Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SA/FA CUMHURİYET 28KASIM1999PAZAR
10 P A Z A R i A Z I L A R I dishab(&cumhuriyet.com.tr
Eski îskele! Yeni îskele!
fT'
SahJde yürüyorum, Brighton'uı o
fûzelim eski iskelesinden ışıkJı ve
lahte yeni iskelesine doğru. Yakıcı
bir rüzgâr yalıyor yüzümü,
işü\orum. Ve üşürken
düşüıüyorum, niye bu eski iskeleyi
ku denli sevdiğimi. Kınk dökük,
bakımsız West Pier
öylesine görkenüi duruyor ki
ykamda. Hava kararmak üzere
atık ve sahildeki çakıl taşlan
eyaklanmı acitmaya başladı.
Birazdan yağmur indirecek gibi.
Bir sevgilinin gece mavisi, ay ışığı
gözleri geliyor aklıma. Ister istemez
gökyüzüne çevriliyor bakışlanm.
Hayır, orada değil. Kim bilir hangi
macerada hangi gözlerle çoğalıyor.
'Evrensel sevgi' diyor. 'Sonsuz,
tükenmez' diyor. Nasıl da güzel
yalan söylüyor... Üstelik yalan
söylerken kendini ne kadar da çok
seviyor. Sevginin hep koşullu,
dolayısıyla hep karşılıksız ve
doyumsuz olduğu dıyarlardan
geliyor o. Çırpınıyor, kendini
yerden yere vuruyor anlamak için,
ama nafîle. O çok eğitimli ve son
derece zeki beyni şu basit gerçeği
kavrayamıyor: Bir insanı sevmekle
başlayacak her şey. Yeni iskeleye
yaİdaştıkça gürültü de artıyor.
Cıvıltılı bir kalabalık çılgınlar gibi
eğleniyor. Kahkahalar ve panltılar.
Palace Pier her ne kadar adı gibi bir
saray görkemiyle olmasa da
pervasızca ve Mflan Kıındera'nın
tarif ettiği gibi dayarulmaz bir
hafıflikte yaşıyor. Aru yaşıyor.
Gerisi ve ötesi yok. Sanki bir gece
vakti birdenbire koyuvermişler onu
Brighton'ın ortasına ve bir gün yine
birdenbire alıp götürüverecekler
gökyüzünün karanlığına. Onun için
BRICHTON
ÜMİT
DENtZ
mi sevmiyonjm ben bu iskeleyi?
Dünü ve yannı olmayan korkutuyor
mu sinsice? Son zamanlarda
ûzerinde çokça düşündüğüm Dogu
mu Batı mı sorusunu öyle güzel
yansıtıyor ki bu iç tartışması. Her
ne kadar adı West Pier -Batı
Iskelesi- olsa da ben Doğu'yu
özdeşleştirmişim onunla. Yani o
değeri bilinmeyen tarih, o hesapsız
sıcaklık ve samimiyet, o paylaşılan
ama dinmeyen yalmzlık, o adı
konulmayan yüreklilik, o güzelim
hüzûn, ah o güzelim hüzün.
Doğu'nun bir kokusu var sanki. Bir
koku nasıl tanımlanır ki -Patrick
Süskind'ın o muhteşem romanını
düşünmeden edemiyorum burada-
ancak yarattığı duyguyla belki.
Sanki şefkatin kokusu bu. Biraz da
bilgeliğin. Nasıl da özledim... Hava
iyice karardı. Palace Pier'in ışıklı
gürültüsü sıktı beni, gerisin geri
eski iskeleme doğru yürüyorum.
Zaten evimin yolunun üstü.
Batı'nın şu en tehlikeli bulaşıcı
hastalığından nasıl korumah ki
Doğu'yu? Vebadan beter. Üstelik
öylesine büyük bir hızla yayıhyor
ki... Neden mi bahsediyorum? Çok
uzun bir adı var: Güçlü-benlik-ile-
bencilliği-kanştırma-sendromu...
Konu dağıldı mı ne? Öyle çok da
önemli değil hani. Batısı doğusu
hikâye, insan her yerde insan.
Bütün güzelliği ve bütün ' *
çaresizliğiyle. Hepimiz eninde
sonunda bir varoluşsal krizle
boğuşuyoruz. Kimimiz farkında
kimimiz değil. Şu Taocu yazar
dostumun da dedıği gibi: "You
can't avoid the void" (boşluktan
kaçamazsın). Işte West Pier
göründü yine. Birdenbire yukanda
canla başla tammlamaya çalıştığım
o koku sanp sarmahyor beni.
Iskelenin içine girip karanlığa
kanşmak istiyorum. Sonra yaşamı
son derece yahn ama yine de derin
yaşamayı başaran dünya güzeli bir
dostum geliyor aklıma. Şımdi
yannnda olsaydı şöyle derdi
kuşkusuz. "Hadi L mh, uzatma.
daha yapacak bir dolu işimiz var.
Aranıak tam-zamanb bir is,!_"
Korkumla birlikte evimin yolunu
tuhıyorum...
Satılık kent: Stockholm
Hiç sevmem ama, kim
demişti o sözü, "Herkesin
bir fiyan vardır" diye? Peki
kentlerin de fıyatı var
mıdır? Dolmabahçe'nin
arkasına yerleştirilen o
heyulanın, Ankara'nm
kalbi Kızılay'daki o canım
tarihi bina yerine oturtulan,
hiçbir ölçûye uymayan
boyutlardaki "hilkat
garibesmin" fıyatı neydi
acaba, kim kime ödemişti?
Evet, "yeni dünya
düzetıi"nde kentlerin de bir
fıyatı var. Bizde "taşeron"
deniliyor, burada
"eDterprönör". Giriyor
araya böyle bir şirket, il
meclisine veya belediyeye,
"Ben şu hizmeti şu paraya
yapanm, size daha ucuza
getir". Nedir bu hizmetler?
Once yaşlılann
bakımevleri: Bu ülkede
yaşlılara çoluk çocukları
bakmazlar, ya bu tür evlere
bırakırlar, bayramdan
bayrama ve arada bir
cumartesileri ziyaret edip
iki salkım üzüm getırilir ya
da bir süre bakıcı tutulur.
Havadan yazmıyorum.
Buradaki ilk dört yılım bu
insanlarla geçtı, onlara
hizmet ederek ve hallerini
görerek. Şimdi burjuvalar
STOCKHOLM
GÜRHAN
ÜÇKAN
(Burada burjuva sözcüğü
orta ve sağ partilerden
oluşan blok anlamında
kullanılır, bizdeki anlamda
değil.), önce devletin
telefon kurumu Tetia'ya
karşı özel rakip şirketlerin
kurulması yönündeki bir
önceki sosyal demokrat
yönetimin başlattığı işi
tamamladılar. Kafasına
esen ftyatlan koyan Telia -
siz bana sorun, Türluye'ye
bunca yıl telefon ve faks
masrafının hangi miktarlan
bulduğunu!- şimdı
tüketicilerinin yanya
yakınını kaptırdı. Ardından
banliyö trenlerinin
yönetimi bir yabancı
şirkete devredildı. Henüz
halk pek fark etmedi. Bunu
Stockholm metrosunun bir
Fransız şirkete satılması
izledi. İki yıldır "sinyal
sistemi" değişiyor diye
Işine giderken, ışinden
dönerken bizim ölçülerde
perişan olan. Ankara'da
olduğu gibi tren istasyonda
durunca meceklerin
inmesini beklemeden
birbirlerinı dirsekleyerek
içeri girmeyi "öğrenen"
halk, burjuvalann aylık
abonman parasına yüzde
13 zam yapılması için
karar verdiğini öğrendi!
Özel şirketle olan anlaşma
gereği olmalı (sanıyorum)
karar belediye sarayından
çıktı, yeni sahipten değil.
Sıra şimde okullarda. Bir
zamanlar tek bir özel okul
olmayan bu ülkede halen
özel okullarda 31 bin
öğrenci var. (Bu ülkenin
nüfusu 8.5 milyon, 65
milyon değil). Sırada
Devlet Demiryollan ve
Posta tdaresi var. Ve
Başbakan Göran Persson.
üç gün önce "Avrupa Para
Birtiği'ne evet diyeceğiz, ya
şimdi ya da sonra", dedı.
