Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
'3 AFAUK 1999 CUMA CUMHURİYET SAYFA
kuttur(5/cumhuriyet.com.tr 15
Mustafa Altıoklar'ın yeni filmi, bütünüyle özenti ve zorlama bir fantezi, tam bir hayal kınklığı
Bıı asansör feııa lıalde anzalı!..Adan, milyonlann karşı-
sında. ekrandaki konuğuna
(Demrt Şener). "Kocan ikti-
darsE.saıdeomjaJdaüwrsun"
diyen •.e böylece elinde taban-
cayla hastaneyi basıp ortahğı
kan gölüne çevirerek intihar
eden kocanın (BurakSergen)
fittırmasma ve ölmesine se-
bep olan, "Budamıobcaktı?"
adîı malum düzeydeki bir re-
ality show programının ya-
pımcıs-sunucusu Can Şarman
(Mustafa l ğuriu).
SürekJı dûrbünlü bir tûfek
gibi kullandığı kamerası, rönt-
genci yaklaşımı ve özel ha-
yatlara tecavüz etmeyi ilke
edinmış progranuyla reyting
şarnpryonluğuna abone olmuş,
ûn, para, güç sahibi sürdürdü-
gü lüks hayat ve başan uğru-
na her yola başvuracak yapı-
daki, birslı, kibirli, adi bir fir-
satçı butelevizyoncu Can. Al-
dığı bire-mail mesajının sahi-
besiyle tamşmak üzere, iştah-
la, bilmediği bir adrese gidı-
yor ve çıkarken ansızın duru-
veren asansörde mahsur kalı-
yor. Can'ın, nedense bomboş
binanın merdivenlerinde yan-
kılanan yardım bağınşlanna
karşüık, "l\e bağınp duruyor-
sunuz orada" dıyen genç bir
kadın (Arzu Yanardağ) belirive-
riyor ansızın açılan bir kapıda.
Süngûsü düşen sunucu
Saat 17.59. Asansörde tıkılı ve
çaresiz kalan iinlü televizyoncu,
"Hah tam kurtuldum" derken o
da ne? Tamirçı filan çağırmak
şöyle dursun, takrruş takıştırmış
küçük köpekli genç kadın çekip
gidiyor bir gece davetine, Can'a
aldırmaksızın. Asansörûn düğ-
meleriyle oynayıp taban döşeme-
sini kurcaladıktan, cep telefonu-
nn asansör boşluğuna düşürdük-
ten ve her an patladı patlayacak bir
paketli bomba dehşetıni de yaşa-
dıktan sonra, habire aynadaki pe-
rişan suretiyle konuşup durmak-
tan ve debelenmekten yorgun dü-
şerek bir köşeye kıvnhp uykuya
YÖnetmen, senaryo:
Mustafa Altıoklar /
Kamera: Ömer Faruk
Sorak / Müzik: Erkin
Aslan / Oyunculan
Mustafa Uğurlu, Arzu
Yanardağ, Demet
Şener, Funda Bann,
Naci Taşdöğen, Burak
Sergen, Emre Attuğ,
CemÖzer/1999
(Özen Film)
Arzu Yanardağ'ııı bacak
gösterisi ve ayak fetişizmi
arasına kıstınİmış bir görüs
açısından aktanlmış
'Asansör', anlatımınrian
oyunculuğuna kadar son
derece şişirme ve yalap saJap
bir hevecan-gerilim denemesi
srntık yardakçısından (Naci
Taşdöğen,EmreAltuğ) başka
kirnsenin olmadığı bu kuş uç-
maz kervan geçmez ıssız bi-
nadakı asansörde 4 gün kapa-
lı kaiarak. ne yapsa ne etse
de bir türlü kurtulamayan te-
levizyoncu en son ilanı aşka
başvurup sizi seviyorum di-
yor kadına. Hiç önmayan ka-
dınla iki yardakçısının mari-
feti sonucu, asansördeki giz-
li kamerayla tüm perişan ha-
li, kadın düşmanı, yoz zihni-
yeti, düzeysizliğı, bayağılığı
kaydedilmış görüntüleri üste-
lik kendi kanalından ve ken-
di yardımcısı eliyle yayımla-
nınca bütün ülkenin izlediği
popüler televizyoncunun ba-
lonu patlıyor ve o da "aşkı,
sevgryi, kaygüan, röntgenle-
menin" ne demek oldugunu
anlıyorböylece! "Ekranage-
tirflen sizin özel hayabnız de-
ğilse, rahat rahat seyredebi-
lirsiniz baştan sona_" "Avcry-
la tutsağTmn dördüncü gü-
nünü, fılmın bir Zuhal CNcay
şarkısı döşenmiş ve birbirine
bütünüyle karşıt iki kahrama-
nın beraber çıktığı inanılmaz
finalıniyse ne siz sorun, ne de
biz aktaralrm. "Asansör"e
vanyor anlı şanlı televızyoncu-
muz, bombalı süsü verilmiş pake-
ti bırakan iki kişiyi de her nasıl-
sa hiç göremeden (!)..
2. gün, "Manyak bir kadına
çatük" diye düşünen, sakalı uza-
mış, süngüsü düşmüş, ünlü tele-
vizyoncu, kaderinin ba|lı olduğu
sonucunu çıkardığı kadını baştan
çıkarmayı (çözüm) deniyoraklı sı-
ra. Kurtuhnak için çözüm, kadın
avcısı, dayanılmaz erkek televiz-
yoncunun yıkama yağlama uz-
maru düindedir!
Ancak muz yemeyi ne kadar
çok sevdiğini örnekleyerek, insa-
nın başına ne gelirse ya meraktan
ya taraktan benzeri özdeyişlerle be-
zeli bilgiç bilgiç (ve müsamere-
ye çıkmış küçük bir kız diksiyo-
nuyla) konuşan, alımlı genç kadı-
nın ne baştan çıkacağı var, ne de
adamı asansörden çıkaracağı. Bir
televizyon da koyuyor üstelik üs-
tat sıkılmasın diye, göz hızasına.
Yiyecek içecek ve Jazımlık bile ve-
riyor. Hatta yalap şalap, şişirümiş
bir ısırma sahnesiyle, televizyon-
cunun küçükköpek taranndan ka-
natılrruş eline pansuman dahi ya-
pıyor. (Bu kuduruk medya iması
mı yoksa?)
Derken fiJmde evlere şenlik bir
fıkra faslı çıkageliyor. Bu ihti-
mamdan hoşnut televizyoncu, ka-
dını etkileyeceğini umduğu, ma-
ço zihniyetini sergileyen ve cin-
selliğe kapı açan üç fikra anlatı-
yor ki breh breh.
Bir başka ünlütalk shövvcunun,
Cem Ozer'in programına katıla-
mayışı nedeniyle ekrandan yedi-
ği iltifatlan sineye çekerken ken-
dine güveninin yerini rutsaklığın
ve çaresiz kalışının verdiği panik
ahyor gitgıde. Ve 3. gün. Sabah sa-
bah elektnk süpürgesiyle merdi-
venleri süpüren tuhafkadının kah-
valüsını getırdiği Can, düşünüp ta-
şınıp asansörde tutsak edildiği bu
kadın tarafından "arzulandığına*'
hükmederek bir hangi burçtan-
sın, muhabbeti açacak oluyorsa
da anında tersleniyor. Kadın bir de
zeytinyağı gibı su üstüne çıkma-
srn mı? Asü sen beni rahatsız edi-
yorsun, asansör bozuldu numara-
sıyla iki gündür kapundan ayrıl-
mıyorsun diyerek.
Dışarda herkesçe hanl hanl ara-
nan, sonunda ansızın sırra kadem
basmasıyla kendisi de medyaya
haber olan kayıp televizyoncuya
HakanAygüngibi haber sunucu-
lannın bültenlerinde, medyadaki
yakın arkadaşlannca (Engin Ar-
dıç) "Nerdesin, dön arük, çık or-
ta>
r
a" çağnlan yapılıyor ekran-
dan. Çin mutfağını sever misin?
Senin mutluluğun başkalaruun
mutsuzluğudur! Çiftlerin birbiri-
ne dokunmaksızın seviştiği Çin
erotızmı hakkında ne düşünürsün
ya da Shakespeare ne demiş, gi-
bisinden malumatfunış diyaloglar-
la süregelen
u
Asansör"ün dışkısı
bile kontrol edılen (burda da hın-
zırcabir gönderme mi var ne?) ha-
bis televizyoncu, tutsak kahrama-
nımız, hücresinden kurtulup çı-
kışında şanına yakışan bir medya
ordusunca karşılandığıru filan ha-
yal ediyor.
Kadınla Edi'yle Büdü gibi iki
YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR... YENİ BAŞLAYANLAR.
Ufe - Müebbet Kuşiarı
Ted Demme'ın yönettiği, Eddie
Murpbj' ve Martin Lawrence'ın baş-
rollerini oynadığı "Ufe-Müebbet Kuş-
Un", bir adli hata sonucu hüküm giye-
rek hapse tıkılan iki zenci mahkûmun
duvarlar arasında geçen 55 yılını ve tü-
kenmeyen umutlannı anlatıyor.
Zıt karakterlerine ve yanm yüzyılı
aşkın çok uzun bir süreyi hapiste birİik-
te geçirmelerine karşuı günün birinde
hapishaneden kaçabileceklerine dair
umutlannı hiç yitirmeyen bu tuhaf iki-
linin dramatik öyküsünü, komediye de
ağırlık vererek anlatmayı yeğlemiş yö-
netmen Ted Demme.
Bir hapıshane mezariığında başlayan
ve geriye dönüşlerle 1932'nin Har-
lem'ine yollandığunız fihn, çalçene bir
yankesici olan Ray Gibson'ın (Eddie
'Müebbet Kuşlan'nda Martin Law-
rence ve Eddie Murphj- rol aJıyor.
Murphy) şık bir gece kulübünde gözü
yükseklerdeki, parasız pulsuz banka
veznedan Claude Banks'ı (Martin Law-
rence) soymaya kalJaşmasıyla sürüyor...
Kimi zaman kahkahalara, komediye,
kimi zaman da dramatik gerçekçiliğe da-
yanan film, bireyler arasındaki çatış-
maJı ilişkilerden ABD'nin güney eya-
letlerinde kurumlaşmış geleneksel ırk-
çılığa kadar uzanan bir yaklaşımın ürü-
nü ve rahatlıkla izleniyor.
Sürekli birbirleriyle didişmelerine
karşrn paylaştıklan aym hücrede ömür
boyu birbirlerine katlanmak zorundakı
iki mahkûmun hır-gürü eksık olmayan
dostluğuna odakJanan fılmde her za-
mankı gibi sürekli komiklik üreten Ed-
die Murphy o çok bilinen komedyen
özelliklerini bir kez daha sergilerken,
onun tam zıttını oluşturan Martin Law-
rence da ona ayak uydurmaya çalışıyor.
Dramatik özüne karşrn sivri esprile-
re, arsız edepsiz bir mizaha da sahip bu
film, Eddie Murphy - Martin Lawren-
ce ikilisini,
u
Boomerang"dan bu yana
yeniden bir araya getıriyor.
Bugün gösterime giren "Life-Müeb-
bet Kuşlan**nın sözü edilecek bir başa-
nsı da, Oscar'lı, makyaj sihirbazı Rick
Baker'ın. iki mahkûmun 55 yıl boyun-
ca geçirdiği yaş evrelerini olağanüstü
inandıncı biçimde ortaya koyan bece-
risinden kaynaklanıyor. Kaşına-saçma
kır dûşmüş, 70'li yaşlanna gehniş böy-
lesi bir Eddie Murhhy'yi her zaman gör-
mek olası değil...
Random Hearts -
Cerçeflin Peşlnde
EnsonStanleyKubrick'in
tt
EyesWi-
de Shut - Gözü Tamamen Kapalı"sın-
daki bir yan rolde oyuncu olarak seyret-
tiğimiz, yülann Oscar ödüllü yapuncı
'Gerçeğin Peşinde'de polis rolündeki Harrison Ford, ihanete uğramış bir koca.
yönetmeni Sydney PoUack'ın, Harri-
son Ford'la Kristin Scott Thomas'ı yö-
nettiği yeni filmi "Random Hearts",
"Gerçeğin Peşinde'' adıyla bugün gös-
terimde.
"Random Hearts". yaşamlannı onur
ve dürüstlük üstüne kurmuş bir Washing-
ton D.C. polisiyle (Harrison Ford), ye-
niden seçilmeye çalışan New Hamps-
hire kadın senatörünün (Kristin Scott
Thomas) tesadüfı bir ilişki sonunda ke-
sişen hayatlanm konu ediniyor.
Pohs de, senatör de, dürüst yaşamla-
nnın, evliliklerinin ve kariyerlerinin ga-
rantisi oldugunu zannetmektedir. Hiç
de öyle olmadığını, polisin kansıyla se-
natörün kocasınm da içinde bulunduğu
bir uçağın düşmesiyle anlayacaktır iki-
side.
Uçak kazası ikisi için de, eşleri hak-
kındakı bazı gerçekleri aydınlatmakla
kaknayacak, aralannda garip bir çeki-
mın bâşlamasına neden olacak ve Was-
hingtonD.C.'de alevlenen bu tesadüfı iliş-
ki, Miami sahillerinde sıcak bir roman-
tizme dönüşecektir.
Artık uçakta, ölen eşlerinin ihaneti
değil de birbirlerine duyduklan sevgi ön
plana çıkmıştır...
Daha önce Pollack'uı "Absence of
MaKce" ve "Outof AfiTca" filmlerinin
senaryolannı da imzalamış olan KurtLo-
edtke'nınVVarrenAdler'in 1984'teba-
sılmış bir romanından ujarlayarak se-
naryosunu yazdığı -Random Hearts"la
yıllann deneyimli yönetmeni Sydney
PoUack'ın, eski başanlannm çok uza-
ğına düştüğü, eleştirmenlerce çok yazü-
dı çizildi, fıhn batıda gösterime çıktı-
ğında.
Yine de Harrison Ford'un karizması
ve "İngiBz Hasta"yla ünJenen Kristin
Scott Thomas'm varlığıyla renkli kılın-
mış, bugün gösterime giren bir Sydney
Pollack yaprmıyla karşı karşıya sine-
maseverler "Random Hearts"
4
Sinema, iıısaıı yüzüyle başlar'
Bergman 'Imgeler'de,filmleriniiçtenlikleyorumluyor
100 yaşını tamamlayıp geride bırak-
mış, yedinci sanatın neredeyse son 50
yıuna filmleriyle damgasını vunnuş, si-
nemateklerde adına toplu gösteriler dü-
zenlenmiş, hakkında sayfalarca incele-
meleryayımlanmış, çeşitli kitaplar ya-
zılmış ve etkileri kuşaktan kuşağa ya-
yümış, Isveçli büyük sınema (ve tiyat-
ro) yönetmeni Ingmar Bergman'a ve
sanatma Uişkin, fotoğraflarla da bezen-
miş, şık, doyurucu bir kitap yayımlan-
dı ekim sonunda: 'Bflder- Imgeler'.
Nisan Yayınlan'nrn Sinema Dizi-
si"nde, Gökçin Taşkm'ın çevirisiyle ya-
yrmlanan Bergman'rn 'Imgeler'i, ön-
ce üstadın değışmez adresi olan Faro
Adası'nda, sinemayazan Lasse Be^gst-
röm'le 1988'de başlanıp 1990'da
Stockhohn'de tamamlanmış söyleşi-
ler biçiminde tasarlanmış. Temelini,
Bergman'la Bergström'ün saatlerce
sıirmüş göruşmelerinin yönetmen ta-
rafından gözden geçirilip düzeltihniş
metninin oluşturduğu 'îmgeler'de,
'Yaban ÇUekleri'nden 'Sessizlik'e,
'Persona'dan 'YedinciMühür'e, 'Güz
Sonat'ndan 'Fanny ve Akxander'a
kadar uzatılacak kimi önemlı filmle-
rini ele alıp açımlıyor, yorumluyor us-
ta, olanca içtenliğiyle. Bergman'ın
'ruhunun derinBğinden, kalbinden,
beyninden, simrlerinden,dnselliğinden,
en önemüsi de sezgilerinden kaynak-
ianan' filmlerini, kişisel dünyasım,
düşüncelerini, yanm yüzyılı devirdi-
ği meslek yaşamındakı kimi aynnn-
lan da açıp önümüze yayan 'tmge-
ter5
, on yıl kadar önce çıkan benzer-
siz kitabı 'Laterna Magica*Büyûlü
Fener'inve 'Bergman, Bergman'ı An-
laüyor'un ardrndan, sinema kitaplığı-
mızı zenginleştiren bir başka önemli
Bergman kitabı kuşkusuz.
llk fırmini çektiği 1945'ten günü-
müze, kişiliğinin yansıdığı, boğuntulu,
hüzünlü, özgün bir bütün oluşturan, Is-
veç'e özgû, doğal bir erotik soluk da
içeren sinemasıyla bütün dûnyada can-
lı bir efsaneye dönüşmüş, 80'ini de de-
virmiş, hâlâüretken IngmarBergman'ın
kendine özgü isığr\ia', meraklısını çok-
ca esinlendinp aydınlatabilir sanınz bu
'Imgeler' kitabı.
* Ingmar Bergman /Imgeler, Türkçe-
leştiren: Gökçin Taşkın, Nisan Yayınla-
n, Ekim 1999. 287 sayfa, fotoğraflı. Usta,ÇığUdarFsdblar'mçekimindeIngridThufa'le.
gidenler nasılsa seyredecek ve
akıllan karanlık saJonun tavanı-
na vuracak herhalde.
Ingilız yapımı "TheTbeoryof
Ftight - Mutluluğa Uçuş"u ya da
Spiefberg'ın çe>Tek yûzyıl ön-
cesinin olay fıhrıi "Jaws"la ge-
niş seyirci yığuılarma malolmuş
o köpekbalığı dehşetıru yinele-
meye girişen, aksiyon tutkunu
yönetmen RennyHarlin'in "De-
epBhıeSea-Mavi Korkn"sunu
bir kenara ayınp merakla bekle-
diğimiz yeni Mustafa Altıoklar
fıkni "Asansör"e koşturduk bu
hafta. Ne var ki bu asansör fena
halde anzalı çıktı.
Louis MaDe'in Yeni Dalga'yı
haberleyen 1957 yapımı 'ilk
fihn'i, Miles Davis'in müzikJe-
diği 'varoluşçu gerilim deneme-
si', unutulmaz "Ascenseur Pour
l'Echafaud - İdam Sebpası"yla
asansörde geçen kimi filmlerden
esinlenerek çekildiği ve Henri
Frederic-Blanc'ın 'YırOcüann
Alacakaranhkta Savaşı' adlı ro-
manından uyarlandığı en başm-
da belirtilen (aynca bu roman-
dan sinemaya aktanhp şu günler-
de de Cine5'te gösterilen, Beno-
it Larny' nin "VahşiOyunlan"yla
ve Hollandah yönetmen DickMa-
as'ın 1983 yapımı "The Uft"iy-
le de fena halde benzeşen)"Asan-
sör", beylik deyişle medya eleş-
tirisıne soyunan bir fantezi. An-
cak yol açacağı sonuçlan önem-
semeksizin özel hayat saldırgan-
lığı yapagelen belb bır kısım med-
yaya sorumluluğunu ammsatmak
ve dersini vermek amacıyla çev-
rikniş bu fihnin, medya eleştiri-
si bağlammda çok sığ ve yüzey-
sel kalmaktan öteye geçemediği,
yönetmeninin fılmografisi bakı-
mından da oldukça talıhsiz bir
fantezi olduğu açık seçik ortada.
Senarvo kurbanı fflm
Güncellıkten yararlanan kimi
espri, aynnn ve yan öykücükler-
le uzatnkçauzatılnıış senaryosu bir
yana, sınematografısi bakrmından
kamera, müzik çalışması ya da
oyunculuk açısından da vasat alö
bir TV dizisinin >
r
üzeyselliğuıde
seyreden, "itetişim ahlakj"na iliş-
kin bu "Asansör" hasılat rekorla-
n kırmış "Istanbul KanatJanmın
Atanda" ve "Ağır Roman" gibi
başyapıt olmasa da sözü edilir
filmlerinden sonra yönetmen Al-
tıoklar'uı filmografisinde tam bir
düşüşü örnekliyor son tahlilde.
Havada kalan bir medya eleşti-
risiyle sanp sarmalanmış hantal,
zorlama ve yavan bir heyecan-ge-
rilim denemesinden, uyduruk bir
"stil ahşürmasrndan öteye gide-
meyen. genellıkle tek mekânda ve
iki karşıt karakter arasında geçen
bu "Asansör" fantezisi, yönetme-
ni adına tam bir hayal kınkhğı ya-
rattı bizde özetle. Hukukun ge-
çersiz kaldığı yerde devreye gire-
rek tüm insani değerlerini yitirip
yozlasmış medyatîk şöhrete had-
dini bildirmek amacıyla bu eyle-
me kalkışan ıdealıst kadını oyna-
yan ve sürekli iki kat arasuıa sı-
kışmış asansörden aşağıdan yu-
kanya doğru seyredip bacaklan-
nı dDdzlediğimiz genç yıldız ada-
yı Arzu Yanardağ'ın yetersiz, ya-
pay, donuk kaldığı fihnde, Mus-
tafa Uğuriu dışında, oyunculuk
müsamere düzeymde. Sinan Çe-
tin'in izini sürerek Demet Şener,
Funda Bann gibi mankenlere En-
gin Ardıç, Hakan Aygün gibi med-
ya mensuplanna da küçük roller
vermiş Altıoklar. Özetle, gözetle-
menin-röntgenlemenin daniska-
suıı yapan "Tmman Show" ve
benzeri görkemli Amerikan film-
lerinden fazlasıyla etkilenip kol-
lan sıvayarak 500 bin dolara mal
ettiği bu küçük bütçeli, uyduruk
ve klostrofobik stil alışnrması kuş-
kusuz Altıoklar'ın en kötü fiuni
olarak ilan edilebilir şimdiden...
KEDİGOZU
VECDt SAYAR
Kediler ve Aktörler
Bugün, kedilerin aktörler hakkındaki düşüncelerin-
den söz açmak istiyorum. Sahnede ya da beyazper-
dede izlediğimiz aktörlere değinmek, onlann başa-
nlı performanslanna övgü düzmek değil amacım.
Onlara sanatlannı icra etme olanağını sağlayan ak-
törlerin performansını tartışmak istiyorum. Yani, ol-
mazsa olmaz aktörleri.
Kimler bu aktörler? En başta, devlet. Cumhuriye-
tin ilk yıllanndan bu yana kültür- sanat alanında yol
gösterici olmakla kalmayıp, bizzat uygulayıcı olma-
yı seçen, 1970'lerden bu yana Kültür Bakanlıgı (kısa
bir dönem Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Müste-
şarlığı) aracılığı ile bu alanın yönlendiriciliği rolünü
üstlenen devlet. Bir başka aktör; büyük kentlerle sı-
nırlı kalsa da, bu alanda etkinlik gösteren yerel yö-
netimler. Ve, nihayet etkinliği son yıllarda iyice artan
iki aktör: Özel sektör ve sivil toplum kuruluşlan.
Bu aktörler arasındaki rol dağılımında son zaman-
larda önemli değişikliklerolmayabaşladı. Devlet. ge-
leneksel rolünü terk etmek gibi bir niyet ifade etme-
mesine karşın, diğer aktörlerin giderek daha ağıriık-
lı roller üstlendiğini görüyoruz. Sivil toplum kuruluş-
lannın çalışmalan giderek daha profesyonel, dahayay-
gın bir çerçeveye oturuyor. Özel sektör ise kimi za-
man bizzat gerçekleştirdiği etkinliklerle, kimi zaman
da sivil toplum kuruluşlannın çalışmalanna destek ve-
rerek bu alandaki etkinliğini arttınyor.
Kedilerin en başansız bulduğu aktörler ise yerel yö-
netimler. Kimi kültür-sanat alanına ilişkin pek bir şey
yapmıyor, kimi ise göstermelik birkaç etkinlikle işi
geçiştirmeye çalışıyor. Bunun iki temel nedeni var. Bi-
ri, kaynaklannın son derece kısırolması, diğeri ise bu
alanın gerektirdiği bilgi birikimi ve uzmanlığa sahıp
olmamalan. Oysa, özel sektör desteğinde sivil top-
lum kuruluşlan almış başını gidiyor. Son günlerde
düzenlenen kültür-sanat etkinliklerine kuşbakışı bir
göz atmak, bu yargımızın nedenlerini açıklamaya ye-
tebilir. Iştesize birkaç örnek. TMMOB MimarlarOda-
sı ile odanın Istanbul Büyükkent Şubesi'nin İTÜ sa-
lonundagerçekleştirdikleri "Osmanlı Mimarjığı'nın 7
Yüzyılı" başlıklı kongre, 700. Yıl etkinliklerinin ön sa-
fında yer alıyor. Bu etkinlik nedeni ile Oktay Ekinci'nin
başkanlığındaki Mimarlar Odası'na ve bu etkinliğe
sponsor olan çeşitli kuruluşlara da teşekkür borcu-
muz var.
Kedilerin sevgisini ve övgüsünü kazanan bir baş-
ka sivil toplum kuruluşu da Nedim Saban'ın başkan-
lığındaki gencecik Tiyatro Sanatını Gelıştirme Deme-
ği (TİSAN). Avni Dillıgil Tiyatro Ödülleri törenı nedeni
ile ülkemize davet ettikleri seçkin sanatçılarla gerçek-
leştirdikleri söyleşı ve vvorkshoplar nicedir özlediği-
miz bir düzeyde idi. Tabii, bu etkınlikte de bir özel sek-
tör kuruluşunun, Işıl Kasapoğlu'nun yönetimindeki
Aksanat Tiyatrosu ile kedilerin övgüsünü hakeden Ak-
bank'ın desteği vardı.
Kültür alanına her zaman ciddi destek sağlayan
bankalar arasında Iş Bankası'nın ve Garanti Banka-
sı'nın rolü unutulabilir mi? Iş Bankası, Tarih Vakfı ile
biıiikte hazıriadığı yayınlannın yanı sıra, şimdi de bir
film festivalinin (TİIRSAK'ın düzenlediği 'Uluslarara-
sı Sinema Tarih Buluşması'nın) sürekliliğini güvence
altına alıyor. Garanti Bankası'nı ise ülkemiz açısından
hayati önem taşıyan bir alana, "çevre" konusundaki
etkinrıklere, bu arada 'Bodrum Uluslararası Çevre
Filmleri Festivali'ne verdiği destekle anımsıyor kedi-
ler. Hafta başında düzenlenen, DHKD'nin 2. Çevre Ha-
berieri Yanşmasrnın ödül töreni, çevre konusunu gün-
demde tutfnak adına önemli bir etkinlikti.
Özel sektör-sivil toplum kuruluşlan işbirliğinin ömek-
leri bu sütuna sığmayacak kadar fazJa. Hangi birini yaz-
sam; İKSVnin çeşitli sponsoriann desteğiyle gerçek-
leştirdiği sinema, müzik, caz festivallerinden ve bienal-
den, Ankara Sinema Demeği'nin "Gezici Avrupa Fılm-
leriFestivali"nden mi söz açsam, TÜYAP'ın Kitap Fu-
an ve Sanat Fuan gibi önemli organızasyonlanndan
mı? Yoksa, ENKA'nın Sinfonietta grubuna, Borusan'ın
çağdaş müzik sanatımıza verdiği desteğe, Yapı Kre-
di Bankası'nın Enis Batur'un danışmanlığında ger-
çekleştirdiği yayınlara, "Osmanlı Şiiri" konulu ulusla-
rarası sempozyuma, Türk resminde Osmanlı etkisinı
irdeleyen sergiye, Yapı Kredi Festivali'ne mi değın-
sem?
Son olarak (last but not least), Bilgi Üniversitesi'nce
gerçekleştiriien, Atilla Aksoy-Suay Aksoy'un çaba-
lan ile ortaya çıkan "Unutulmayanlar-20. Yüzyılın Port-
releri" sergisini ve kitabını ammsatmak isterim. Kedi-
ler, bu olağanüstü sergiyi izledıkten sonra, şu soruyu
sormaktan kendilerini alamıyoriar: Neden devlet bu
çapta, bu düzeyde sergiler, yayınlar gerçekleştirmi-
yor? Neden yıllardır devlet sahnelerinde heyecan ve-
ren bir sanat olayına tanık olamıyoruz? Neden dev-
letin yayınlannın estetik düzeyi ilkel bir beğeninin sı-
nırtannı aşamıyor? Neden bu kadar memur? Neden
bu yetersizlik, bu düzeysizlik?
Geçenlerde, Meclis Bütçe Komisyonu yeni bütçe-
de Kültür Bakanlığı'na aynlan payı binde 3.5'ten bin-
de 2'ye indirmiş. Tabii ki kedılerden müthiş homurtu-
lar yükseldi. "Kültür Girişimi" bu durumu şiddetle
protesto etti. Tabii ki devletin kültüre ayırdığı kaynak-
lann çok daha fazla olması lazım. En azından, Avru-
pa'nın kabul ettiği oranı, bütçenin yüzde 1 'ini yaka-
lamamız lazım.
Lazım da, devletin ürettiği sanatın düzeyi yukanda
verdiğimiz ömeklerin düzeyine bir türiü ulaşamıyor-
sa, Bakanlığın bütçesini artırmak, sanatımızın geliş-
mesine ne ölçüde katkıda bulunacak? Acaba, soru-
nun çözümü başka yerde mi yatıyor? Hiçbir işe ya-
ramayan bürokratlann ve "memursanatçı "lann sayı-
sını artırmak yerine, sivil topluma ve özel sektöre des-
tek vermek daha doğru bir yaklaşım olmaz mı?
K Ü L T Ü R İ Ç t Z İ K
KÂMtL MASARACI