27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 EKİM 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA PAZARTESİ SOYLEŞILERI <s .'•'-' AtıfYılmaz'la Türksineması üzerine bir söyleşi... 'Belleksiz toplumun iki arada bir derede sineması!.. \ Antalya Film Festivali'ndeM arkadaşlara hep gerekçe yayımlamalanm önerdim. Maalesef yaptıramadınu Jüri birfilme neden ödül verdiğini açıklamalı!.. Böylece topluma bakış açılannın, sanat, estetik ve dünya görüşlerinin hesabını da vermiş olurlar... İşte o zaman daha sağlıklı bir tartışma ortamı doğabilir... ) Oyunculanmız hep birbiri gibi oynuyor aslında. Bir dönemde en aşağı 40 çeşit role uygun sinema oyuncusu vardu Bugün medyamn kahramanlarından başka oyuncuyok elimizde!. İlginçtir, son zamanlarda bütün mankenler beyanatlannda "Ah bir sinema yapabilsem " diyor. Ne varsa sinemada!.. ÜMİTZtLELİ tlk filminiz 'Kanlı Feryat'tan bugüne tam 109 film çekriniz. Kendi filmlerinizi nasıl de- ğerlendiriyorsunuz? -Profesyonel sinemacı olunca her zaman iyi film yapmanın imkânı yok. Çünkü geçiminizi bu işten sağlıyorsunuz. Arkadaşlanma da hep söylediğim gibi, bir bakıma Türkiye'nin en kötü filmlerini ben yaptım!.. Ama bunlan yaparken küçümsemedim, mesleğe saygısızlık etmedim. Profesyonelliğin ahlakı gereği, kötü hikâyeleri bile elimden geldîgi kadar iyi çıkarmaya çalış- tım. Kendı seçimlerinizi ise ancak güçlendikçe yapmaya başlıyorsunuz. Son filminiz "Eylül Fırtınası" bir çocuğa yansıyan yönüyle 12 Eylül'ü konu abyor. Na- sıl karar verdiniz bu filme? Habib Bektaş'm 'Gölge Korkusu1 adlı romanı- nı Gaye BorahofJu ile senaryolaştırdık. 12 Ey- lül'ün küçük bir > erleşim biriminde bile bir aile- yi nasıl darmaduman ettiğini anlatmaya çalıştık. İnsanlara o günleri hatırlatmak pek sevimli gel- meyebilir ama... Ântalya Film Festivali'ne de bu fîlmle katıl- dınız. Bildiğim kadarnla fesrivaJin en çok ödül alan yöıetmenisiniz... - Kâh yönetmen, kâh film dalında ödül alan yakJaşık 18-20 filmım var. Bir de "En çok ödûl aian yönetmen" ödülü! Peki sizce Antalya Film Festivali amacma ulaşmış bir festival mi? - Yakın zamana kadar altyapı eksikliklen var- dı. Doğru dürüst bır salon bile yoktu. Festival olsun başka bir kurumsallaşma olsun, bir şey sürekli olunca etkisi de artıyor. Türkiye gibi her şeyin çok çabuk tüketildiği bir ülkede Antalya Film Festivali'nin hâlâ yapılabiliyor olması çok önemlı. Bir ara uluslararası olması yönünde çalış- malar yapılmıştı. Neden gerçekleşmedi? - Çol zor bir şey. 10-15 kişilik bir ekibin bü- tün yıl çalışması gerek. tstanbul Film Festiva- li'ni dnşünün.. Bir yıl çalışıyor, 1 hafta festival , yapıyprlar. 15 fllmle Türk sineması olmaz!... Türk sineması 90'lı yıllarla karşılaştınldı- ğında yeni bir dönem yaşıyor. "Eşkıya"yla başlayıp, "Kahpe Bizans", "Güle Güle" gibi birkaç fîlmle devam eden bir açılım var. Sa- hiden bir umut yeşerdi mi? -Bır sürü genç sinemacı geldi. Yeşim Ustaoğ- lu, Zeki Demirkubuz ve diğer genç arkadaşlar başanlı işler yapıyorlar... Fakat bir ülkede 'sme- ma sektörü var' diyebilmek için. en aşağı yılda 100 film çekilmeli. lçinden de 5 iyi film çıka- bilmelı. Oysa 65 milyonluk Türkiye'de 10-15 film çekiliyor. Aynca bu 100 fihn bir talebe ya- nıt vermeli, alıcısı olmalı. Böyle bir talep artışı da yok. Mesela Kahpe Bizans'a iki buçuk mil- yon kişi giderken, Zekı Demirkubuz'un fılmine de hiç değilse 500 bin kişi gitmeliydi. Maalesef bu olmadı. Ama fılmlerden biri izleyiciyi Türk sinemasına alıştınp çekiyor. öbürii de festıval- lerde Türkiye'yi tanıtıyor... Bu karamsar tabloya karşın 'Eylül Fırtına- sı'nı çekriniz.. - Zara'yı oynatmasaydım yine çekemeyecek- tim. Biriktirdiğim bir miktar param vardı ama yetmedı. L'lus Müzik, kendi stan Zara'nın oyna- ması koşuluyla ortak oldu. Ama büyük şans, çok yetenekli çıkt. Filmlerin bütçesi de eskisinden daha bü- yük sanırun. - Tabii. Örneğin ortanın da altında bütçeli 'Ey- lül Fırtması'nın maliyeti 400 bin dolar civannda. Aşağı yukan işte 230 milyar falan. 'Kahpe Bi- zans 1 tahmin ediyonım bir milyon dolann üstün- de. 'Güle Gük' de sanıyorum en aşağı 600-700 bin dolar civannda. Peki. kaç kişi izlerse, orta bütçeli bir filmin giderleri karşılanır? - Yapılan bir hesaba göre, yapımcıya kişi başı- na 1 dolar 21 cent düşüyormuş. Demek ki, 500 bin kişi girerse 600 bin dolar bütçeli filmin masraflan çıkıyor. Bu hesaba göre Eylül Fırtı- nası'nı 400 bin kişinin izlemesi gerekiyordu. Çok az fikn. giderlerini karşılayabiliyor. Filmin, mesela Antalya Film Festivali'nde birinci olması bir şey değiştiriyor mu? - Def ştiriyor, medyamn o filmin reklamına katkısı oluyor. Tabii izleyiciyi etkiliyor. Siz hıç jüri üyesi olmadınız değil mi? - Ha^ır. Süıemaya girerken hayatım boyunca jüri ü>esi olmamaya karar vermiştim. Bu karan pislige bulaşmamak için hâlâ uyguluyorum... Çdnkû kiraseyi memnun etmenin imkânı yok. Hep jerekçe yayımlamalannı önerdim ama ma- alese yaptıramadım. Jüri bir filme neden ödül verdğini açıklamalı... Birinci filmı neden seç- tik. !>unu niye seçtik, şunu niye seçtik...Bunlann gerekçelerini yazsalar. bir açıdan topluma bakış acıbnnın ve dünya görüşlerinin. sanat göriişleri- nm, estetik görüşlerinin hesabını da vermiş ola- catiar İşte o zaman daha sağlıklı bir tartışma oramı doğabılır. \ntalya Film Festivali'nde her yıl mutlaka br tartışma yaşanıyor... - Her jürinin kültür düzeyi, işte politik görüşü, •ebşmesi, koyu ahlakçı mı, yoksa daha liberal n. oluşuyla ilgili bir şey bu. Mesela bizim "Ge- X. Melek, Bizim Çocuklar" fihni travestilerden bahsettiği için ödül alamamıştı. Halbuki böyle bi- $ey olamaz. Bir sanatçı o ülkenin orospuşu- tıf Yılmaz 1949'dan beri, diğer bir anlatımla Türk sinemasının 'gerçek anlamda', peşpeşe ürünler vermeye başladığından bu yana yönetmen olarak sinemamn içinde... Yılmaz, yanm asırlık gözlem ve tecrübesiyle dünün ve bugünün Türk sinemasını anlattu.. Bir yönetmenin gözüyle bugün için yaptığı değerlendirme ise aslında tüm söyleşinin özetiydi: "Türk sineması vitrin olma özelliğiniyitirdi!..1 ' nun, travestisinin dramını anlatıyorsa, anlatır! Türk sinemasında gerçek anlamda film ça- lışmalarının 1940'ların sonlannda başladığı- nı söyleyebiliriz. Siz de neredeyse aynı \ıllar- da sinemaya girdiniz. O günlerden bugüne neler değişti sizce? -Teknik olarak tabii ki bugüne göre ilkeldi ama sinemaya büyük saygı vardı. Hatırlıyonım. ilk filmlerimden birinde 4 metre ray eksik diye işi paydos ettim. Prodüktör de bana hak verdi. Bugün yönetmenlerin böyle bir şansı olduğunu düşünmüyorum. 4 metre ray için işi bırakamaz- sm. Eğer prodüktörün varsa seni işten atar!.. Makarayı sayılı verirler. bir sahneyi iki de- fa çektirmeziermiş.. Buna benzer sorunlar yaşadınız mı peki? 'Köroğlu' adlı bir film yapıyordum. Prodüktö- rüm Memduh Ün mukaveleye şart koştu: Sayısı- ru hatırlamıyorum ama diyelim ki "60 kutuyla fihn bitecek, fazladan bir kutu bile vermem!.." diye. Tam final sahnesini çekeceğiz, film bitti!.. 60 kutu yetmedi. Çok da önemli bir sahne, fina- li çekmek zorundayız... Fatma Girik de başrolü oynuyor, Memduh Cn'ün sevgilisi... Bir de ls- tanbul'da değiliz; Eskişehir'de çalışıyoruz. Fat- ma'ya dedim ki "Memduh'a telefon etfilmyolla- sm, yoksa kalacağız." "Göndermem," dedı!.. Peki ne yaptınız? -Çekemedik filmi!.. Ama tabii. finalsiz film olur mu? Bu sefer iki mısli masrafla "Hadi gi- din çekin," dedi Memduh Bu kez ben gitme- dim. Filmin sanat yönetmenı Duygu Sağıroğlu gidip çekti 50 lerin filmleri bugün hâlâ izleniyor. Çok eleştirilen bu dönem filmlerini siz bugûn na- sıl değerlendiriyorsunuz? -Bir dönem aydınlanmız ulusal sinemaya çok karşıydı. Halk sanatı olduğu için sinemayı kü- çük görüyorlardı Sen de hatırlarsın, "ezan, me- zartak, zengm kız-fakir oğlan, göbek" falan diye dalga geçtiler bızimle Bugün aynı insanlar. "ya eskiden ne kadar güzel fihn yapıyormuşsunuz" diyorlar. O dönemın filmleri yerel duyarlılığımı- za, kendı kültürümüze daha yakın filmlerdi. Za- ten onun için yapılıyordu. Biçimlenmiş belli bir talep vardı. Biz de o talebe uygun arzda bulunu- yorduk. Yani toplumun istediği ürünü veriyor- duk. Şimdi sinema daha bireysel bir hale geldi. Herkes va kendi sorununu anlatıyor yahut "dış pazara çıkarabilir miyim" diye düşünüyor. Onun için bugün Türk sineması bir arayış döne- mi içinde Bütün bunların yanı sıra televizyon da bir darbe vurdu sanırım.. - Darbe vıırmasından öte, TV bizim asıl seyir- cimiz olan orta sınıf aile>i kaybetmemize neden oldu. Bir yandan eve videolar girdi, öte yandan TV'ler günde 8-10 film göstermeye başladı. 80 öncesinin anarşik ortamıyla birlikte artan eko- nomik sıkıntılar, bu izleyici gnıbunu evine ka- pattı. Asgari ücretin 80 milyon lira olduğu Tür- kiye'de çocuklu bir ailenin sinemaya gidebilme- si, 15-20 milyon harcaması anlamına geliyor. Bu mümkün değil artık. Bugünkü izleyicinin yüzde 70'ini 15-25 yaş arasında, bir kısmı lüm- pen, çoğu öğrenci bir grup oluşturuyor. Bunlar da Amerikan sinemasına, cilalı, ileri teknolojiye yöneliyor. Şimdi hedef kitlemiz belli değil, ki- me film yaptığımızı bilmiyoruz. Bir kısım arka- daşlar da kendilerine film yapıyorlar!.. Yerel olmak şaıt Bir de kimi yönetmenlerimiz "Amerikan tekniğini kullandım. tıpkı Hollywood filmi gi- bi oldu" şeklinde açıklamalar yapıyorlar. O zaman "Türk filmi yapmaya ne gerek var" diye düşünfiyorum! Se dersiniz? - Senin gibi düşünüyorum. Evrensel olabil- menin tek yolu yerel olmaktır. Yoksa taklit et- mekten öteye geçemezsiniz. Kendi kültürünüz- le, sanatınızla dünya kültürüne yeni ufuklar aça- biliyor, üzerine bir taş daha koyabiliyorsanız, si- zi kabul ediyorlar. Çünkü hem dünya kültürüne Yanm asırdır kapanmayanperde...Atıf Yılmaz, 1926 yılında me- mur bir ailenin çocuğu olarak Mersin'de dünyaya geldi. Sinemaya daha çocukluk gün- lerinde merak sarmıştı. Rejisör lakabını aldığında henüz orta- okul öğrencisiydi. -Kim taktı, neden taktı bil- miyorum. 'Rejisör' namı ismi- mln önüne öyle bir yerleşti ki Mersin'de yıllarca öyle anıl- dım... Memur babasıyla birlikte Tür- kiye'nin birçok kentini dolaştı. Herbiri ayn kentte geçen lise ha- yatmı 6 yılda tamamlayabildi. İlk gerçek rejisörlük deneyimi ise lise son sınıfta okurken sah- neye koymaya hazırlandığı 'Kral Oidipus'la hayal kınklığı- na dönüştü. -Çok zor bir oyun seçmiş- tim. Yazık ki sahneye koyanıa- dık. Radyofonik temsil halinde okuduk ve rezil bir şey oldu!.. Üniversiteye girmek üzere {s- tanbul'a geldi. Görünen bu ger- çeğin ötesinde asıl amacı, yanm- da getirdiği senaryoyu filme çe- kebitmekti. Bu kez başarmak is- tiyordu. -Edebiyat hocasının yerdiği kompozisyon ödevi bir İstiklal Savaşı hikâyesiydi. Onu senar- yolaştırdım ve pazarlamak üzere geldim lstanbul'a. Ma- alesef başaramadım. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Mimarhk Bölümü'nü kazana- mayınca Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Aklı akademide kalan Yılmaz, çareyi kaçak öğrenci ol- makta buldu. Akademide gizlice kurduğu dostlukiar, sanat üzeri- ne yapılan uzun tartışmalarla ge- çen yıllar, öğrenci olmadığı an- laşılıp, okula girişi yasaklanana dek sürdü. Yılmaz, okumadığı akademiden kovuldu ama sanat çevresine ilk adımını çoktan at- mıştı. -Akademide ressamlar, ede- biyatçılar ve sinemacılarla ah- bap oldum. Birçok yönetmen ve yapımcının desteğiyle 1949 yılında asistan olarak çalışma- ya başladım. Senede 200-300 filmin çekildiği o günlerde si- nemaya girmek daha kolaydı. Hem bunlan çekecek eJemana ihtiyaç vardı, hem de kültürlü insan sayısı azdı. Biraz oku- muş bir insan hemen ilerleme imkânına sahipti. Bugün çok daha zor!... tki filmde yönetmen yardım- cıhğı yapan Yırnıaz, kısa bir sü- re sonra ilk yönetmenlik teklifi- ni aldı. -1951'de ilk filmimi çektim. Kanlı Feryat' adında berbat bir fimdi bu! ilk filmleri. birer sanat yapıtı değildi belki ama Yılmaz'm bil- gilerini pekiştiren basamaklardı. Yaptığı piyasa dışı denemelerle, Türk sinemasında yeni akımla- nn ortaya çıkmasmı sağladı. Türkiye'nin en çok film çeken yönetmenlerinden biri sayılan Yılmaz, HaHt Refiğ, Yıhnaz Gü- ney, Zeki Ökten, Şerif Gören, Ertem Göreç, \ejad Saydam ve daha birçok yönetmeni sinema- ya kazandırdı. Yönettiği toplum- sal içerikli güldürüler ve kadın sorunlannı işleyen filmleriyle kısa sürede kendi fibnografisini biçimleyen Yılmaz, 80'lerin ya- rattığı apolitik toplumun kimlik arayışını kadın kahramanlar ara- cıhğıyla fılmlerine taşıdı. -Mesela "Dul Bir Kadın" bir büyükelçi karısıdır, ama o da toplumdaki yerini arar. "Kadının AdıYok" iş hayatı- na giren kadımn kimlik arayışı- dır. "Adı Vasfiye" ise kasabah kadının kimlik arayışıdır. "Ah Befinda" yine öyle, bir orta sınıf kadınınm... Birçoğumuz, Yılmaz'm kadı- nın cinsel ve s'osyal özgürlüğü ile sevgi temalannı işleyen film- lerini; Mine'yi. Vasfiye'yi, Asi- ye'yi ya da Düş Gezginleri'ni unutulmazlan arasına koydu. Aslında, sayısız aşkı beyazper- deye yansıtıp izleyenlerin yaşa- mına sızdıran Atıf Yılmaz'ın, yaşamındaki kadınlar da film kahramanlanydı... Birçok filmi- nin senaristi olan Ayşe Şasa ve oyuncu Nurhan Nur'un ardından yine bir oyuncu olan Deniz Tür- kali ile evlendi... Yılmaz, De- niz'le hâlâ süren evliliği için en yakın arkadaşımn kızını baştan çıkarmak gibi bir sorunu aşmak zorunda kaimıştı!. -Vedat Türkali ile çok eski arkadaşız. O nedenie Dentz'i 13-14 yaşlanndan tanırım. tn- giltere'ye gittikten sonra uzun süre karşılaşmadık. Bir gün gazetede resmini gördüm. Çok gûzeldi!.. Bir süre telefonlaş- tıktan sonra, flört etmeye baş- ladık. Vedat, dünya görüşü olarak Türk erkeği aslında. Başkasının kızı olsa mutlaka desteklerdi. Ama kendi kızı olunca iş değişiyor tabii!.. Be- nimle konuşmasına karşın De- niz'le uzun süre küs kaldılar. Taa ki evlenene kadar... 'Kadın filmleri yönetmeni' olarak anılmaya başlayan Yıl- maz'm filmlerindeki kadmlan kimlik bunahmmdan çıkarıp, başkaldınyla beslemesine, De- niz Türkali ile biriikteliği de et- ken oldu. -Deniz'in feminist bir çevre- si vardı. Evde toplanıp kadın- lardan söz ederler, tartışırlar- dı. İster isremez siz de etkileni- yor ve kadının dramına ortak oluyorsunuz... Bu yıl 37 si düzenlenen Antal- ya Film Festivaline 109. filmi 'Eylül Fırtınası' ile katılan Atıf Yıhnaz, 74 yıllık yaşamma sayı- sız ödül sığdırdı. Bugünlerde Türgut Özakman'm 'Romantika' adlı kitabı üzerinde çalışıyor. > Bir dönem aydınlanmız ulusal sinemaya^ karşıydu Halk sanatı olduğu için e sinemayı küçükgörüyor, ezan, mezarlık,' zengin kız-fakir oğlan, göbek' diye dalga geçiyorlardu Aynı insanlar bugün, "Eskiden ne kadar güzel film yapıyormuşsunuz"diyor. Çünkü o döneminfilmleri yerel duyarlılığımıza, kendi kültürümüze dahayakın filmlerdi.. hem kendi kültürünüze ılavede bulunmuş olu- yorsunuz. Onun için de temel şart yerel olmak. Bütün sanatlarda coğrafyanın, iklimin. geçmiş kültürün vs. genel bir belirleyiciliği var. Bir ln- giliz Turner, Picasso gibi resim yapamıvor. Çün- kü Ispanya'nın iklimi, renkleri farklı, Lond- ra'nın sisli havası farklı. Şimdi bir Almana Felli- ni gibi film yaptırmak mümkün değil. Sen de çektiğin Türk filmine "acaba nerenin filmi?" dedirtip, izletebiliyor, beğendirebiliyorsan önemli bir şey yapmış oluyorsun. Şu anda lran sinemasının, Çin'in ya da Tayvan'ın yaptığı gibi. Ama bizimki iki arada bir derede bir kültür za- ten.. 'Küçük Amerika olacağız' dediğimizden bu yana kendimize gelemedik galiba. Sine- mamn bu kadar tökezlemesinin altında. 80 sonrasının edilgen toplumunun da pavı var herhalde. - Gayet tabii. Toplum dinamikse her şev dina- mik hale geliyor. 12 Eylül'den sonra, hem yasa- larla hem çeşitli baskı unsurlanyla toplum depo- litize edildi. Özellikle gençlik... Gazetelerde okudum, Ankara Üniversitesi'nden 4-5 genç ka- merayı alıp 15-25 yaş genç grubuna 12 Eylül'ü soruyorlar ve hiçbirı bılmıyor!.. Bırı "Evren başbakandı' diyor, öbürü 'sol bir devrimdi!.." Bir kısmı ise hiç hatırlamıyor. Tabii bu kadar bel- leksiz bir ülkede sanat yapmak da çok zor Bak- sanıza 12 Eylül'le 250 fılmden 15 filme gerile- dik. Ben Eylül Fırtınası'ndan çok umutluydum ama sadece 130 bin kışı ızledi. 12 Eylül'ü bilen kuşak filmi çok beğendi, hakkında güzel yazılar yayımlandı. Kimi arkadaşlanm "senin en iyi fil- mhı" diyorlar. Fakat mesela toplumdan o ılgiyi görmedi. Bugünkü seyircı 12 Eylül'le ilgilenme- diği için, biz yanlış bir şey yapmışız, yanı >anlış bir değerlendirmeyle işe girmişiz diye düşünü- yorum!.. Aslında 12 Eylül'ü ve onunla gelen apolitik süreci yaratanlann yanlışı bu ama so- nuçlannı biz yaşıyoruz. "Kadın filmleri yönetmeni" lakabını alnıa- nız da 12 Eylül sonrasına rastlıyor...Bu biraz da zorlama bir yöneliş mi acaba? - Onun da etkisi var. Tabii insanın ilgı alanı da zamanla değişiyor. Deniz'le evlendıkten sonra feminist bir çevreye girdim. Ama "kadın filmle- ri" tanımı yanlış. Ben Türkiye'nın sorunlannı kadın kahramanlar aracılığıyla anlatmava çalış- tım. O filmlerin ortak teması Türkiye'de kimlik arayışı. Yoğun göç yaşayan, "toplumdaki yerim nedir?" sorusunun yanıtını bulamayan Türki- ye'deki her katmanın kimhk arayışını işleyen filmlerdir hepsi. Ama hep ana karakter kadındır o filmler- de.. - Onun nedeni. erkeklerin kadınlar kadar dram kişisi olmaması. Erkekler yasalar ve örf- ler-âdetlerle donanımlı olarak dünyaya geliyor- lar. Kadınlarsa bir sürü haktan yoksunlar ve top- lum içinde var olma mücadelesi veriyorlar. Bir kısmı, kırsal kesimden geliyor, kentin varoşları- na yerleşiyor. Kimi hizmetçı. kimi orospu olu- yor. Kimi fabrikaya girip bilinçleniyor. işçi sını- fuıa dahil oluyor. Türkiye'deki oyuncuları nasıl buluyorsu- nuz? Popüler sinema, genellikle TV'lere. magazıne yansıyan, ismi biraz duyulan kim varsa ona yö- neliyor. Ya da bol dedikodularla gündemde olanlardan yararlanarak insanlan sinemaya çek- meye çahşıyorlar. tçinden çok yetenekli insanlar da çıkabiliyor. Ben herkesin mutlaka konserva- tuvara gitmesi gerektiğini söylemiyorum. Türki- ye'de oyunculuk yakın zamana kadar prototipler üzerineydi. Oyunculuk birey olup olmamakla çok ilintili bir iş. Birey olmak kendıni tanımak. vücudunu tanımak, vücudundan utanmamak, dünyayla rahat hesaplaşmak gibi aşamalardan geçmeyi gerektiriyor... Böyle olunca da oyuncu- lanmız hep birbiri gibi oynuyorlar aslında En büyük tehlike de o galiba.. Geçmışte de öyleydi. Fatma Girik erkek-ka- dın'ı temsil ediyordu; Hülya Koçyiğit boynu bü- kük, ezilen kadını, Türkan cinsiyeti olan-ezilen kadını. Birtakım prototipler vardı, onları tekrar- lıyorlardı. Ama iletişim araçlan gelişti, o süreç de ister istemez değişecek. insanlar artık o pro- totiplerden kurtulup karakter olmaya. farklı ol- maya, psikolojileri olan kahramanlar olmaya ça- lışıyorlar. Bu noktada bir kısmı başanlı oldu. bir kısmı olamadı. Bir dönemde en aşağı 40 çeşit role uygun sinema oyuncusu vardı. Bugün ma- alesef medyamn kahramanlanndan başka oyun- cu yok elimizde!.. Hiç olmazsa rekJamı yapılnıış hazır bir kişi olduğu için mi? - Türkan gibi, Fatma gibi, Hülya gibi. Zuhal Oteay ya da Hülya Avşar gibi bu işte iyi yetiş- miş, iyi eserler vermiş oyuncu arkadaşlar var. Şimdi seçtiğin kişiiiğe uygun doğru dürüst oyuncu bulamıyorsunuz. Üç-beş tane adam kal- mış sinemada. Eskiden çok alternatif vardı. Si- nema ünlü olmak isteyen insanlar için vitrindi. O vasfirn kaybedince ünlü olmak. zengin koca bulmak, para kazanmak için bu işe girmek iste- yenler ya televizyona gidiyor ya manken oluyor! Artık proje ve yönetmen daha önemli olmaya başladı...Bir de altında medyamn şişirdiği insan- lann olması önemli olmaya başladı. Artık film yaparken, asistan bulmak. set işçisi bulmak da sorun. Hepsi dizilerde çalışıyor, daha çok para kazanıyorlar...Fakat ilginçtir. son zamanlarda bütün mankenler beyanatlannda "Ah bir sinema yapabilsem" diyor. Ne varsa sinemada' .
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle