25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
'3 AFAUK 1999 CUMA CUMHURİYET SAYFA kuttur(5/cumhuriyet.com.tr 15 Mustafa Altıoklar'ın yeni filmi, bütünüyle özenti ve zorlama bir fantezi, tam bir hayal kınklığı Bıı asansör feııa lıalde anzalı!..Adan, milyonlann karşı- sında. ekrandaki konuğuna (Demrt Şener). "Kocan ikti- darsE.saıdeomjaJdaüwrsun" diyen •.e böylece elinde taban- cayla hastaneyi basıp ortahğı kan gölüne çevirerek intihar eden kocanın (BurakSergen) fittırmasma ve ölmesine se- bep olan, "Budamıobcaktı?" adîı malum düzeydeki bir re- ality show programının ya- pımcıs-sunucusu Can Şarman (Mustafa l ğuriu). SürekJı dûrbünlü bir tûfek gibi kullandığı kamerası, rönt- genci yaklaşımı ve özel ha- yatlara tecavüz etmeyi ilke edinmış progranuyla reyting şarnpryonluğuna abone olmuş, ûn, para, güç sahibi sürdürdü- gü lüks hayat ve başan uğru- na her yola başvuracak yapı- daki, birslı, kibirli, adi bir fir- satçı butelevizyoncu Can. Al- dığı bire-mail mesajının sahi- besiyle tamşmak üzere, iştah- la, bilmediği bir adrese gidı- yor ve çıkarken ansızın duru- veren asansörde mahsur kalı- yor. Can'ın, nedense bomboş binanın merdivenlerinde yan- kılanan yardım bağınşlanna karşüık, "l\e bağınp duruyor- sunuz orada" dıyen genç bir kadın (Arzu Yanardağ) belirive- riyor ansızın açılan bir kapıda. Süngûsü düşen sunucu Saat 17.59. Asansörde tıkılı ve çaresiz kalan iinlü televizyoncu, "Hah tam kurtuldum" derken o da ne? Tamirçı filan çağırmak şöyle dursun, takrruş takıştırmış küçük köpekli genç kadın çekip gidiyor bir gece davetine, Can'a aldırmaksızın. Asansörûn düğ- meleriyle oynayıp taban döşeme- sini kurcaladıktan, cep telefonu- nn asansör boşluğuna düşürdük- ten ve her an patladı patlayacak bir paketli bomba dehşetıni de yaşa- dıktan sonra, habire aynadaki pe- rişan suretiyle konuşup durmak- tan ve debelenmekten yorgun dü- şerek bir köşeye kıvnhp uykuya YÖnetmen, senaryo: Mustafa Altıoklar / Kamera: Ömer Faruk Sorak / Müzik: Erkin Aslan / Oyunculan Mustafa Uğurlu, Arzu Yanardağ, Demet Şener, Funda Bann, Naci Taşdöğen, Burak Sergen, Emre Attuğ, CemÖzer/1999 (Özen Film) Arzu Yanardağ'ııı bacak gösterisi ve ayak fetişizmi arasına kıstınİmış bir görüs açısından aktanlmış 'Asansör', anlatımınrian oyunculuğuna kadar son derece şişirme ve yalap saJap bir hevecan-gerilim denemesi srntık yardakçısından (Naci Taşdöğen,EmreAltuğ) başka kirnsenin olmadığı bu kuş uç- maz kervan geçmez ıssız bi- nadakı asansörde 4 gün kapa- lı kaiarak. ne yapsa ne etse de bir türlü kurtulamayan te- levizyoncu en son ilanı aşka başvurup sizi seviyorum di- yor kadına. Hiç önmayan ka- dınla iki yardakçısının mari- feti sonucu, asansördeki giz- li kamerayla tüm perişan ha- li, kadın düşmanı, yoz zihni- yeti, düzeysizliğı, bayağılığı kaydedilmış görüntüleri üste- lik kendi kanalından ve ken- di yardımcısı eliyle yayımla- nınca bütün ülkenin izlediği popüler televizyoncunun ba- lonu patlıyor ve o da "aşkı, sevgryi, kaygüan, röntgenle- menin" ne demek oldugunu anlıyorböylece! "Ekranage- tirflen sizin özel hayabnız de- ğilse, rahat rahat seyredebi- lirsiniz baştan sona_" "Avcry- la tutsağTmn dördüncü gü- nünü, fılmın bir Zuhal CNcay şarkısı döşenmiş ve birbirine bütünüyle karşıt iki kahrama- nın beraber çıktığı inanılmaz finalıniyse ne siz sorun, ne de biz aktaralrm. "Asansör"e vanyor anlı şanlı televızyoncu- muz, bombalı süsü verilmiş pake- ti bırakan iki kişiyi de her nasıl- sa hiç göremeden (!).. 