Sonrayı ben sıze
söyleyeyim: 2000 yılının
martındaki olağanüstü
kongrede. Çünkü bu ülkeyi
zaten Brüksel yönetiyor!
Ya dünyanın en örgütlü
ülkesindeki sendikalar? Bu
soruyu ben değil, Olof
Palme sorardı, eğer hayatta
olsaydı... - •«• v°r
-
* '«•7 6 26 Kasım"da kutianan "Uluslararası
Hiçbir Şey Almama Cünü" için ilgjnç gösteriler düzenkdiler. Seul'da gösteri yapan
eyiemciler, kürk paltolar ve hayvan maskeleri takarak dünyanın dikkatini çevreye çek-
meye çalışülar. Maskeli eylemcinin elindeki pankartta "Yaşamak istiyorum" yazı-
yor. Kanada'yla birlikte 11 ülkede kuüanan günün amacu tüketicinin dikkatini lüks har-
camalardan kaynaklanan çevre sorurflarma çekmek. (Footğfaf' feEUTERS)*"" ' *'
Hüseyin Katırcıoğlu için
Kapatılması unutulmuş bir
kanalizasyon çukuruna düşüp yaşamını
yitırdiğinde koca Orhan Vefi'nin
dostlannın neler hissettiklerini, şimdi
daha iyi anlayabiliyorum. Önceleri
trajik, kuşkusuz garip bir ölüm deyip
geçtiğim, Türkiye klasığı olmuş
ihmaller zincirinin en çarpıcı halkası
olarak gördüğüm. hak edılmemiş bir
sondu şaırin ölümü.
Vurdumduymazlığımızın, insan
yaşamını hiçe sayışımızın bir örneği
olarak hangimizin aklında değil ki
Orhan Veli'nin ölümü. Böyle anlamsız,
biçimsiz bir ölüm karşısında şiirlerini
okuyanlar, onu uzaktan tanıyanlar
kuşkusuz önemli bir kültür adamının
kaybından büyük üzüntü duymuşlardır.
Ben daha çok en yakınındakilerin ne tür
bir acı duyduklannı merak etmişimdir.
Emre Koyuncuoğhı'nun
Cumhunyet'dekı yazısından tiyatro
sanatçısı Hüseyin Katırcıoğlu nun ölüm
haberini öğrenince "bir başkadır" diye
düşündüğüm o acının ne menem bir şey
olduğunu daha iyi anladım.
Hüseyin Katırcıoğlu, benim çok yakm
arkadaşım değildi. Sadece tanıdığımdı.
Başanlı sanat yaşamını Londra'da
sürdürmeye devam etseydi gelişecek,
belki de iyi bir dostluğa dönüşecek bir
tanışıklıktı bizimki. Ben Londra'ya
geldikten çok kısa bir süre sonra
Türkiye'ye döndüğü için yanm kalmış
bir tanışıklık demek belki daha doğru
olur. 1985 ya da 86'da Londra'da bir
grup Türkiyeli, Turkish Art Group adı
altında toplanmışlardı. Sanatçı
olmadığım halde, gazeteci olarak ben
de gruba kabul edilmiştim. Hüseyin işte
bu sanat grubunun başkanı idi. Bir sürü
proje hazırlamış fakat ortaya hiçbir şey
çıkaramamıştı. Pek de başanlı
geçmeyen bir gece düzenleyebilmiştik
sadece o kadar. Gerisıni getirememiştik
maalesef. Sonra hepimiz dağılıp gittik.
Zaman zaman karşılaşıp ayaküstü
sohbetler ettiğim Hüseyin de o stralar,
Londra'da Southbank'da bir tiyatroda -
aklımda Kral Lear diye kalmış sanki-
önemli bir oyunda rol almışt. Çok az bir
zaman sonra da gidip tiyatro yapmak
istediği Türkiye'ye döndüğünü
duymuştum. Sonralan, TRT'ye çekilen
Kurtuluş dizisinde Atatürk rolü için
adının geçtiğini okumuştum
gazetelerde. Hüseyin, yurtdışına çıkıp
da tutunamadığı için ülkesıne geri
dönmek zorunda kalmış sanatçılardan
değildi. lngiltere'de oturma ve çatışma
izni vardı sanıyorum. Bir arkadaşım
eğer doğru anımsanıyorsa, annesinin ya
da babasının lngiliz olduğundan söz
etmişti. Yanı isteseydi bu ülkede
ömrünün sonuna kadar kalabilirdi. Ama
Türkiye'ye dönmekte ısrarhydı ve
döndü. Biz onu tanıyanlar hep iyi işler
dy p
, ,x«^|jnı duyardık..yazjsıpdar,
Hüseyîri'in ölürhune ılişkın fazla bilgi
vermediği için Emre Hanımefendiye
telefonla ulaşıp onu nasıl kaybettiğimizi
sordum. Kültür merkezine
dönüştürmek istedikleri eski bir un
fabrikasının onanmıyla uğraşırken
damdan düşerek ölüp gitmiş meğrese.
Tıpkı Orhan Veli gibi. tıpkı Laura
Ashley gibi, tıpkı Isodora Duncan gibi.
Tüm bu adlar. eğer vanlannda binleri
olsaydı, onlann küçük bir
müdahalesiyle önlenebilecek anlamsız,
garip, trajik, kabul edilemez kazalarda
yitirdiler yaşamlannı. Belki de bu
yüzden kayıplannı kabullenmek daha
acı verici oldu. Amerikalı ünlü dansçı
Isodora Duncan, 1927 yılmda, akıllara
durgunluk veren bir biçimde, üstü açık
arabasında giderken upuzun atkısının,
otomobilin tekerleklerine takılması
sonucu boğularak öldü. Ingilizlerin
dünyaca ünlü modacısı Laura Ashley
de evinin merdivenlerinden
yuvarlanarak. Her ikisi de zekâlanna,
dikkatlerine, kendilerini hayatta başanlı
kılmalanna yol açan titizliklerine hiç de
LONDRA
MUSTAFA
ERDEMOL
uymayan biçimlerde öldükleri için
duyanı serseme çeviren bu trajedilerin
kahramanlan oldular. Hüseyin gibi
sanat yaşamında ayaklan yere
böylesine sağlam basan biri de ayak
basılmaması gereken en çürük yeri
gidip damlarda bulup ölümle
kucaklaşabildi demek ki. Bu da onun
trajedisidir ve kabul edilmesi kolay
değildir. tnananlar için tevekkül teselli
edici olabiliyor. Beni teselli etmeye
yetmiyor. Sonuçta öldü ışte, nasıl
öldüğünün ne önemi var diye
düşünmek de doğru olabilir. Doğrusunu
isterseniz beni bu da rahatlatmıyor. Ne
demek kanalizasyon çukuruna düşmek,
boynunu atkıya kaptırmak,
merdivenden yuvarlanmak, damdan
uçmak.
Olacaksa ölümün de hiç değilse biçim
açısından kabul edilebilir bir yanı olsun
istiyor insan. Saçma bulabilirsıniz ama
bu bir dilek sadece ve bu dılek,
inanmışlann dualannda "öiümün de
hayıriısını nasip eyle" vakanşıyla dile
getirilir bildiğiniz gibi. Istanbul'a gider
gitmez şu un fabrikasını ziyaret
edeceğim. Uğruna damlardan düşülen
kültür merkezi, bakalım Hüseyin'den
bir iz taşıyor mu? Daha da önemlisi
umanm kültür merkezi olabilmiştir.
Eğer olmamışsa, damdan sadece
Hüseyin değil, emekleri de yuvarlarup
gitmiş demektir bu. Çok yazık.
'Yeni Bojole geldi: Dikkatli tüketin'
"Le Beaujolais nouveau est arrive -
Yeni Bojole gekfi." tlk bakışta. yüz
binlerce reklam panosunda arz-ı
endam eden şampuan veya otomobil
ilanından. Paris kafelerine yapıştınlan
sanat ve kültür afışlerinden farkı
olmayan yukandaki ibareye artık her
tarafta rastlanıyor. Allı morlu, defhe
dallı, asma yapraklı, çiçek süslemeli
milyonlarca afişçik Fransa'nın
özellikle de Paris'in anarşist renk
cümbüşünde kaybolup gidiyor. Bazı
"süzme-seçme aydmlann", tek tük
köşe yazannın dışında hangi Fransıza
sorsanız bü>-ük bir keyıfle "Yeni
Beaujolaisr
'nin tadına bakıp
bakmadığını, bu seneki "mahsul"
hakkında görüşünü söylemeden
edemez. Hiçbir "üerfcme''den artta
kalmayan Türkiye'de, ünlü "ham
şarap", "Beaujolais'' şarabının belirli
çevrelerde ya\gınlaştığını biliyoruz.
, Hatta bazı lstanbul "Cafe-Bistrot-
| Restaurant"lannda Türk şaraplannın
; Fransız şaraplanndan daha pahalı
olduğunu (">Tirtsever" şarapseverler
hemen yaylım ateşine geçmeyin
lütfen, "kötü" ve "ucuz" Fransız
şarabı da olur doğaldır ki, fakat teslim
edin ki bizim K
snoWannıız''ın da cep
ve hayal gücüne sınır yok) duyduk.
(Şu sıralar bir şişe taze Bojole'nin
fıyatı 840 bin TL ile 700 bin TL
arası.) Bu alanda "Uerleme"de 5-10
senedir Türkiye'de de yaygınlaşan
"taıe şarap- Primeur ^)rimör)"
üretimiyle gerçekleşti. Sız kendi
primörlerinizle kıyaslayın.
, Dünyanın belli başlı ticaret ve
işletmecilık okullan pazarlamacılık
derslerinde, klasik "başanlı örnek"
diye okutulan "Beaujolais Dosyası"
elbette, "şarap ve bağcüık" geleneğini
yıllarca önce büyük oranda yitirmiş
Anadolu"da "modern" yandaşlar
buldu. "Primeur'* şişeleri, fıyatlan
katlanarak Türk sofralannı süsler.
Halbuki Fransa'da "Priıneur''ler ucuz
şaraplardır. Ortalama şarapsever
Fransız eskiden "Primeur''ü, hamdan,
olmamıştan sayıp pek tenezzül
etmezmiş. Hakaret manasında
alınmasın ama bir Fransız dostunuz
size bir şişe "Beaujolois Nouveau"
ikram veya hediye ederse, bilin ki
sizin şaraptan anlamadığınıza
hükmetmiştir. Zira Fransızlar arasında
bir deyiş vardır: "Karşındaki
şaraptan anlanuyorsa ona Beaujolais
içir". Fakat sanmayın ki "Beaujolais"
kötü şaraptır.
"Nouveau" yani yenisi dahil
"Beaujolais'" 12 alt markayı içeren bir
Rhone bölgesi şarabıdır. Herkes
Fransa'nın hatta dünyanın en ünlü
şaraplan "Bordeaux-Bordo" ailesıni
tarur. Daha azımız bir başka prestijli
temel aileyi "Bourgogne-Burgoynr
'u
biliriz. Tabii buna "Abace"ın (Alsas)
"beyaz" ailesiyle, "Champagne''ın
(Şampanya) "köpüklü" aılesini
katmakta yarar vardır. Bızım "Yeni
Beaujolais''ye dönmek gerekirse,
kendileri "Bourgogne" sülalesinin
Rhone kıyısının. "Beaujolais"
P A R İ S
UĞUR
HÜKÜM
öbeğinden gelir. 12 fertlik ailenin baş
isimleri arasında "Brouilly, Chenas,
Fleurie, Morgon, Julienas, Moulin a
Vent ve St Amour" gibi müstesna
markalar, daha doğrusu bağlar
mevcuttur. Fakat ailenin sürüye en son
katılan haylaz çocuğu "Yeni Bojote"
diğerlerini geçti. Kasa kasa
"Beaujoiab", dünyanın çok köşesinde
oluk oluk akar.
tkinci Dünya Savaşı'ndan sonra
şarapçılık işini ciddiye alan dönemin
hükümeti bazı kurallar koyar.
Mahsüllerin nasıl, ne koşullarda elde
edileceği; ne kadar, nasıl
bekletileceği; nasıl, nerede
etiketleneceği gibi... Uzun süre
ürünlerinin özgünlüğüne inanıp, bunu
savunan "Beaujolais Üretkfleri
Kooperatifr 8 Eylül 1951 "de özel
genelgeli bir ızin çıkartır. Ham şarap,
"Taze BeaujoUis"nin önü açılmıştır.
Bu tarih, sonralan her sene farklı
meyvelerin rayihasıyla bezenecek
"Yeni Beaujolais" geleneğinin miladı
olacaktır. Hiç şarap içmeyenlerin bile
"senede bir gün", "erken şarapç]"
tıryakilığıni tartıklan bu gelenek, 50'li
senelerde kasım aymın ilk 10
gününde rastgele uygulanırmış.
1972'de çıkan bir karamameyle
"Beaujolais''nin 14 Kasım'dan önce
piyasaya sürülmesi yasaklarurken,
1985'te alınan bir kararla, her yılki
"\eni Beaujolais" mahsulü, reicoltesi.
bundan böyle bağ bozumunu takip
eden iki ay içinde olmazsa olmaz bir
kuralla. her kasım ayının 3.
perşembesinin geceyansı saat
00.00'da tüketime sunulacaktı. Bu
şarabın bağcılan, açıkçası
kasabalanmn adının hakkını
veriyorlar. "Beaujeu (Bojö) - Güzel
Oyun". Her yıl Fransa'da tüketimi
azalan ama dünyada satışı artan,
"Beaujojais" 1998'de 62 milyon
şişelik bir mahsulat hazırlamış. Bu
ürünlerin yüzde 55'i ihraç edilirken,
Fransız ekonomisine 60 milyon dolar
kazandırmış. Bu yılki rekoltenin
lezzeti ve kokusu hayli iddialı.
Bağbozumu süresinde hava
olağanüstü güzelmiş. 1999 mahsulü,
bağın toprağına göre iki tipte.
Genellikle art lezzet bırakrnayan taze
şarabın ilk grubunun aroması kiraz,
çilek kanşımı olmuş meyveler
havasını yansıtırken, ikinci grup taze,
hatta ham meyve parfumlerini
çağnştınyor, ahududu, frenküzümü,
hatta mayhoş bonbonlar gibi.
3000 yıldır şarabı şişeleyen Bojö
bağcılan, akıllı bir kooperatif
yönetiminin girişimiyle dünyaya 40
yıl önce kazandırdıklan bu ürünle
yaratıcılığın smırlannın nasıl
geliştirilebileceğinin ömeğini
sergiliyor. Serin içihnesi gereken 12
derece alkollü, hoş bir "Beaujolais
ViDage Nouveau"nun lezzet ve
etkisinde yazıhnış bu satırlardan son
nağmeler: "Yeni Bojole geldi - Dikkadi
tüketin". Şişede durduğu gibi
durmuyor zıkkım.
İLAN . . .. ,
• ' T . C . ' • • -
BAYBÛKT ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
EsasNo: 1999/179 -
Davacı DSİ Genel Müdürlüğü vekili Av. Hikmet Bekar tarafindan davalılar Hava Mercimek ve beş müştereği aleyhi-
ne mahkememize açılmış bulunan tescil davasınm yapılan açık duruşması sırasında verilen ara karan gereğince,
Davacı vekili dilekçesinde Bayburt ili Merkez Konursu kasabasında kain 1372 parsel nolu ve istimlak evrakında 12
parsel numarası ıle gösterilen taşınmazda 1800 m2'lik kısmm davacı idare adına tescılini talep etmış olup, Bayburt ili
Merkez Konursu kasabasından Hava Mercıniek, Celil Mercimek, Meşküre Mercimek, Hatice Mercimek, Mustafa Mer-
cimek ve Mahmut Mercimek'in tüm aramalara ragmen adreslerinin tespıti yapılamayıp davetiye tebliğ edilemediğınden
ilanen tebliğine karar verihniş olup duruşmamn bırakıldığı 09./ 12.1999 günü saat 09.00'da mahkememizde hazır bu-
lunmaları veya kendisini bir vekille temsil ettirmeleri, duruşmada hazır bulunmadığı ve kendisini de bir vekille temsil
ettırmediği tâkdirde duruşmalann yokluğunda yapıhp karara bağlanacağı hususu HUMK.nun 213 ve müteakip madde-
leri gereğince davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur.
Basın: 58366