25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUBİYET 20 EKİM 2000 CUMA 14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr 'Bugün şapkasını kaybeden...' İstanbulDevlet Tiyatrosu 'nda sahnelenen 'Şapka\yaşamımızı kuşatan kuraHar üzerine kurulu MELTEMKERRAR TuncerCücenoğhı'nun, yaşamımı- zı çepeçevre kuşatan, yönünü belirle- yen kurallar üzerine kurulu 'Şapka' adlı oyununu istanbul Devlet Tiyat- rosu'nda Işıl Kasapoğlu sahneye ko- yuyor. Cücenoğlu, ordunun içinde yalnız- ca bir günde yaşanan aynntılardan yola çıkarak, nedensiz, gerekçesiz ka- bul edilmesi gereken dûzenin (!) as- lında yaşamı nasıl da çıkmaz yollara sürdüğûnü anlatıyor oyunda. Birazdan törene katılıp asker olacak adaylar, vatan, millet ve namuslan üzerine yemin ettikten sonra komutan- lannın verdiği açıklamalı öğûtlerle bir günlüğûne izne çıkacaklardır. Her şey düzene uygun, olması gerektiği gi- bi olmahdır.'Her zaman ve her yerde, vatan için!' Bır çıft postal ya da bir şapkanın her şeyi bir anda değıştirebilecek anlamı vardır. 'Bugün şapkasını kaybeden, yann vatanına sahip çtkamaz!».' Oyunda BükntEmin Yarar,Cengiz BaykaL Merai Büginer, Zeynep Er- kekli,NişanŞirinyaıı,HaııifeŞahm, öz- gür Erkekli, Burak Şentûrk, Kubflay Karsüoğlu, Cem Kenar, Murat Dü- rüm, Irem Erkaya, Sibel Altan, Deniz Baytaş rol alıyorlar. Oyunun müzik- len Joel Simon'a, dekor tasanmı Or- han Alpaslaof'a aıt. Depreme açık bir gönderme ' Cücenoğlu'nun hareketli ve yûk- sek ritimlı kara mizahı, Kasapoğlu re- 1 jisiyle farkh bir dil kazanıyor. Metin- de varolmayan zaman, mekân, kişi unsurlannın altı, dekor, sahne, söz ve oyunculuk bütünlüğünde bir kez da- ha çiziliyor. 'Şapka'nın derin (!) an- lamı içinde devınen kişilerin adlan . ve kim olduklannın önemi kalmadı- ğı gıbi, şapkanın dışında, oyundakı , tüm nesneler bildık işlevleri dışında önetmen Işıl Kasapoğlu, "Şapka, burada, ordunun içindeki anlamsızhğı yansıtan bir simge. Ama anlamsızlık sadece ordunun içinde değil, bütün yaşamımızda var. Ben özellikle tüm yaşamımızı saran anlamsızlığı ve karmaşayı anlatmak istedim" diyor. kullanıhyor. Telefon-tava, dikiş maki- nesi, ters çevrilmiş bisiklet, cep tele- fonu-pet şişe gibi karşıtlıklar yaban- cılaşma unsurunu vurgulayarak Kasa- poğlu'nun yorumuyla izleyiciye fark- İı algılama olanaklan yaratıyor. Yorumda metin dışında gelişen ve oyunun bütünûne yansıyan buluşlar, ritmi arranyor, yapısına yenilikler ge- tiriyor. Yıküc, virane bir sahne tasan- mında, derin bir uyku içinde olan in- sanlan, elinde bebeğiyle yıkıntılar arasında dolaşan küçûk bir kız çocu- ğunun acı çığlıklanyla uyandırmaya çalışması, tüm yaşamımızı derinden etkileyen depreme açık bir gönderme sunuyor. Kasapoğlu içm bu gerekli bırhatırlatma: "TürkiyeUebinlerceso- runumuz var ve bu sorunlar her ge- çen gûn kafamızdan sfliniyor. Akşam eve geldiğûnizde izlediğimiz televiz- yon ya da sabah okuduğumuz gazete- lerdendoMuruluyorkafaianmız. Anıa gerçekteneterotupbitiyor,farkmda de- Uykuda olmak/ uyandınlmak, ölüm/ yıkım ekseni, aslında oyunun tümün- de komutan-asker ömeğinde olduğu gibi tekrarlanıyor. Kız çocuğunun her fırsatta uyuyanlan uyandırmanın ya- nı sıra, bir köşede 'oyun'u izlemesi ve replikleri hatırlatması da oyun içinde oyun görünümünde, rollerden oluşan yaşantılanmıza göndermeler yapıyor. Anlamsızlık VP karmaşa - Oyun, nesneler bağlamında an- lanuanan küçük aynnalann çevresin- de dönüyor. Birşapka beş dakika için- de her şeyi alrüst edebiliyor. KASAPOĞLU - Şapka, burada, or- dunun içindeki anlamsızlığı yansıtan bir simge. Ama anlamsızlık sadece ordunun içinde değıl, bütün yaşamı- mızda var. Ben özellikle tüm yaşamı- mızı saran anlamsızlığı ve karmaşa- yı anlatmak istedim. -Sahneye koyduğunuzoyunbrda,iz- : Şükriye Dikmen kendi duyuşunu, bakış ve yeteneğini bir üsluba dönüştürdü Yalınçkgjlerin,safrenklerinressamı LEVENT ÇALIKOĞLU ŞükriyeDikmen'inresimlerine nasıl gi- riş yapmalı? Sağlıklı ve ayaklan yere ba- san bir okuma için elımızde, anahtar va- zifesi görebilecek birkaç metin söz konu- . su. Akademıde atölyesinden mezun oldu- ğu hocası Cemal ToDn, henüz 1950'lerin , başlannda, onun sentezci ve doğaya kar- şıt bir dil peşinde olduğunu söylüyordu. Canlılan, nesneleri, insan yüzlerini ışık ve . gölgeden anndırarak neredeyse satıhsal bır boyamayla uzama kondurması, Tol- lu'ya göre açık bir Gaugırin ve Modigti- ani tesirininbelirtisiydı. Yıne deyo- lun başındaki her ressamda görü- • lebilecek biryakınlaşmaydı bu. Ka- şını gözünü yarmadan, büyük us- talara toslamadan kaç ressam yo- Munun daha önceden tepilmiş ol- ' duğunun farkına varabilir ki? 1960'larda, kendisi gibi Matis- 1 se'in saf tonlanna, gereksız her tür- lü aynntıdan sıynlan form bütün- lüğüne ve üzerine resim yapılan yüzeyin kompozisyona dabil edil- mesi prensıplerine bağlıiık duyan Dikmen hakkında, NuruBah Berk, i Tollu'yayakın görüşlerileri sürmüş- ; tü. Buna karşıhk, Batı'dan gelen - ömeklere kapilıp, her yıl değişikbir - karakterle piyasada dolanan, bir > bukalemun gibi renk vebiçim fan- Hezilennı denemeyi marifet bilen . ressamlann yanında Dıkmen'in ta- • viz vermez çeşniye kaçmayan, tek bir görüşe ve tekniğe bağlı tavnnı ; sahici, hatın sayılırbir özellik ola- ' rak tanımlamıştı Berk. Yine Berk'e "göre Dikmen, duygudaşlıkla bağ- lı olduğu kanallardan sıynlarak, ~ önündekini kendısıne mal etmış ve ;bu sayede Türk resminde tama- ^miyle kendine özgü bir desen, renk f ve konu çeşıtlemesıne doğru iler- f lemişti. Ressamın, tekrara düşme- ( den yüzey resminin olanaklannı bu ölçüde zorlaması, kendi duyu- şunu, bakış ve yeteneğini bir üsluba dö- nüştürmesi, saygı duyuhnası gereken bir davranış biçımi olarak algılanmalıydı. ,. Çizgiyi yûzeyde ustaca dolaştanmş Dıkmen'in yapıtlannı etraflıca didik- leyen, resminin çıkış kaynaklan, işleyişi üzenne kafa yoran SezerTansuğise sanat- çının stilizasyona ulaşmayı hesaplarken kuru bir şematizme yuvarlanmamasında, duyarlı ve sevecen bir geometn anlayışı- na olan bağlılığının etkili olduğunu düşü- nüyordu. Tansuğ'un gönülden yakınİık duyduğu, hem insan hem de sanatçı ola- rak sevdiği üç beş kadın ressamdan biri- siydi Şüknye Dikmen. Birkaç görüşme- mızde adını ve yapıtlannı saygıyla andı- ğını hatırlıyorum. Hatta bir seferinde, Dik- men'in etrannda dönüp dolaşbğı konula- nn Batı kaynaklı olmasına karşılık, bi- çimlere, renklere, çizgiye Doğulu bir çe- şitleme anlayışı içcensınde yakınlaşöğı- nı, bir sentez yakalamaya yönelik niyeti olmasada takip ettiğı yotun kaçınılmaz ola- rak onu bu noktaya ulaştırdığını söyle- mişti. Enis Baturise kendisini gümrükçü Ro- usseau ya yakın gören, fauvist ve primi- tif bir bakış açısını düstur edınmiş Dik- men'i bir başka noktadan görmemiz ge- rektiği konusunda ısrarlı. Batur, bu resim- lerin tüm ucu açık bağlanhlanna, eklem- lendiği ilişkıler ağına ragmen, yakalama- ya çalıştıkça saptanılan tespıtlen boşluğa 'Pörtre', Nka Defçioğhı koleksryonundan. ısa bir süre önce yaşamını yitiren Türk resminin önemli isimlerinden Şükriye Dikmen, Yapı Kredi Sanat Galerisi'nin hazırladığı bir sergide tekrar aramızda. düşüren özellikleri olduğunu ileri sürü- yor. Bu nedenle Şükriye Dıkmen'e vardı- ğı noktadan baktığımizda Modigliani ve- ya Matisse'in esas itibanyla ile birer ve- sileye dönüştüğünü ve bu iki ustaya refe- ranslı okumalannda bizi ister istemez ge- çersiz sonuçlarla yüzleşmeye zorladığını düşünüyor. Batur, Şüknye Dikmen'inya- pıtlannın bir tür "no man's land" niteliği taşıdığı görüşünde. Bu nitehk, sözlükle- rin ilkkullandıklan anlamda "fldcepheara- smdakisahipsiztoprak" olarak değil, onun yerine ikıncıl anlamda yani "çok tehfike- h bdtge" açımlamasma daha yakın duru- yor. Bu yönlü bır bakış açısı bizi, tüm ön- yargüanmızdan sıyırarak, bu resimlerin ne- reye ait olduğunu düşünmek yerine, yal- nızca sanatçnıın kendi serüvenine bağla- nan bir aıdiyet duygusuna götürebilir. Her ne kadar sanat tarihsel bir metot- tan hareketle bu sonuca varmıyorsa da Enıs Batur'un tespitlerine ikı nedenle ka- tümak mümkün. llkını Batur dillendirmiş zaten. Dikmen'ın el arnğı konuyu başka- laşûran, kendisinden kılan sihırlı bir ye- teneği var. 0 da döneminin pek çok ressamı gibi, peyzajlar, modelinin suretini arayan port- reler, boylu boyunca uzanan çıplaklar re- simlemış. Görece olarak en somutundan en soyutuna kadar tüm işlerinde çizgiyi yü- zeyde ustaca dolaşürmış. Rengı dokuya çe- virmış ya da sadece kendisini temsil et- mesine müsaade etmiş. Yine diğer tüm ressamlargibi bedenini tuval karşı- — . sında hareket ettirmiş. Birnoktadan ; sonra ise konu neredeyse ortadan • kalkarak ortaya konulanlar açık bir ımzaya, bir üsluba, haklı bır sahici- lığe dönüşmüş. Tıpkı Matisse ve , Modigliani gibi "insan yfizü,çıplak 1 ten,ağaçyadataıia n usulcaaradan çekilivermiş. Duyguyûklûvetutarfa tkıncı gerekçe ise ilkını hem doğ- ; ruluyor hem de ayaklan yere basan , bir okuma üzerine temelli: Şükriye ] Dikmen'inbaştansonagerçekleştir- diği işler tutarlı bir göstergeler bü- | tünü oluşturur ki bu da moderniz- f min biçem ve sahibiyet sorunsahna : karşılık gelir. Buna göre elde edilen ' söylem, (bunun çiçek, portre veya nü ohnası hiçbir şeyi değiştirmez) ! oluşturduğu gelişim ıçensınde mut- j lak bir doğruluk ıddıasına sahiptır. ' İçinde yanlışıbanndınyorolmaola- ı süıgına ragmen bu tutarlılık, kendi | hakıkarini, düzenini, akışını izleyi- ' ciyedayaör. Bu,gerçekçiestetikge- lenek içerisinde tam anlamıyla do- ğanuı taklıt edıhnesi değil, tam ter- si içinde yaşamlan dünyanın bir ne- vi antitezidir. Nesneleri, canlılan bu î şekilde görmeye çalışmak da aslın- . i da kendisine yandaş arayan ressamın izleyiciye sunduğu bir öneriden baş- ka bir şey değildir. Sonuç itibanyla ıle her ressamın son ker- tede göstermek istediği bir şey vardır ve bunu görünür kılmak için imgelerle oynar, boşlukta uçusanı maddileştirmek zorun- da kalır. Daha önce söylenilmiş olana sa- hip olmak ise ancak ve ancak onu kendi- ne mal etmekle mümkün olur. Bu sahip- lenme süresi Dikmen'de neredeyse bir ömür sürmüştür ve karumca, Dikmen'in tutarlılığının kaynağı da burada gizlidir. Şimdi geriye dönüp baktığımizda onun bir virtüöz veya her gördüğünü tuvaline kondurmada smırsız yeteneğe sahip bir çizim ustası olduğunu söylemek güç. Gös- terilmek istenileni aşan kavramsal gön- derimli telaşelen de yok Dikmen'in. Fa- kat onu ve sanatını yerleştireceğimiz kom- partnnan fâzlasıyla duyguyüklü ve her şey- den önemlisi de tutarlı. 'Çiçekler\ kontraplak üzerine yağhbova. Nisa Defçioğhı kolek- siyonundan. leyiciyi özgür bırakmak gibi bir tavn- nızvar. KASAPOĞLU- Oyunda herhangi bir şey sınırlanırgıbi olursa hemen kır- maya çahşıyorum. Seyirciye bir şeyi düşündürtmeye uğraşmıyorum. Ders vermiyorum, ben bunu böyle hissedi- yorum diyorum. Tiyatro sahnesinde bu doğrudur demek yerine, ben eki- bimle böyle düşündüm demek istiyo- rum.Türkiye'de, dünyada olmayan çok dinamik bir seyirciye sahibiz. Kimse bunun farkmda değil. Bu be- nim için çok önemli. lyi oyun olup da seyirci yüzünden batmış bir oyun dün- yada yoktur. - tzleyicryi değerlendirmek adına süradi davranmayi savunuyorsunuz. KASAPOĞLU-Türkiye her şeyden önce ürün yoksunu bir ülke. Tembelli- ğı bırakıp daha fazla ürün vermemiz ge- rekiyor. Eninde sonunda sorun ekono- mik boyuta geliyor. Ben ödeneklerin kime ve neye göre verildiğini bilmiyo- rum, ama ödenekler bugün bilet fıyat- lannın ucuzlamasma yaramalı. Özel ti- yatro da aynı fıyata bılet satabümeli. Ti- yatro bir kültür hizmetidir ve kültür hizmeti de, ödediğimiz vergilerden kül- tür bütçesi olarak aynlan paranın tiyat- roolarak geri dönmesi anlamındadır. Bu- nu düşünmek gerekıyor. 'Kolomb'u sahneleyeceğjnı' - Betirü bir çizgisi otmayan tiyatro- lar arasında izleyicinin de beDi bir ti- yatro kültürü yok. KASAPOĞLU - Bunun sebebi bir yandan tiyatrocularda ise, hatası da ti- yatroyu yönlendirmeye çalışan festi- val ve yazarlardadır. Çünkü hâlâ ba- zı şeylerin aynmı yapıhnış değil: Ne- yin tiyatro, neyin müsamere olduğu, neyin kamu tiyatrosu, neyin ticari ti- yatro olduğu, neyin kültüre, neyin pa- ra kazanmaya yönelik tiyatro oldu- ğunu henüz kimse yapmadı. Mutlaka vodvil tiyatrolan, kabareler yapılma- lı. Ama aynlmau! Hepsinin işlevı fark- lıdır. O zaman ödenekleri de farkh ol- malıdır. Bizde hâlâ okulda öğrenciler- le uyguladığımız egzersizler oyun di- ye sunuluyor ve bunlan da destekle- yen bir sistem var! Birüerinin bunla- n söylemesi gerek! - Bu anlamda tiyatrolann yünk re- pertuvarlarmınasıl değerfcndiriyorsu- nuz? KASAPOĞLU - Söz ettiğim aynm yapılamadığı için kimin ne yaptığı belli değil. Herkes her yıl başka bir şey yapıyor. -Böyiece klasiktiyatrorepertuvan- nuı bile izknebüecegi bir tiyatro ohış- muyor. KASAPOĞLU - Şunu sormak ge- rek. Bugün 20 yaşında bir Türk çocu- ğu kaç tane klasik dünya edebiyatı iz- ledi? Kaç tane Hamlet, kaç tane Mo- Here gördü? Bugün Fransa'da 16 ya- şmda herhangi bir çocuk en azından 4 tane Hamlet görmüştür, okul götür- müştür. Biz hâlâ ıvu- zıvrr Amerikan çevirileri oynuyoruz. Nedenini anla- mıyorum. - Shakespeare, amaçlanmzdan bi- riydi Şimdi akunızda ne var? KASAPOĞLU-Kendi içimde bel- U bir çizgiyi götürmek istiyorum. Kla- sikler çalışmak istiyorum. Bu yıl Ka- zancalds'in 'Kristof Kolomb'unu ça- lışacağım. - Klasikleri sahnelerken özgün bir tutumunuz var. Bu ne kadar önemli? KASAPOĞLU-Bu oyunlann hep- sinde kendimden bir şey koyuyorsam Türkiye'den bir şey koyuyorum demek- tir. 'Hamlet' bana ne anlatıyor? Aslın- da evrensel yazarlık da budur. 'Ham- tet'in herkes için anlattığı bir şey var- dır. Klasikleri oynayınca niye Türk oyunu oynanmıyor eleştirisi çok yer- siz. Çünkü benim için artık klasikler de Türk oluyor. Bu anlamda Shakes- peare de Türk'tür! YAZIODASI SELtM tLERl "Eski İstanbul' Bir dostum geçenlerde "eski IstanbuHa an- cak 2000'lere yaklaşılırken ilgilenildiğini ileri sür- dü. Birazşaşırdım, "Neaçısından?" dedim. Dos- tum "yayınlar'üan söz açmak istiyormuş. 1989'da yayımlanmış, daha doğrusu, çevrim- yazısı gerçekleştırilmiş bir kitap geldi aklıma: İs- tanbul Kütüphanesi'nin armağanı Eski İstanbul. Yazan, Celal Esad Arseven. Celal Esad Arseven üzerine bugünün genç ku- şaklanna ne anlatılabilir? Eseri giderek unutul- muş, hizmeti anılmamış, değeri bilinmemiş birçok yazanmızdan biri o da. Bazı ansiklopedilerde, bir iki sözlükte adına ya rastlanılıyor, ya da buncacık ilgiden bile yoksun bırakılmış... Arseven, Eski Istanbul'da kentin topografyası- nı çıkanyordu. Eser, kaleme alındığı dönem, 1900'lü yıllar dü- şünülürse, ilgi alanı açısından enikonu düşündü- rücü bir tarihçe sayılmalıdır. Celai Esad tarih ve çevre bilincinden hiç kimsenin söz açmadığı bir zaman diliminde eski Istanbul'un mimari açıdan kuruluşunu, anıtlann, yapılann oluşumunu ince- ler. Yazar, Bizans ağırlıkh bu mimariyi sergilemeyi, Osmanlı Imparatorluğu'nun başkent olarak Is- tanbul'u seçişine kadar sürdürür. Bir yandan da, Bizans imzalı anıtlann, yapılann, imparatorluk sü- recinde nasıl "korunduğuna", başka birdinin kül- türüne nasıl "uyariandığına" uzun uzadıya deği- nir. İki ayrı aşamada irdelenmiş bu topografya çı- kanmı, Celal Esad'ın ekinsel bilincini yansıtması açısından da etkileyicidir: Eser boyunca, artık ta- rih sahnesinden çekilmiş bir devletin beide anla- yışını saptama çabası karşımıza çıkar, hem de, Os- manlı uygartığının fethettiği kenti tarihi mirasıyla nasıl gündelik yaşama kattığı dile getirilir. Bizans'ın mimarisi, kuşkusuz, Osmanlı uygar- lıgınca yeterince korunmamıştjr. Farklı küttür, fark- lı inanç ortamı, nihayet kentin fetih yoluyla ele geçirilmiş olması, tarihi dönem de göz önüne alın- dığında, böylesi korumayı zaten olanaksız kıl- maktadır. Bununla birlikte kiliseleri gönül rahatlığıyla ca- miye dönüştürebilen, yabancılann yaşadığı semt- leri mimari açısından özgür kılmış olan bir uygar- lığın, günümüzün yıkıcı, yok edici, yapsatçı tutu- muyla hiçbir akrabalık kuramayacağı da çok açık- ttr... Celal Esad'ın tarihçesi bir tanık günümüz için. Yazıldığı yıllarda, belki harabeye dönüştü dönü- şecek bir durumda, ama yine de ayakta kalabil- miş Bizans kılıç artıklan bu seçkin eserde tek tek saptanır. Aradan geçen yüze yakın yılda tarih bilincimi- zin sözümona geliştiği ileri sürülmüsse de, Bizans'm mimari mirası büsbütün yitirilmiş değil midir? Sorun daha da ürkütücü boyutlarafırlamış, ya- kın tarihin sapasağlam "azınlık" mimarisi de usul usul, ama pervasızca ortadan kaldınlmak isten- miştir. Bütün bütüne yiten salt Bizans değildir. Salt "payitaht" İstanbul da değildir. Cumhuriyet Tür- kiyesi'nin kültür başkenti Istanbul'da cumhuriye- tin coşkusunu dile getiren ulusal mimari, birbirin- den incelikli yapılar yerlerini inanılmaz kişiliksiz- likte villa-kondulara, özenti gökdelenlere bırakmak- tadır. Arseven gibi yazarlar, tarihi bir kentin tarihi ya- pılan, anıtlanyla birlikte "yaşadığı" sürece anlam edinebildiklerinin bilincindeydiler. Eski Istanbul'u Istanbulseverlere armağan eden İstanbul Kütüp- hanesi de o yıllarda söz konusu bilincin yeniden nefes almasını istiyordu. Kimbilir nasıl bir sevinç- le yayımlanmıştı kitap. Fakat kaç kişi okudu? Eski Istanbul'laçok "geç" ilgilenildiğinden ya- kınan dostuma o gün Celal Esad Arseven'den ve eserinden söz açmadım... Takvimde tz Bırakan: "ölüm çiçeklehaltında korkuyorum biraz. Gül- lermorlaşıyorperdede. Uykusuzyatağım -ağırel- bise dolabım- saç firketelerim taş gibi durvyor- lar. NE YAPSAM ŞİMDİ?" Sevim Burak, Yanık Saraylar, 1965. Stüdyo Mürikal'den sinema semjneri • KuMr Servisi - Müzik. bale ve dans organizasyonlan yapan Stüdyo Müzikal, 21 Ekim-16 Aralık tarihleri arasında sinema seminerleri düzenliyor. 9 hafta sürecek programda oyunculuk (Derya Alabora), senaryo yazarlığı (Tamer Baran), kamera ve görüntü yönetmenliği (Uğur Içbak), yönetmenlik (Tomris Giritlioğlu), sanat yönetmenliği (M. Ziya Olkenciler), kurgu (Mevlüt Koçak), fîbn müziği (Ömer Ahunbay), genel sinema tarihi (Fırat Sayıcı) dersleri yer ahyor. (225 94 34) K U L T U R ÇİZİK K A M t L M A S A R A C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle