Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 EKİM 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
PAZARTESİ SOYLEŞILERI
<s
.'•'-' AtıfYılmaz'la Türksineması üzerine bir söyleşi...
'Belleksiz toplumun iki arada bir derede sineması!..
\ Antalya Film Festivali'ndeM
arkadaşlara hep gerekçe
yayımlamalanm önerdim. Maalesef
yaptıramadınu Jüri birfilme neden
ödül verdiğini açıklamalı!.. Böylece
topluma bakış açılannın, sanat,
estetik ve dünya görüşlerinin hesabını
da vermiş olurlar... İşte o zaman daha
sağlıklı bir tartışma ortamı doğabilir...
) Oyunculanmız hep birbiri gibi
oynuyor aslında. Bir dönemde en aşağı
40 çeşit role uygun sinema oyuncusu
vardu Bugün medyamn
kahramanlarından başka oyuncuyok
elimizde!. İlginçtir, son zamanlarda
bütün mankenler beyanatlannda
"Ah bir sinema yapabilsem " diyor.
Ne varsa sinemada!..
ÜMİTZtLELİ
tlk filminiz 'Kanlı Feryat'tan bugüne tam
109 film çekriniz. Kendi filmlerinizi nasıl de-
ğerlendiriyorsunuz?
-Profesyonel sinemacı olunca her zaman iyi
film yapmanın imkânı yok. Çünkü geçiminizi
bu işten sağlıyorsunuz. Arkadaşlanma da hep
söylediğim gibi, bir bakıma Türkiye'nin en kötü
filmlerini ben yaptım!.. Ama bunlan yaparken
küçümsemedim, mesleğe saygısızlık etmedim.
Profesyonelliğin ahlakı gereği, kötü hikâyeleri
bile elimden geldîgi kadar iyi çıkarmaya çalış-
tım. Kendı seçimlerinizi ise ancak güçlendikçe
yapmaya başlıyorsunuz.
Son filminiz "Eylül Fırtınası" bir çocuğa
yansıyan yönüyle 12 Eylül'ü konu abyor. Na-
sıl karar verdiniz bu filme?
Habib Bektaş'm 'Gölge Korkusu1
adlı romanı-
nı Gaye BorahofJu ile senaryolaştırdık. 12 Ey-
lül'ün küçük bir > erleşim biriminde bile bir aile-
yi nasıl darmaduman ettiğini anlatmaya çalıştık.
İnsanlara o günleri hatırlatmak pek sevimli gel-
meyebilir ama...
Ântalya Film Festivali'ne de bu fîlmle katıl-
dınız. Bildiğim kadarnla fesrivaJin en çok
ödül alan yöıetmenisiniz...
- Kâh yönetmen, kâh film dalında ödül alan
yakJaşık 18-20 filmım var. Bir de "En çok ödûl
aian yönetmen" ödülü!
Peki sizce Antalya Film Festivali amacma
ulaşmış bir festival mi?
- Yakın zamana kadar altyapı eksikliklen var-
dı. Doğru dürüst bır salon bile yoktu. Festival
olsun başka bir kurumsallaşma olsun, bir şey
sürekli olunca etkisi de artıyor. Türkiye gibi her
şeyin çok çabuk tüketildiği bir ülkede Antalya
Film Festivali'nin hâlâ yapılabiliyor olması çok
önemlı.
Bir ara uluslararası olması yönünde çalış-
malar yapılmıştı. Neden gerçekleşmedi?
- Çol zor bir şey. 10-15 kişilik bir ekibin bü-
tün yıl çalışması gerek. tstanbul Film Festiva-
li'ni dnşünün.. Bir yıl çalışıyor, 1 hafta festival
, yapıyprlar.
15 fllmle Türk sineması
olmaz!...
Türk sineması 90'lı yıllarla karşılaştınldı-
ğında yeni bir dönem yaşıyor. "Eşkıya"yla
başlayıp, "Kahpe Bizans", "Güle Güle" gibi
birkaç fîlmle devam eden bir açılım var. Sa-
hiden bir umut yeşerdi mi?
-Bır sürü genç sinemacı geldi. Yeşim Ustaoğ-
lu, Zeki Demirkubuz ve diğer genç arkadaşlar
başanlı işler yapıyorlar... Fakat bir ülkede 'sme-
ma sektörü var' diyebilmek için. en aşağı yılda
100 film çekilmeli. lçinden de 5 iyi film çıka-
bilmelı. Oysa 65 milyonluk Türkiye'de 10-15
film çekiliyor. Aynca bu 100 fihn bir talebe ya-
nıt vermeli, alıcısı olmalı. Böyle bir talep artışı
da yok. Mesela Kahpe Bizans'a iki buçuk mil-
yon kişi giderken, Zekı Demirkubuz'un fılmine
de hiç değilse 500 bin kişi gitmeliydi. Maalesef
bu olmadı. Ama fılmlerden biri izleyiciyi Türk
sinemasına alıştınp çekiyor. öbürii de festıval-
lerde Türkiye'yi tanıtıyor...
Bu karamsar tabloya karşın 'Eylül Fırtına-
sı'nı çekriniz..
- Zara'yı oynatmasaydım yine çekemeyecek-
tim. Biriktirdiğim bir miktar param vardı ama
yetmedı. L'lus Müzik, kendi stan Zara'nın oyna-
ması koşuluyla ortak oldu. Ama büyük şans,
çok yetenekli çıkt.
Filmlerin bütçesi de eskisinden daha bü-
yük sanırun.
- Tabii. Örneğin ortanın da altında bütçeli 'Ey-
lül Fırtması'nın maliyeti 400 bin dolar civannda.
Aşağı yukan işte 230 milyar falan. 'Kahpe Bi-
zans
1
tahmin ediyonım bir milyon dolann üstün-
de. 'Güle Gük' de sanıyorum en aşağı 600-700
bin dolar civannda.
Peki. kaç kişi izlerse, orta bütçeli bir filmin
giderleri karşılanır?
- Yapılan bir hesaba göre, yapımcıya kişi başı-
na 1 dolar 21 cent düşüyormuş. Demek ki, 500
bin kişi girerse 600 bin dolar bütçeli filmin
masraflan çıkıyor. Bu hesaba göre Eylül Fırtı-
nası'nı 400 bin kişinin izlemesi gerekiyordu.
Çok az fikn. giderlerini karşılayabiliyor.
Filmin, mesela Antalya Film Festivali'nde
birinci olması bir şey değiştiriyor mu?
- Def ştiriyor, medyamn o filmin reklamına
katkısı oluyor. Tabii izleyiciyi etkiliyor.
Siz hıç jüri üyesi olmadınız değil mi?
- Ha^ır. Süıemaya girerken hayatım boyunca
jüri ü>esi olmamaya karar vermiştim. Bu karan
pislige bulaşmamak için hâlâ uyguluyorum...
Çdnkû kiraseyi memnun etmenin imkânı yok.
Hep jerekçe yayımlamalannı önerdim ama ma-
alese yaptıramadım. Jüri bir filme neden ödül
verdğini açıklamalı... Birinci filmı neden seç-
tik. !>unu niye seçtik, şunu niye seçtik...Bunlann
gerekçelerini yazsalar. bir açıdan topluma bakış
acıbnnın ve dünya görüşlerinin. sanat göriişleri-
nm, estetik görüşlerinin hesabını da vermiş ola-
catiar İşte o zaman daha sağlıklı bir tartışma
oramı doğabılır.
\ntalya Film Festivali'nde her yıl mutlaka
br tartışma yaşanıyor...
- Her jürinin kültür düzeyi, işte politik görüşü,
•ebşmesi, koyu ahlakçı mı, yoksa daha liberal
n. oluşuyla ilgili bir şey bu. Mesela bizim "Ge-
X. Melek, Bizim Çocuklar" fihni travestilerden
bahsettiği için ödül alamamıştı. Halbuki böyle
bi- $ey olamaz. Bir sanatçı o ülkenin orospuşu-
tıf Yılmaz 1949'dan beri, diğer bir anlatımla Türk sinemasının 'gerçek anlamda', peşpeşe
ürünler vermeye başladığından bu yana yönetmen olarak sinemamn içinde... Yılmaz,
yanm asırlık gözlem ve tecrübesiyle dünün ve bugünün Türk sinemasını anlattu.. Bir
yönetmenin gözüyle bugün için yaptığı değerlendirme ise aslında tüm söyleşinin özetiydi:
"Türk sineması vitrin olma özelliğiniyitirdi!..1
'
nun, travestisinin dramını anlatıyorsa, anlatır!
Türk sinemasında gerçek anlamda film ça-
lışmalarının 1940'ların sonlannda başladığı-
nı söyleyebiliriz. Siz de neredeyse aynı \ıllar-
da sinemaya girdiniz. O günlerden bugüne
neler değişti sizce?
-Teknik olarak tabii ki bugüne göre ilkeldi
ama sinemaya büyük saygı vardı. Hatırlıyonım.
ilk filmlerimden birinde 4 metre ray eksik diye
işi paydos ettim. Prodüktör de bana hak verdi.
Bugün yönetmenlerin böyle bir şansı olduğunu
düşünmüyorum. 4 metre ray için işi bırakamaz-
sm. Eğer prodüktörün varsa seni işten atar!..
Makarayı sayılı verirler. bir sahneyi iki de-
fa çektirmeziermiş.. Buna benzer sorunlar
yaşadınız mı peki?
'Köroğlu' adlı bir film yapıyordum. Prodüktö-
rüm Memduh Ün mukaveleye şart koştu: Sayısı-
ru hatırlamıyorum ama diyelim ki "60 kutuyla
fihn bitecek, fazladan bir kutu bile vermem!.."
diye. Tam final sahnesini çekeceğiz, film bitti!..
60 kutu yetmedi. Çok da önemli bir sahne, fina-
li çekmek zorundayız... Fatma Girik de başrolü
oynuyor, Memduh Cn'ün sevgilisi... Bir de ls-
tanbul'da değiliz; Eskişehir'de çalışıyoruz. Fat-
ma'ya dedim ki "Memduh'a telefon etfilmyolla-
sm, yoksa kalacağız." "Göndermem," dedı!..
Peki ne yaptınız?
-Çekemedik filmi!.. Ama tabii. finalsiz film
olur mu? Bu sefer iki mısli masrafla "Hadi gi-
din çekin," dedi Memduh Bu kez ben gitme-
dim. Filmin sanat yönetmenı Duygu Sağıroğlu
gidip çekti
50 lerin filmleri bugün hâlâ izleniyor. Çok
eleştirilen bu dönem filmlerini siz bugûn na-
sıl değerlendiriyorsunuz?
-Bir dönem aydınlanmız ulusal sinemaya çok
karşıydı. Halk sanatı olduğu için sinemayı kü-
çük görüyorlardı Sen de hatırlarsın, "ezan, me-
zartak, zengm kız-fakir oğlan, göbek" falan diye
dalga geçtiler bızimle Bugün aynı insanlar. "ya
eskiden ne kadar güzel fihn yapıyormuşsunuz"
diyorlar. O dönemın filmleri yerel duyarlılığımı-
za, kendı kültürümüze daha yakın filmlerdi. Za-
ten onun için yapılıyordu. Biçimlenmiş belli bir
talep vardı. Biz de o talebe uygun arzda bulunu-
yorduk. Yani toplumun istediği ürünü veriyor-
duk. Şimdi sinema daha bireysel bir hale geldi.
Herkes va kendi sorununu anlatıyor yahut "dış
pazara çıkarabilir miyim" diye düşünüyor.
Onun için bugün Türk sineması bir arayış döne-
mi içinde
Bütün bunların yanı sıra televizyon da bir
darbe vurdu sanırım..
- Darbe vıırmasından öte, TV bizim asıl seyir-
cimiz olan orta sınıf aile>i kaybetmemize neden
oldu. Bir yandan eve videolar girdi, öte yandan
TV'ler günde 8-10 film göstermeye başladı. 80
öncesinin anarşik ortamıyla birlikte artan eko-
nomik sıkıntılar, bu izleyici gnıbunu evine ka-
pattı. Asgari ücretin 80 milyon lira olduğu Tür-
kiye'de çocuklu bir ailenin sinemaya gidebilme-
si, 15-20 milyon harcaması anlamına geliyor.
Bu mümkün değil artık. Bugünkü izleyicinin
yüzde 70'ini 15-25 yaş arasında, bir kısmı lüm-
pen, çoğu öğrenci bir grup oluşturuyor. Bunlar
da Amerikan sinemasına, cilalı, ileri teknolojiye
yöneliyor. Şimdi hedef kitlemiz belli değil, ki-
me film yaptığımızı bilmiyoruz. Bir kısım arka-
daşlar da kendilerine film yapıyorlar!..
Yerel olmak şaıt
Bir de kimi yönetmenlerimiz "Amerikan
tekniğini kullandım. tıpkı Hollywood filmi gi-
bi oldu" şeklinde açıklamalar yapıyorlar. O
zaman "Türk filmi yapmaya ne gerek var"
diye düşünfiyorum! Se dersiniz?
- Senin gibi düşünüyorum. Evrensel olabil-
menin tek yolu yerel olmaktır. Yoksa taklit et-
mekten öteye geçemezsiniz. Kendi kültürünüz-
le, sanatınızla dünya kültürüne yeni ufuklar aça-
biliyor, üzerine bir taş daha koyabiliyorsanız, si-
zi kabul ediyorlar. Çünkü hem dünya kültürüne
Yanm asırdır kapanmayanperde...Atıf Yılmaz, 1926 yılında me-
mur bir ailenin çocuğu olarak
Mersin'de dünyaya geldi.
Sinemaya daha çocukluk gün-
lerinde merak sarmıştı. Rejisör
lakabını aldığında henüz orta-
okul öğrencisiydi.
-Kim taktı, neden taktı bil-
miyorum. 'Rejisör' namı ismi-
mln önüne öyle bir yerleşti ki
Mersin'de yıllarca öyle anıl-
dım...
Memur babasıyla birlikte Tür-
kiye'nin birçok kentini dolaştı.
Herbiri ayn kentte geçen lise ha-
yatmı 6 yılda tamamlayabildi.
İlk gerçek rejisörlük deneyimi
ise lise son sınıfta okurken sah-
neye koymaya hazırlandığı
'Kral Oidipus'la hayal kınklığı-
na dönüştü.
-Çok zor bir oyun seçmiş-
tim. Yazık ki sahneye koyanıa-
dık. Radyofonik temsil halinde
okuduk ve rezil bir şey oldu!..
Üniversiteye girmek üzere {s-
tanbul'a geldi. Görünen bu ger-
çeğin ötesinde asıl amacı, yanm-
da getirdiği senaryoyu filme çe-
kebitmekti. Bu kez başarmak is-
tiyordu.
-Edebiyat hocasının yerdiği
kompozisyon ödevi bir İstiklal
Savaşı hikâyesiydi. Onu senar-
yolaştırdım ve pazarlamak
üzere geldim lstanbul'a. Ma-
alesef başaramadım.
Güzel Sanatlar Akademisi'nin
Mimarhk Bölümü'nü kazana-
mayınca Hukuk Fakültesi'ne
kaydoldu. Aklı akademide kalan
Yılmaz, çareyi kaçak öğrenci ol-
makta buldu. Akademide gizlice
kurduğu dostlukiar, sanat üzeri-
ne yapılan uzun tartışmalarla ge-
çen yıllar, öğrenci olmadığı an-
laşılıp, okula girişi yasaklanana
dek sürdü. Yılmaz, okumadığı
akademiden kovuldu ama sanat
çevresine ilk adımını çoktan at-
mıştı.
-Akademide ressamlar, ede-
biyatçılar ve sinemacılarla ah-
bap oldum. Birçok yönetmen
ve yapımcının desteğiyle 1949
yılında asistan olarak çalışma-
ya başladım. Senede 200-300
filmin çekildiği o günlerde si-
nemaya girmek daha kolaydı.
Hem bunlan çekecek eJemana
ihtiyaç vardı, hem de kültürlü
insan sayısı azdı. Biraz oku-
muş bir insan hemen ilerleme
imkânına sahipti. Bugün çok
daha zor!...
tki filmde yönetmen yardım-
cıhğı yapan Yırnıaz, kısa bir sü-
re sonra ilk yönetmenlik teklifi-
ni aldı.
-1951'de ilk filmimi çektim.
Kanlı Feryat' adında berbat
bir fimdi bu!
ilk filmleri. birer sanat yapıtı
değildi belki ama Yılmaz'm bil-
gilerini pekiştiren basamaklardı.
Yaptığı piyasa dışı denemelerle,
Türk sinemasında yeni akımla-
nn ortaya çıkmasmı sağladı.
Türkiye'nin en çok film çeken
yönetmenlerinden biri sayılan
Yılmaz, HaHt Refiğ, Yıhnaz Gü-
ney, Zeki Ökten, Şerif Gören,
Ertem Göreç, \ejad Saydam ve
daha birçok yönetmeni sinema-
ya kazandırdı. Yönettiği toplum-
sal içerikli güldürüler ve kadın
sorunlannı işleyen filmleriyle
kısa sürede kendi fibnografisini
biçimleyen Yılmaz, 80'lerin ya-
rattığı apolitik toplumun kimlik
arayışını kadın kahramanlar ara-
cıhğıyla fılmlerine taşıdı.
-Mesela "Dul Bir Kadın"
bir büyükelçi karısıdır, ama o
da toplumdaki yerini arar.
"Kadının AdıYok" iş hayatı-
na giren kadımn kimlik arayışı-
dır. "Adı Vasfiye" ise kasabah
kadının kimlik arayışıdır. "Ah
Befinda" yine öyle, bir orta sınıf
kadınınm...
Birçoğumuz, Yılmaz'm kadı-
nın cinsel ve s'osyal özgürlüğü
ile sevgi temalannı işleyen film-
lerini; Mine'yi. Vasfiye'yi, Asi-
ye'yi ya da Düş Gezginleri'ni
unutulmazlan arasına koydu.
Aslında, sayısız aşkı beyazper-
deye yansıtıp izleyenlerin yaşa-
mına sızdıran Atıf Yılmaz'ın,
yaşamındaki kadınlar da film
kahramanlanydı... Birçok filmi-
nin senaristi olan Ayşe Şasa ve
oyuncu Nurhan Nur'un ardından
yine bir oyuncu olan Deniz Tür-
kali ile evlendi... Yılmaz, De-
niz'le hâlâ süren evliliği için en
yakın arkadaşımn kızını baştan
çıkarmak gibi bir sorunu aşmak
zorunda kaimıştı!.
-Vedat Türkali ile çok eski
arkadaşız. O nedenie Dentz'i
13-14 yaşlanndan tanırım. tn-
giltere'ye gittikten sonra uzun
süre karşılaşmadık. Bir gün
gazetede resmini gördüm. Çok
gûzeldi!.. Bir süre telefonlaş-
tıktan sonra, flört etmeye baş-
ladık. Vedat, dünya görüşü
olarak Türk erkeği aslında.
Başkasının kızı olsa mutlaka
desteklerdi. Ama kendi kızı
olunca iş değişiyor tabii!.. Be-
nimle konuşmasına karşın De-
niz'le uzun süre küs kaldılar.
Taa ki evlenene kadar...
'Kadın filmleri yönetmeni'
olarak anılmaya başlayan Yıl-
maz'm filmlerindeki kadmlan
kimlik bunahmmdan çıkarıp,
başkaldınyla beslemesine, De-
niz Türkali ile biriikteliği de et-
ken oldu.
-Deniz'in feminist bir çevre-
si vardı. Evde toplanıp kadın-
lardan söz ederler, tartışırlar-
dı. İster isremez siz de etkileni-
yor ve kadının dramına ortak
oluyorsunuz...
Bu yıl 37 si düzenlenen Antal-
ya Film Festivaline 109. filmi
'Eylül Fırtınası' ile katılan Atıf
Yıhnaz, 74 yıllık yaşamma sayı-
sız ödül sığdırdı. Bugünlerde
Türgut Özakman'm 'Romantika'
adlı kitabı üzerinde çalışıyor.
> Bir dönem aydınlanmız ulusal sinemaya^
karşıydu Halk sanatı olduğu için e
sinemayı küçükgörüyor, ezan, mezarlık,'
zengin kız-fakir oğlan, göbek' diye dalga
geçiyorlardu Aynı insanlar bugün,
"Eskiden ne kadar güzel film
yapıyormuşsunuz"diyor. Çünkü o
döneminfilmleri yerel duyarlılığımıza,
kendi kültürümüze dahayakın filmlerdi..
hem kendi kültürünüze ılavede bulunmuş olu-
yorsunuz. Onun için de temel şart yerel olmak.
Bütün sanatlarda coğrafyanın, iklimin. geçmiş
kültürün vs. genel bir belirleyiciliği var. Bir ln-
giliz Turner, Picasso gibi resim yapamıvor. Çün-
kü Ispanya'nın iklimi, renkleri farklı, Lond-
ra'nın sisli havası farklı. Şimdi bir Almana Felli-
ni gibi film yaptırmak mümkün değil. Sen de
çektiğin Türk filmine "acaba nerenin filmi?"
dedirtip, izletebiliyor, beğendirebiliyorsan
önemli bir şey yapmış oluyorsun. Şu anda lran
sinemasının, Çin'in ya da Tayvan'ın yaptığı gibi.
Ama bizimki iki arada bir derede bir kültür za-
ten..
'Küçük Amerika olacağız' dediğimizden
bu yana kendimize gelemedik galiba. Sine-
mamn bu kadar tökezlemesinin altında. 80
sonrasının edilgen toplumunun da pavı var
herhalde.
- Gayet tabii. Toplum dinamikse her şev dina-
mik hale geliyor. 12 Eylül'den sonra, hem yasa-
larla hem çeşitli baskı unsurlanyla toplum depo-
litize edildi. Özellikle gençlik... Gazetelerde
okudum, Ankara Üniversitesi'nden 4-5 genç ka-
merayı alıp 15-25 yaş genç grubuna 12 Eylül'ü
soruyorlar ve hiçbirı bılmıyor!.. Bırı "Evren
başbakandı' diyor, öbürü 'sol bir devrimdi!.." Bir
kısmı ise hiç hatırlamıyor. Tabii bu kadar bel-
leksiz bir ülkede sanat yapmak da çok zor Bak-
sanıza 12 Eylül'le 250 fılmden 15 filme gerile-
dik. Ben Eylül Fırtınası'ndan çok umutluydum
ama sadece 130 bin kışı ızledi. 12 Eylül'ü bilen
kuşak filmi çok beğendi, hakkında güzel yazılar
yayımlandı. Kimi arkadaşlanm "senin en iyi fil-
mhı" diyorlar. Fakat mesela toplumdan o ılgiyi
görmedi. Bugünkü seyircı 12 Eylül'le ilgilenme-
diği için, biz yanlış bir şey yapmışız, yanı >anlış
bir değerlendirmeyle işe girmişiz diye düşünü-
yorum!.. Aslında 12 Eylül'ü ve onunla gelen
apolitik süreci yaratanlann yanlışı bu ama so-
nuçlannı biz yaşıyoruz.
"Kadın filmleri yönetmeni" lakabını alnıa-
nız da 12 Eylül sonrasına rastlıyor...Bu biraz
da zorlama bir yöneliş mi acaba?
- Onun da etkisi var. Tabii insanın ilgı alanı da
zamanla değişiyor. Deniz'le evlendıkten sonra
feminist bir çevreye girdim. Ama "kadın filmle-
ri" tanımı yanlış. Ben Türkiye'nın sorunlannı
kadın kahramanlar aracılığıyla anlatmava çalış-
tım.
O filmlerin ortak teması Türkiye'de kimlik
arayışı. Yoğun göç yaşayan, "toplumdaki yerim
nedir?" sorusunun yanıtını bulamayan Türki-
ye'deki her katmanın kimhk arayışını işleyen
filmlerdir hepsi.
Ama hep ana karakter kadındır o filmler-
de..
- Onun nedeni. erkeklerin kadınlar kadar
dram kişisi olmaması. Erkekler yasalar ve örf-
ler-âdetlerle donanımlı olarak dünyaya geliyor-
lar. Kadınlarsa bir sürü haktan yoksunlar ve top-
lum içinde var olma mücadelesi veriyorlar. Bir
kısmı, kırsal kesimden geliyor, kentin varoşları-
na yerleşiyor. Kimi hizmetçı. kimi orospu olu-
yor. Kimi fabrikaya girip bilinçleniyor. işçi sını-
fuıa dahil oluyor.
Türkiye'deki oyuncuları nasıl buluyorsu-
nuz?
Popüler sinema, genellikle TV'lere. magazıne
yansıyan, ismi biraz duyulan kim varsa ona yö-
neliyor. Ya da bol dedikodularla gündemde
olanlardan yararlanarak insanlan sinemaya çek-
meye çahşıyorlar. tçinden çok yetenekli insanlar
da çıkabiliyor. Ben herkesin mutlaka konserva-
tuvara gitmesi gerektiğini söylemiyorum. Türki-
ye'de oyunculuk yakın zamana kadar prototipler
üzerineydi. Oyunculuk birey olup olmamakla
çok ilintili bir iş. Birey olmak kendıni tanımak.
vücudunu tanımak, vücudundan utanmamak,
dünyayla rahat hesaplaşmak gibi aşamalardan
geçmeyi gerektiriyor... Böyle olunca da oyuncu-
lanmız hep birbiri gibi oynuyorlar aslında
En büyük tehlike de o galiba..
Geçmışte de öyleydi. Fatma Girik erkek-ka-
dın'ı temsil ediyordu; Hülya Koçyiğit boynu bü-
kük, ezilen kadını, Türkan cinsiyeti olan-ezilen
kadını. Birtakım prototipler vardı, onları tekrar-
lıyorlardı. Ama iletişim araçlan gelişti, o süreç
de ister istemez değişecek. insanlar artık o pro-
totiplerden kurtulup karakter olmaya. farklı ol-
maya, psikolojileri olan kahramanlar olmaya ça-
lışıyorlar. Bu noktada bir kısmı başanlı oldu. bir
kısmı olamadı. Bir dönemde en aşağı 40 çeşit
role uygun sinema oyuncusu vardı. Bugün ma-
alesef medyamn kahramanlanndan başka oyun-
cu yok elimizde!..
Hiç olmazsa rekJamı yapılnıış hazır bir kişi
olduğu için mi?
- Türkan gibi, Fatma gibi, Hülya gibi. Zuhal
Oteay ya da Hülya Avşar gibi bu işte iyi yetiş-
miş, iyi eserler vermiş oyuncu arkadaşlar var.
Şimdi seçtiğin kişiiiğe uygun doğru dürüst
oyuncu bulamıyorsunuz. Üç-beş tane adam kal-
mış sinemada. Eskiden çok alternatif vardı. Si-
nema ünlü olmak isteyen insanlar için vitrindi.
O vasfirn kaybedince ünlü olmak. zengin koca
bulmak, para kazanmak için bu işe girmek iste-
yenler ya televizyona gidiyor ya manken oluyor!
Artık proje ve yönetmen daha önemli olmaya
başladı...Bir de altında medyamn şişirdiği insan-
lann olması önemli olmaya başladı. Artık film
yaparken, asistan bulmak. set işçisi bulmak da
sorun. Hepsi dizilerde çalışıyor, daha çok para
kazanıyorlar...Fakat ilginçtir. son zamanlarda
bütün mankenler beyanatlannda "Ah bir sinema
yapabilsem" diyor. Ne varsa sinemada' .