2. gün, "Manyak bir kadına çatük" diye düşünen, sakalı uza- mış, süngüsü düşmüş, ünlü tele- vizyoncu, kaderinin ba|lı olduğu sonucunu çıkardığı kadını baştan çıkarmayı (çözüm) deniyoraklı sı- ra. Kurtuhnak için çözüm, kadın avcısı, dayanılmaz erkek televiz- yoncunun yıkama yağlama uz- maru düindedir! Ancak muz yemeyi ne kadar çok sevdiğini örnekleyerek, insa- nın başına ne gelirse ya meraktan ya taraktan benzeri özdeyişlerle be- zeli bilgiç bilgiç (ve müsamere- ye çıkmış küçük bir kız diksiyo- nuyla) konuşan, alımlı genç kadı- nın ne baştan çıkacağı var, ne de adamı asansörden çıkaracağı. Bir televizyon da koyuyor üstelik üs- tat sıkılmasın diye, göz hızasına. Yiyecek içecek ve Jazımlık bile ve- riyor. Hatta yalap şalap, şişirümiş bir ısırma sahnesiyle, televizyon- cunun küçükköpek taranndan ka- natılrruş eline pansuman dahi ya- pıyor. (Bu kuduruk medya iması mı yoksa?) Derken fiJmde evlere şenlik bir fıkra faslı çıkageliyor. Bu ihti- mamdan hoşnut televizyoncu, ka- dını etkileyeceğini umduğu, ma- ço zihniyetini sergileyen ve cin- selliğe kapı açan üç fikra anlatı- yor ki breh breh. Bir başka ünlütalk shövvcunun, Cem Ozer'in programına katıla- mayışı nedeniyle ekrandan yedi- ği iltifatlan sineye çekerken ken- dine güveninin yerini rutsaklığın ve çaresiz kalışının verdiği panik ahyor gitgıde. Ve 3. gün. Sabah sa- bah elektnk süpürgesiyle merdi- venleri süpüren tuhafkadının kah- valüsını getırdiği Can, düşünüp ta- şınıp asansörde tutsak edildiği bu kadın tarafından "arzulandığına*' hükmederek bir hangi burçtan- sın, muhabbeti açacak oluyorsa da anında tersleniyor. Kadın bir de zeytinyağı gibı su üstüne çıkma- srn mı? Asü sen beni rahatsız edi- yorsun, asansör bozuldu numara- sıyla iki gündür kapundan ayrıl- mıyorsun diyerek. Dışarda herkesçe hanl hanl ara- nan, sonunda ansızın sırra kadem basmasıyla kendisi de medyaya haber olan kayıp televizyoncuya HakanAygüngibi haber sunucu- lannın bültenlerinde, medyadaki yakın arkadaşlannca (Engin Ar- dıç) "Nerdesin, dön arük, çık or- ta> r a" çağnlan yapılıyor ekran- dan. Çin mutfağını sever misin? Senin mutluluğun başkalaruun mutsuzluğudur! Çiftlerin birbiri- ne dokunmaksızın seviştiği Çin erotızmı hakkında ne düşünürsün ya da Shakespeare ne demiş, gi- bisinden malumatfunış diyaloglar- la süregelen u Asansör"ün dışkısı bile kontrol edılen (burda da hın- zırcabir gönderme mi var ne?) ha- bis televizyoncu, tutsak kahrama- nımız, hücresinden kurtulup çı- kışında şanına yakışan bir medya ordusunca karşılandığıru filan ha- yal ediyor. Kadınla Edi'yle Büdü gibi iki YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR. Ufe - Müebbet Kuşiarı Ted Demme'ın yönettiği, Eddie Murpbj' ve Martin Lawrence'ın baş- rollerini oynadığı "Ufe-Müebbet Kuş- Un", bir adli hata sonucu hüküm giye- rek hapse tıkılan iki zenci mahkûmun duvarlar arasında geçen 55 yılını ve tü- kenmeyen umutlannı anlatıyor. Zıt karakterlerine ve yanm yüzyılı aşkın çok uzun bir süreyi hapiste birİik- te geçirmelerine karşuı günün birinde hapishaneden kaçabileceklerine dair umutlannı hiç yitirmeyen bu tuhaf iki- linin dramatik öyküsünü, komediye de ağırlık vererek anlatmayı yeğlemiş yö- netmen Ted Demme. Bir hapıshane mezariığında başlayan ve geriye dönüşlerle 1932'nin Har- lem'ine yollandığunız fihn, çalçene bir yankesici olan Ray Gibson'ın (Eddie 'Müebbet Kuşlan'nda Martin Law- rence ve Eddie Murphj- rol aJıyor. Murphy) şık bir gece kulübünde gözü yükseklerdeki, parasız pulsuz banka veznedan Claude Banks'ı (Martin Law- rence) soymaya kalJaşmasıyla sürüyor... Kimi zaman kahkahalara, komediye, kimi zaman da dramatik gerçekçiliğe da- yanan film, bireyler arasındaki çatış- maJı ilişkilerden ABD'nin güney eya- letlerinde kurumlaşmış geleneksel ırk- çılığa kadar uzanan bir yaklaşımın ürü- nü ve rahatlıkla izleniyor. Sürekli birbirleriyle didişmelerine karşrn paylaştıklan aym hücrede ömür boyu birbirlerine katlanmak zorundakı iki mahkûmun hır-gürü eksık olmayan dostluğuna odakJanan fılmde her za- mankı gibi sürekli komiklik üreten Ed- die Murphy o çok bilinen komedyen özelliklerini bir kez daha sergilerken, onun tam zıttını oluşturan Martin Law- rence da ona ayak uydurmaya çalışıyor. Dramatik özüne karşrn sivri esprile- re, arsız edepsiz bir mizaha da sahip bu film, Eddie Murphy - Martin Lawren- ce ikilisini, u Boomerang"dan bu yana yeniden bir araya getıriyor. Bugün gösterime giren "Life-Müeb- bet Kuşlan**nın sözü edilecek bir başa- nsı da, Oscar'lı, makyaj sihirbazı Rick Baker'ın. iki mahkûmun 55 yıl boyun- ca geçirdiği yaş evrelerini olağanüstü inandıncı biçimde ortaya koyan bece- risinden kaynaklanıyor. Kaşına-saçma kır dûşmüş, 70'li yaşlanna gehniş böy- lesi bir Eddie Murhhy'yi her zaman gör- mek olası değil... Random Hearts - Cerçeflin Peşlnde EnsonStanleyKubrick'in tt EyesWi- de Shut - Gözü Tamamen Kapalı"sın- daki bir yan rolde oyuncu olarak seyret- tiğimiz, yülann Oscar ödüllü yapuncı 'Gerçeğin Peşinde'de polis rolündeki Harrison Ford, ihanete uğramış bir koca. yönetmeni Sydney PoUack'ın, Harri- son Ford'la Kristin Scott Thomas'ı yö- nettiği yeni filmi "Random Hearts", "Gerçeğin Peşinde'' adıyla bugün gös- terimde. "Random Hearts". yaşamlannı onur ve dürüstlük üstüne kurmuş bir Washing- ton D.C. polisiyle (Harrison Ford), ye- niden seçilmeye çalışan New Hamps- hire kadın senatörünün (Kristin Scott Thomas) tesadüfı bir ilişki sonunda ke- sişen hayatlanm konu ediniyor. Pohs de, senatör de, dürüst yaşamla- nnın, evliliklerinin ve kariyerlerinin ga- rantisi oldugunu zannetmektedir. Hiç de öyle olmadığını, polisin kansıyla se- natörün kocasınm da içinde bulunduğu bir uçağın düşmesiyle anlayacaktır iki- side. Uçak kazası ikisi için de, eşleri hak- kındakı bazı gerçekleri aydınlatmakla kaknayacak, aralannda garip bir çeki- mın bâşlamasına neden olacak ve Was- hingtonD.C.'de alevlenen bu tesadüfı iliş- ki, Miami sahillerinde sıcak bir roman- tizme dönüşecektir. Artık uçakta, ölen eşlerinin ihaneti değil de birbirlerine duyduklan sevgi ön plana çıkmıştır... Daha önce Pollack'uı "Absence of MaKce" ve "Outof AfiTca" filmlerinin senaryolannı da imzalamış olan KurtLo- edtke'nınVVarrenAdler'in 1984'teba- sılmış bir romanından ujarlayarak se- naryosunu yazdığı -Random Hearts"la yıllann deneyimli yönetmeni Sydney PoUack'ın, eski başanlannm çok uza- ğına düştüğü, eleştirmenlerce çok yazü- dı çizildi, fıhn batıda gösterime çıktı- ğında. Yine de Harrison Ford'un karizması ve "İngiBz Hasta"yla ünJenen Kristin Scott Thomas'm varlığıyla renkli kılın- mış, bugün gösterime giren bir Sydney Pollack yaprmıyla karşı karşıya sine- maseverler "Random Hearts" 4 Sinema, iıısaıı yüzüyle başlar' Bergman 'Imgeler'de,filmleriniiçtenlikleyorumluyor 100 yaşını tamamlayıp geride bırak- mış, yedinci sanatın neredeyse son 50 yıuna filmleriyle damgasını vunnuş, si- nemateklerde adına toplu gösteriler dü- zenlenmiş, hakkında sayfalarca incele- meleryayımlanmış, çeşitli kitaplar ya- zılmış ve etkileri kuşaktan kuşağa ya- yümış, Isveçli büyük sınema (ve tiyat- ro) yönetmeni Ingmar Bergman'a ve sanatma Uişkin, fotoğraflarla da bezen- miş, şık, doyurucu bir kitap yayımlan- dı ekim sonunda: 'Bflder- Imgeler'. Nisan Yayınlan'nrn Sinema Dizi- si"nde, Gökçin Taşkm'ın çevirisiyle ya- yrmlanan Bergman'rn 'Imgeler'i, ön- ce üstadın değışmez adresi olan Faro Adası'nda, sinemayazan Lasse Be^gst- röm'le 1988'de başlanıp 1990'da Stockhohn'de tamamlanmış söyleşi- ler biçiminde tasarlanmış. Temelini, Bergman'la Bergström'ün saatlerce sıirmüş göruşmelerinin yönetmen ta- rafından gözden geçirilip düzeltihniş metninin oluşturduğu 'îmgeler'de, 'Yaban ÇUekleri'nden 'Sessizlik'e, 'Persona'dan 'YedinciMühür'e, 'Güz Sonat'ndan 'Fanny ve Akxander'a kadar uzatılacak kimi önemlı filmle- rini ele alıp açımlıyor, yorumluyor us- ta, olanca içtenliğiyle. Bergman'ın 'ruhunun derinBğinden, kalbinden, beyninden, simrlerinden,dnselliğinden, en önemüsi de sezgilerinden kaynak- ianan' filmlerini, kişisel dünyasım, düşüncelerini, yanm yüzyılı devirdi- ği meslek yaşamındakı kimi aynnn- lan da açıp önümüze yayan 'tmge- ter5 , on yıl kadar önce çıkan benzer- siz kitabı 'Laterna Magica*Büyûlü Fener'inve 'Bergman, Bergman'ı An- laüyor'un ardrndan, sinema kitaplığı- mızı zenginleştiren bir başka önemli Bergman kitabı kuşkusuz. llk fırmini çektiği 1945'ten günü- müze, kişiliğinin yansıdığı, boğuntulu, hüzünlü, özgün bir bütün oluşturan, Is- veç'e özgû, doğal bir erotik soluk da içeren sinemasıyla bütün dûnyada can- lı bir efsaneye dönüşmüş, 80'ini de de- virmiş, hâlâüretken IngmarBergman'ın kendine özgü isığr\ia', meraklısını çok- ca esinlendinp aydınlatabilir sanınz bu 'Imgeler' kitabı. * Ingmar Bergman /Imgeler, Türkçe- leştiren: Gökçin Taşkın, Nisan Yayınla- n, Ekim 1999. 287 sayfa, fotoğraflı. Usta,ÇığUdarFsdblar'mçekimindeIngridThufa'le. gidenler nasılsa seyredecek ve akıllan karanlık saJonun tavanı- na vuracak herhalde. Ingilız yapımı "TheTbeoryof Ftight - Mutluluğa Uçuş"u ya da Spiefberg'ın çe>Tek yûzyıl ön- cesinin olay fıhrıi "Jaws"la ge- niş seyirci yığuılarma malolmuş o köpekbalığı dehşetıru yinele- meye girişen, aksiyon tutkunu yönetmen RennyHarlin'in "De- epBhıeSea-Mavi Korkn"sunu bir kenara ayınp merakla bekle- diğimiz yeni Mustafa Altıoklar fıkni "Asansör"e koşturduk bu hafta. Ne var ki bu asansör fena halde anzalı çıktı. Louis MaDe'in Yeni Dalga'yı haberleyen 1957 yapımı 'ilk fihn'i, Miles Davis'in müzikJe- diği 'varoluşçu gerilim deneme- si', unutulmaz "Ascenseur Pour l'Echafaud - İdam Sebpası"yla asansörde geçen kimi filmlerden esinlenerek çekildiği ve Henri Frederic-Blanc'ın 'YırOcüann Alacakaranhkta Savaşı' adlı ro- manından uyarlandığı en başm- da belirtilen (aynca bu roman- dan sinemaya aktanhp şu günler- de de Cine5'te gösterilen, Beno- it Larny' nin "VahşiOyunlan"yla ve Hollandah yönetmen DickMa- as'ın 1983 yapımı "The Uft"iy- le de fena halde benzeşen)"Asan- sör", beylik deyişle medya eleş- tirisıne soyunan bir fantezi. An- cak yol açacağı sonuçlan önem- semeksizin özel hayat saldırgan- lığı yapagelen belb bır kısım med- yaya sorumluluğunu ammsatmak ve dersini vermek amacıyla çev- rikniş bu fihnin, medya eleştiri- si bağlammda çok sığ ve yüzey- sel kalmaktan öteye geçemediği, yönetmeninin fılmografisi bakı- mından da oldukça talıhsiz bir fantezi olduğu açık seçik ortada. Senarvo kurbanı fflm Güncellıkten yararlanan kimi espri, aynnn ve yan öykücükler- le uzatnkçauzatılnıış senaryosu bir yana, sınematografısi bakrmından kamera, müzik çalışması ya da oyunculuk açısından da vasat alö bir TV dizisinin > r üzeyselliğuıde seyreden, "itetişim ahlakj"na iliş- kin bu "Asansör" hasılat rekorla- n kırmış "Istanbul KanatJanmın Atanda" ve "Ağır Roman" gibi başyapıt olmasa da sözü edilir filmlerinden sonra yönetmen Al- tıoklar'uı filmografisinde tam bir düşüşü örnekliyor son tahlilde. Havada kalan bir medya eleşti- risiyle sanp sarmalanmış hantal, zorlama ve yavan bir heyecan-ge- rilim denemesinden, uyduruk bir "stil ahşürmasrndan öteye gide- meyen. genellıkle tek mekânda ve iki karşıt karakter arasında geçen bu "Asansör" fantezisi, yönetme- ni adına tam bir hayal kınkhğı ya- rattı bizde özetle. Hukukun ge- çersiz kaldığı yerde devreye gire- rek tüm insani değerlerini yitirip yozlasmış medyatîk şöhrete had- dini bildirmek amacıyla bu eyle- me kalkışan ıdealıst kadını oyna- yan ve sürekli iki kat arasuıa sı- kışmış asansörden aşağıdan yu- kanya doğru seyredip bacaklan- nı dDdzlediğimiz genç yıldız ada- yı Arzu Yanardağ'ın yetersiz, ya- pay, donuk kaldığı fihnde, Mus- tafa Uğuriu dışında, oyunculuk müsamere düzeymde. Sinan Çe- tin'in izini sürerek Demet Şener, Funda Bann gibi mankenlere En- gin Ardıç, Hakan Aygün gibi med- ya mensuplanna da küçük roller vermiş Altıoklar. Özetle, gözetle- menin-röntgenlemenin daniska- suıı yapan "Tmman Show" ve benzeri görkemli Amerikan film- lerinden fazlasıyla etkilenip kol- lan sıvayarak 500 bin dolara mal ettiği bu küçük bütçeli, uyduruk ve klostrofobik stil alışnrması kuş- kusuz Altıoklar'ın en kötü fiuni olarak ilan edilebilir şimdiden... KEDİGOZU VECDt SAYAR Kediler ve Aktörler Bugün, kedilerin aktörler hakkındaki düşüncelerin- den söz açmak istiyorum. Sahnede ya da beyazper- dede izlediğimiz aktörlere değinmek, onlann başa- nlı performanslanna övgü düzmek değil amacım. Onlara sanatlannı icra etme olanağını sağlayan ak- törlerin performansını tartışmak istiyorum. Yani, ol- mazsa olmaz aktörleri. Kimler bu aktörler? En başta, devlet. Cumhuriye- tin ilk yıllanndan bu yana kültür- sanat alanında yol gösterici olmakla kalmayıp, bizzat uygulayıcı olma- yı seçen, 1970'lerden bu yana Kültür Bakanlıgı (kısa bir dönem Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Müste- şarlığı) aracılığı ile bu alanın yönlendiriciliği rolünü üstlenen devlet. Bir başka aktör; büyük kentlerle sı- nırlı kalsa da, bu alanda etkinlik gösteren yerel yö- netimler. Ve, nihayet etkinliği son yıllarda iyice artan iki aktör: Özel sektör ve sivil toplum kuruluşlan. Bu aktörler arasındaki rol dağılımında son zaman- larda önemli değişikliklerolmayabaşladı. Devlet. ge- leneksel rolünü terk etmek gibi bir niyet ifade etme- mesine karşın, diğer aktörlerin giderek daha ağıriık- lı roller üstlendiğini görüyoruz. Sivil toplum kuruluş- lannın çalışmalan giderek daha profesyonel, dahayay- gın bir çerçeveye oturuyor. Özel sektör ise kimi za- man bizzat gerçekleştirdiği etkinliklerle, kimi zaman da sivil toplum kuruluşlannın çalışmalanna destek ve- rerek bu alandaki etkinliğini arttınyor. Kedilerin en başansız bulduğu aktörler ise yerel yö- netimler. Kimi kültür-sanat alanına ilişkin pek bir şey yapmıyor, kimi ise göstermelik birkaç etkinlikle işi geçiştirmeye çalışıyor. Bunun iki temel nedeni var. Bi- ri, kaynaklannın son derece kısırolması, diğeri ise bu alanın gerektirdiği bilgi birikimi ve uzmanlığa sahıp olmamalan. Oysa, özel sektör desteğinde sivil top- lum kuruluşlan almış başını gidiyor. Son günlerde düzenlenen kültür-sanat etkinliklerine kuşbakışı bir göz atmak, bu yargımızın nedenlerini açıklamaya ye- tebilir. Iştesize birkaç örnek. TMMOB MimarlarOda- sı ile odanın Istanbul Büyükkent Şubesi'nin İTÜ sa- lonundagerçekleştirdikleri "Osmanlı Mimarjığı'nın 7 Yüzyılı" başlıklı kongre, 700. Yıl etkinliklerinin ön sa- fında yer alıyor. Bu etkinlik nedeni ile Oktay Ekinci'nin başkanlığındaki Mimarlar Odası'na ve bu etkinliğe sponsor olan çeşitli kuruluşlara da teşekkür borcu- muz var. Kedilerin sevgisini ve övgüsünü kazanan bir baş- ka sivil toplum kuruluşu da Nedim Saban'ın başkan- lığındaki gencecik Tiyatro Sanatını Gelıştirme Deme- ği (TİSAN). Avni Dillıgil Tiyatro Ödülleri törenı nedeni ile ülkemize davet ettikleri seçkin sanatçılarla gerçek- leştirdikleri söyleşı ve vvorkshoplar nicedir özlediği- miz bir düzeyde idi. Tabii, bu etkınlikte de bir özel sek- tör kuruluşunun, Işıl Kasapoğlu'nun yönetimindeki Aksanat Tiyatrosu ile kedilerin övgüsünü hakeden Ak- bank'ın desteği vardı. Kültür alanına her zaman ciddi destek sağlayan bankalar arasında Iş Bankası'nın ve Garanti Banka- sı'nın rolü unutulabilir mi? Iş Bankası, Tarih Vakfı ile biıiikte hazıriadığı yayınlannın yanı sıra, şimdi de bir film festivalinin (TİIRSAK'ın düzenlediği 'Uluslarara- sı Sinema Tarih Buluşması'nın) sürekliliğini güvence altına alıyor. Garanti Bankası'nı ise ülkemiz açısından hayati önem taşıyan bir alana, "çevre" konusundaki etkinrıklere, bu arada 'Bodrum Uluslararası Çevre Filmleri Festivali'ne verdiği destekle anımsıyor kedi- ler. Hafta başında düzenlenen, DHKD'nin 2. Çevre Ha- berieri Yanşmasrnın ödül töreni, çevre konusunu gün- demde tutfnak adına önemli bir etkinlikti. Özel sektör-sivil toplum kuruluşlan işbirliğinin ömek- leri bu sütuna sığmayacak kadar fazJa. Hangi birini yaz- sam; İKSVnin çeşitli sponsoriann desteğiyle gerçek- leştirdiği sinema, müzik, caz festivallerinden ve bienal- den, Ankara Sinema Demeği'nin "Gezici Avrupa Fılm- leriFestivali"nden mi söz açsam, TÜYAP'ın Kitap Fu- an ve Sanat Fuan gibi önemli organızasyonlanndan mı? Yoksa, ENKA'nın Sinfonietta grubuna, Borusan'ın çağdaş müzik sanatımıza verdiği desteğe, Yapı Kre- di Bankası'nın Enis Batur'un danışmanlığında ger- çekleştirdiği yayınlara, "Osmanlı Şiiri" konulu ulusla- rarası sempozyuma, Türk resminde Osmanlı etkisinı irdeleyen sergiye, Yapı Kredi Festivali'ne mi değın- sem? Son olarak (last but not least), Bilgi Üniversitesi'nce gerçekleştiriien, Atilla Aksoy-Suay Aksoy'un çaba- lan ile ortaya çıkan "Unutulmayanlar-20. Yüzyılın Port- releri" sergisini ve kitabını ammsatmak isterim. Kedi- ler, bu olağanüstü sergiyi izledıkten sonra, şu soruyu sormaktan kendilerini alamıyoriar: Neden devlet bu çapta, bu düzeyde sergiler, yayınlar gerçekleştirmi- yor? Neden yıllardır devlet sahnelerinde heyecan ve- ren bir sanat olayına tanık olamıyoruz? Neden dev- letin yayınlannın estetik düzeyi ilkel bir beğeninin sı- nırtannı aşamıyor? Neden bu kadar memur? Neden bu yetersizlik, bu düzeysizlik? Geçenlerde, Meclis Bütçe Komisyonu yeni bütçe- de Kültür Bakanlığı'na aynlan payı binde 3.5'ten bin- de 2'ye indirmiş. Tabii ki kedılerden müthiş homurtu- lar yükseldi. "Kültür Girişimi" bu durumu şiddetle protesto etti. Tabii ki devletin kültüre ayırdığı kaynak- lann çok daha fazla olması lazım. En azından, Avru- pa'nın kabul ettiği oranı, bütçenin yüzde 1 'ini yaka- lamamız lazım. Lazım da, devletin ürettiği sanatın düzeyi yukanda verdiğimiz ömeklerin düzeyine bir türiü ulaşamıyor- sa, Bakanlığın bütçesini artırmak, sanatımızın geliş- mesine ne ölçüde katkıda bulunacak? Acaba, soru- nun çözümü başka yerde mi yatıyor? Hiçbir işe ya- ramayan bürokratlann ve "memursanatçı "lann sayı- sını artırmak yerine, sivil topluma ve özel sektöre des- tek vermek daha doğru bir yaklaşım olmaz mı? K Ü L T Ü R İ Ç t Z İ K KÂMtL MASARACI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle