Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 TEMMUZ 1999 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
17
Tepeden
tırnağa
Sandalet gibi ama
aslında yüksek ökçeli
bir ayakkabı...
Parmaklan ve topuğu
açıkta bırakıyor.
Parmaklar boğum
boğum, birbirine
yapısmış. Tırnaklar
bakımlı. Ayağında
çorap yok. Her şey
açıkta! Başını
bağlamış hanım
hanımcık oturuyor,
katıldığı bir toplantıda,
bizim Amerikan imamı
Yusuf Zia
Kavakci'nin kızı
Merve
Kavakçı...
Gazeteciler de gelip
fotoğrafını çekmiş...
Çekilmeyecek gibi
değil... Hatun, sanki
çıplak ayaklı kontes!
Doğrusu, yakıştırmış
da yüksek ökçeli
ayakkabıları
kendisine... Başında
türban ayaklar üryan
olunca, alın size
memleket için önemli
bir konu daha. Başı
bağlı ama ayakları
çıplak olanlar için
"alim"lerden görüş
sorulmuş. Kadının
ayaklannı göstermesi
günah mı, değil mi
diye. Her "alim"
kendine göre bir fetva
vermiş. Ne ki kimse
görüş biıiiğine
varamamış.
Varamazlar tabii...
Çünkü her tarafı
problem; hem de
tepeden tırnağa kadar!
Tefc ÖU212.512 0506 F»Ks: 0.212.512 44 97Bektn>ntk posta: somvposta.curmiuiyetcom.tr
Denizde peşkeş dönemi
başlıyormuş...
"Devletin malı hikavesi!"
amatya'daki SSK Istanbul Hastanesi'nin
polikliniği... Her zaman olduğu gibi ana ba-
ba günü... Yaz sıcağı hastanenin her tara-
fına yayılmış... llaç kokusu, ter kokulanna
karışmış... Doktorlar hasta muayene etmekten bu-
nalmış... Sırada bekJeyen hastaiaryılmış... Sağlık hiz-
metlerinin özelleştirilmesi için hazırlanan plan tıkır
tıkır işliyor...
Kronik diyabet hastası kadına ilaçlarını yazan 1.
Dahiliye Klinik Şef Yardımcısı Dr. Kenan Onsun, re-
çeteyi uzatırken bundan sonra ne yapması gerek-
tiğini anlatıyor:
- Bu ilaçları ölünceye kadar kullanacaksın... Evi-
ne gidebilirsin.
Yaşlı kadın, reçetesini alıp gidiyor...
Bu arada, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için
hazırlanan planın bir parçası gibi bazı özel televiz-
yonlarda doktorları hastalannı öldürmekle suçlayan
yayınlar dikkat çekiyor.
• * ; -
Eger
Birkaç gün sonra, geçen çarşamba, hastaneye bu
kez diyabet hastası kadının oğlu geliyor. Askeriiği-
ni yeni bitirmiş... Delikanlı... Poliklinikte beyaz saç-
lı doktoru arıyor.
Beyaz saçlı doktor Kenan Onsun'u buluyor ve:
- Sen benim anneme 'evine git, öl' nasıl dersin!
Ardından bir yumruk, bir yumruk daha...
Dr. Onsun, yediği yumruklarla kafa travması ge-
çirip çalıştığı hastanede hastanelik oluyor...
Bir hafta içinde Tekirdağ Hastanesi Başhekimi Dr.
Özer Eşsiz, makamında saldınya uğruyor... Izmir'de
Dr. Ali Sözerman muayenehanesinde silahla tara-
nıyor, sekreteri yaşamını yitiriyor.
Hasta yakınları doktorlara saldırıyor... Hastalar
doktorlarakuşkuylabakıyor...Sıcaklarartıyor, sinir-
ler geriliyor... Üç kuruş maaşa kamu hastanelerin-
de görev yapmaya çalışan ve hedef haline getirilen
doktorlar da insan...
Ya doktorlar da hasta yakınlanna potansiyel suç-
lu gözüyle bakmaya başiarsa?
Istanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Orhan An-
oğul, sağlık kurumlarındaki güvenliğin kolluk kuv-
vetlerince sağlanmasını istiyor, kamu sağlık kurum-
larında '5 Nisan Tasarruf Tedbirleri'nin kaldınlması
ve sağlık personeli açığının kapatılması gerektiğini
söylüyor ve hem yurttaşları hem de medyayı duyar-
lı olmaya çağırıyor. Sonra:
"Kamu sağlık kurumlarında 'Çökert-Kurtul' poli-
tikası yerini 'Düzelt-Hizmet Ver' anlayışına bıraktı-
ğında çözümün uzak olmadığı görülecektir. Anaya-
samızdaki 'sosyal devlet' anlayışı da bunu gerektir-
mektedir. Eğer hükümet edenler, Anayasa'ya sada-
kat yeminlerinde samimi iseler..."
Eğer!
SESSÎZ SEDASIZ (!) NVRÎKURTCEBE 'Herkesin cep telefonu olabilir ama../
Haberi bu haftaki Antimedya dergi-
sinden aldık... Star televizyonu ve Star
gazetesi patronu Cem Uzan, çalışan-
lara bir duyuru yayımlamış... Aynı za-
manda 0542 Telsim'in de patronu olan
Uzan'dan Starcılara:
" Değişik zamanlarda üzülerek tespit
etmiş olduğum bir durum vardır. O da,
müessesemizde çalışan bazı arkadaş-
lanmızın kendi şahsi cep telefonlan ol-
duğu. Tabii ki her kişinin şahsi cep te-
lefonu olabilir. Ancak 0532 yani Turk-
cell telefon kullanmaları beni şahsen
ve benim şahsımda tüm şirketleri >
rencide etmektedir. Bu durum, o ki- f
şilerin çalıştığı müesseseye bağlı- J
lıklannın ve saygılarının yok derece-
sinde düşük olduğu kanaatini oluş-
turmaktadır. Bu konu ile ilgili duygu
ve düşüncelerin tüm çalışanlar açısın-
dan bilinmesinin faydalı olacağı kana-
ati ile bu duyuruya gerek görülmüştür."
Turizmde damping yapmak serbest!
Moskova'dan Antalya'ya gidiş- dö-
nüş uçak biletiyle birlikte Kemer'de-
ki bir tatil köyünde 7 gece her şey da-
hil 135 dolarlık fıyat verilmesi Tu-,
rizm Bakanlığı'nın da gündemine '
Orhan Kalkan açıklıyor:
"Turizm sektöründeki fiyatların aşı-
n rekabet nedeniyle önemli ölçüde
ı düştüğü bir vakıa olmakla birlikte,
bunun yasal yaptınmlarla engellen-
gelmiş. Damping yapıldığı şikâyeti J[ mesi imkânı bulunmamaktadır."
üzerine bakanlık konuyu incelemiş. Çünkü Türkiye'de "serbest piyasa"
Sonucu Turizm Bakanı Erkan Mum- adı altında "serseri piyasa" kuralları
cu adına Işletmeler Genel Müdürü geçerlidir!
ÇED KOŞESI
OKTAY EKİNCİ
'Toplumu en üst konumdaki
müşteri olarak görebilmek...'
Bu uzun başlık. Çinli bilge mi-
mar Profesör Wu Liangyong'a ait
bir vurgulamaydı... 23-29/Haziran
1999'da Pekin'de toplanan UIus-
lararası Mjmarlar Birliği (UIA)
Dunya Kongresi ve Geneİ Kuru-
lu'ndan sonra ise
U
UIA Pekin Şar-
tı" içinde yer aldığından, artık tüm
uluslann mimarlarının "ortak he-
defi"... Peki, mimarlar için "top-
lumu en üst konumdaki müşteri
olarak görebilmek" ne anlamage-
liyor?..
Önce şunu saptamahyız ki sanat
dallan arasında "müşteriye en ba-
ğımlı" olanı, hiç kuşkusuz mimar-
hktır. Bir kişi ya da kurum bir "pro-
je siparişi" vermediği sürece, mi-
marın durduk yerde ve salt sanatçi
duyguları ve özel yaşamıyla kendi
başına bına tasarlaması pek düşü-
nülemez. Dünyada "hobi" olarak
mımarlık yapanlann sayısı çok az
olduğu gibi, onlarda projelerini uy-
gulamak için bir "arsaya" mah-
kûm olduklanndan, yine de bir müş-
teri bulmak zorundadırlar.
Mimarlığın bu tarihsel ve evren-
sel niteliği, miman çevre kalitesin-
de çoğu zaman mimardan da önce
"mfişterideki kültürün ve bek-
lentilerin" belirleyici olmasını ka-
çmılmaz kılıyor. Hele mimar. "ser-
best rekabet" ortamı içinde mes-
rekli oluyor..."
•••
Şimdi yeniden, Prof. Wu'nun ka-
leme aldığı UIA Pekin Şartı'ndaki
vurgulamayadönersek, "müşteri"
kavrammı aynı metinde daha da ge-
niş kapsamda bir "ekonomik ter-
cih süreci" olarak ele alan Çinli
mimar, meslektaşlannı "toplumsal
çıkarlara ters tasarımlara zorla-
yan" ilişkileri de şöyle özetliyor:
"Üretimin, finansın ve teknoloji-
nin küresel entegrasyonu (mimar-
lık ve şehircılıkte de) karar süreç-
lerine egemen oluyor."
lşte böylesi bir süreçte dünyanın
doğal ve tarihi mirastran "israflnın"
insanlığın varlığını sürdürebilmesi-
ni de "tehdit" ettiğine dikkat çe-
ken Prof. Wu, mimarlann bu kül-
türel yokoluşa mesleki hizmetle-
riyle katkı yapmamalan için "top-
lumu en üst konumdaki müşteri
olarak gören bir ahlaki davraıu-
şı" UIA'nın 21. yüzyıl gündemine
katıyor... Acaba mimarlar, "tek baş-
larına" bu ahlaki davranışı geliş-
tirebilirler mi?
Toplumu ve kenti, çevreyi hiçe sa-
yan müşterilere ve aynı çizgideki
imar kurallanna, "işsiz kalma pa-
hasına" tek başlanna direnebilir-
ier mi?..
Belki sınırlı sayıda mimar bunu
Pekin'deki "Çin'de Mimarlık" sergisinde "övünülerek" gösterilen
bu kent silueti de Prof. VVu'nun çağrısına Uham veriyor olmalı...
leki yaşamını sürdürebilmek için,
"müşteriyi kaçırmama" gibi bir
açmazın tutsağı da olmuşsa, toplu-
ma, kente ve çevreye karşı kültürel
sorumluluklannı mimari tasanmı-
na yansıtma şansı da, aynı müşte-
rinin ancak "duyarblık düzeyiyle''
smırlıkalabiliyor...
Yaklaşık 10 yıl önce tstanbul'da-
ki bir UIA Konseyi toplantısında tek-
neyle Boğaziçi gezisine katılan dö-
nemin UIA Başkanı Rod Hack-
ney, 'kentin siluetinde açıkça gö-
rfinen' bu dramatik durumu vurgu-
lamak ve biraz da mimarlann gön-
lünü almak için üst üste binmiş ya-
pı yığınlannı işaret ederek şunu
söylemişti: "Ne kadar da çok mi-
marlık düşmanı müşterileriniz
var..." UIA Başkanı'na, "Beledi-
yeler de, mimari ilkeler yerine
müşteri isteklerini one alan imar
kuraüannı benimsiyorlar" denil-
diğinde ise özetle şu eklemeyi yap-
mıştı: "tşte bu nedenle Meslek
Odası'nın imar kararlarına mü-
dahalesi, her şeyden önce mima-
rın mesleğini toplumsal yüküm-
lülük içinde yapabilmesi için ge-
yapabilir, ama genelde böylesi bir
direnişin tüm mimarlan kucakla-
masını beklemek ütopyadan öteye
geçemez... lşte bu nedenledir ki
Prof. VVu'nun dileği de zaten dün-
ya mimarlarının en üst örgütünce
"kurumsal bir karara" bağlaru-
yor. Yani UIA'nın Pekin Şartı özet-
le diyorki: "Ulusal mimarlık ku-
rumları, toplumu en üst konum-
daki müşteri olarak gören bir ah-
laki davranışın güvencesi ve de-
netleyicisi olacaklardır..."
Mimarlar Odası yıllarca "top-
lum hizmetinde meslek örgütü"
ilkesini savundu. Son yıllarda da,
sanki Pekin Şartı 'nı önceden öğ-
renmiş gibi, "toplum hizmetinde-
ki bir mimarlığın" hukuksal ya-
pılanması için çaba gösteriyor. Kim-
bilir, belki de Prof. Wu, Türkiye'de-
ki meslektaşlannı uzaktan izleyerek
bu görüşü UIA Kongresi'ne taşımış-
tır. Zaten aynı mesajında, "Geçmiş-
lerimiz farklı olabilir, ama gele-
ceğimiz ortaktır" derken de san-
ki Anadolu uygarlıklannı yaratan
"kültürel buluşmalardan" esın-
lenmiş gibi görünmüyor mu?..
KÎM KİME DUM DUMA BEHIÇAK behicak(<ı turk.net
ÇtZGtLtK KÂMtL MASARACI
HARBt SEMİH POROY
TARtHTE BUGİJN MVMTAZARIKAN 25 Temmuz
Her doldunıÇhı kir
kez aA&f /
23. la*(iLrelik
22 KALIBRELIK ÇAK/!
134-Z'DEBU6ÜN, ABP'NİU CALlPDBAlM £y/)LETİH-
OE, ÇAKI BiÇtMtNPE BiRAre^U SlLAH ELE GEÇİ-
RİLOİ- VVATSONVIUE KENTİNPS ARAMA VAPAN
Ü) AAUFBI CFBI>eRAL ARApl/SMA BÜfSoSü) BLEMAAUA
Rl, JAPON ASlLU BİR AME&KAU t/ATANÛAÇl-
MN USTÜMDE, SÖZ /tX>A/L&U SllAUt BULMUÇTU.
PEARL H^KBOUd HAt/A SAStaNINOAtJ g££İ
JAPONYA /LE S4V4Ş DUeaMUMCtf OLAM ABP,
KENDİ TOPRAtUABtHPAtü J»PON AStLU
&ŞİLERÎ CENETTM ALT7NDA TUTUYOBDU.
ÇAKl ŞEKJJtJOeti S/LAHIN, JAPOH AS/L-
U AMeZıKAU TABAFWOAN KOfZjUUMA
AMACJYLA m^lNUSl ANLAŞILMAKTAYCH.
jyetCA, APAMIAI CEPLE&NOE SO ADET
PE 2 2 f£AUgB.eiJK *3J/Z$UN BUIMNMUŞT
'•'•••• ÜNÎVERSÎTEADAYLARI! '
Hayatınız pamuk ipliğine değil, sağlıklı tercihlere bağlı
http//www.cagdasegitim.com
Bilgi için;
ÇAĞDAŞ DERSHANE Tel: (0 212) 660 51 52
PANO
DENİZ KAVUKÇUOGLU
Ağaç ile Adam
Alnı boncuk boncuk terlemiş kapıcı, ince gövde-
sini, elleriyle adam boğazlarmış gibi sıkı sıkıya kav-
radığı kayısı ağacını "Ulan ağaç!.. Ulan ağaç!.." di-
ye bağırarak, büyük bir öfke ile sarsıyor, tekmeliyor-
du. Ağaç sarsıldıkça, kurumaya yüz tırtmuş yaprak-
lan dökülüyor, yere düşen her yaprak adamı bir kat
daha öfkelendiriyordu. Kendınden geçmiş gibiydi.
Gözleri büyümüş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Daha
sonra ağacın çevresinde dönmeye, eğilip, yerden avuç
ladığı kuru yaprakları, ağacın dallarına doğru tutup,
onlarla konuşmaya başlamıştı: "Söyleyin, kahpe-
lert.. Sizin değil mi bunlar, ha?.. Söyleyin!.." Balkon-
dan kendisini izlediğimin farkında değildi...
•••
Bir süre, bahçedeki koyu yeşil boyalı tahta bank-
lardan birinde otuımuş, hiç kıpırdamadan ve gözle-
rini bir an olsun üzerinden ayırmadan ağacı seyret-
mişti. Bu ağaç, "opun" ağacıydı. Fidanını altı yedi
yıl önce memleketinden, Burdur'un köylerinden bi-
rinden getirmiş, bahçenin kuytu bir köşesine dikmiş-
ti. "Yahu, burada kayısıyetişirmi?" diye soran apart-
man sakinlerine, her defasında, "Siz bu işten ne an-
larsınız?", gibisinden bakıp, "Yetişir... Yetişir..." diye
yanıt vermişti. "Yörükramazan bu.... Bir büyüsün,
meyvelerinin tadına doyum olmaz..." Burhanettin Ça-
yuş'un fidanı başlarda, komşular arasında geçen gün-
lük konuşmalarda, küçük de olsa, bir yer tutmuş-
ken, sonra unutulmuş, konuşulmaz olmuştu. Geçen
yıla kadar, küçük yörükrarnazanın varlığını yılda bir
kez, ilkbaharda çiçeklendiği zaman anımsıyorduk.
Boy atan, her geçen yıl biraz daha serpilip gelişen
ağaçcık, güneşli günleri müjdeleyen beyaz çiçekle-
rini döktüğünde, yeniden bahçenin yeşilliklerine ka-
nşıyor, sıradanlaşıyordu. Geçen yıl ise ilk meyvele-
rini vermişti ağaç...
Sabahları servis sonrası ortadan kaybolan, ara-
sanız da bulunmayan kapıcı, o sabah elinde bir ta-
bak, bahçe kapısının yanında durmuş. hepimize ka-
ytsı ikram etmişti. Mutluluktan uçuyordu. Birden bir-
kaç yıl gençleşmişti sanki... "Bahçemizin kayısılan...
Benimyörükramazanlar..." Gözlerinden, dediklerin-
de haklı çıkan insanlara özgü bir gurur okunuyordu.
"Sen size dememiş miydim?.." Kayısıların, buruk
bir tadı vardı. Yiyenlerin dişleri kamaşıyor, yüzleri
buruşuyordu. Belki daha bir süre dallarında kalma-
lan, olgunlaşmalan, tatlanmalan gerekirdi. Ama Bur-
hanettin Çavuş fazla bekleyememiş, büyük bir özen-
le bakıp büyüttüğü ağacının meyvelerini bizlere bir
an önce tattırmak istemişti. "Eline sağlık, Çavuş..."
Yoldagiderkendüşünmüştüm. ..Uzun yıllar önce, yı-
kılan bir ahşap konağın yerinde yükselen beton
apartmanımızın "inşaat çavuşluğu"ndan, kapıcılığı-
na geçmiş bu adam, arabada giderken çekirdekle-
rini nereye koyacağımı bilemediğim iki ekşi kayısıy-
la beni, eski Kadıköy'ün meyve ağaçlarıyla dolu ço-
cukluk bahçelerine götürmüştü. O yıllarda tüm ağaç-
lar, tüm meyyeler bizimdi. Kayısılar, erikler, armut-
lar, elmalar, vişneler, kirazlar.... Kızıltoprak-Bostan-
cı arası görmüş geçtrmiş ev sahipleri bahçelenne gir-
memize, dallanndan meyve koparmamıza ses çıkart-
mazlar, yüz göz olmayalım diye hafrf sert, ama iç-
ten ve sıcak bir sesle bizi uyarırlardı: "Sakın, yıka-
madan yemeyin!" Meyve ağaçları yıllar içinde kesil-
miş, kurutulmuş, yok edilmişti. Bizim ise, Burhanet-
tin Çavuş'un sayesinde yeniden bir ağacımız ol-
muştu.
•••
Kapıcının artık diner gibi olan öfkesini yukandan
izlerken, bir ara aşağıya inip yanına gitmeyi, derdi-
ni paylaşmayı geçirmiştim aklımdan. Fakat ne diye-
cektim? Yörükramazan. onun ağacıydı. Elleriyle dik-
miş, o bakmış, o büyütmüştü. Ben ise, seyirciydim.
Yılda bir kez, ağacın çiçeklerine bakıp, içinde ilkba-
har duygulan kabaran, coşan bir seyirci. O kadar!
İlk kayısılan tattığım güne kadar ağacın meyvelen-
diğinin bile farkına varmamıştım. Sonra ağaç ansı-
zın kurumaya başlamtştı. Içinin suyu çekildikçe, yap-
raklan büzülüyor, sararıyor, kabuklan pul pul kalkıp,
dökülüyordu. Bir zaman sonra, apartman yönetici-
si Burhanettin Çavuş'a, "Kes artık şunu!" diyecek,
her şey eskiye dönecekti. Onu yıtirmek düşüncesi,
kapıcıyı kahrediyor, öfkelendiriyor, deliye döndürü-
yordu. Ağaca küfrediyor, yumrukluyor, tekmeliyor, son-
ra sarılıyor, terli alnını ağacın sert kabuklarına kanat-
mak istercesine batınp, ağlıyordu. "Ah, bircanlanı-
verse..." Yörükramazanın canlanmayacağını o da be-
nim gibi biliyordu. Ama benim için önemi, çocukluk
anılanmı belleğimde canlandınnakla sınırlı olan bu
ağacın, Burhanettin Çavuş'un yaşamında özel birye-
ri vardı. Ağaç eğer yaşasa, bir yaşayabilse, buradan
gittikten sonra geriye dönüp baktığında, bu apart-
manın küçücük pencereli, hep rutubet kokan bod-
rum katıyla "üst daireler" arasında taşı, getir, götür-
le geçen yarı ömrünün anılmaya değer biricik anısı
ojacakta. Ağacın, ölümüyle, kendisine ihanet ettiği-
ni düşünüyordu. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Düş
kırıklığı çaresizlik ve öfkeye dönüşmüştü.
Içeri girdim. Balkon kapısını usulca kapattım. 01-
mayınca olmuyordu..
(Faks:0216-418 8410)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
1
\
2
\
3 4 5 6
I U
11 n
8
!
9
I
111 n 11
B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Zorunlu ne-
den.2/Üfleme-
li bir çalgı...
Tropikal bölge-
lerde yetişen ve
yumrulan besin
olarak kullanı-
lanbıtkılereve-
rilen ad. 3/ "Eve
ekmekle
götürmeyıı
Böyle havalar-
da unuttum"
(Orhan Veli)...
Ateşe atıldığuı-
da çıhrdayarak
yanan yeşil yapraklı bır
bitki. 4/ Müstahkem 1
yer... Eski ve bilinme- 2
yen bir tarihi anlatmak- g
ta kullanılan deyim sö- .
zü... Lütfı Ö. Akad'ın
bir fihni. 5/ Göğüs. 6/ 5
Felsefedebirdurumdan 6
başka bir duruma geç- j
meye verilen ad... Du- „
man lekesi... Çemberin °
çevre uzunluğunun ça- 9
pına oranı. 7/ Mukavele...
Yeryüzü.S/Erzurum'unbirilçesi... Yapılmış, gerçekleş-
mış ış. 9/ Dante'nin "llahi Komedya" adlı yapıtında da
kullandığı, üçer dizeli bentlerden oluşan İtalyan şiir tü-
rü.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Tanıklann verdiği bilgılere göre çizilen ve fotoğrafi
bulunmayan bir kimsenın bulunmasına yarayan yüz res-
mi. 2/ Gereğinden çok yemek yiyen... '"--- Oıaloğlu":
Oyuncumuz. 3/ Eski dilde gün... Erkek deve. 4/Nazi par-
tisinin hücumkıtasuıı simgeleyen harfler... Birnota... Bır
kimsenin başkalan tarafından saygı gösterilmesi gere-
ken iffeti. 5/ Pamuk çekirdeği. 6/ Tanrıtanımaz... Sa-
hip... Koca. 7/ Bir tür dokuma tezgâhına ve bu tezgâhta
dokunan kannaşık desenli kumaşa verilen ad... Bayağı,
sıradan. 8/ Edremit Körfezi kıyısında turistik bir yöre...
Sigorta için verilen ücret. 9/ Kaslarda ve eklemlerde
kendini gösteren ağnlı hastahklann genel adı.