen cinayetlerin haddi Yap-satçılar, rantçılar, haraç-mezatçılar, yasa ta- nımaziar- Kuşatdmışdörtbiryan- dan_ Can çekişen kutsal ağa- cnn.. BiziaffetL Hiç böylesini görmedL tda Dağı'ndan bakan Homeros.. Yalnız ve umarsız». Usuka döküyor gözyaş- lanmSankız» PENCERE Kapitalîzmin Sömüpüsüne Can Kupban. Eskiden "1 Mayıs" kutlamalannın Taksim Mey- danı'nda yapıldığı yıllar yaşanmıştı; işte o törenler- den birinde üstü başı tertemiz, saçı başı düzgün bir işçi kız gözümü almıştı; öylesine inançlı ve onur- luydu ki, dikkati çekiyor, geleceğe umudu simge- liyordu. Elinde bir pankart taşıyordu: "Sömûrüye hayıri.." • Kızın fotoğrafı aklımda kaldı. - - Şair ne diyordu: "Umut fakirin ekmeği.. Ye Mehmet YeL" Umutlu yıllardı; Çin, Vletnam, Kamboçya, Küba, vb. coğrafyalarda kapitalizmin sömürüsüne karşı devrimler gerçekleşiyor; Avrupa'da sosyalizm rüz- gâıian esiyordu. • 1917 Devrimi, burjuva sınıfını tasfiye ederek salt emekçilerden oluşan bir toplum düşlemişti; aris- tokrasi nasıl tarihin çöp tenekesine atılmışsa, bur- juvazinin de sonu gelmişti; Sovyet komünizmi, ka- pitalizmin köküne kibrit suyu ekecekti; kapitalizmin anavatanı Avrupa'ya Sovyetler'in gölgesi düşmüş, korkusu sinmişti. Ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa, komü- nistgelişmeyi göğüslemek için 'sosyal devletr \ icat etti; 'sosyal demokrasi' kapitalizmin sömürucü içe- riğini yumuşatarak emekçi halka dönük bir yöne- tim biçimini öneriyordu; bizim 1961 Anayasası bu modelden esinlendi; ama daha başlangıçta sağ- cı-dinci işbirtiğiyle engeltendi. Ne diyorlardı: "- Bu anayasa lükstür, bu anayasayla ülke ida- re edilemez." • 'Soğuk Savaş' kapitalizmin yengisi ve Sovyet sos- yalizminin yenilgisiyle sonuçlanınca 'Süper Güç Amerika' yeryüzüne tek modelini dayattı. Neydi o tek model?.. _„_.•' SosyaJ devlet miydi?.. Hayıri.. Kapitalizmin patronu "sosyal demokrasi"y\ öte- den beri dışlıyordu; yeryüzü egemeni şimdi "libe- ral demokrasi" modeli dışında hiçbir ülkeye ola- nak tanımıyor. Peki, Avrupa ve Kuzey Amerika bir yana, 'libe- ral demokrasi' Asya ve Afrika'da yaşayan toplum- larda nasıl uygulanacak?.. 'Liberal demokrasi' zengin işidir; yoksullar coğ- rafyasında olanaksızdır. Oyleyse dünya nereye gidiyor?.. Soru ve soaın bu!.. Doğayı da hızla yok eden bir bilinmezliğin soru işareti, en sonunda Amerikan Cumhurbaşkanı seçimlerine dek tırmandı. * Türkiye bugün sosyal devlet mi?.. Değil.. LJberal demokrasi mi?.. Hiç değil.. ,' , _.WJ. Kapitalist bile değiliz; kapitalizmin sömürüsüne can kurban.. Otuz yıl önce "sömürûye hayır" diye yüruyen kız şimdi yaşlandı; ama, bugün eyleme geçse, söy- leyeceği ne olabilir. "Sömûrün, ama, soymayın!.." Dünyanın en büyük soygunu Türkiye'de yaşa- nıyor; öyle bir soygun ki insanın aklı durur... Karanlık Oda, Temel ve ileri Fotograf Seminerieri Başlıyor Kültör Gezisi BALATveGALATA Doğa Gezisi ISTRANCA Yene Suyu 26 Kasım Pazar Tel: (O212) 251 O5 66 FUJIFILM İSTA3SBUL 3. ŞULH HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN 2000/18 Davacı Istanbul Üniversitesi Rektörlüğü vekili Av. Z. Sara Avaroflu tarafindan davalı Nedim Çath aleyhine görevinden istifa etmesi sonucu ilişiğinin kesilmesi se- bebiyle meydana gelen maaş borcu olan 199.440.000.- TL'nın 14.10.1999 tarihinden itibaren işleyecek yasal fa- izi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi için mahkememizde dava açmış ohıp; Istanbul, Beşiktaş, Yıldızlı Mah. Şerefli Sk. No: 7/3'de ikamet ettiği bildirilen Nedim ÇaÜVnın, duruşma günü olan 23.01.2001 günü saat 10.30'da mahkememiz- de hazır bulunması veya bir vekille kendisini temsil et- tirmesi hususu ilan olunur. 17.11.2000 Basın: 67476 TC DOĞANŞEHtRASLÎYE HUKUK MAHKEMESİNDEN Esas No: 1986/411 / Karar No: 2000/75 Davacı Ali Kubat vekili Av. Mehmet Miran tarafindan davalılar Sebahat Kubat vs. aleyhine mahkememize açüan tapu iptali ve tescil davasının yapılan yargılaması sonun- da karann davalılara tebliğine ilişkin olarak; Yapılan tüm araştırmalara rağmen davalılardan Zöhre Kubat, Sebahat Kubat, Nihayet Kubat ve Hürriyet Kubat'uı adreslerinin tespit edilemediğinden ve kendilerine dava di- lekçesinin de ilan yoluyla tebliğ edildiği dikkate aluıarak mahkememizce verilen kara- nn ilanen tebliğine ilişkin karar verilmiş olduğundan; Mahkememizce yapılan yargüama sonunda verilen hükmün 7201 sayılı yasanın 29 ve devamı maddeleri gereğince tebliğine esas olmak üzere; Hûküm: 1- Davacınm davasının kabulü ile; Doğanşehir ilçesi Fındık köyü Çukurka- vak mevkiinde bulunan 577 parselin ölü tbrahim Kubat adına olan 1/2 hissesinin iptali ile taşınmazın tamamının davacı tbrahim oğlu 1338 D.lu Ali Kubat adına tesciline; 2- Karar ve ilam harcı 3.790.000.- TL'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile Hazine'ye irad kaydına; 3- Davacı kendini vekille temsil ettırdığınden dava tarihinde yürûrlükte bulunan avu- katlık asgari ücret tarifesine göre hesap edilip dava değenne göre belırlenen takdiren 1.880.300.- TL vekâlet ücretinin davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine; 4- Davacının yapmış olduğu toplam 18.276.000- TL. giderin davalılardan müştere- ken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine dair verilen karar davacı vekilinin yüzüne karşı, davalılann yokluğunda temyiz yolu açık olmak üzere açıkça okunup an- latıldı diye verilen karann Malatya ili Doğanşehir ilçesi Fındık köyü nüfusuna kayıtlı tb- rahim lozı Zöhre Kubat, Memet kızı Sebahat Kubat, Memet kızı Nihayet Kubat, Memet kızı Hürriyet Kubat'a 7201 sayüı Y.'mn 29. ve devamı maddeleri gereğince tebliğine; tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük süre icerisinde davalılar tarafindan anılan mahkeme- miz karanna karşı temyiz talebı mahkememiz dosyasına bıldirilmedıği takdirde karann kesinleşeceği tebliğ olunur. 26.05.2000. ? . • Basm: 31043 " -
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle