Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3 MART 1999 ÇARŞAMBA
14 KULTUR
Başbakan Bülent Ecevit'e açıkmektup
SELİMtLERİ
Sayın Ecevit,
Otuz yılı aşkın yazarlık hayatımda si-
yaset çevrelerinde hiç bulunmadım. Ta-
ruştığım sıyaset adamlannın sayısı üçü
beşi geçmez. Sizinle, bir iki kez görüş-
me firsaüm oldu. 'Şahsmna' duyduğum
saygıyı gönüldenlikle dile getirdim. Si-
ze bu mektubu, işte o inançla yaayorum.
28 Şubat 1999 tarihli Cumhuriyet ga-
zetesinde çok değerli yazarlanmız -çok
haklı olarak- yeni Telif Yasası'nın bazı
uygulamalanna itiraz ediyorlardı. Uy-
gulamadaki 'deftertutmazorunhığu'.ül-
kemizin gerçek yazarlan, gerçek 'ede-
biyat' adamlan için başlı başına ve cid-
di bir sorun olacaktır. Değerli yazarla-
nmız da bunu ifade ediyorlardı. Bil-
mem okuyabildıniz mi?
1967 yıhnda Yeni Ufuklar dergisin-
de ilk yazım yayımlandı: Aziz öğret-
menım VfedatGünyol,bana hayanmın tek
ûlkûsünü armağan ediyordu. Yazmak-
tan başka hıçbir gayem kalmayacaktı.
Hatta yazarlık uğruna Hukuk Fakülte-
• Yazarlarımızın çoğu-içlerinden biriyim-, her türlü sosyal güvenceden uzaktır. Ne
emekli oldum, ne olabileceğim. Bir ömür boyu, gururumuzu çiğnetmeden, ayakta
kalmaya, yazarlık uğraşıyla geçim sağlamaya çabalıyoruz.
• Ben ummak isterim ki defter tutmak gülünç bürokrasisi yerine, devletimiz, Türk
yazarlannın çok değerli verimlerini çok sayıda kişiye ulaştırabilmenin yollannı arasın.
si'nibile gözükapalı bırakacaktım. Tıp-
kı birçok yazanmızın öylesi heyecanla-
n gıbi.
O günden günümüze yûrüyûp geldi-
ğim çerin yola şimdi bakakaldığımda.
gençliğimin tek ülküsüne de -ne yazık
ki- bakakalıyorum. Aynca yolun çok
şanslı ender yolculanndan biri olduğu-
muayırtederek...
O yolda, onca emeğine, ağarmış sac-
lanna rağmen eserini yayımlatabilmek
için kapı aşındıran bedbaht edebiyat in-
sanlan gördüm. O yolda, eserlenndekı
düşüncelerinden -ister sol eğilimli, is-
ter sağ eğilimli- dolayı cezaevlerine ka-
patılanlan gördüm. O yolda, gün geç-
tikçe bozulan maddi olanaklan dolayı-
sıyla şurda burda. ama hep yazarlık dı-
şı alanlarda umarsızca çalışanlan gör-
düm. O yolda. bizlere birbirinden güzel
eserleri yadigâr bıraktıktan sonra, ölür
ölmez, bazen ölmeden 'unutuluş'a terk
ettiğimiz şairler, hikâyeciler, romancı-
lar. oyun yazarlan için gözyaşı döktü-
ğüm oldu...
Ama yazarlanmızm çalıştıklannı, bo-
yuna çalıştıklannı, daha başka bir yann
için didindiklerini de yaşadım. Yetmiş
milyona yakiaşan nüfusumuz ve en te-
cimseli iki-üç bin adet basılabilen kitap-
lanmız! Bu müthiş ölü toprağı serpilmiş-
liğe rağmen yazarlarımızın yılmadıkla-
nnı gördüm...
Onlara verilen maddi- manevi sıkın-
tılara, takdir edersiniz ki şimdi bir ye-
nısi ekleniyor, noterden vergi dairesine,
ya da muhtardan notere, fotoğraf stüd-
yosundan -vesikalık gerekiyor mu?-
muhtarlığa, uzunca, sevimsiz, tuhaf bir
bürokrasi koşuşması.
Bireseri içinkimbılirnekadarzaman
çabalayan bir yazanmız, o bin beş yüz
adetlik basım için vergisini ödemiyor
muydu? Elbette ödüyordu. Pratik uy-
gulama yürürlükteydi.
Yazarlanmızm çoğu -içlerinden biri-
yim-, her türlü sosyal güvenceden uzak-
tır. Ne emekli oldum, ne olabileceğim.
Bir ömür boyu, gururumuzu çiğnetme-
den, ayakta kalmaya, yazarlık uğraşıy-
la geçim sağlamaya çabalıyoruz. Def-
ter tutmamızı önermekte ısrar eden Sn.
TemizeL, diyelım. bir romanından üç
yüz, bilemediniz dört yüz milyon telif
ücreti alan bir yazanmızdan peşin ver-
gi ödemesıni, 'muhasebeci' tutmasını
bekliyor herhalde. Ya da işin bu yanı
pek akla gelmemiş...
Ülkemizde, 'sanatçı' dendi mi, bu-
gün, 1999'da, hep şarkıcı hanımlar, bey-
ler ya da benzerleri bu nitelemeye lâyık
bulunuyor. Atatürk'ün Türkiye Büyük
Millet Meclisi, ömrünün son günlerini
sıkıntıyla geçiren yaşlı yazar Samipaşa-
zade'ye 'maaş' bağlıyordu...
Ben ummak isterim ki defter tutmak
gülünç bürokrasisi yerine, devletimiz,
Türk yazarlannın çok değerli verimle-
rini çok sayıda kişiye ulaştırabilmenin
yollannı arasın. Yeni yeni okurlaryetiş-
tirilebilse, yazarlanmızın 'edebi' eser-
leri yüzbinlerin üsründe satışlara ulaşa-
bilse. O gün gelince, yazarlanmız da
muhasebeciye her ay kaç lira verecek-
lerinin acıklı hesabından kurtulacaklar-
dır.
Gelgelelim, bugünkü dunım, beni bu
mektubu yazmaya 'zorunlu' kıldı. tlgi-
nizi esirgemeyeceğinizi biliyonım.
Sonsuz saygılanmla.
Mimar Sinan Universitesi, Sanayi-i Nefise Mektebi olarak 3 Mart 1883'te eğitime başlamıştı
'AkademT 116. yılını dolduruyor
OKTAY EKİNCt
Bizde "akademi" denilince ilk
akla gelen okul hıc kuşkusuz hâ-
lâ Mimar Sinan Universitesi dir
(MSÜ). "Hâiâ"dıyorum,çünkü
Güzel Sanatlar Akademisinın
üniversiteye dönüştürüldüğü 1982
yılından bu yana 17 yıl geçme-
sine rağmen tarihsel kımliğınin
"tophımsal beUeğunizdeki" var-
lığı sürüyor. "AkademiIT olma-
nın farklı bireğitımi simgeleme-
si de aynı nedenle bugünlerde
tam "116. yıhnı" dolduruyor...
19. yüzyıhn son çeyreğinde
"aydınlanma"' düşüncesıni kül-
tür ve sanat alanında Osmanlı
dünyasına taşıyanlann en çalış-
kanı hiç kuşkusuz ressam Os-
man Hamdi Bey'di.
Aynı zamanda çağdaş müze-
ciliğimizın önderi ve bugünkü
Istanbul Arkeoloji Müzeleri'nin
de kurucusu olan Osman Ham-
di Bey, "Müze-i Humayun"un
müdürlüğünü yaptığı 1882 yı-
hnda "Mekteb-i Sanayi-i Nefise-
iŞahane"nın kurucu müdürlüğü-
ne atanır. 1883 yılında yine bu-
günkü Arkeoloji Müzesi bahçe-
sinde, dönemin ünlü mimarla-
nndan Akxandre Vallaury'nin
yapıtı olan binasmda öğretime
başlayan Sanayi-i Nefise Mek-
tebi'nin ilk bölümleri ise "re-
sfan", "heyketaraşbk'", "hakkâk-
tak" ve "mimarhk" olarak belir-
lenir...
Prof. Feridun Akozan,Akade-
mi'nin 90. yılı nedeniyle 1974'te
yayımlanan belletenin önsözün-
de, Sanayi-i Nefise Mektebi'nin
Cumhuriyet'e kadar olan 40 yıl-
lık Osmanlı dönemıni, "Güzel
sanatlara karşı dirençle müca-
deleedflen ve yıkıimakta olan im-
paratoriuğun sıkınniannın ya-
şandığı yıllar" şeklinde özetli-
yor.
Gerçekten 1916'da Osman
Hamdi Bey öldükten sonra gö-
zü gibi koruduğu "mektebini"
binasından bile çıkarnrlar ve yak-
laşık 10 yıl farklı binalarda do-
laşılarak "göçebe" bir eğitim ya-
pılır. 1923'te Cumhuriyet devri-
miyle birlikte ise aydınlanmacı
kadrolarokula sahip çıkarlar, da-
ha 1926yıhnda Fmdıklı Çifte Sa-
raylan" ndan CemüeSnltan Sahft-
sarayı'na (bugünkü binasına) yer-
leşerek "Güzel Sanatlar Akade-
misi" adıyla yeni öğretim döne-
mine başlar. Bölümleri ise
1980'lere dek sürecek olan mi-
marlık, resim, heykel ve "tezyi-
nat" (dekoratif sanatlar) şeklin-
dedir.
llerleyen yıllarda ilk kurumsal
gelişme, 1937 yılında Atatürk'ün
talimatıyla Dolmabahçe Sara-
yı'nın Veliaht Dairesi'nde Aka-
demi'ye bağlı olarak Resim ve
HeykelMüzesi'nin kurulması ol-
du. 1948'de Fındıkh'daki bina ya-
nıncamimarhk bölümü 5 yü ka-
dar Yıldız Sarayı binalannda ba-
nndı, 1953 'te onanm bitince ye-
niden ana binaya dönüldü.
KJasik sanat dallannın yanı sı-
ra ülkemizde "sinemasananna"
ilk bilimsel sahiplenmeyı başla-
tan ve TürkSinemasmahem "bd-
kk" hem de «birikim'' kazan-
dırma bakımından çok önemli
katkıda bulunan Türk Film Ar-
şivi'nin 1968'deki ilk resmi ku-
ruluşu da yine Akademi 'ye bağ-
lı olarak gerçekleşmişti. İ969'da
ise 1172 sayılı Devlet Güzel Sa-
naâar Akademileri Kanunu ile
Akademi sadece özel bir kanu-
na değil. hukuksal güvencelere
bağlanmış "bilimsel özerkligine"'
de kavuşmuş oluyordu..
Demokratik eğitim
Bizler, 19701i yıllarda Akade-
mi'de
H
öğrendtems3cisr olarak
hem okuyuphem de ögrcnim so-
1950'li yıllarda Akademi'de resim ve heykel atöryefcri... Sanata ve aydınlanmava kanat geren bir eğitim. (Cumhuriyet Arşrvi)
eni bir yüzyıh Mimar Sinan Universitesi olarak karşılamaya hazırlanan Güzel Sanatlar Akademisi,
kurucusu Osman Hamdi Bey 1916'da öldükten sonra 'sahipsiz' kalıp binasını bile yitirmişken, Cumhuriyet
devrimiyle birlikte yeniden güç kazanmıştı.. MSÜ de bugün yine bina sorununu yaşıyor ve îstanbul'u daha
fazla kucaklamak için devletten istediği yapılar ise hep "özel vakıf üniversitelerine" tahsis ediliyor...
* MIMARStNAN *
>UNIV[RSITESI
runlanmızla ilgılendiğimizde,
işte bu bilimsel özerklığın getir-
diği demokratik kazanımlarla
hem Akademi Yönetim Kuru-
lu'nda hem de Bölüm Yönetim
KuruDan'nda yasal güvenceler-
le görev alıyorduk.
O kadar ki her iki yönetim ku-
rulunda da seçilmiş öğrencı tem-
silcileri kimliğimizle toplantıla-
ra katılırken, sadece söz hakkı-
na değil, "qy hakkına" da sahip-
tık.
19801ere doğru, aynı kurullar-
da çoğu öğretim üyeleriyle bir-
likte hep "ret" oyu verdiğimiz ko-
nulann başında ise Akademi 'nin
"üniversite" olmasına yönelik
girişimler geliyordu. Çünkü kül-
tür ve sanat eğitiminde "Akade-
mi ortamının" üniversite kalıp-
lan içinde "zedeleneceği'' kay-
gısı içindeydik...
Nitekim 1982'den sonra bu kez
"Mimar Sinan Universitesi'" dö-
nemı başladığında. özellikle
YÖK'le biriikte ne o eski "de-
mokratik-kaüJımcı akademi yö-
nedmi" kaldı, ne de o öğrenci
ve hoca "arkadaşhğı" üzerine
kurulmuş. saygılı ve coşkulu
"atölye''eğitımi..
Şimdi Mimar Sinan Üniversi-
tesi'ndeki "öğretim ortamı" yi-
ne de öbür bazı üniversitelere
göre çok daha demokratik ve
çağdaş biranlayışla sürüyor. An-
cak bu, yeni yasal yapılanmadan
değil, bütün bir Cumhuriyet dö-
neminı kucaklayan "akademige-
leneginden" geliyor. Aynı gele-
neğın kazanımlanyla yetişen öğ-
retim üyelerinin yine akademi
yıllannda edindikleri davranış
ve eğitim kültürü kapısında "üni-
versite'' yazsa bile bu tarihi sa-
nat okulumuzun eski havasını"
sürdürmesıne hâlâ katkıda bu-
lunuyor...
Kültür ve sanat üretimi
Akademi, işte böylesi bir 116
yıllık birikimle şimdi 21. yüzyı-
İı karşılamaya hazjrlanırken, Fen-
Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanat-
lar Fakültesi. Mimarhk Fakülte-
si. Fen ve Sosyal Bilımler Ens-
titüleri. Devlet Konservatuvan.
Meslek Yüksek Okulu, Resim
ve Hevkel Müzesi ve Sinema-
TV Merkezi gibi bölüm ve birim-
leriyle de ülkemizin gelişkin yük-
seköğrenim kuruluşlan arasın-
da yer alıyor.
Ne var ki son yıllarda yayım-
lanan ve üniversitelerimizdeki
"bilimsel makale, vayıa, araşür-
ma" vb. çalışmalann sayılanna
göre düzenlenen kimi listelerde
ise MSÜ olarak hep "ah sıralar-
da" görünüyor...
Bunun temel nedeni, MSÜ'de
doğal ve ağırlıklı olarak "kültür
vesanat ürünlerinin" üretilmek-
te olması. Her yıl gerek diploma
çalışması şeklinde, gerek yük-
sek lisans ve doktora tezleri an-
lamında. gerekse akademik ka-
riyerler için üretilen resimler,
heykeller, grafık tasanmlar, si-
Duygusal olanınpeşindeki resimler
Kültür Servisi - Cuma Ocaklı'nın resim
sergisi 8 Mart tarihine dek Antik Sanat
Galerisinde izleyicilere sunuluyor.
" Yaratma yetltinliği sürecinde eser ve
sanatçı beraber oluşuıiar. Yaratma
eyleminin önkoşulu ise bu bilgi ve
becerilerin en içtenlikli kullanımı ve her
yapılanın bir diğeriyle ardışık bürünleyen
ve yeni olmasıdır. Yeni olduğu kadar içinde
geçmişi banndırmasıdır" diyen Ocaklı,
dış gözlemle içsel olanın bileşiminden
türeyen bir resim seriiveninin içinden
geliyor. 1971'de Istanbul Atatürk Eğitim
Enstitüsü Resim Bölümü'nü bitiren
sanatçı. 1985'te Marmara Universitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi'nde lisansını
tamamladı. Halen Dokuz Eylül
Cniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde
resim bölümü başkanı olarak görevini
sürdüren Ocaklı, yurtiçi ve yurtdışında
çeşitli kişisel sergilere de imza attı.
MümtazSağlam'ın, her şeyden önce
figüratif yönsemeli ifade seçeneğinin bir
temsilcisi olarak tanımladığı Ocaklı,
figürün betimleyici değil temsili işlevini
öne çıkaran bir anlatımla oluşturuyor
resimlerini. Mümtaz Sağlam, Ocaklı'nın
resimleri için şunlansöylüyor:"Ocakh'nın
resünlerl süzülmemiş Bablı referanslann
ağırlığında değil, kendini ve dış dünyayı
kuşatan bir algılama doğrultusunda
gelişim yönünü belirkr. Zaten sanatçı
baştan bu >ana. duygusal olanın \e
coşkulanna karşıuk gelenin peşinde
otanuştur. Böytece sanatcının resimlerinin
kökeninde, varlığa ilişkin tarüşmalann
düşüncesi ya da tüm boyutlanyla sevgi gibi
insanal durumlan bulmak mümkündür."
Bahar / Dizisi (gülhatmili), tuval
üzerine yağlıboya
nema-TV yapımlan, mimaruk
ve şehircilik projeleri. fotoğraf
çahşmalan. geleneksel el sanatfa-
n ürünleri, cilt. eski çini onarun-
lan. hab-kilim-kumaş desenleri,
moda ve konfeksiyon tasanmla-
ra, mimari rötöve-restftüsyon-res-
torasyon çahşmalan, endüstri
ürûnleri tasanmlan, müzık da-
lındaki kompozisyonlar.beste ve
seslendirme çahşmalan, tiyatro
dekoıian ve kostümleritasanm-
lan. tekstiL seramik, tezhip sa~
natu opera ve bale. orkestra şef-
ligi_gıbı sanatsal çalışmalar, üni-
versitelerdeki bilimsel makalele-
ri içeren listelere girmediğinden,
MSÜ haksız ve "vanıhKi" bir şe-
kilde hep alt sıralara yazılıyor.
Oysaki yine "akademi" kim-
liğiyle Türkiye'nin sanat ve ta-
sanm eğitimi alanında en önem-
li ve köklü kurumu olarak ken-
di alanındaki bilimsel hızmetını
geliştirerek sürdürüyor. Bu neden-
le MSÜ'nün, belki de o tür lis-
telerde hiç yer almaması gereki-
yor...
MSÜ, bütün bu kültür ve sa-
nat yoğunluklu eğitim ilişkileri
içinde daha da büyüyebilmesi
için, öğretimin niteliği gereği yi-
ne "kentiçinde" kalması ve kent-
le bütünleşen konumlardaki bı-
nalarda hizmet vermesi gereken
bir üniversite. "Kampus" kavra-
mı, bu tür bir eğitim için "körel-
tid" bir ortamı tanımlıyor. Çün-
kü kültür ve sanat, kent ve top-
lumla birlikte "yaşanarak" öğ-
renilebiliyor...
Ne varki hükümetleTkent için-
deki birçok tarihi kamu binasını
MSÜ'nün bu gereksinmesine
sunmak yerine, her seferinde hep
başka "özd" üniversitelere ver-
meyi yeğlediler. Hatta MSÜ'nün
resmen istediği yapılan bile...
MSÜ ise son yıllarda Değir-
mendereBelediyesi ile Zühtü Mu-
ridoğlu Ahşap Heykel Sempoz-
yumu düzenleyerek, Avşa Beledi-
yesi ile Hadi Bora Taş Heykel
Sempozvumlannı yaparak. Birgi
(tzmir- Ödemiş) Belediyesi ile
mimarlık ve şehircilik yaz okul-
lan organize ederek, Tophane-i
Amire binasını tstanbul'un kül-
tür ortamına kazandırarak, top-
lumla sanatı kucaklaştırmaya dö-
nük "a>dınlanmacr 'misyonunu
yaşama geçirmeye çalışıyor...
Tıpkı, 100 yıl önce de Osman
Hamdi Bey'in, resim ve heykel
düşmanlannın engellemelerine
karşı direnerek, Sanayi-i Nefise
Mektebı'ni özveriyle yaşattığı
gibi...
DEFNE GÖLGESI
TURGAY FtŞEKÇt
Yazarın Detteri
Yazariann tuttuklan defterier çok değertidir. Mü-
zelerde ya da kişilerin ellerinde özenle korunuriar.
Kimi zaman tıpkıbasımlan yapılır, daha çok insa-
nın görüp yararianabilmesi için. Kalem tutan elin
kâğıt üzerinde kayarken oluşturduğu şekiller kim
bilir ne çok şey söyler o yazann sevenlerine.
Orhan Veli'nin bir şiir defterini görmüştüm, pe-
lür kâğıda mavi mürekkeple yazmıştı şiirlerini. 6ü-
tün Şiirieri'nin kapağındaki etyazısı dörtlük de o def-
terdendir...
Ya Yaşar Kemal?.. O koca romanları, yine ko-
caman defterlere, el yazısıyla, üstelik de kurşun-
kalemle yazdığına kim inanır?
Bugün yazarlarımızın defterlerini koruyacaK -yal-
nız defterierini değil, onlara ait bütün öteki şeyle-
ri de- sergileyecek bir yazın müzemiz yok. Yerel
ya da merkezi yönetimler, bir yapı ile orada çalı-
şacak iki üç memuru gereksiz gördüler bugüne dek.
Siyasal iktidarlardan yıllardır yazariann yaşam ve
çalışma koşullannı iyileştirici önlemler beklenirken
bir oldubittiyle bir anda bütün yazariar gelirierini
düzenli olarak işleyecekleri defterler tutmak zorun-
luluğuyla karşı karşıya kaldılar.
Yazariar yıllardır, tıpkı ücretle çalışanlar gibi kay-
nakta kesinti yoluyla vergilendiriliyorlar. Yazara
odeme yapan bir kuruluş, yüzde on stopaj, yüz-
de bir de Savunma Sanayıinı Destekleme Fonu'na
kesinti yapıyor. Ardından yüzde on beş de KDV ode-
niyor. Böylelikle telif geliri kendiliğinden yüzde yir-
mi altı vergi doğuruyor. ödeme yapan kuruluş bu
bedeli kesip vergi dairesine yazar adına yatınyor.
Yazann da başka bir işlem yapmasına gerek kal-
mıyor.
1 Mart 1999'da yürürtüğe giren yeni düzenleme
ile bu vergiler aynen ödenmeye devam edilecek.
Aynca elde edilen gelirler tek tek, noterden onay-
latılacak bir deftere işlenecek, yıl sonunda da ge-
lir vergisi beyannamesi veritecek. Yıllık geliriniz ye-
di milyar lirayı aşrnışsa, bu kez de gelir vergisi öde-
necek. Yani yazariar, yazınsal ürünlerini işledikle-
ri defterterine ayırdıklan zamanlannın bir bölümü-
nü Maliye defterlerine ayıracaklar, dahası, noter ve
Maliye kapılannda, kuyruklarda günlerini harcaya-
caklar.
Yedi milyartık sının aşacak yazar sayısı bir elin
parmaklannı geçer mi bilmem. Geride kalan yüz-
lerce yazar nedensiz yere bu işkenceyi çekecek.
Maliyemiz böyle bir aymazlığa nasıl düştü diye
araştınrken karşıma bir başka gerçek çıktı. Vergi
elemanlan, geliıieri dillere destan olan ünlü tele-
vizyon programcılanna denetlemeye gittiklerinde,
onlann da "fe//f"le çalıştıklannı, yani yaptıklannın
"yazınsal bir eylem", kendilerinin de "yazar" olduk-
larını, dolayısıyla yazariar gibi vergilendirildikleri
savryla karşılaşmışlar.
Milyon dolaıiarın döndüğü televizyon dünyası-
nı daha yüksek orandaki gelir vergisiyle vergilen-
dirmek isteyen Maliye de defter tutma yöntemini
getirmiş.
Kazanandan vergi istenmesine kimsenin bir di-
yeceği olamaz. Ne ki, bir kesimi vergilendireyim di-
ye, bir başkasını zora koşmanın bir antamı olma-
dığı da ortada.
Tez elden şöyle bir düzenlemeye gidilmeli: Ya-
zınsal yapıt üreten, yani yazarlığı yazar meslek ör-
gütlerince onaylanmış yazarianmızla televizyon,
gazete, eğlence dünyası gıbi alanlarda çalışanlar
birbirlerinden aynlmah ve vergilendirilmeleri de
farklı biçimde gerçekleşmeli.
Bütün ülkeler, kültür ve sanatın gelişimini vergi
bağışıklıklan, burslar, ödüllervb. ile desteklerken,
bizim zaten bin bir engelle boğuşa boğuşa kav-
ruk kalmış yazın ortamımızın bir de bu yolla solu-
ğunun kesilmesi kabul edilemez.
Japonlardan 8 yıllık eğitime katkı
• Kültür Servisi - Shuku Kvasakı ve Ko Ivvasaki
piyano ve viyolonsel ikilisi 9 Mart Salı günü Ankara
CSO Salonu'nda müzikseverlerle buluşacak.
Sevda Cenap And Müzik Vakfi ve Japonya
Büyükelçiliği tarafından düzenlenen konserin tüm
geliri 8 yıllık eğitime kullanılmak üzere Milli
Eğitim Vakfı'na bağışlanacak. Piyanist Shuku
Iwasaki, 1976 yıhnda Japonya'da yılın en aktif
piyanisti olarak Fukuyama Odülü'nü aldı. 1990
yılında Music in Style düzenli konserlerinde
başansından dolayı Sanat Festivali ödülüne değer
bulundu. Viyolonsel sanatçısı K.o Iwasaki ise 1969
Uluslararası Viyolonsel Yanşması'nda ikincilik ve
1970 yılında Uluslararası Çaykovski yanşmasında
Bronz Madalya kazandı.
K Ü L T Ü R • Ç İ Z l K
K Â M İ L M A S A R A C I
$gf%#*