27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2000 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU Prof. Dr. Burhan Şenatalar, 1980'den sonra çarpık ve popülist bir yükseköğretim politikası oluştuğunu söyledi YOK'ün yetkıleriazaltılmalı Sistemin yenilenmesi gerek - Peki, bu uygulama neden Türkiye'deyok? - YÖK'te bir akademik değerlendinnekuru- lu benzeri bir kurul oluşturulması düşünüldü. Ama tam olarak hayata geçirilemedi. Oysa YÖK'ûn esas yapması gereken iş buydu. tzin- lere, atamalara kanşmak gibi ışlere gerek yok. YÖK, Mart 2000'de "Türk Yükseköğrett- minin Bugünkü Dunımu" başbklı bir rapor yayımladı. Raporda ilginç biçimde şu ifade kullanılmış:u Meri4eziyetçjliktenuzak bir yük- seköğretim laznn. YüksekÖğretim Kuruhı'mm (YÖK) işlevleri iki konuya indirgenmelidir. BJ- risi kamu kav naklannı, getiştirilecek kriter ve göstergelere göre açık ve şeffaf sistemterfc ûni- versiteler arasında dağrtmak." Bu. benvm yüz- de yüz katıldığım bir görûş. Kriterler ve gös- tergeler geliştirilsin, kaynaklar da saydam bi- çunde ünıversiteler arasında dağıtılsın. Ikincı görevi de şu: "Kaüteyi öne çıkaran akademik değerlen- dinne yapıbnasuu sajpamak." Her bölüm, her üniversite akademik değer- lendirmesinı kendı kafastna göre yapamaz. Türkiye'ye uyacak uluslararası bir model ge- liştirilir. Bu, bilim adamlanna göre biraz fark- hlaştınlır. YÖK bu iki işi yapsaydı, onbeş yıl- dır üniversiteleri rahat bırâksaydı üniversiteler de böyle bir bakış açısı, bir vizyonla kendile- rine hedefler koyarîardı. Ona göre elemanlan- nı yönlendirirlerdi. Bunlar yapılmadı. Bugün tıkanık bir noktada bulımuyomz. Bu sıstemı ciddi biçimde reforma tabi tutmak lazım. Adalet egemen olmadı - O reformun UMeri ne olmalû - Bu reformun ilkeleri bir geniş bakış açısına dayanmalı. Şüphesiz bu reform rektör, dekan se- çimi reformu değil. Rektör, dekan seçimini en demokratık biçimde yaparsak mesele çözülür, diye bir şey yok. Burada tutarlı bir vizyonurmız varsa oraya doğru yürüyor olacağız. Bir kere YÖK'ün en üst düzeyde yetkilerinin daralulma- sı gerekli. YÖK'ün bir eşgüdüm ve planlama ku- rulu olması lazım. Psikolojik olarak YÖK çok yüklü bir kurum. tsminin değışmesi zonınİu. Bi- leşimi de değişmeli. Bu bileşımde üniversitele- rin daha ağıriıklı olması lazım. TÜBÎTAK, Tür- kiye Bilimler Akademisi, Maliye Bakanlığı, DPT gibi kurumlann temsilcileri de olmalı. Bu sistem rektörlere çok geniş yetkiler venniş. Zaten dekanlann belirlenmesinde de rektörierin elinde çok büyük güç olduğu için dekanlar rek- tör karşısında çok zayıf, dolayısıyla fakülteler rektör karşısında çok zayıf. Üniversite Kuruhıdi- ye kabul edilen Senato ve Üniversite Yönetim Kurulu'nda da çok ciddi bir merkeziyetçi ilişkı tarzı var. Rektörûn iradesine rağmen bir dekan atanması pek söz konusu değil. Dolayısıyla rek- töre çok yakın bir kadronun rektörle tartışmaya girmesi çok zor. O nedenle, rektörün yetkileri- nin azaltılması, senato ve üniversite yönetim ku- rulunun yetkilerinin arttınlması lazım. Bir de rektörlükten bazı yetkiler fakültelere aktanlma- lı. Bu yılki