18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 TEMMUZ 1999 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Tepeden tırnağa Sandalet gibi ama aslında yüksek ökçeli bir ayakkabı... Parmaklan ve topuğu açıkta bırakıyor. Parmaklar boğum boğum, birbirine yapısmış. Tırnaklar bakımlı. Ayağında çorap yok. Her şey açıkta! Başını bağlamış hanım hanımcık oturuyor, katıldığı bir toplantıda, bizim Amerikan imamı Yusuf Zia Kavakci'nin kızı Merve Kavakçı... Gazeteciler de gelip fotoğrafını çekmiş... Çekilmeyecek gibi değil... Hatun, sanki çıplak ayaklı kontes! Doğrusu, yakıştırmış da yüksek ökçeli ayakkabıları kendisine... Başında türban ayaklar üryan olunca, alın size memleket için önemli bir konu daha. Başı bağlı ama ayakları çıplak olanlar için "alim"lerden görüş sorulmuş. Kadının ayaklannı göstermesi günah mı, değil mi diye. Her "alim" kendine göre bir fetva vermiş. Ne ki kimse görüş biıiiğine varamamış. Varamazlar tabii... Çünkü her tarafı problem; hem de tepeden tırnağa kadar! Tefc ÖU212.512 0506 F»Ks: 0.212.512 44 97Bektn>ntk posta: somvposta.curmiuiyetcom.tr Denizde peşkeş dönemi başlıyormuş... "Devletin malı hikavesi!" amatya'daki SSK Istanbul Hastanesi'nin polikliniği... Her zaman olduğu gibi ana ba- ba günü... Yaz sıcağı hastanenin her tara- fına yayılmış... llaç kokusu, ter kokulanna karışmış... Doktorlar hasta muayene etmekten bu- nalmış... Sırada bekJeyen hastaiaryılmış... Sağlık hiz- metlerinin özelleştirilmesi için hazırlanan plan tıkır tıkır işliyor... Kronik diyabet hastası kadına ilaçlarını yazan 1. Dahiliye Klinik Şef Yardımcısı Dr. Kenan Onsun, re- çeteyi uzatırken bundan sonra ne yapması gerek- tiğini anlatıyor: - Bu ilaçları ölünceye kadar kullanacaksın... Evi- ne gidebilirsin. Yaşlı kadın, reçetesini alıp gidiyor... Bu arada, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için hazırlanan planın bir parçası gibi bazı özel televiz- yonlarda doktorları hastalannı öldürmekle suçlayan yayınlar dikkat çekiyor. • * ; - Eger Birkaç gün sonra, geçen çarşamba, hastaneye bu kez diyabet hastası kadının oğlu geliyor. Askeriiği- ni yeni bitirmiş... Delikanlı... Poliklinikte beyaz saç- lı doktoru arıyor. Beyaz saçlı doktor Kenan Onsun'u buluyor ve: - Sen benim anneme 'evine git, öl' nasıl dersin! Ardından bir yumruk, bir yumruk daha... Dr. Onsun, yediği yumruklarla kafa travması ge- çirip çalıştığı hastanede hastanelik oluyor... Bir hafta içinde Tekirdağ Hastanesi Başhekimi Dr. Özer Eşsiz, makamında saldınya uğruyor... Izmir'de Dr. Ali Sözerman muayenehanesinde silahla tara- nıyor, sekreteri yaşamını yitiriyor. Hasta yakınları doktorlara saldırıyor... Hastalar doktorlarakuşkuylabakıyor...Sıcaklarartıyor, sinir- ler geriliyor... Üç kuruş maaşa kamu hastanelerin- de görev yapmaya çalışan ve hedef haline getirilen doktorlar da insan... Ya doktorlar da hasta yakınlanna potansiyel suç- lu gözüyle bakmaya başiarsa? Istanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Orhan An- oğul, sağlık kurumlarındaki güvenliğin kolluk kuv- vetlerince sağlanmasını istiyor, kamu sağlık kurum- larında '5 Nisan Tasarruf Tedbirleri'nin kaldınlması ve sağlık personeli açığının kapatılması gerektiğini söylüyor ve hem yurttaşları hem de medyayı duyar- lı olmaya çağırıyor. Sonra: "Kamu sağlık kurumlarında 'Çökert-Kurtul' poli- tikası yerini 'Düzelt-Hizmet Ver' anlayışına bıraktı- ğında çözümün uzak olmadığı görülecektir. Anaya- samızdaki 'sosyal devlet' anlayışı da bunu gerektir- mektedir. Eğer hükümet edenler, Anayasa'ya sada- kat yeminlerinde samimi iseler..." Eğer! SESSÎZ SEDASIZ (!) NVRÎKURTCEBE 'Herkesin cep telefonu olabilir ama../ Haberi bu haftaki Antimedya dergi- sinden aldık... Star televizyonu ve Star gazetesi patronu Cem Uzan, çalışan- lara bir duyuru yayımlamış... Aynı za- manda 0542 Telsim'in de patronu olan Uzan'dan Starcılara: " Değişik zamanlarda üzülerek tespit etmiş olduğum bir durum vardır. O da, müessesemizde çalışan bazı arkadaş- lanmızın kendi şahsi cep telefonlan ol- duğu. Tabii ki her kişinin şahsi cep te- lefonu olabilir. Ancak 0532 yani Turk- cell telefon kullanmaları beni şahsen ve benim şahsımda tüm şirketleri > rencide etmektedir. Bu durum, o ki- f şilerin çalıştığı müesseseye bağlı- J lıklannın ve saygılarının yok derece- sinde düşük olduğu kanaatini oluş- turmaktadır. Bu konu ile ilgili duygu ve düşüncelerin tüm çalışanlar açısın- dan bilinmesinin faydalı olacağı kana- ati ile bu duyuruya gerek görülmüştür." Turizmde damping yapmak serbest! Moskova'dan Antalya'ya gidiş- dö- nüş uçak biletiyle birlikte Kemer'de- ki bir tatil köyünde 7 gece her şey da- hil 135 dolarlık fıyat verilmesi Tu-, rizm Bakanlığı'nın da gündemine ' Orhan Kalkan açıklıyor: "Turizm sektöründeki fiyatların aşı- n rekabet nedeniyle önemli ölçüde ı düştüğü bir vakıa olmakla birlikte, bunun yasal yaptınmlarla engellen- gelmiş. Damping yapıldığı şikâyeti J[ mesi imkânı bulunmamaktadır." üzerine bakanlık konuyu incelemiş. Çünkü Türkiye'de "serbest piyasa" Sonucu Turizm Bakanı Erkan Mum- adı altında "serseri piyasa" kuralları cu adına Işletmeler Genel Müdürü geçerlidir! ÇED KOŞESI OKTAY EKİNCİ 'Toplumu en üst konumdaki müşteri olarak görebilmek...' Bu uzun başlık. Çinli bilge mi- mar Profesör Wu Liangyong'a ait bir vurgulamaydı... 23-29/Haziran 1999'da Pekin'de toplanan UIus- lararası Mjmarlar Birliği (UIA) Dunya Kongresi ve Geneİ Kuru- lu'ndan sonra ise U UIA Pekin Şar- tı" içinde yer aldığından, artık tüm uluslann mimarlarının "ortak he- defi"... Peki, mimarlar için "top- lumu en üst konumdaki müşteri olarak görebilmek" ne anlamage- liyor?.. Önce şunu saptamahyız ki sanat dallan arasında "müşteriye en ba- ğımlı" olanı, hiç kuşkusuz mimar- hktır. Bir kişi ya da kurum bir "pro- je siparişi" vermediği sürece, mi- marın durduk yerde ve salt sanatçi duyguları ve özel yaşamıyla kendi başına bına tasarlaması pek düşü- nülemez. Dünyada "hobi" olarak mımarlık yapanlann sayısı çok az olduğu gibi, onlarda projelerini uy- gulamak için bir "arsaya" mah- kûm olduklanndan, yine de bir müş- teri bulmak zorundadırlar. Mimarlığın bu tarihsel ve evren- sel niteliği, miman çevre kalitesin- de çoğu zaman mimardan da önce "mfişterideki kültürün ve bek- lentilerin" belirleyici olmasını ka- çmılmaz kılıyor. Hele mimar. "ser- best rekabet" ortamı içinde mes- rekli oluyor..." ••• Şimdi yeniden, Prof. Wu'nun ka- leme aldığı UIA Pekin Şartı'ndaki vurgulamayadönersek, "müşteri" kavrammı aynı metinde daha da ge- niş kapsamda bir "ekonomik ter- cih süreci" olarak ele alan Çinli mimar, meslektaşlannı "toplumsal çıkarlara ters tasarımlara zorla- yan" ilişkileri de şöyle özetliyor: "Üretimin, finansın ve teknoloji- nin küresel entegrasyonu (mimar- lık ve şehircılıkte de) karar süreç- lerine egemen oluyor." lşte böylesi bir süreçte dünyanın doğal ve tarihi mirastran "israflnın" insanlığın varlığını sürdürebilmesi- ni de "tehdit" ettiğine dikkat çe- ken Prof. Wu, mimarlann bu kül- türel yokoluşa mesleki hizmetle- riyle katkı yapmamalan için "top- lumu en üst konumdaki müşteri olarak gören bir ahlaki davraıu- şı" UIA'nın 21. yüzyıl gündemine katıyor... Acaba mimarlar, "tek baş- larına" bu ahlaki davranışı geliş- tirebilirler mi? Toplumu ve kenti, çevreyi hiçe sa- yan müşterilere ve aynı çizgideki imar kurallanna, "işsiz kalma pa- hasına" tek başlanna direnebilir- ier mi?.. Belki sınırlı sayıda mimar bunu Pekin'deki "Çin'de Mimarlık" sergisinde "övünülerek" gösterilen bu kent silueti de Prof. VVu'nun çağrısına Uham veriyor olmalı... leki yaşamını sürdürebilmek için, "müşteriyi kaçırmama" gibi bir açmazın tutsağı da olmuşsa, toplu- ma, kente ve çevreye karşı kültürel sorumluluklannı mimari tasanmı- na yansıtma şansı da, aynı müşte- rinin ancak "duyarblık düzeyiyle'' smırlıkalabiliyor... Yaklaşık 10 yıl önce tstanbul'da- ki bir UIA Konseyi toplantısında tek- neyle Boğaziçi gezisine katılan dö- nemin UIA Başkanı Rod Hack- ney, 'kentin siluetinde açıkça gö- rfinen' bu dramatik durumu vurgu- lamak ve biraz da mimarlann gön- lünü almak için üst üste binmiş ya- pı yığınlannı işaret ederek şunu söylemişti: "Ne kadar da çok mi- marlık düşmanı müşterileriniz var..." UIA Başkanı'na, "Beledi- yeler de, mimari ilkeler yerine müşteri isteklerini one alan imar kuraüannı benimsiyorlar" denil- diğinde ise özetle şu eklemeyi yap- mıştı: "tşte bu nedenle Meslek Odası'nın imar kararlarına mü- dahalesi, her şeyden önce mima- rın mesleğini toplumsal yüküm- lülük içinde yapabilmesi için ge- yapabilir, ama genelde böylesi bir direnişin tüm mimarlan kucakla- masını beklemek ütopyadan öteye geçemez... lşte bu nedenledir ki Prof. VVu'nun dileği de zaten dün- ya mimarlarının en üst örgütünce "kurumsal bir karara" bağlaru- yor. Yani UIA'nın Pekin Şartı özet- le diyorki: "Ulusal mimarlık ku- rumları, toplumu en üst konum- daki müşteri olarak gören bir ah- laki davranışın güvencesi ve de- netleyicisi olacaklardır..." Mimarlar Odası yıllarca "top- lum hizmetinde meslek örgütü" ilkesini savundu. Son yıllarda da, sanki Pekin Şartı 'nı önceden öğ- renmiş gibi, "toplum hizmetinde- ki bir mimarlığın" hukuksal ya- pılanması için çaba gösteriyor. Kim- bilir, belki de Prof. Wu, Türkiye'de- ki meslektaşlannı uzaktan izleyerek bu görüşü UIA Kongresi'ne taşımış- tır. Zaten aynı mesajında, "Geçmiş- lerimiz farklı olabilir, ama gele- ceğimiz ortaktır" derken de san- ki Anadolu uygarlıklannı yaratan "kültürel buluşmalardan" esın- lenmiş gibi görünmüyor mu?.. KÎM KİME DUM DUMA BEHIÇAK behicak(<ı turk.net ÇtZGtLtK KÂMtL MASARACI HARBt SEMİH POROY TARtHTE BUGİJN MVMTAZARIKAN 25 Temmuz Her doldunıÇhı kir kez aA&f / 23. la*(iLrelik 22 KALIBRELIK ÇAK/! 134-Z'DEBU6ÜN, ABP'NİU CALlPDBAlM £y/)LETİH- OE, ÇAKI BiÇtMtNPE BiRAre^U SlLAH ELE GEÇİ- RİLOİ- VVATSONVIUE KENTİNPS ARAMA VAPAN Ü) AAUFBI CFBI>eRAL ARApl/SMA BÜfSoSü) BLEMAAUA Rl, JAPON ASlLU BİR AME&KAU t/ATANÛAÇl- MN USTÜMDE, SÖZ /tX>A/L&U SllAUt BULMUÇTU. PEARL H^KBOUd HAt/A SAStaNINOAtJ g££İ JAPONYA /LE S4V4Ş DUeaMUMCtf OLAM ABP, KENDİ TOPRAtUABtHPAtü J»PON AStLU &ŞİLERÎ CENETTM ALT7NDA TUTUYOBDU. ÇAKl ŞEKJJtJOeti S/LAHIN, JAPOH AS/L- U AMeZıKAU TABAFWOAN KOfZjUUMA AMACJYLA m^lNUSl ANLAŞILMAKTAYCH. jyetCA, APAMIAI CEPLE&NOE SO ADET PE 2 2 f£AUgB.eiJK *3J/Z$UN BUIMNMUŞT '•'•••• ÜNÎVERSÎTEADAYLARI! ' Hayatınız pamuk ipliğine değil, sağlıklı tercihlere bağlı http//www.cagdasegitim.com Bilgi için; ÇAĞDAŞ DERSHANE Tel: (0 212) 660 51 52 PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Ağaç ile Adam Alnı boncuk boncuk terlemiş kapıcı, ince gövde- sini, elleriyle adam boğazlarmış gibi sıkı sıkıya kav- radığı kayısı ağacını "Ulan ağaç!.. Ulan ağaç!.." di- ye bağırarak, büyük bir öfke ile sarsıyor, tekmeliyor- du. Ağaç sarsıldıkça, kurumaya yüz tırtmuş yaprak- lan dökülüyor, yere düşen her yaprak adamı bir kat daha öfkelendiriyordu. Kendınden geçmiş gibiydi. Gözleri büyümüş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Daha sonra ağacın çevresinde dönmeye, eğilip, yerden avuç ladığı kuru yaprakları, ağacın dallarına doğru tutup, onlarla konuşmaya başlamıştı: "Söyleyin, kahpe- lert.. Sizin değil mi bunlar, ha?.. Söyleyin!.." Balkon- dan kendisini izlediğimin farkında değildi... ••• Bir süre, bahçedeki koyu yeşil boyalı tahta bank- lardan birinde otuımuş, hiç kıpırdamadan ve gözle- rini bir an olsun üzerinden ayırmadan ağacı seyret- mişti. Bu ağaç, "opun" ağacıydı. Fidanını altı yedi yıl önce memleketinden, Burdur'un köylerinden bi- rinden getirmiş, bahçenin kuytu bir köşesine dikmiş- ti. "Yahu, burada kayısıyetişirmi?" diye soran apart- man sakinlerine, her defasında, "Siz bu işten ne an- larsınız?", gibisinden bakıp, "Yetişir... Yetişir..." diye yanıt vermişti. "Yörükramazan bu.... Bir büyüsün, meyvelerinin tadına doyum olmaz..." Burhanettin Ça- yuş'un fidanı başlarda, komşular arasında geçen gün- lük konuşmalarda, küçük de olsa, bir yer tutmuş- ken, sonra unutulmuş, konuşulmaz olmuştu. Geçen yıla kadar, küçük yörükrarnazanın varlığını yılda bir kez, ilkbaharda çiçeklendiği zaman anımsıyorduk. Boy atan, her geçen yıl biraz daha serpilip gelişen ağaçcık, güneşli günleri müjdeleyen beyaz çiçekle- rini döktüğünde, yeniden bahçenin yeşilliklerine ka- nşıyor, sıradanlaşıyordu. Geçen yıl ise ilk meyvele- rini vermişti ağaç... Sabahları servis sonrası ortadan kaybolan, ara- sanız da bulunmayan kapıcı, o sabah elinde bir ta- bak, bahçe kapısının yanında durmuş. hepimize ka- ytsı ikram etmişti. Mutluluktan uçuyordu. Birden bir- kaç yıl gençleşmişti sanki... "Bahçemizin kayısılan... Benimyörükramazanlar..." Gözlerinden, dediklerin- de haklı çıkan insanlara özgü bir gurur okunuyordu. "Sen size dememiş miydim?.." Kayısıların, buruk bir tadı vardı. Yiyenlerin dişleri kamaşıyor, yüzleri buruşuyordu. Belki daha bir süre dallarında kalma- lan, olgunlaşmalan, tatlanmalan gerekirdi. Ama Bur- hanettin Çavuş fazla bekleyememiş, büyük bir özen- le bakıp büyüttüğü ağacının meyvelerini bizlere bir an önce tattırmak istemişti. "Eline sağlık, Çavuş..." Yoldagiderkendüşünmüştüm. ..Uzun yıllar önce, yı- kılan bir ahşap konağın yerinde yükselen beton apartmanımızın "inşaat çavuşluğu"ndan, kapıcılığı- na geçmiş bu adam, arabada giderken çekirdekle- rini nereye koyacağımı bilemediğim iki ekşi kayısıy- la beni, eski Kadıköy'ün meyve ağaçlarıyla dolu ço- cukluk bahçelerine götürmüştü. O yıllarda tüm ağaç- lar, tüm meyyeler bizimdi. Kayısılar, erikler, armut- lar, elmalar, vişneler, kirazlar.... Kızıltoprak-Bostan- cı arası görmüş geçtrmiş ev sahipleri bahçelenne gir- memize, dallanndan meyve koparmamıza ses çıkart- mazlar, yüz göz olmayalım diye hafrf sert, ama iç- ten ve sıcak bir sesle bizi uyarırlardı: "Sakın, yıka- madan yemeyin!" Meyve ağaçları yıllar içinde kesil- miş, kurutulmuş, yok edilmişti. Bizim ise, Burhanet- tin Çavuş'un sayesinde yeniden bir ağacımız ol- muştu. ••• Kapıcının artık diner gibi olan öfkesini yukandan izlerken, bir ara aşağıya inip yanına gitmeyi, derdi- ni paylaşmayı geçirmiştim aklımdan. Fakat ne diye- cektim? Yörükramazan. onun ağacıydı. Elleriyle dik- miş, o bakmış, o büyütmüştü. Ben ise, seyirciydim. Yılda bir kez, ağacın çiçeklerine bakıp, içinde ilkba- har duygulan kabaran, coşan bir seyirci. O kadar! İlk kayısılan tattığım güne kadar ağacın meyvelen- diğinin bile farkına varmamıştım. Sonra ağaç ansı- zın kurumaya başlamtştı. Içinin suyu çekildikçe, yap- raklan büzülüyor, sararıyor, kabuklan pul pul kalkıp, dökülüyordu. Bir zaman sonra, apartman yönetici- si Burhanettin Çavuş'a, "Kes artık şunu!" diyecek, her şey eskiye dönecekti. Onu yıtirmek düşüncesi, kapıcıyı kahrediyor, öfkelendiriyor, deliye döndürü- yordu. Ağaca küfrediyor, yumrukluyor, tekmeliyor, son- ra sarılıyor, terli alnını ağacın sert kabuklarına kanat- mak istercesine batınp, ağlıyordu. "Ah, bircanlanı- verse..." Yörükramazanın canlanmayacağını o da be- nim gibi biliyordu. Ama benim için önemi, çocukluk anılanmı belleğimde canlandınnakla sınırlı olan bu ağacın, Burhanettin Çavuş'un yaşamında özel birye- ri vardı. Ağaç eğer yaşasa, bir yaşayabilse, buradan gittikten sonra geriye dönüp baktığında, bu apart- manın küçücük pencereli, hep rutubet kokan bod- rum katıyla "üst daireler" arasında taşı, getir, götür- le geçen yarı ömrünün anılmaya değer biricik anısı ojacakta. Ağacın, ölümüyle, kendisine ihanet ettiği- ni düşünüyordu. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Düş kırıklığı çaresizlik ve öfkeye dönüşmüştü. Içeri girdim. Balkon kapısını usulca kapattım. 01- mayınca olmuyordu.. (Faks:0216-418 8410) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 \ 2 \ 3 4 5 6 I U 11 n 8 ! 9 I 111 n 11 B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Zorunlu ne- den.2/Üfleme- li bir çalgı... Tropikal bölge- lerde yetişen ve yumrulan besin olarak kullanı- lanbıtkılereve- rilen ad. 3/ "Eve ekmekle götürmeyıı Böyle havalar- da unuttum" (Orhan Veli)... Ateşe atıldığuı- da çıhrdayarak yanan yeşil yapraklı bır bitki. 4/ Müstahkem 1 yer... Eski ve bilinme- 2 yen bir tarihi anlatmak- g ta kullanılan deyim sö- . zü... Lütfı Ö. Akad'ın bir fihni. 5/ Göğüs. 6/ 5 Felsefedebirdurumdan 6 başka bir duruma geç- j meye verilen ad... Du- „ man lekesi... Çemberin ° çevre uzunluğunun ça- 9 pına oranı. 7/ Mukavele... Yeryüzü.S/Erzurum'unbirilçesi... Yapılmış, gerçekleş- mış ış. 9/ Dante'nin "llahi Komedya" adlı yapıtında da kullandığı, üçer dizeli bentlerden oluşan İtalyan şiir tü- rü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tanıklann verdiği bilgılere göre çizilen ve fotoğrafi bulunmayan bir kimsenın bulunmasına yarayan yüz res- mi. 2/ Gereğinden çok yemek yiyen... '"--- Oıaloğlu": Oyuncumuz. 3/ Eski dilde gün... Erkek deve. 4/Nazi par- tisinin hücumkıtasuıı simgeleyen harfler... Birnota... Bır kimsenin başkalan tarafından saygı gösterilmesi gere- ken iffeti. 5/ Pamuk çekirdeği. 6/ Tanrıtanımaz... Sa- hip... Koca. 7/ Bir tür dokuma tezgâhına ve bu tezgâhta dokunan kannaşık desenli kumaşa verilen ad... Bayağı, sıradan. 8/ Edremit Körfezi kıyısında turistik bir yöre... Sigorta için verilen ücret. 9/ Kaslarda ve eklemlerde kendini gösteren ağnlı hastahklann genel adı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle