Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 TEMMUZ 1999 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
17
Sayın
yerine
hazret
Başbakan Bülent
Ecevit, hakkında
soruşturma yürütülen
kişilerden bile söz
ederken "sayın"
sözcüğünü kullanıyor
ya bir dostumuz
arayıp dedi ki: "Sayın
Ecevit, Türkiye'yi
ortaçağ karanlığına
çekmek isteyen
çevrelere yakın ilgi
duyuyor. Sayın
Ecevit'in bu tavnnı
anlamak mümkün
değil ama yine de
toplumun Sayın
Ecevit'in yeni
kimliğini
anlaması
bakımından
yararlı olduğunu
sanıyorum. Bu arada
Sayın Ecevit'in öteki
eski
alışkanlıklanndan
kurtulması, örneğin
kullanmaya özen
gösterdiği Türkçe
kelimelerden de
vazgeçmesi ve ağdalı
eski Türkçeye
dönmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Bundan böyle sayın
yerine hazret
sözcüğünü
kullanması Ecevit'e
çok daha
yakışacaktır. Örneğin,
'Sayın Gülen'e
'Hazreti Fethullah'
demesi çok daha hoş
olacaktır!"
Elektronik posta: someposta.cumhuriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- Para hareketleri
sıkı takibe alınmış...
"Hani. nerede hareket
orada bereketti!"
ürkiye Cumhurıyeti'nin sembol kurumla-
rından Sümerbank'ı parçalayıp bankasını
sattılar, dokuma fabrikaları ile satış mağa-
zalarını da satmak için Sümer Holding yap-
tılar. Şimdilerde Sümer Holding'e müşteri arıyorlar.
Ancak işleri zor çünkü kurumun içi fena halde boş!
Allayıp pullamaya çalışıyorlar.
Devreye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bi-
le giriyor. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Nec-
det Seçkinöz, bakanlıklara yazı yazıyor:
"Sayın Cumhurbaşkanımıza, özelleştirme kapsa-
mında bulunan Sümer Holding AŞ'nin içinde bulun-
duğu finansman sıkıntısı ve bu bağlamda kamu ku-
ruluşlarının ihtiyaçlarından, holdingin ürettiği mallar
kapsamında olanların; holdingten temin edilmesi-
nin önemi hakkında bilgi sunulmuştur."
Isteniyor ki, kamu personelinin elbisesi, ayşkka-
bısı Sümer Holding'ten alınsın...
Cumhurbaşkanı da bu istemi yerinde buluyor ol-
Sumer Holdingmalı ki, Necdet Seçkinöz yazısına devam ediyor:
"özelleştirme, ülkemiz için son derece önemli bir
uygulamadır. Bunda ne kadar hızlı hareket edilirse,
o kadar çok yarar sağlanacaktır. Özelleştirme uygu-
lamalannda karşılaşılan önemli sorunlardan biri,
kapsama alınan kuruluşun özelleştirilmesi tam ola-
rak gerçekleştirilinceye kadar yenileme, modernizas-
yon v.b. amaçla yatırım yapılmaması, kuruluşun ser-
maye ihtiyacının giderilmesinde güçlükle karşılaşıl-
masıdır.
Bu durum özelleştirilecek işletmelerin, gittikçe da-
ha olumsuz bir görünüm vermeieri ve özelleştirme
çekiciliğinin azalmasına yol açmaktadır."
Birçoğu yargıdan dönen özelleştirmeye devletin
en tepesi açık destek veriyor. Yazının sonu:
"Sümer Holding AŞ bu şekilde ara durumda olan
büyük ve önemli bir kuruluştur. Özelleştirmesini hız-
landıracak her tedbirin gecikilmeden alınması ge-
rekmektedir.
Bu bağlamda seımaye ihtiyacının karşılanması, ver-
gi borçmlannın ödenmesinin kuruluşu zorlamaya-
cakbirusule bağlanması, Silahlı Kuvvetlerimizin, Em-
niyet Teşkilatının ve büyük ölçüde giyim eşyası ih-
tiyacı olan kamu kuruluşlarının bu ihtiyacı holding-
ten karşılamaları ve bu hususta mümkün olan ko-
laylığın sağlanması gibi, Sümer Holding'in finans-
man sorununun çözümünü ve daha iyi işletme şart-
larına kavuşmasını sağlayacak önlemlerin alınma-
sını dikkatinize önemle arz ederim."
Sonra, Sümer Holding fiyat veriyor. Örneğin bir
gömlek 2.5 milyon lira. Devlet memuru gömlek al-
maya gönderiliyor. 2.5 milyonluk gömlek bitmiş! 3.8
milyon liralık gömlek var! Devletin cebinden daha
çok para çıksın ki, satın alan rahat etsin...
SESSÎZ SEDASIZ (!) NVRİKURTCEBE Medyanm içi dışı Antbnedya'da
Vaziyet'teki "Palaspandıras" köşe-
sint epeydir ihmal eden Müfit Boza-
cı, haftalık Antimedya da uzun yazı-
lara başlamış...
Son sayıdan bir bölüm:
"Tantan da tantana koparamadı ya,
bundan sonra hiç kimse koparamaz
gayrı. Bir daha birileri çıkıp da 'poli-
sin içinde hainler var' diyemez. Çün-
kü böylesine ağır bir itirafın toplum ta-jf
rafından böylesine hafife alındığınıf
görmek, bu itirafı yinelemeye engel I
teşkil eder. Ama illa ki bir şeyler söy-
lemek gerekirse bundan daha ağır bir
söz bulunmalıdır.
Peki bundan daha ağır bir söz söy-
lenebilir mi? Tabii ki hayır! Peki ya üç
hafta önce 'polisin içinde gruplaşma-
lar var' diyen Başbakan'ın sözlerine
ne buyurmalı? Sıradaki başbakanlar-
dan hangisi daha ağır bir itirafta bu-
lunabilir? Tabii ki hiçbir başbakan!
Peki, emniyet ve polis denince (is-
ter istemez) ilk akla gelen isim, Meh-
met Ağar'a ne demeli? Ağar, hafta
içinde öyle hafıf sözler söyledi ki; en
ağır itirafları bile takmayan toplum
(haliyle) hiç oralı bile olmadı. 'Erol Ev-
cil'e kaç uyarısında bulunmak'la suç-
lanınca ne dedi Ağar: 'Ben o zaman
sade bir milletvekiliydim!'
Oysa çok değil, birkaç ay önce.
Uludağ'da tatil yapan sade bir millet-
vekili üslubuyla neler söylemedi ki
Ağar; sözlerine, Savaş Ay'ın TGRT
süngerli mikrofonu şahit: 'Emniyet
teşkilatının bugünkü (başarılı) konu-
ma gelmesi, benim eserimdir!' Peki,
emniyete böylesine ağırlığını koyan
bırsiyasetçınin 'sade milletvekili' söy-
lemiyle kendisini taca atmasına han-
gi top toplayıcı kanar?"
Antimedya, "küçük", "kaçık" ve
gerçekten bağımsız bir dergi. Medya-
nın içinden dışından ne ararsanız var.
Her cuma, Antimedya günü...
OKUR MEKTUPLARI
Hetişim: Zeynep Eşiyok Faks: 0.212. 513 85 95
Türkocağı Cad. 39/41 34334 Cağaloğlu tstanbul
Her dilden günaydın
Bu ara ülkemızde pek çok konuda
şaşkınlık firtuıasi hüküm sürüyor. Yak-
laşık yirmi yıldır Fethullah Gülen'ın
yaptıklan ve yapmak ıstedikleri içtn ya-
zılan ve söylenenlere kulaklannı tıka-
yanlar, -hani yüz yıl uyuvan prenses
masalındaki prensesm öpüldüğünde
uyanışı gıbi- öpüldüler ve uyanldılar.
Ülkemın ayduılan. günaydın, sabah
şeriflennız hayır olsun. fCısacası, her
dilden günaydın size.
Ben okumaya, alfabem \e Cumhu-
riyet gazetesiyle başladım. Yaşamm
hızınıdan bazen bırikır gazetelerim.
olsun ben bir hafta sonra bile okurum
onlan. çünkü benım gazetem günlük
tükenenlerden degil. Günlük haberle-
ri televızyonlardan istemediğimız nok-
talanna İcadar öğremvoruz nasıl olsa.
Benim gazetemden öğrendiklerim
bambaşka şeyler. Örneğin; TV ekran-
lanna gerinlmeyen yaşamsal haber-
ler, aynı Hikmet Çetinkaya'mn başı
çektıği, Cumhunyet yazarlannm her
fırsatta yazdığı Gülen olayı gıbi. Ben
Cumhunyet okuru olduğum ve gaze-
tem beni hiç yarultmadığı ıçm Gü-
len'in kasetleri hiç şaşırtmadı benı,
aksıne aydınlanmızın şaşkınlığına şa-
şıyorum.
Bir dönemin başbakanı Menderes
milletvekıllerine \ aptığı bir konuşma-
da. "Siz isterseniz hilafeti bile geri
gerirtirsiniz" demiştı. "Her mahal-
lede bir milvoner yaratacagım"
sözleri de onundur. tktidan döneminin
unutulmayacak hizmetlennin başın-
da, ezanın Türkçe'den Arapçaya çe\-
rilmesı gelır. tşte bu veciz sözle \ e üs-
tün hizmetler (!), devrimlerden gen
dönüşü ve toplum içindeki ekonomık
aynşımı başiattı. Bugün bazı partı baş-
kanlan "Menderes nıhunu en iyi biz
yaşatıyoruz, o ruhun devamı biziz"
diyorlar. Sız ve sizin gibilerin attığı
tohumlarla bugün irtica çığlıklan yük-
seliyor. Gülen ve avanesi sizin düze-
nın ürünü, şundı neden ıJk kez duyu-
yor ve görüy ormuş gibi davranıyorsu-
nuz? Şaşkınhğınız gerçekse, günaydın,
sabah şerifleriniz hayır olsun, kısaca-
sı tüm dillerden günaydın size. Birkaç
gün evvel renklı gazetelerimizden bı-
n başlık atmış. Son günlerde yaratılan
Cigulı örneklenerek. "Bu nitelikte
kişilere sanatçı demekle yozlaşıyor-
muşuz. Bize ne oluyormuş?" Böyle
bir soruya bizim köyde "Uyan da su-
ya gidelim" yanıtı venlir. Ciguli ve
onun gibilerini halktmız yaratmıyor.
Başta bu soruyu soran gazetenin için-
de bulunduğu medya grubunun tele-
\ izyonunda, radyosunda, gazete ve
dergilerinde pazarlayarak yaratıyor-
lar bu garip kişıleri. Sonra da yozlaşı-
yor muyuz? diye soruyorlar, sanki
önemli bir soruna parmak basmışlar
gibi. Ben, halkı aptal yenne koyan,
hem sorunu yaratıp hem de sorunu
sorguluyör gibi yapanlara şaşınyo-
rum. Özellikle 1980'den sonra kültür
ve sanat etkmlıklennın nasıl yozlaştı-
nidıgını yenı mı fark ettmiz? Yenı
uyananlara günaydın, sabah şeriflen-
niz hayır olsun ve tüm dillerden günay-
dın.
Ekonomık dengelerin alt üst oldu-
ğu. gelir dağılımındakj oranın gün geç-
tıkçe bozulup, zenginın daha zengin,
yoksulun daha yoksul olduğu, birile-
nne yaşam parası diye \ en len paranın
dığerlerinın akşam yemeğıne bahşiş ol-
duğu, devleti soyanlann yurtdışında
miryarder olarak yaşama cezasına çarp-
tırıîmalannın (!) TV ekranlarından
sergilendigi. banka batıranlann tanm
alanlarına yapacağı ınşaatlannın te-
melini "cumbabamızın" attığı gibi,
sayabıleceğim daha yüzlerce nedenden
dolayı sosyal dengeler hızla bozuluyor.
Televızyonların kanlı programlan ara-
besk duygulan körüklerken, paparaz-
zi ve Televole tıpi programlarda kolay
para kazanma ve bu kolay kazamlan
paranın sağladığı sözde statü özendi-
rilirken, halkın parasız eğıüm hakkı-
nın her gün biraz daha kısıtlanıp, ve-
rilebılen eğitimin de nıtelıği düşürü-
lürken, tüm bu çirkinlikleri propagan-
da amacıyla kullanan din tacirlerinın
\e ülkemizı bölmek isteyen aynlıkçı-
lann ekmeğine yağ sürülüyor. Bugü-
ne gelişimizin yolunu çizenler, şimdi
pek üzgün ve şaşkın hallerdedir. Ger-
çekten yeni uyanan şaşkınlara, günay-
dın. good morning, sabah şeriflennız
hayır olsun ve tüm dillerden günaydın.
Emel Denizaslanı
Canovarlar ülkesi
Bir varmış, bir yokmuş, yeryüzü kü-
resının belkı de en güzel yennde, "cen-
net vatan" diye nıtelendırilen bir ül-
ke, 2O._yüzyılm son çeyreğinde Cana-
varlar Ulkesı'ne dönüşmüş. Bu ülkede,
en yaygm deyımle, "trafik canava-
n", "enflasyon eanavarı
1
" gibı, akıl-
la çözülmesı gereken sorunlan sımge-
leştiren canavarlar kol geziyormuş. Bu
ûlkenin bu sorunlardan sorumlu kjşı-
len, bakanlan, başbakanlan, de\ let te-
levizyonu, basının nitelıkli gazeteleri ve
de bu organlann yönlendirdiği halk.
bu deyimlen rahatlıkla (ne yazık ki ra-
hatsız edici bir rahatlıkla) kullanagel-
mişler. Devlet yollannda, ana okulu
çocuklan için tasarlanabılecek düzey-
de canavarresımteri boy göstermiş. TV'
ekranlannda, kaza haberleri ile birlik-
te bu ılkel resımlergözükürolmuş. Ni-
teliklı gazetelenn ekonomi sayfalannı,
enflasyon canavarlan süslemiş. Ancak
bu çızımlenn hakkını vermek gerekmış.
Bu canavarlann, çizerleri ile alay eden
babşlan varmış! Gel zaman git zaman,
Canavarlar Ülkesi'nin doğusunda yer
alan görkemlı bir gölde canavar oldu-
ğu söylentıleri yayılmış. Ülkenin nite-
likli gazeteleri de, bu söylentiyi haber
nitelığinde bularak. gazetelerinde yer
vermişler! Canavarlar Ulkesı 'nin ana di-
hnde "canavar" kelimesınin bir de
mecazı anlamı varmış: sağhklı, yüzün-
den kan damlayan. başanlı, önünde aşı-
lacak hiçbir engel tanımayan bir varlık
anlamında kullanılıyormuş. Hangi an-
lamda kullanılırsa kullanılsm, sorunla-
nn üstüne gitmek yerine, canavarlara,
sıgınma aşamasına gelmmesı, sağlık-
sız, tutarsız birrutummuş.
lnsanlan eğıten, düşünmelerini sağ-
layan, dogrulan anlamalanna yardım-
cı olan sanat dallanndan bin de sıne-
ma ımış. Kanada vatandaşı Atom Ego-
yan'ın yönettiğı "Bajka BirDünya"
fılmmın konusunu, öğrencılen taşıyan
bir okul otobüsünün geçirdığı kaza ve
kazanın gerçek nedenini bulmaya ça-
ba gösteren bir avukat oluşturuyormuş.
Bu, çetin zorluklarla yolu da ilerleme-
ye çalışan avukatm sözleri: "Kaza yok-
tur", yalın gerçeği yansınyormuş; ya
sürücü dikkatsizdir, ya otobüsün bakı-
tru yapılmamıştır ya da trafik kuralla-
nna uyulmamıştır. Bütün bunlarauyu-
lan yeryüzünde kaza diye bir olgu yer
almayacakmış. TV ekranlanndaki ca-
navar görüntüleri ya da oluk oluk kan
akıyor/Azrail çok can alıyor gibi, göz-
ler kapanarak okunan ağıtlar boşuna
ımış! "Enflasyon canavan"na neden
sığımlmaması gerektiğini de ekono-
mist bılirmış. Bu arada "faiz canava-
n", "pahalıhk canavan" gibi cana-
varlar da uç venyormuş! Bu canavar-
lan üreten felsefe ile, "kader utan-
sın", "batsın bu dünya" felsefesi kar-
deş felsefelermiş. Ancak birincisi, ikin-
cisinden daha çocuksu ımiş!
Serpil Akmaner/ Emekli lng. Öğr.
KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK [email protected]
ÇİZGİLÎK KÂMİL MASARACl
H A R B İ SEMtH POROY
BULUT BEBEK NURAYÇÎFTÇI
Hzdi bı oyun oynayahm Sobo.
" ^ T HAFoliym,$en Türidye
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 7 Temmuz
İDIL BIRETve SUNA KAN
i948'pe BUGCİN, Tuaaye BÜYÜK MÎUET
MeCL/St'NPe ÇtKARILAH S24S hUMAABA-
u •*•&*, f&L sieer VE SUNA ICAN AOU
İKİ ÇDCU&UH YUSTtHpNDA MÛZİK
ÖĞBJEUİUİUB SâUDERİLMeSînS İlSf-
LİYOİ. PEVLST, OlASAMÛSrÛ YETBNOUJ
BU ÇOCUKlAe.rM YErıp-IRİLMESİNİ ÜST-
l£NİYD£PU. İLBIZûe, BİBJ Pi^NO&A, Dİ-
Sfce/ KeMAUPA VİB7ÜOZ{.U£ AŞA-
MAStUA 6€L£C£K VE *OeVLET
SAAVITÇ/S/" OLACAÜTIR.
SÖZ KONUSU mSA,SEKiZ YIL
&OURA &9S6} TİlM OL/HEAAJÜSTÜ >£•
TENÇKÛ'ÇOCUKlAej KAPS/mCAK
6/Ç/MOE
PANO
DENİZ KAVUKÇUOGLU
Nurussa'nın Bebeği
ya da Yeni Dünya Düzeni
Nurussa, o sabah çağnldığı Daresselam Aile Eğitim
Merkezi'nde, kendisine bir çevirmen aracılığıyla
öğütler veren, beyaz önlüklü, beyaz tenli kadına nasıl
davranması gerektiğini bir türlü kestirememişti. Bir
ay önce anne olmuştu. Karşısındaki kadın, yaşını sorup
da "onaJtı" olduğunu öğrenince, gözlerini faltaşı gibi
açmış, "0/mazööy/eşey..."demişti, "Sizlerherşeyi
altûst ediyorsunuz!.. Nurussa, kadının tepkisine bir
anlam verememişti. O yaşta anne olan tek kız o
değkt! Yalnız Tanzanya'da cfegV/, öbürAfrika ülkelerinde
de genç kızlar 15-16 yaşlarında çocuk sahibi
oluyorfardı. Hamile olduğunu öğrendiğigün okuluna
koşup, sınıf arkadaşlarına doğacak bebeğini
müjdelediğinde, kız arkadaşlan çevresinde çember
oluşhjrmuş, "Nurussa'nınbebeğioluyor... Nurussa'nın
bebeği oluyor..." diye el çırpıp dans etmişlerdi.
Genç anne. konuşma sırastnda adının Bayan Merot
olduğunu öğrendiği kadının sonu gelmez öğütterinden
bunahnca, birden ayağa fırlamış, arkasına bile
bakmadan çekip gitmişti...
Birieşmiş Milletler'in, Tanzanya'ya yeni atanmış
aile planlama uzmanı Isviçreli Bayan Merot, bu gibi
durumlarda ne yapacağını bilemiyordu. Nurussa,
burada bulunduğu iki hafta içinde karşılaştığı, kimbilir
kaçıncı 'Va/ca"ydı? Afrikalı, özellikle de Afrikalı
Müslüman kadınlar, sanki dünya nüfus planlamasını
"sabote" etmek için aralannda sözleşmişlercesine,
durmadan doğuruyorlardı. 1994 yılında Kahire'de
toplanan "Dûnya NüfusKonferansı"nda alınan kararlar
bir türlü istenilen düzeyde uygulanamtyor, dünya
nüfusu her yıl yaklaşık 80 milyon artıyordu.
Geçen hafta New York'ta, Birieşmiş Milletler
Merkezi'nde yapılan bir toplantıda, 179 ayn ülkeden
gelen temsilciler son beş yılı değerlendirmişler, ortaya
çıkan sonuçlardan ürkmüşlerdi. Yeryüzünde yaşayan
6 milyarı aşkın insanın neredeyse bir milyannı, yaşlan
15 ile 24 arasında değişen gençler oluşturuyordu.
Bu genç nüfusun yüzde 95'i ise gelişmekte olan
ülkelerde yaşıyordu. Bu nüfusun "üremepotansiyetr"
herhangi bir biçimde ve acilen denetim altına
alınamazsa, dünyayı karanlık günler bekliyordu.
Dünya çapında genel olarak uzayan "ortalama ömür
süresi", 1950 yılında üçüncü dünya ülkelerinde 40
yaş doiaylanndayken şimdi 60 yaş sınınna dayanmıştı.
Bu ortalama, gelişmiş sanayi ülkelerinde ise 66'dan
75'e yükselmişti. Birieşmiş Milletler raporlanna göre,
2050 yılında yalnızca 30 Batı ülkesinde belirli bir
"nüfus azalması" bekleniyordu. Bu ise aynı süre için
öngörülen genel nüfus azalmasına yönelik "küresel
planlama'nn başanya ulaşması için yeterii değildi.
Bayan Merot, tümbunları, "çocuk... çocuk..." diye
el çırpıp dans eden Afrikalıiara nasıl anlatacaktı?
• • •
Sahip olduğu zenginlikleri, hammadde ve insan
kaynaklannı yüzyıllardır sömürdüğü üçüncü dünya
ülkelerine borçlu olan Batı, bir süredir bu ülkelerdeki
nüfus artışından büyük kaygı duyuyordu. Asya'da,
Afrika'da, Latin Amerika'da dünyaya geten her çocuk,
gelişmiş Batı metropollerinde dünya nüfusunu
planlayan uzmanların uykularını kaçırıyordu. Bir
zamanlar altın, bakır, krom, elmas madenlerinde;
pamuk, tütün, kahve, kakao, muz plantajlarında;
liman, yol, kanal yapımlannda boğaz tokluğuna
çalıştırdıkları, "Aman, artsın!" diye çırpındıkları
nüfustan, şimdi hortlak görmüş gibi korkuyorlar;
sınırianna dayanan kara, san, esmer tenli üçüncü
dünya yoksullanndan korunmak için kapılanna kilit
vuruyorlardı...
"Küresel nüfus" planlamacılarının New York
buluşmasından bir hafta sonra Birieşmiş Milletler
Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Konseyi ECOSOC'un
Cenevre'de toplanıp "küresel yoksulluk"u önleyici
çözüm önerilerini tartışması ilginç bir "rastlantı"yd\.
Bu toplantıda BM Genel Sekreter Yardımcısı Niti
Oesai, dünya nüfusunun dörtte birinin, yani 1 milyar
500 milyon insanın, günde "1 dolar"m altında bir
gelirle yaşamak zorunda olduğunu açıklıyordu.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi
kuruluşlar, her ne kadar, "kûresel-dönemsel'' krizin
sona erdiğini müjdelemişlerse de, gelişmekte olan
ülkelerin yıllık ortalama büyüme hızı geçen yıl yüzde
5.5'ten yüzde 1.7'ye düşmüştü. Oysa bu ülkelerin
sahip okJuklan yaşam düzeyini, -en azından-, koaıya-
bilmeleri için yılda yüzde 3 oranında bir büyüme
hızını gerçekleştirmeleri gerekiyordu. Bunu başarabilen
ülke sayısı ise 13'te kalmıştı. Dünya Lutherci Kiliseler
Birliği Başkani Christian Krause'nin söylediği gibi
yeni dünya düzeni, "zenginler düzeni"yd\.
'Küreselleşen pazar1ar*öar\ dünya nüfusunun yalnızca
yüzde 12'si nernafanabiliyordu. Kişi başına düşen gelir
gibi okuma yazma oranı da örneğin, birçok Afrika
ülkesinde 1960 yılı düzeyine inmişti...
Asya'da, Latin Amerika'da, Afrika'da her şey yeni
baştan başlıyordu. Bunun ne Bayan Merot farkındaydı,
ne de bundan böyle her yıl bir çocuk doğuracak
Nurussa...
(Faks:0216-418 8410)
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
1 2 3SOLDAN SAĞA:
1/ Havvaii Ada-
lan'runbaşken-'
ti. 2/ Düşrnan-
lık... Eski Mı-
sır'dagüneştan-
rısı. 3/ Bir no-
ta...lslaminan-
cında, şeytanın
Tann'yabaşkal-
dırmadan önce- 6
ki adı. 4/ Akde- j
niz Bölgesi'nde
bir akarsu. 5/ 8
Başlangıçta yer g
alan... Kırpik
boyası. 6/ Hep birlikte
yapılan işlerde gayret
vermek için kullanılan
söz... Belirli bir iş ya da 2
hizmeti başarabilecek 3
güçteki en küçük askeri
birlik. 7/ Utanç duyma...
Şaşma belirten bir ün-
lem... Şarkının sert bir
biçimde vurgulandığı
disko müzik üslubu. 8/
Gerici, yobaz... Bir no- Q
ta. 9/ Açık kapı ve pen- "
cereler arasında oluşan hava cereyanı. YUKAR1DAN
AŞAĞIYA:
1/ Kazı. 2/ Evin bir bölümü... Aşk, özlem gibi duygusal
konulan işleyen şiir türü. 3/ Olumsuzluk belirten bir
önek... Dingil... Bakınn simgesi. 4/ Yumurta biçiminde
olan... Değerli madenlerin saflık derecesi. 5/ Kertenke-
le derisi... Maksim Gorki'nın bir romanı. 6/ Merkür ge-
zegenıne verilen bir başka ad... Küçük mağara. II Adıl.
8/Tsviçre'debirkanton... Jpucu. 9/Hastalıklı, sakat... Ki-
mi iskambil oyunlannda aynı cins iki kâğıda verilen ad.