rektör seçimleri çok taruşıldı. Bazı kışıler. "Bu seçimle oünuyor, YÖK'ün atamasry- lada obmryor. Başka bir yöntem butahm" diyor- lar. Başka bir yöntem bulunmasına karşı değilim. Bakın. üniversitede seçim yapılmasınm gerekçe- si olması lazım. Ben bu gerekçeye inandığım için seçimi savunuyorum. Burada gerekçe şu: Üniversitenin her şeyden önce araştırma ve öğretimde kaliteli ve üretken olması lazım. Üniversite uluslararası düzeyde ve ülke içinde görevini layıkıyla yapıyor, diyebüme- miz için iyi araşnrma, yayın yapacak, iyi öğre- tim verecek. Yani üretkenlikve kalite... Uretken- lik ve kalitenin şartlan arasında üretkenliğe teş- vik edecek bir sistemin olması lazım. Teşvik edi- ci maddi unsurlann öncelikle getirilmesi şart îkincisi, motivasyon için nelerin gerektiği göz önüne alınmalı. Katılım olduğu takdirde insan- lar kurumlarıyla bütünleşiyorlar, işlerini daha çok seviyorlar ve benimsiyorlar, daha gönüllü yapıyorlar. însanlan küstürerek, azarlayarak, ite- rek. kakarak verimli yapmanız mümkün değil. tnsanian verimli yapmak için onlann kalbini ka- zanmanız lazım. Kalbini kazanmanın yollann- dan birisi de onlan kunımla yoğun ilişki içine sokmaknr. Üniversrtenin birinci meseksi liya- kattır. tkinci meselesi, adil bir yer olması zorun- luluğudur. Yani lıyakata dayanacak, liyakat adil bir biçimde değerlendirilecek ve ödüllendirile- cek. Merkeziyetçi bir sistem bununla daha iyi ör- tüşüyorsa merkeziyetçi sıstemde kalalım. Ama merkeziyetçi sistem bunlarla örtüşmüyor. Yirmi yıldır biz bunu gördük. Merkeziyetçi sıstemde li- yakat egemen olmadı, olmuyor. Adalet egemen olmadı. olmuyor. Türkiye'nin tarihsel, gelenek- sel, kültürel özellikleri de rol oynuyor. Insanla- ra aşın yetki verdiğinizde, bu yetki süzgeçten geçırilemediği, tarhşılamadığı, hesap sorma ola- nağı kalmadığı zaman bu yetkinin Türkiye'de çok objektif kullanüması ihtimali yok. Bugüne kadar YÖK'ün her şeye rağmen çok kötü etki yapamadığı yerler demokratik gelenek- leri güçlü olan ünrversıtelerdir. Yani o üniversi- teler YÖK sayesinde değil, YÖK'e rağmen başanh olmuş üniversitelerdir. LEYLA TAVŞANOĞLU Devlet, üniversitelerine üvey evlat muamelesi yapıyor. Paralı vakıfüniversitelerinin bütçesinin önemli bir bölümüne katkıda bulunurken kendi geleneksel üniversitelerinin sorunlarına ilgisizlik derecesinde yaklaşıyor. Bu üniversitelerde çağdaş araştırma yapılıyor mu? Üniversite öğretim üyeleriyönetimeyeterince katkıda bulunuyor mu? Üniversiteyönetimleri şeffaf, demokrat mı? Öğretim üyeleri geçimlerini sağlayacak maaş alıyorlar mı? Bin doların altındaki PORTRE / Prof. Dr. BURHAN ŞENATALAR 1945, îstanbul doğumlu. Ortaöğrenimini Alman Lisesi, yükseköğrenimini tÜ îktisat Fakültesi'nde tamamladu Aynı üniversitede doktora, asistanhkyapti. 1981 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesiy ne geçti 1989 y da profesör oldu. Almanya, Ingiltere ve ABD 'deki üniversitelerde çeşitli konularda araşürmacı olarak bulundu. 1970'lerde TÜMAS İstanbul baskanlığı yaptu 1980 sonrası Üniversite öğretim Üyeleri Derneği kuruculan arasında yer aldu Genel sekreteriik ve başkanlık yaptu Çok sayıda sendikanın eğitim seminerlerinde veyayınlannda uzunyülar aralıksız çalıştL Bu yü ÎÜ'den aynlarak Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü 'ne geçti. - Sizyıllarca emek verdiğiniz İstanbul Cntversitesi'nden neden aynidınız? - Artık bu konuyu çok fazla konuşmak istemiyorum. Ama kısa- ca söylemek gerekirse, üniversitenin Siyasal Bilgiler ve tktısat Fa- kültesi'yle ilgili bazı tepeden inme kararlar alındı. Onlarla ilgili çok ciddi eleştirilerimiz vardı. O olay olduğu anda istifa etmek ıstedım, ama genç arkadaşlanmızı düşünerek vazgeçtım. Üzerinden bir yıl geçmesıne rağmen hiçbir şey iyiye gitmedı. Hatta bazı şeyler daha kötüye gitti. Sonunda ben, böyle bir yönetim anlayışıyla o kurumda daha faz- la devam etmeme karan verdim. istifa ettığımde ondan sonra ne ya- pacağun konusunda kesin bir karanm yoktu. AJtı yedi yıl önce de zaten emeklılik hakkımı kazanmıştım. 1Ü Siyasal Bilgiler Fakülte- si'run ayn bir mısyonu vardı. Onu Prof. Dr. Tank Zafer Tunay» kur- muştu. Kurucu yedi kişiden birisi rahmetli Ümh Doğuuy'dı. Siya- sal Bilgiler Fakültesi'nin çok özel misyonuna birinci darbeyi 12 Ey- lûl vurdu. 1402 sayılı yasa kapsamında Prof. Dr. Aydın Aybayve Prof. Dr. Murat Sanca çıkanldı. Bunun ardından Tank Zafer Tunaya emeklüığim istedi. Sonraki yıllarda her şeye rağmen fakülte ayakta kalmayı başardı. Fakat son yıllarda yanlış bulduğumuz birtakun gi- nşımler oldu. Böylece fakülte başlangıçtaİci mısyonunu yitırdi. O sü- reç içinde çok merkeziyetçi ve baskıcı bir yönetim anlayışı egemen oldu. Ben emekliliğe hakkazandığım için dahaözgür bir durumday- dmı ve aynmıayı seçtim. Günün binnde yenıden düzeleceğını umu- yorum, ama açıkçası oldukça zor. - İstanbul Üniversitesi 'nden şimdiye kadar kaç öğretim üyesi ay- rûdı? - Tam bir sayı veremeyeceğim, ama örnek olarak göstermek ge- rekirse Hukuk Fakültesi'nden 15'e yakın öğretim üyesi aynldı. Ba- zı dallarda bu aynhnalar daha önem kazanıyor. Öraeğin üç profesö- rü olan bir dalda bunlann ikisi giderse o zaman çok büyük kayıp olu- yor. tktısat ve Siyasal Bilgiler fa- kûltelerinden çok aynlanlar oldu. ideallzm azaldı - Bu öğretim üyelerinin pek ço- ğunun vtüaf üniversitelerine geç- mek için ÎÜ'den aynldıklan söy- leniyor... - Evet. Vakıf üniversitelerine sa- dece para için geçmişler, ne yapsak gideceklerdi, gibi bir söylem kul- lanılıyor. Bu çok doğru bir teshis değil. Vakıf üniversitelerine geç- meyip devlet üniversitelerine gi- denler de var. Aynca, belli branş- larda vakıf üniversitelerine geç- mek önceden de mümkündü. Ben, vakıfüniversitesinde ders vermeyi düşünüyordum da bütünüyle ora- ya geçmeyi düşünmüyordum. IÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'yle çok güçlü bir duygu bağım vardı. tnsa- nı bir yerde çalışmaya sevk eden maddi ve manevı unsurlar bir ara- dadrr. tnsanlar kurumlarmı etkile- me şanslan kalmadığım görürler- se, katılım imkânlan kalmazsa, hattaadil ve haklı bulmadıklan ba- zı uygulamalann yapıldığına tanık olurlarsa o kunımla yabancılaşma- ya başlıyorlar. Bir süre sonra da bu artık o kurumda kalmayı mümkün kılmayacak bir boyuta geliyor. - Peki, sizce iyi biryöneticinin nitelikleri nasü olmalı? -Henry Ford'un mezar taşında şöyle bir ibare yazüıymış: "BunMİa, hayaO boyunca etranna kendisinden daha akılh insania- n topfaunasını bfleo birisi yatryor." Belkı Henry Ford' un etrafina topladıklan ondan daha akılh değil- lerdi, ama onun böyle bir bakış açısıyla çahştığım gösteriyor. İyi bir üniversite yöneticisi en yeteneldi, en birikimlı însanlan toplayabı- len insan demektır. O kişi herkesi motive edecek, herkesi gönüllü olarak çalışmaya teşvik edecek, herkese olanak yaratacakrır. Bu tür bir yönetim anlayışı olmayınca da insanlann sıkıldıklan, yorulduk- lan zaman aynlmalanndan daha doğal bir şey olamaz. Bence suç- lanmalan da söz konusu olamaz. Pekçoğunutanıyonım. Her zaman ciddiyet ve samimiyetle hizmet etmişlerdir. Aynca da yıllardır bellı branşlardaki insanlar aynlma şansma sahiptiler. Bugüne kadar ay- rümadılar da bundan sonra neredeyse furya halinde aynlıyorlarsa başka sebepler aramak daha doğru olur. -Devlet üniversitelerinde çokyönlü bir hastalık olduğu gözleni- yor. Bir kere, nuelikten çok niceliğe önem veriliyor. tkinci olarak çağdaş, büimsel çahşma uygulanmadığı eleştirileri var. Üçüncü olarak öğretim ûyelerine, hocalarayattnmyapılmadığı suçlamala- n yaygın. Üniversitelerde esas unsur olan öğrencilere de düzgün bir yattrun yapdmadığı düleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsu- nuz? - Bence devlet üniversitelerinin hepsini aynı sepete koymamak la- zım. Bunlar arasında Türkıye koşullanna göre oldukça başanh olan- lar var. Türkiye koşullanna göre yetersiz, başansız olanlar var. Va- kıf üniversiteİerinde de durum aynı. Hiçbir zaman vakıfüniversite- lerinin hepsi iyi, devlet üniversitelerinin hepsi zayıf gibi bir genel- leme doğru olmaz. Devlet üniversiteleri içinde güçlü olanlar büyük kentlerdeki bazı üniversiteler. Aynca büyük kentler dışında belli ba- zı mesafe almış üniversiteler var. Ama büyük merkezlerden daha uzaklara gittiğiniz zaman sorun daha derinleşiyor. tşte, orada sorum- luluk birinci derecede politikacılarda, diye düşünüyorum. -Neden? - On yıl kadar geçti. DYP-SHP iktidan döneminde 20'den fazla yeni üniversite açüması hatalı bir adımdı. Aym şekilde DYP-SHP hükümetinden önce de yeni bazı üniversitelerin açılması hataydı. Siyasiler, o konuda çok popülist bir yaklaşım benımsediler. Tür- kiye gibi bir ülkenin sosyoekonomik değişkenlerini göz önüne alır- sak ülke çapında üniversitelerin sekiz on ile dağıtılması lazım. Se- kiz on ilden sonra bir de ilçelere asla dağıtılmamalı. Bizım bugünkü tablomuz şu: Bir şehırde üniversite var; ama bir fakültesi başka, bir fakültesi de başka bir ilçede. Yam, bu üniversi- teler en çok sekiz on ilde ve bir üniversitenin bütün fakülteleri aym ilde olmalı, kent dışına çıkmamab. Sistem aşırı merkeziyetçi • - Peki, bu iller sizce hangileri olmalı? - Bursa, Antalya, Gazıantep, Diyarbakn", Erzurum, Trabzon, İs- tanbul, Ankara, Izmır. Bunlar aşağı yukan yeterli bır tablo ortaya çı- kanyor. Bunlara belki bir iki il daha ekleyebilirsiniz. Bunun ötesin- dekı bir yayılma sakıncalıdır. Bu tablo zaten sorduğunuz o sorulara olumlu yanıt verme ımkâm bırakmıyor. lyı bir üniversite yapabıl- memizin birinci koşulu iyi öğretim kadrosudur. Öğretim kadronuz çok iyiyse bina için para da yaratır. lkıncisı maddi olanak, laboratu- var, kütüphane, bilgisayar ve benzeri çok önemli. Üçüncüsü, gelen öğrencinin iyi olması, ki üniversite bunu etkileyemiyor. Dördüncü- sü de sistem. Yani yükseköğrenim sisteminin ana kurallan ve insan- lann zamanlannı kullanmalanyla ilgili teşvik edici unsurlar. Yani in- sanlan daha çok araştırma yapmaya mı, daha çok ders vermeye mı, yoksa daha çok boş oturmaya mı teşvik ediyoruz? - Peki, biıim sistem insanlan üretken olmaya teşvik ediyor mu? - Hayır, bir kere aşın merkeziyetçi, buyurgan ve kurumlanyla in- sanlan yabancılaşmaya itiyor. Yani insanlar, "Burada biziııı de sö- zümüze önem veriliyor. Biz de burayı değiştirir, düzeftebilir, geöştire- biüriz" duygusunu çok ender yaşıyorlar. Öte yandan üniversitenize iyi öğretim elemanı çekebibneniz için maaşlar da önemli. Bugün, özellikle asistan almak istediğiniz zaman 250 miryon lira civanndabir aylık maaş veriliyor. Buna karşın o asis- tanm iyi bir yabancı dil bihnesini ve entelektüel bir formasyona sa- hip olmasını istiyorsunuz. O zaman da günümüzde 250-300 milyon liraya bu formasyondaki bir kişi çok zor bulunuyor. 30 yıl önce daha kolay bulunuyordu." Çünkü o devirde Türkiye'de insanlar daha idealistti, hem de kapitalizm bu kadar gelişmemiş, olanaklar böylesine artmamıştı. Bugün olanaklar çok arttı, insanla- nn seçenekleri çok fazla. Yeni mezun olan bazı gençler var. Babala- n profesör. iyi bir üniversiteyi bitirmişler, yabancı dil bilgısi çok iyi. Bir yabancı şirkete gidiyor ve babasından fazla maaş ahyor. Burada ciddi bır çarpıklık olduğu gayet açık. Birinci aşamada en iyi mezun- lan alamazsanız en ıyı akademısyene çevirmeniz mümkün değildir. Belli bir noktaya geldıkten sonra kimi daha çok döner sermaye işi- ne yoğunlaşıyor, kimı yanm güne geçiyor, kimi çok fazla ders verip ek ders ücretiyle bütçesini desteklemeye çahşıyor, kimi de belli bir aşamada özel sektörde cazıp bır ış buldu mu üniversiteden aynlıyor. Dolayısıyla üniversiteler öğretim elemanı adayı bulmakta zorlam- yorlar. Bulduklarını tutmakta, tuttuklannı iyi motive etmekte zorla- nıyor. Bütün olarak universitelere yetersiz kaynak aynlıyor Bütün bunlarla da olumsuz bır tablo tamamlanmış oluyor. Öna rağmen bel- li sayıda üniversitede ciddi üretim yapılıyorsa bu oradakı insanlann özvensi sayesinde gerçekleşiyor. Plnamlk keslm üniversiteden aynldı - Yani bazı devlet üniversitelerinin başansı sisteme değil, tama- mtyla kişilere bağlı olarak mı ortaya çıkıyor? - Kesûılikle öyle. 1980'den önce de Türkiye'nin öyle derli toplu, bütünlüğe sahip bir yükseköğrenim politikası yoktu. Ama 1980'den sonra çarpık bir yükseköğretim politikası oluştu. Bazı kışıler bu yo- rumlan okudukça ve dinledikçe, "Çokpofitikyorum" diye düşünü- yorlar. Aslında değil. 1980'den sonra üniversiteler için düşünülen on yirmi yıllık bır yükseköğretim projeksiyonu değildi. Yani, hangı dal- lara kaç eleman yetiştirilmeli, kaç okul açıhnalı, kaç bölüm olmalı, kaç öğrenci alınmalı. sorulanyla yola çıkılmadı. "1980 öncesi üni- versiteler çok kanşıkü. Bunu bir daha yaşamayahm. Dolayısryla öy- lesine merkeziyetçi bir sistem kurahm Id çaüak ses cıknğı anda onu temizleyebUenrn. Çatlak ses çıkmasuu önlemek için de baştan toptan maaşları nedeniyle bütçelerini denkleştirmek amacıyla başka üniversitelerde ders vermeleri, ciddi araştırma kurumlarına araştırma yapmaları YÖK'ten güç alan rektörleri marifetiyle nasıl engelleniyor? Kendi üniversitelerinden, yöneticilerin yanlış uygulamaları nedeniyle nasıl kaçırılıyorlar? Çağdaş bir yükseköğrenim nasıl olmalı? Bütün bu sorulara yamtları bir zamanlar İstanbul Üniversitesi (IÜ) Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Burhan Şenatalar 'la aradık. bir temiztik yapahm. 1402 sayılı yasayla çok göze batan insanlan te- mizteveüm" dendı. Arkasından daha büyük bir temizlik de akade- mik yükseltmelerle ilgilî olarak yapıldı. O dönemde yardımcı doçentliğe ya da doçentliğe geçerken An- kara'dan güvenlik soruşturması yapıhyordu. İnsanlara gelen cevap- larda da düne kadar yardmıcı doçent olarak üniversitede çahşması sakmcalı bulunmamış kişi doçentliğe geçerken sakıncalı bulunuyor ve o aşamada ünıversiteden çıkanldığı bildiriliyordu. Önemli bir tasfıye de böyle yapıldı. O arada birçok kişi de kendi istekleriyle üniversiteden aynldı. Böylece dinamik kesim büyük ölçüde ünıversiteden aynldı. Ondan sonra kurulan sistem de zaman içinde kendı zihnıyetini yerleştirdi. Özelükle eski dönemdekı havayı tenefrus ermemış olan insanlar Tür- kiye'dekı üniversite yaşamının böyle olduğunu sanmaya başladılar. Aradan geçen 20 yıl sonra YÖK zayıflamış görünse bile YÖK zih- niyeti belki on yıl öncesine kıyasla daha güçlü. tnsanlar sertleşti ve bu merkeziyetçi, baskıcı sistemin ilişkı tarzına adapte oldu. Yani bir anlamda akademısyen davramşuıdan uzaklaştı, daha bürokrat dav- ranışına geçti. - Peki, yükseköğrenim politikası böyle olmayabilir miydi? - Olmayabilirdi. Yükseköğrenime bu kadar politik bir konu ola- rak değil de biraz daha ciddi bir planlama anlayışıyla bakılsaydı, da- ha katılımcı, daha saydam bir sistem kurulsaydı üniversiteler bugün çok daha keyifli bir ortamda olurdu, çok daha üstün motivasyonla çalışabilirlerdi ve daha üretken olabilirlerdi. Bugünkü tabloda üret- ken odaklar, gnıplar, kurumlar var. Ama onlar da daha üretken ola- bilirlerdi. Gençler için üniversiteye girmek çok daha çekici hale ge- lebiürdi. Anadolu'da açılmış olan üniversiteler de daha iyi bir nok- tada olabilirlerdi. - YÖK kaüteye önem verdi mi? - Hayır, uzun bir süre bu konu üze- rinde hiç durmadı. Üzerinde durdu- ğu sadece şuydu: Bizim güvendiğim insanlar üniversitelerin yönetimleri- ne gelsinler. Onlar da kendi güven- diklerini daha alt yönetimlere getir- sin. Yukandan düğmeye bastığımız- da mesaj en aşağı kadar gitsin. En altta çatlak bir ses çıkarsa haberi bi- ze kadar gelsin. Bu kadar merkeziyetçi üniversite sistemlen geçmişte Doğu Bloku ül- kelerinde vardı. Zaten oralarda da sonunda çöktü. Sorun vlzyonsuzluk - Üniversitelerdeki bu hastalık acaba kısmen de Türkiye'nin ve dünyanm geleceğine uygun eğitim vermemekten mi kaynaklanıyor? Yani vizyonsuzhık mu var? - Bence en iyi ifade vizyonsuzluk. Bugün Batı üniversitelerinin ne tar- tıştıklanna bakalım. Aşağı yukan 10 yıldır Batı üniversitelerinde çok tar- tışılan konular şunlar: • Çeşitlenme, yam bütün ülkenin üniversitelerinin aym hukuki yapı içinde olması düşüncesi terk edildi. Örneğin Ahnan yükseköğretim ya- sasının giriş maddelerinden birisi, üniversitelerin kamu tüzelkişisi olduğu kaydım getırirdi. Bu kaldınldı. Yani Aknanya'da üniversiteler artık kamu tüzelki- şisi olmak zorunda değiller. Kamu tüzelkişisi olanlar var, yabancı üniversitelerle ortak kurum olarak kurulan bölümler var ya da özel sektörle birleşerek kurulan birimler var. • Devletler universitelere yeterince kaynak ayıramadıklan için onlara daha fazla özerklik vermeye başladılar. "Hem kaynaklannı- zı kuDanma açısından, hem kaynaldaruıızı yaratma bakımmdan si- ze eskiye göre daha fazla özerklik veririz" dediler. • Yönetimde daha fazla esneklık kabul edildi. Yam ünıversıteler çok bürokratik kurallardan kurtanldı. Harcamalannda, gelir sağla- malannda dinamizm olanağına kavuştular. • Uluslararasılaşma çok önem kazandı. Özellikle elektronik dev- rimle birlikte herkes artık dünyanm her yeriyle bağlantı kurabıldiği için bılimsel bir araştırma ortaklaşa üç dört ayn ülkede yürütülebi- liyor. Bir de özelUkle AB ülkeleri üniversiteleri arasında işbırliğı geliş- meye başladı. Öğretim üyesi değişimı hızlandı, öğrenci değişimi de aym şekilde hız kazandı. Artık Batı dünyasında öğretimde beln-li bir süreyi mutlaka başka bir ülkede geçirmek kural olmaya başladı. • Saydamlık ön plana geçti. Yani üniversite kendi kaynaklannı bi- raz kendi yaratacak ve kullanacaksa bunu kendi keyfine göre yaptı- ğı zaman yolsuzluğa kadar gidebüir. Hesap sorulabilmesi için de say- damlık kuralı getırildi. • Kalite ölçme çok önem kazandı. Pek çok AB üyesi ülkede bir- takım organlar oluşturuldu. tngiltere'den örnek vereyun Bütün ünı- versitelerin bölümleri araştırma ve öğretim performanslan açısından değerlendiriliyorlar. Bunun iki yönü var. Birisi iç, öbürü dış değer- lendüme. tç değerlendirmede o bölümü oluşturan insanlar kendi aralannda belli kriterlere göre kendi bölümlerini tartıyorlar. Dış de- ğerlendirmede ise o bölümün dışından bu işi yapmakta uzmanlaş- mış kışıler geliyor ve bölümün değerlendirmesini yapıyorlar. Bun- lann sonucunda artık Cambridge Üniversitesi Ekonomi Bölümünün beş üzerinden kaç aldığım, Birmingham Üniversitesi Sosyoloji Bö- lümü'nün beş üzerinden kaç aldığım biliyorsunuz. Performans ve saydamlık bu kadar gelişince bölümleT kendileri üzerinde birgelıştirme baskısı hıssetmeye başladılar Bölüm başkan- lan da "Daha fazla nasıl araşürma yapanz? Daha fazla nasıl yayın yapanz? Nasıl daha iyi öğrenci yetiştuiriz?" düşüncesıne ve arayışı- na odaklamyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle