22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 ARALIK 1999 ÇARŞAMBA 10 L r l î j H A o i İ ı l v L l l i l l . dishab@cumhuriyet.com.tr Scharping ayrıldı Almanya 28Şubafı destekkdi • Alman Bakan ->']' Türkiye'nin BAB ' kapsamındaki statüsünün korunacağını anlattı. ANKARA (Cumhııriyet Bûro- su) - Almanya Savunma Bakanı Rudolf Scharping, Türkiye'de köktendincilerin önlenip ülkenin çağdaş ve laik kalmasında en önemli rolün Tüık ordusu tarafin- dan oynandığını bildirdi.Türki- ye'nin bölgesel ekonomik eşit- sizlikleri yenmesinin Avrupa Bir- liği standartlanna ulaşmasında önemli olduğunu kaydeden Schar- ping, Türkiye'nin Avrupa Güven- lik ve Savunma Kimliği'nden (AGSK) dışlanmayacağım Batı Avrupa Birliği (BAB) kapsamın- daki statüsünün korunacağını an- lattı. Cumhurbaşkanı Sûleyman De- mirel, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve insan haklanndan sorum- lu Devlet Bakanı Mehmet Ali Ir- temçefik ile dün biraraya gelen Almanya Savunma Bakanı Schar- ping,Türk yetkililerle ile yaptığı görüşmelerden Öcalan sorunu- nun dış baskılarla çözülemeye- ceği izlenimi aldığını belirtti. Al- man Bakan, basın toplantısında da şu mesajlan verdi: •Kopenhag kriterle- rirTürkiye, Kopenhag kriterleri- ni demokratıkleşme, hukukun üs- tünlüğünü sağlayarak gerçekleş- tirebilecektir. Bunu yaparken Tür- kiye'yi izleyeceğiz ve destek ola- cafez. # T a n k : tkili ılişkilen tek bır konu üzerinde sabitİeştinnemek gerekir. Türkiye insan haklan ko- nusunda eksikleri olduğunu bili- yor. Leopard tanklanmn Türki- i ye'nin doğusunda kullanılması- ! nı isteyen askerler olsa ben işle- rine son verirdim. Tabii ki ben Türk Milli Savunma Bakanı de- ğilım. PKKterörörgütüdürvebu yüzden Almanya bu öıgütü yasak- İamıştır. •Kürtier'e kültürel hak: Terörle mücadele ederken bazı kurumlara dikkat edilmeli. Kürtlere kültürel haklan sağlan- mah amabu devlet otonomisi an- lamına gelmiyor. Bununla ilgili kararlan Türkiye alacak tabii ki. # O r d u n u n rolü: AB ülke- lerinde Genelkurmay Başkanlı- ğı'nın statüsü farkü farklıdir. Tür- kiye'nin uygulaması da budur. Buna bakarken o ülkenin başkan- lık sistemi ya da anayasal düze- ni gözönünde bulundurulmalıdır. Türkiye eğer AB ömeği alacak- saçokömekvar. Türkiye'ninbu kadar çağdaş ve laik olmasında, köktendınci Islamcı gnıplann güçlenmemesinde ordunun bü- yük bir rol oynadığmı düşünüyo- rum. Türkiye Norveç'in yatınm listesinde OSLO (AA) - Norveç, Türki- ye'yı "yatınm için aygan ülke- İer" liistesine aldı. Norveç Ma- liye BakanlığTndan yapılan açıkla- mada. Türkiye'nin, Norveç'inzen- gin petrol ve doğalgaz kaynakla- nndan sağlanan gelirlerin toplandı- ğı fondan, yatınm yapılacak ülke- ler arasına alındığı bildirildi. Malıye Bakanlığı, Türkiye'nin listeye dahil edılmesine ilişkın ge- rekçe göstermedi. Ancak Norveç hükümeürun dün de Türkiye 'ye ge- milere karşı kullanılan füze satışı- na izin verdiğini hatırlatan göz- lemciler, karann Oslo'nun Türki- ye'ye karşı pohtika değişikliğinde yeni bir adım olduğunu belirtiyor. Norveç'in karan, 2000 yıh için Is- tanbul Menkul Kıymetler Piyasa- sı'na fon akışı olacağı anlamına ge- liyor. Bu yannm fonuyla Norveç, dün- yanın bir çok ülkesinden tahvil ve hisse senedi alıyor. Norveç, ya- tınm listesıne gelecek yıl için, Tür- kiye'nin de dahıl olduğu 7 yeni ül- keeklemişbuhınuyor. Yunanistan, Brezilya. Meksika, Güney Kore, Tayland ve Tayvan, yatınm listesi- ne Ekim ayında dahil edilmişti. ABD ve Yunanistan, Uluslararası Adalet Divanı'na gidilmesi için bastınyor Türkiye Lahey'e teslimSERKAN DEMtRTAŞ ANKARA- Başbakan Bülent Ecevit Ege sorunlannın 2004'e kadar diyalog yoluyla çözüleceğinden umutlu olduğunu vurgu- larken, Yunanistan ve ABD, Türkiye'nin sı- nır sorunlannı Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) götünnesi yönünde baskı- da bulunuyorlar. AB, Helsinki'de adaylara sımr sorunla- nm 2004'e kadar çözmeleri için "tekyön- tem" olarak gösterilen ICJ, 1976"da Ege sorunlan konusunda "yetkisizfik'' karan al- mıştı.10-11 Aralık'ta yapılan AB zirvesin- • Ege sorunlannın diyalogla çözümlenmesini isteyen Türkiye, Lahey baskısından rahatsızlık duyuyor. de yayımlanan sonuç bildirgesinde, sımr sorunlanyla ilgili paragrafin Ecevit ve Dı- şişleri Bakanı İsmail Cem tarafından lehte bir durum olarak değerlendirilmesine kar- şm Yunanistan ve ABD'den gelen mesaj- lar, Türkiye'nin Lahey Adalet Divanı'na "tesfim" olduğunu gösteriyor. Yunan diplomatik kaynaklar, iki ülkenin Ege'deki tek sorununun kıta sahanlığı ol- duğunu, bunun da çözümünün Lahey'de sağlanması gerektiğini söylüyorlar. ABD yönetimi de önceki gün yaptığı bir açık- lamayla, taraflann Lahey üzerinde anlaş- malan durumunda destekte bulunacakla- nnı kaydetti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün açıklaması, Türkiye "ye "Lahey baskBT ola- rak değerlendirildi ve Ankara'da rahatsızlık yarattı. Türkiye, Yunanistan'uı diyalog yön- temini kabul etnıemesi durumunda "aldl adamlar, 3. taraflann arabulucuğu ve ha- kem" gibi yollan da masada tutuyor. SLTRtYE - ÎSRAtL GÖRÜŞMELERİ Ankara'nın su ve güvenlik kaygısı VVASHINGTON (AA) - ABD'h stratejıst Alan Ma- kovsky, Israil ile Suriye ara- sındakı banş görüşmelerinin, Ankara'yı kaygılandırdıgını savundu. The Washington Institute for NearEastem Af- fairs'ın Türkiye araştırmala- n direktörü Makovsky. gö- rüşmelerin Türkiye'ye eüti- — ^ — ^ — leriyle il- gili rapo- nında,ls- rail, Suri- ye ve ABD yet- kiüleri arasında başlatılan görüşme- — — — — — lerde Tür- kiye'nin de masada yer al- masının gerektiğini kaydet- ti. Makovsky, Türkiye'nin endişelerini şu başlıklarla di- le getirdi: Sll: Makovsky, banş gö- riişmelerinde su faktörünün Tüıkiye'nin nzası dışında tar- tışıldıgmı belirterek, vanla- cak bir banş anlaşmasında illakovsky Tüıkiye'nin debanş masasında olması gerektiğini düşünüyor. Ankara'run suyu karşılıksız olarak Şam'a vermek iste- mediğini vurguladı. Alan Ma- kovsky, su konusunda Tür- kiye'nin ancak kendi çıkar- lannı karşılayacak düzenle- meler yapılması durumunda tutum değişikliğine gidebi- leceğini ifade etti. GUVenilk: Makovsky, Suriye'nin Golan Tepeleri yakınına konuşlandırdığı as- İceri gücünün, anlaşma sağ- lanması halınde kuzeye kay- dınlmasına Türkiye'nin kar- şı olduğunu vurguladı. Terorlzm: Suriye'nin Türkiye karşıtı terör odakla- nna hâlâ bir ölçüde sığınak sağladığına işaret eden Ma- kovsky, Israil-Suriye anlaş- masıyla birlikte Şam'ın, ABD'nin teröre destek ve- ren ülkeler listesinden çık- mak isteveceğini belirtti. isral'lemşkller: Ma- kovsky, Sunye ile banş süre- cindeki bir Israü'in Türkiye ile ilişkilerini sınırlamak is- teyebüeceğinden Ankara'run endişe ertiğini de savundu. Venezüella'da acı tablo VenezüeOa'daSivfl Savunma Müdürfi dün yapbğı açıklamada ölü sayısnun 30 fle 50 bin arasında olabileceğmi açıkladı.. Fırtmanm neden okhığu çamur, böige\ < e ulaşımın aksamasma neden ohırken çamur altuıdan çıkanlan yarahlar sedyekrk hastane olarak kullanılan sava; gemilerine tasınrvur. (REUTERS) Ege sorunlan îki ûlke arasındaki Ege sorunlan şöyle sıralamyor Karasulanmngenişliği:6 mil esasına göre, Yunanis- tan'ınkarasulan Ege'nin yüz- de 43.6'smı, Türkiye'ninki yüzde 7.5'ini oluşturuyor. Yüzde 50likbölüm açık de- niz statüsünde. Yunanistan, karasulannı 12 mile çıkanr- sa Ege'nin yüzde 71.5'ine, Türkiye yüzde 8.8'ine sahip olacak. Hava sahası: Yunanistan 6 millik karasuyu genişliğine karşın 10 millik bir hava sa- hası ilan etti. Bu tutum,ulus- lararası hukuka aykındır. DoğuEgeadalannınsiah- landınlnıaa: Doğu Ege ada- lan, 1. ve 2. dünya savaşla- nn sonunda "stlahlandınl- mama" koşuluyla Yunanıs- tan'a buakıldı. Ancak Yuna- nistan bu adalan 1960'tan bu yana sılahlandırmaktadır. Kıta sahanhğu Yunanis- tan sımrlama yapılması için tek yöntemin Lahey oldu- ğunu bildiriyor. Türkiye iki- Ü zeminde çözüm istiyor. Yunanistan kıta sahanlığı ko- nusunda fiiü birdurum yarat- mak için Ege'de petrol arama faah'yetleri sürdürüyor. Tür- kiye de 1974'te benzer giri- şimlerle misüleme yapü. Yu- nanistan, MTA-Sismık I ge- misinin Ege'de araşhrmalar yapmasını gerekçe göstererek 10 Ağustos 1976'da Adalet Drvanı'na gitmişti. Adalet Divanı 11 Eylül 1976'daver- diği kararla, Yunanistan'm başvurusundaki geçici ön- lemlere ilişkın birinci istemi- ni reddederek Yunanistan' m şikâyet konusu yapbğı faali- yetin gerçekleştiği kıta sa- hanlığı alanlannı "ihtflafh atanbur" olarak niteledi. Di- van, 19 Aralık 1978'de de "Ege kıta sahanlığı dsvasm- da yetkisizfik karan" aldı. ÖRÜŞ / Prof. Dr. İ. REŞAT ÖZKAN Helsinki'de toplanan Avrupa Birliği (AB) zirvesinden beklenen karar, dö- nem başkanı Finlandiya'nın Başbaka- nı P. Lipponen tarafından şu sözlerte açıklandı: "Türkiye'nin AB'ye aday ol- duğunu teyitetmeye karar verdik." Ka- rar, açıklamadan da görüleceği gibi, gerçekte var olan bir durumun doğru- lanmasından ibarettir. Türkiye'nin AB'ye aday olduğu 1963 tarihli Ankara Anlaş- ması'nın 28. maddesi ile daha işin baş- langıcında karariaştınlmıştır. Söz konu- su adaylık durumu, o günden bu yana geçen süre boyunca, 1974 tarihli "Kat- ma Protokol" ve Türkiye'nin 1987 tarih- li tam üyelik başvurusunu, topluluğun yaklaşık iki yıl sonra "Matutes Planı" diye bilinen yanıtla karşılaması da da- hil olmak üzere birçok kez tekrarian- mıştır. Bununla birlikte, son yıllarda or- taya çıkan gelişmeler ve özellikle 1997 tarihli Lüksemburg zirvesindeTürkiye'yi bütünüyle dışlayan AB karan, kâğrt üze- rinde ve söylemlerde çeşitli kez dile ge- tirilen bu durumun hiçbir işlevselliği ol- madığını gösteımişti. Ancak bu kez du- rum farklı. Bu karar, en azından kuram- sal olarak, Türkiye ve AB açısından üye- liğe giden yolun alınmaya başlanması konumuna gelinmiş olduğunu vurgula- maktadır ve bu haliyle de işlevseldir. Genişletilmiş bir gümrük birliği (GB) aşa- masmı -onlar aşama diye adlandınyor- lardı- Türkiye için sonuçsal konum ola- rak gören AB'nin karanndaki bu radikal değişikliğin olası nedenlerini daha ön- ce bu sütunlardatartışmıştık (1). Bu ne- denle bir kez daha aynntısına girmeye- ceğiz. Bununla birlikte, konuya AB açı- sından bakıldığında, 6 Mart 1995 tarih- li Ortaklık Konseyi karan ile 10cak 1996 tarihinde başlatılan ve Türkrye'yi tek yanlı bir bağımlılık içine sokan GB sü- recinin gerçekleştirilmesini sürekli ola- rak bastıran Türkiye'ye böyle bir so- nuçsal statü belirieme anlayışı, hevesi ve tavn yüzünden AB'nin 1997 ve onu izleyen belli bir döneme yayılan tavnnı pek de yadırgamamak lazım. Çünkü bunun temelinde AB'nin kendi çıkaria- nna verdiği önem ve öncelikler kadar, bizim oluşturduğumuz "edilgen" izleni- min payı da yadsınamaz. Ne olduysa ol- du, gelinmiş bulunan noktada AB, çı- kariannı, şimdi, Türkiye'nin adayiığı doğ- rultusunda görmektedir ve bu çıkariar yalnızca ekonomik değil, aynı zaman- da, siyasal, askeri ve stratejik içerikli çı- kartardır. Türkiye'ye adaylık sürecinin başla- masını öneren doruk bildirgesinin için- de yer alan ve bu öneri ile aynı parag- rafta bulunmayan öyle iki nokta var ki, bu noktalann iyi değerlendirilmesi, Tür- kiye'nin AB ile gelecekteki ilişkilerinin be- lirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Bunlardan birincisi, ülkelerin isimleri açıkça dile getirilmemekle birlikte, Tür- kiye ile Yunanistan'ın, aralanndaki "Ege Denizi" merkezli uyuşmazlıklann haîli- dir. Türkiye'nin tepkisi üzerine metne yapılan bir 'virgül' eklemesine ve LJp- ponen'in AB dönem başkanı srfatryla Başbakan Ecevit'e gönderdiği mektu- bun içeriğine göre, sorunlann 2004 yı- lına değin çözümlenmemesi durumun- Oncesi ve Sonrasıyla Avrupa Birliği Adaylığı da, Lahey Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yoluyla bir çözümü teşvik için AB durumu gözden geçirecektir. Bir diğer konu da Kıbns ile ilgilidir. Bildiride, Kıb- nsta bir siyasal çözüme ulaşılamamış olrnasının, Kıbns'ın üyelik durumuna engel olmayacağı ifadesi yer almakta- dır. Türkiye, AB'ye verdiği yanıtta, Yu- nanistan ile arasındaki ilişkilerin, AB ile ilişkilerinde bir önkoşul olarak algılana- mayacağının attm çizmiş ve buna da her- hangi bir tepki gelmemiştir. öte yan- dan, Başbakan Ecevit'in, Kıbns konu- sunda alınan karann karşıstnda, Türki- ye'nin kendi konumunu net çizgilerie ortaya koyması, Kıbns konusunda Tür- kiye'nin izleyeceği politikanın, AB'nin aynı konudaki polrtikasına bağlı olarak gelişeceğine açıklık getirmesi ve tüm bunlann Helsinki'deki yemeğe katılma- dan önce yazılı ve sözlü olarak yapılmtş olması, ilerde Türkiye'nin gerektiğinde kullanabileceği önemli argümanlar ola- rak değeriendirilmek durumundadır. Bu durumlar çerçevesinde, Türkiye'nin adaylığının, her ne kadar kâğrt üzerin- nu; "...Bu anlabm, özellikle, Kıbns ve Yu- nanistan'ın Yunan tacıaltında bihesme- sine yol açacak 'Enosis' istikametin- deki muhtemel Yunan araçlannı dışa- nda tutmakamacıyla dizayn edilmiştir" diyerek yanıtlamıştır. Bu konu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde orta- dadır. AB'nin mevcut görüşünü savu- nanlar, "Adadaki fıilidunım cumhuhye- tin varfığını sorgular hale getirmiştir" seklinde bir görüş ileri sürebilirler. Eğer savlan buysa, o zaman, Güney Kıb- ns'ın, Kıbns Cumhuriyeti adı altındaki başvurusunu işleme koymalannı nasıl açıklayabilirler? Görüldüğü gibi, Türki- ye'nin elindeki hukuksal kozlar son de- recede güçlüdür. AB bu konuyu siya- sal olarak kendi bildiği doğrultuda so- nuçlandırmaya çalışmakta. bir anlam- da, "Enosis taşeronculuğu "na kalk- maktadır. AB'nin buyaklaşımı, Kıbns'ta olası bir çözümü olumsuz etkilemekte, Rumlar da bundan azami ölçüde yarar- lanmanın yollannı aramaktadırlar. AB uluslararası hukuku ihlal etmiştir ve et- meyi de sürdürmektedir. Pekâlâ, tüm bu ^IB adaylığı, Türkiye'nin önünde açılmış yqjyeni bir kapıdır ve Türkiye bu tarihi firsatı kesinlikle çok iyi değerlendirmek zorundadır. Böyle bir sürecin geüşimine koşut olarak, ülkemizde siyasal ve toplumsal yaşam alanında, gerek yasal zemin ve gerek uygulamalar açısından, sürekli ve sağîıklı bir değişim gerçekleşecektir. de "önkoşulsuz" olduğu söyleniyor ol- sa bile, reel politik açısından "ikircikli" ve toplu durumun ortaya koyacağı gün- cel koşullara bağlı olarak "kullanılabi- lir" bir ortamın söz konusu olmadığı da kolay kolay savunulamaz. Bildirgede bu ifadelerin yeralması, her iki konunun da AB'nin gündem konulan haline ge- tirilmiş olması nedeniyie, Yunanistan açısından bir diplomatik başan olarak kabul edilmelidir. Konuya AB açısından bakacak olursak, biri üyesi ve diğeri de üyeliğe aday iki ülke arasındaki bir ko- nuyu kendi gündemi içinde bulundur- masının yadırganacak bir yanı yoktur. Burada asıl yanlış olan, AB'nin ken- disinin taraf olmadığı bir uluslararası anlaşmayı ve onun hukukunu bir anlam- da yok sayarak, konuya siyasal bir da- yatma ile çözüm aramaya kalkmasıdır, ancak AB'nin bu yaklaşımı, hiç de ye- ni bir yaklaşım değildir. Kıbns Cumhu- riyeti'ni kuran 1959-60 Londra ve Zü- rih anlaşmalanna göre, Kıbns Cumhu- riyeti, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadığı hiçbir uluslararası kurulu- şa üye olamaz. 12 Şubat 1959 tarihin- de Londra'da, Ingiliz, Türk ve Yunan heyetleri arasında yapılan toplantı sıra- sında Yunan delegasyonu başkanı ve zamanın Yunan Dışişlen Bakanı Averof, Ingiliz Bakan Lord Perth'in adı geçen anlaşmalardaki maddeye ilişkin sorusu- durumlann ışığı altında Türkiye, aday- lık önerisini geri mi çevirmeliydi? Elbet- te, hayır. Türkiye, bu konuda, Helsinki zirvesi öncesi belki biraz daha caydın- cı olabilirdi. Bunun için de o zamanki du- rumun iyi değerlendirilmesi, AB ile iliş- kilerde daha karariı ve cesur adımlann aülabilmiş olması, sonuç bildirgesinin, bizim açımızdan daha ılımlı ve özenli bir içerikle çıkmasını sağlayabilirdi. Çünkü AB Komisyonu'nun eylül ayın- da açıMadığı öneri karan ve bu karann hemen ertesinde AB üyesi ülkelerden gelen destekleyici açıklamalar, AB'nin Türkiye'yi aday olarak ilan etmek konu- sunda ne denli karariı olduğunun bir kanrtıydı (2). Ancak, kanımızca, durum Türkiye tarafından tam olarak bu şekil- de değeriendirilememiş, Türkiye ulus- lararası zeminlerde yürüttüğü gayretle- rini, daha çok üyeliğinin ilanını güven- ce altına almak konusu üzerinde yo- ğunlaştırmıştır. Türkiye'nin kendi aday- lığının ilanından emin birtayırsergileme- si durumunda, doruk bildirgesinin da- ha olumlu bir içerikle oluşmasını da sağ- lamış olacaktı. Biz o zaman, adaylığın hemen hemen kesin olduğu ve bunun böyle bilinmesinin önemi üzerinde ısrar- la durmuştuk, ancak Türkiye'de bilinen o bazı çevreler ya aymazlıklanndan ya da ufuksuzluklanndan, adaylık konu- sunda hep kuşkulu ve ikircikli bir orta- mın oluşması yönünde yazılar yazıp, yorumlar getirdiler. Bu ortam, Türki- ye'nin gelişmeleri daha gerçekçi bir bi- çimde değerlendirememesinde, kuş- kusuz rol oynamıştır. AB'nin Türkiye'yi aday ilan etmesini, Kıbns sorununun kendilerine göre sonuçlandınlmasına yönelik bir manevra olarak değerien- dirmek bütünüyle gerçek dışıdır. Gerçi AB, adaylık konusunu, Kıbns ve Yuna- nistan'ın istekleri doğrultusunda kullan- mıştır, ama Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin bugününü ve geleceğini Yuna- nistan ve Kıbns konulanna bağlamak hem son derecede büyük bir yanlış, hem Türtdye'ye karşı bir haksızlık ve hem de AB'nin politikalannı azımsamak olur. Evet, Türkiye adaylık önerisini bu durumda bile kabul etmiş olmakla çok doğru bir iş yapmıştır. Çünkü önümüz- de oldukça uzun sayılabilecek bir süre vardır. Türkiye bu zaman boyunca, hem kendisi ve hem de KKTC için Kıbns kc- nusundaki tezlerini etraflıca anlatabile- cek olanaklan ve zeminleri bulacaktr. Bu süre sonunda Kıbns sorununun çözü- lememiş olması durumunda, AB'nin Kıbns'ı üye yaparak, Türkiye ile köprü- leri atacağını hiç kimse sanmasın. AB günü geldiğinde tavnnı, bugün de oldu- ğu gibi, kendi çıkariannı ve bu çıkaria- nnın sağlanması yolunda Türkiye'nin önemini ve değerini göz önüne alarak verecektir. Türkiye yeter ki bu süre için- de bir yandan kendi üstüne düşenleri hem içeride ve hem de dışanda yerine getirirken, öte yandan da AB ile her ko- nuda sıkı bir pazariık yapmayı başara- bilirsin. AB adaylığı, Türkiye'nin önünde açıl- mış yepyeni bir kapıdır ve Türkiye bu ta- rihi firsatı kesinlikle çok iyi değerlendir- mek zorundadır. Böyle bir sürecin geli- şimine koşut olarak, ülkemizde siyasal ve toplumsal yaşam alanında, gerek yasal zemin ve gerek uygulamalar açı- sından, sürekli ve sağîıklı bir değişim gerçekleşecektir. Bunun için, öncelikle, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve insan haklan konulanndaki eksiklik- ler giderilmeli, olumsuzluklardan annıl- malı ve engeller aşılmalıdır. AB adaylı- ğı ve arkasından gelecek olan üyelik, ül- kemizin ekonomik kalkınması ve ulusu- muzun gönenci açısmdan büyük birfır- sattır. Siyaseti ve her türiü kamusal gö- revi, bütünüyle, halkımıza bir hizmet alanı olarak görebilmeyi başarabildiği- miz gün, bütün sorunlanmızın çözül- meye başladığı gün olacaktır. Amacımız en kısa zamanda üyelik görüşmelerini başlatabilmek ve onun ardından da AB'ye bir an evvel üye olmak olmalıdır. Amacımız 2010 yılına varrnadan bu işi başarmak olmalıdır. Türkiye bu zoru gerçekleştirebilecek birikime, altyapı- ya ve dinamizme sahiptir. Yeter ki iste- yelim ve yeter ki bu isteği haklı çıkara- cak karariılığı ortaya koyabilelim. (1) Özkan. î. Reşat. "Avrupa Birliği ile tlişkiler; Değişen Ne?", Cumhuriyet, 22 Kasım 1999. (2) Özkan, t. Reşat, "Helsinki 'yeDoğru ", Cumhuriyet, 22 Eylül 1999. BIÇAKSIRTI EROL MANİSALI Küreselleşme; Güçlünün Diktatörlüğü 2000'li yıllara girerken 6 milyar "insanın" yaşadığı dünyamız egemen güçlerin güdümünde biçimlendi- riliyor. Insanlar, toplumlar ve düşünceler onlar tara- fından yönlendiriliyor. Adı da küreselleşme. Bu sade- ce bir sözcük, ama arkasına çok şey "saklamış". - Küreselleşme; güçlünün diktatörlüğü. Güçlü ve dev şirketler güçlü devletlerle birlikte dünyayı tek başlarına yönetmeye soyunuyoriar. G-7'ler, isterse- niz Amerika ve Avrupa diyelim, G-20'ler mi? 20'den 7'yi çıkarmak gerekir. 13'ler diğer güçlülerin "kural- lan ve güdümü içinde" oynatılmak isteniyor. Güçlü- ler ancak bu koşullar, egemen güçlerin koşullan için- de kabul ediyoriar. - Küreselleşme, örtülü faşizm. Faşizmin de adı ve biçimi değişmiş, küreselleşme olmuş. Dünya paza- nnda büyük şirket küçükleri yutuyor, yok ediyor, kü- çüklerin koruyanı olmayacak. Küçük ve zayıf devlet- leregemen ve güçlü devletler karşısında "devşirilmek" isteniyor. Zayıflann. çıftçinın küçük işletmesi, işçisi ezi- lecek, zarar görecek. Buna örtülü faşizmden başka ne ad verilebilir. - Küreselleşme; antidemokratik bir dünya devleti. Fiilen işleyen, ancak 6 milyar insanın seçtiğı bir dün- ya parlamentosu, "olmayan" bir dünya devleti. Yüz- de 15'in yüzde 85'i yönettıği bir dünya devleti. Antidemokratik sözcüğü başka ne için söylenebi- lir ki. Bu olsa olsa egemen güçlerin dünyayı yönet- me özgüriüğü olur. Eski Atina demokrasisi gibi. - Küreselleşme; dünya pazanna güçlünün egemen olması. Güçlü devletler, çokuluslu dev şirketler, tek- noloji tekedni elinde tutanlar oyunun kurallannı koyu- yor, oyunu benim istediğim gibi oynayacaksınız di- yor. Dünya tek pazarı ama Avrupa Birliği tek pazan gi- bi değil. Eşit olmayanlar arasında oynanan, egemen güçlerin çıkannı ve onlann toplumsal refahını göze- ten bir düzen. Bütün raporiann, istatistiklerin ortaya çıkardığı sayısal gerçekler bunu doğruluyor. KüreseHeşmenin araçları - En başta "ulusalpolitıkalann" ezilmesi, yok edil- mesi geliyor. Çünkü ulusal politikalar egemen güçle- rin yolunu kesen en önemli engel. Devlet öldü, ulus- devlet yok oldu, artık ulusal politika yok "dünya po- litikası var, onu da egemen güçler belirieyecek" di- yoriar. - Toplumsal (ve ulusal) bilincin "tüketim toplumu" aracı ile yok edilmesi, küresel tüketim, küresel yaşam biçimi adı altında egemen güçlerin tüketim kalıplan, yaşam biçimi dayatılıyor. Insanlara dilleri bile unutturuluyor. Hangi diziler sey- redilecek, nelere gülünecek, nelere ağlanacak, in- sanlar hangi müziği dinleyecekler, hangi bilgiler "bil- gi toplumunun" malzemesi olacak, medya neleri ya- zacak, neleri konuşacak hepsi. Bütün bunlan egemen güçler beliriesin isteniyor. - Kültürel kimliğin aşındınlması; artık ulusal kültür yoktur, dünya küJtürü vardır deniyor. Dünya küttürü -•diye egernen gücün kûltürü dayatılıyor. • ' - Güçlünün kurallannın uygulanması; egemen güç- ler oyunun kurallannı belirtiyor; MAI'ler, tahkimler, standartlar hep onun kurallan. Senin kuralın yok, ola- maz da, benim söylediğimi yapacaksın deniyor. Sanki, sen zaten yoksun, yalnız ben vanm, bu dün- ya egemen gücün dünyasıdır dercesine. - Dünya tek pazardır 'sav'ı; dünyanın ben de tek pazar olmasını isterim, ancak bu pazarda kurallan 6 milyar insan birlikte getiriyorsa, 6 milyar insan bu pa- zar içinde istediği yere özgürce gidebiliyorsa, pazar içinde dolaşım serbest ise, aynen Avrupa Birliği "tek pazannda" olduğu gibi. Ben dünya tek pazannı ancak bu koşulla kabul ederim. Tüm ekonomik, sosyal ve politik boyutlan ile, AB içinde olduğu gibi, kurallann birlikte getirildiği, te- kelin olmadığı, zayıflann sosyal haklannın ve özgür- lüklerinin korunduğu bir düzen içinde. Yoksa 4.5 milyar insana, siz örgütsünüz ama yeri- nizden kjptrdayamazsınız, siz özgürieşin ama egemen dünya güçleri karşısında kendinizi koruyan önlemle- ri sakın ola almayın demek tek pazan değil, egemen gücün "tekelci" pazar yapısını getirmesi demektir. KüreseHeşmenin aityapısı nasıl oluşuyor? - "Ulusal" büyük sermayenin uluslararası egemen büyük sermaye çevreleri ile bütünleşip kader birtiği yapması. - Bilimsel ve ideolojik tekelciliğin egemen ulusla- rarası gücün elinde tutulması. - Zayrf ülkelerdeki ulusal eğitimin, sermaye ile bü- tünleştirilerek "uluslararasılaştınlması". - lletişimin (ve medyanın) sermaye ile bütünleştiri- lerek içerde tekelci, dışarda uluslararası bir konuma getirilmesı. Bu resim içinde Türkiye'nin yeri mi? Artık parçala- n da siz birleştirin, çok zor olmasa gerek. Düşünüyorum da galiba Şarlo, Diktatörfilmindekü- reselleşmeyi hicvediyordu! Birileri dünya ile dalga ge- çiyorlar da ordan aklıma geldi... • •* OGRETEMEDIGIMIZ TURKÇE Cumhurtyet k ı t a p I j r ı Radyo. televızyon. gazete, dergı gibi çeşitli basın yayın organlannda ve kitaplarda rastlanan dıi yanlışlannı eleştirtnekle yetinmeyip düzelten bır kıtap. Bu kitabı aldıktan sonra kitaplığımza kaldırmayın. Bırakın ortalık yerde dursun. Yarannı göreeeksinız. CumhurtrBt Çağ Pazariama A.Ş. Türkocağı Cad. No.39/41 kitap kuîuJHİ (34334)Cağaloö!u-lstarbul Tel: (212)514 01 96
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle