Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3EKİM 1999PAZAR CUMHURİYET SAYFA
17
Kastamonu
Gölköy'de
20 köy enstitüsünden
biriydi
Kastamonu'deki
Gölköy Köy Enstitüsü.
Elma bahçeleri,
kavaklıklan ile 280
dönüm arazi üzerine
kurulmuştu.
Öğrenciler kendi
elleriyle yapmıştı
binaları. Köy
enstitüleri
kapatıldıktan sonra
llköğretmen Okulu
olmuştu. Şimdilerde
Anadolu Oğretmen
Lisesi olarak hizmet
veriyor. Gölköy Köy
Enstitüsü'nden mezun
olanlar Gölköylüler
Vaktfı'nı kurdular;
amaçları bir
"Oğretmen
Akademisi"ne
dönüştürebilmek eski
okullarını ve yanı sıra
"Köy Enstitüsü
Müzesi" olarak
korumak. Ne ki
duyduklarına
göre Kastamonu
Valisi, başka bir
yere taşınmak üzere
okulun boşaltılmasını
istemiş. Genelkurmay
Başkanlığı,
Kastamonu'daki köy
enstitüsünün
arazisine bir askeri
birlik
yerleştirecekmiş.
Gölköylüler Vakfi
Başkanı Mehmet
Sazak,
"Duyduklanmız doğru
mu" diye soruyor.
Bilen var mı?
Elektronik posta: som©posta.cwnhuriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- Vatiter televizyon
yaytnlannı
durdurabilecekmiş...
"Haberieri kaymakamlar
okursa sorun cıkmaz!"
G
üreşçiydi. Türkiyeşampiyonluğu vardı. Mil-
li takımaseçilmiş, ay-yıldızlı formayı giymiş-
ti. Sporakademisini bitirmiş, oğretmen ol-
ı 1 muştu. Devlet memuruydu. Bir gün okul çı-
kışı sivil polisler gelmiş ve üzerinde yasadışı bir ör-
gütün dergisini bulmuştu. Dergi için toplatma kara-
rı vardı ama dergi piyasada satılıyordu.
Gözaltına alınmıştı.
Sonra tutuklanmıştı. ' •-
Artık cezaevindeydi.
Yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettiği iddiasıy-
la yargılanıyordu.
Beş yıla kadar hapsi isteniyordu ve beş aydır ha-
pis yatıyordu.
Araya adli tatil girmişti.
Eylülde duruşması vardı. Adli tatilden sonra asıl
mahkeme heyetinin karşısına çıkacaktı.
Tahliye edileceğini umuyordu.
Hayalleri vardı.
Bir insan
Mesleğine dönecekti.
Tayinin memleketine çıkmasını istiyordu.
Dava sonuçlanıncaya kadar açığa alınmıştı ama
cezaevinde yatarken devlet maaşının üçte birini
ödüyordu.
Gençti.
Dava sonuçlanıp da beraat ettiğinde devlet, öğ-
retmenliği yokuşa sürerse güreş ve halk oyunlan
dersleri vermeyi planlıyordu.
ölümü düşünmüyordu. Ama ölümcül hastalara
yardımcı olmak için organlarını bağışlamıştı.
Eylüldeki duruşmaya çıkamadı.
Çünkü cezaevinde sayım verilmiyordu.
Sonra isyan çıktı.
Cezaevindeki olaylar sırasında öldürüldü.
Avukatının alınmadığı otopsi sonunda hazırlanan
rapora, "Ateşli silah, tüfek mermisi yaralanmasına
bağlı kafa, kubbe ve kaide kemikleri çok parçaiı kı-
kırdakları ile karakterli beyin kontüzyonu ve katasıy-
la kolon delinmesinden gelişen iç kanama" nede-
niyle öldüğü yazılmıştı.
Cenazesi morgda iki gün bekletildiği için bağış-
ladığı organlar kullanılamadı.
Başkalannın yaşamını kurtaramadı.
Ailesi cenazesini alıp memleketine gitti.
Cezaevinde başka mahkûm ve tutuklular da öl-
müştü. Cenazeler ya gizlice gömülmüş ya da gö-
mülürken olaylar çıkmıştı.
Milli güreşçi ve oğretmen Ahmet Savran'ın ce-
nazesinde ailesi ve yakınları vardı. Gözyaşı vardı.
Slogan atanlar yoktu.
Ahmet Savran'ın yasadışı örgütle bağlantısının ol-
madığı mezannın başında anlaşıldı.
Geç kalınmıştı!
SESSİZ SEDASIZ (!) NVRİKURTCEBE ABD'de hüppiyetin tadına varmışlar
Amerikalı Merve'nin babası Teksas
Imamı Yusuf Zia Kavakci, Ameri-
ka'ya yerleşen genç kuşak Müslü-
manlarîa ilgili olarak "Texas Montty"ye
demeç vermiş:
"llk Müslümanlar eğitim için gel-
mişlerdi. Geri dönmeyi düşünüyor-
lardı. Fakat memleketlerinde insanlar
ya kuvvet kullanarak iktidara geliyor
ya da ordu ülkenin yönetimini dikte edi-
yordu. Müslüman ülkeler ne yazık ki
böyle. Bu nedenle Müslümanlar hür-
riyetin güzeiliğini tadınca burada kal-
dılar."
Bu ne güzel hürriyet böyle...
Texas Imamı Kavakci, umanz Ric-
hardson'daki "cami"sine üç şere-
feli klasik bir minare inşa etme izni de
alır. Çünkü Amerika'daki "hürriyet"
şimdilik bu izni vermiyor!
Özden'den özlü ve sözde sözlerAnayasa Mahkemesi'nin eski baş-
kanı Yekta Güngör Özden, dostları-
nın önerisi ile söyleşi ve yazılarında-
ki kimi sözlerini, "özlü Sözler-Sözde
Sözler" başlığı ile kitap yapmış:
"Aklın ve aşkın yaşı yoktur", "Ne-
reden geldiğini bilmeyen, nereye git-
tiğini bilemez", "Kendini yenebileni
kimseyenemez", "Yürümeyeceksen
ayağa kalkma", "Sizi öpmek isteye-
nin dudaklarından çok diş-
lerinedikkatediniz", "Zama-
nında köşesine çekilmeyeni
köşeye sıkıştırırlar", "Konuşması ge-
rekenlerin sustuğu yerde susması ge-
rekenlerkonuşur", "Paraylasağlanan
iyilik, gerçekte parayla durdurulan kö-
tülüklerdir", "Ucu kaçırılan ip boyuna
dolanabilir", "bayrağı alkışlamaktan
çok dalgalandırmak beceridir".
ÇED KÖŞESt
OKTAY EKİNCİ
'Depremzede' Siyasetçiler... (2)
Geçen haftaki ÇED Köşesi şu
sorularla noktalanmıştı:
Türkiye'deki imar felaketlerinin
"siyasi sorumluları" neden sor-
gulanmıyor?.. Örneğin fay üze-
rinde inşaat yapan hesap veriyor
da aynı inşaata "imar izni sağla-
yanlar" neden hâlâ sağda solda
nutukçekiyorlar?..
Gerçekten de hem savcılar, hem
de yurttaşlar. deprem yıkımJannın
sorumlulan konusunda bir bakı-
ma "en kolayını" da seçerek, sa-
dece inşaatçılann ve teknik ele-
manlann peşlerine düşmüş du-
rumdalar. Şehircilik ilkelerine ve
mimarlık-mühendislik kurallan-
na "uymamayı" genel imar po-
lîtikası halıne getirenler ise ülke-
yi ve kentleri yönetmeye devam
ediyorlar...
Peki bu nasıl oluyor? Yine ge-
çen haftaki ÇED Köşesi'nde Be-
kir Coşkun'ndan alıntı yaparak
örneklediğimiz gibi; sözgelimi
Yunanistan"da depremden hemen
ğı gözetilmeden" inşa edildiği
için yıkılan binalar önemli bir
miktan olusturuyorlar. Bunlann da
müteahhitleri. mimarlan ve mü-
hendisleri hakkında soruşturma-
lar açılırken. aynı binaya inşaat
izni saglayan ve faya rağmen çok
katlı imar durumu veren "imar
planı değişikliğinin" yasal so-
rumlusu "belediye başkanı" ve
"meclis üyeleri" ise sanki birer
parlamenter gibi tam bir "doku-
nulmazlık" içındeler...
Bunun nedeni ise kendilerini
"güvencede" gördükleri ve aynı
nedenle de bılime aykm hukuk
dışı imar planı kararlannı "cesa-
retle" almalanna olanak sagla-
yan yasalar...
Bir belediye başkanının imar
suçlanndan ötürü de yargılana-
bilmesi için, önce "vali"nin ve sa-
yısız "üstdüzey bürokratın", o
ilde temsil ettikîeri "devlet" adı-
na, aslında siyasi kimlik taşıyan
belediye başkanı için "Iflzum-u
Topluma "bir ev, bir araba anahtan" vaadiyle iktidara ge-
lenler, bu manzaranın da siyasi sorumluları değil midir?..
sonra "bütün belediye başkan-
lan hakkında" soruşturma açı-
lırken. bizde neden hiç değilse
"savunmalannı almak" bile sav-
cılann gündemine gelemiyor?..
Çünkü bizim bu konuya yön
veren kanunlanmız, insanlanmı-
zın güvenli yaşama haklarını de-
ğil, bu haklan sağlamakla yüküm-
lü "yöneticileri korumak" için
düzenlenmişler.
Örneğin, kaçak inşaat yapan
vatandaşların, (o da sadece dep-
remden depreme) "suç işiedikle-
ri" akla gelebiliyor ama aynı va-
tandaşa: "sen yap, sonra ben sa-
na parayla tapu vereceğim" di-
ye umut ve cesaret dağıtan poli-
tikacılar hakkında "dokunulmaz-
lığı" nedeniyle dava bile açıla-
rruyor.
Böylece "suç" sorgulanırken,
suçu "teşvik" edenler ve hatta
"halkı suç işlemeye tahrik eden-
ler", hani şu "hür düzen" diye
övündükleri sistemin yıllardır key-
fini çıkartıyorlar...
• • •
tşte bu "siyasetçiyi koruma"
hukuku. sanıldığı gibi sadece par-
lamentoda değil. "kamu vöneti-
minin" tüm kademelerinde ve
özellikle "belediyelerde" de ge-
çerli durumda...
Yine deprem tartışmalany la ör-
neklersek, söz gelimı aslında çü-
rük olmadığı halde "fayın varlı-
muhakeme" (yargılanması ge-
rekir) karan vermeleri gerekiyor.
Bu karan verebilecek devlet
görevlisi ise "makamında kal-
mayı" yine o belediye başkanının
da içinde bulunduğu "siyasi gü-
ce" borçlu olduğundan, Adapa-
zarı'ndan Avcılar'a dek 250
km"lik bölgedeki sayılan yüzü aş-
kın hiçbir eski ya da yeni imar
planlanndan sorumlu olan bele-
diye başkanı, insan yaşamı yeri-
ne rantı gözeten "hukuk dışı yet--
ki kullanımlanndan ötürü" hâ-
lâ yargıç karşısına çıkmış değil-
ler... çıkacağa da benzemiyorlar...
• • •
Peki, "merkezi hükümetler".
yerel yönetimleri "kente karşı
suçları" konusunda neden böy-
lesine "dokunulmaz" kılmışlar?
Ömeğin şimdi aynı suçlar nede-
niyle felâkete dönüşen depremin
sorunlannı da merkezi hükümet
üstlenmiyor mu?..
Bu sorunun yanıtı ise bir son-
raki ÇED Köşesi'ne bırakılma-
yacak kadar kısa ve açık: Adapa-
zan'nda Toyota'ya, Gölcük'te
Ford'a devlet töreniyle izin veren
merkezi yönetim, aynı kentleri
"apartman yığınlarıyla ezen"
yerel yönetimi de adeta bir "suç
ortağı" olarak korumak zorunda
kalıyor...
Bu nedenle de balık zaten hep
"baştan" kokuyor...
HAYVANLAR ÎSMAIL GÜLGEÇ
KİM KİME DUM DUMA BEMÇAK behicak@turk.net
ÇİZGtLİK KÂMİL MASARACI
HARBt SEMtH POROY
TARÎHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 3Ekim
I Cter~on/- <S*n*ici
O£
FULTON'üNır
CLERMONTn
ADU GEMİSİ
BUSÜM,
emef
f'ÇÎA/ ÇA6A M4SC4-
', 4-f METKE
'CLEKMONT''ADLİ GEM/SlUr SUYA İNPİHMİÇTİ.
ftCİ y/tAt/A/D/1 8ULUNAN PEOAi.Lt
SUMA^Lf I3EMİ, HUDfOtJ NEH&I U££R(MDE,
/Uj4S/'LMrÇTİ!DEMEMEMİN l'STENDİSİ
13 T74ME GEMI //Vf4 ET-
GEUÇMENİN ÖNCÜ-
OLMUÇTU..
PANO
DENİZ KAVUKÇUOGLU
Bakma Bana Öyte!.. Bakma!..
"Büyük patlama" Hüsniye Hanım'ı, akşam yeme-
ğı sonrası komşusu "Delı" Hacer'in evde kalmış kı-
zına kahve falı bakarken yakalamışt). Elindeki fincan
bir yana, kendisi bir yana fıriamıştı. Dizleri üzerinde
kapıya doğru emeklerken aklı hâlâ dinlediği "yalan,
ama güzel" sözlerde kalmış, oturduğu sedırde "Bı da-
ha bakacaksın diimi, teyze..." diye sorup duran Nur-
gül'e bağınyordu, "Yere yat! Hemen yere yat!.." Dı-
şan çıktıklarında, karşılaştıklan manzaradan kork-
muşlardı... Çevreyi siyah birduman kaplamıştı. Göz
gözü görmüyor, evin iki adım ötesinden geçen Kü-
çüksu Deresi'nden alevler yükseliyordu. Büyükler
hep "Bina ilezina çoğalacak, başımıza taşyağacak!"
derlerdi. Doğruydu. "Bina ilezina" çogalınca, önce
yer sarsılmış, başımıza taşlar yağmıştı. Şimdi de de-
reler patlıyor, alev alev yanıyordu. Alevler, çevrede-
ki evlerin kapılarına, pencerelerine, bahçe parmak-
lıklarına sıçramıştı. İnsanlar panık içinde bir oraya bir
buraya koşuşturuyorlar, ellerindeki su dolu kovalar-
la can yongalarını kurtanmaya çalışıyorlardı. Ya de-
re?.. Derenin yangını nasıl sönecekti?.. Su, suyu sön- •
dürmüyordu ki...
Hüsniye Hanım, yanından koşarak geçen bir de-
likanlının, "Ne olmuş oğlum?.." sorusuna verdıği ya-
nrta içerlemişti... "Bokpatladı, teyze... bofc'.."Terbi-
yesiz herif!.. Sonra düşünmeye başlamıştı... Şu Üm-
raniye ne belalı bir yerdi? Beş altı yıl önce de "çöp-
lük" patlamış, 27 kurban vermişlerdi. Kimi mahalle-
li gençler o zaman, "Çöplük Şehitlerine Yardım Der-
neği" kurmaya kalkışmışlar, ama etraftan yükselen
"Çöpün de şehidi mi olur, lan..." yollu itirazlar üzeri-
ne bu girışımlerinden vazgeçmişlerdi. "Çöp" patla-
dığınagöre "öo/c"dapatlayabilirdi... Niyeolmasındı?..
Eli karnına gitti, hafifçe ovuşturdu. Belki de haklıydı
oğlan... Aynı akşam televızyonda "Ümraniye'de De-
re Faciası" habenni iziediğınde o delıkanlının arka-
sından "/cöfü"düşündüğüne pişman olmuştu. Dere
kenanndaki sanayi tesislerinden suya bırakılan kim-
yasal atıklar, aynı dereye akan insan "kazuratı"y\a dip-
te kanşıp, yıllar içinde gaza dönüşmüş, sonunda ın-
filak etmişti.
Hüsniye Hanım'ı televizyon karşısında bir gülme
krizi tutmuştu. "Altımızda, üstümüzdebokmuş me-
ğer!.." deyip deyip gülüyordu. Televizyon çoktan
başka görüntülere geçmışti. VVashington'da, Beyaz
Saray'ın bahçesinde Başbakan Bülent Ecevit ko-
nuşuyor, gelişen Türkiye-lsrail, -pardon, Amerika Bir-
leşik Devletlerı- ilişkılerinden söz ediyondu. Keşke ne-
ler söylendiğini anlayabilseydi... "Ah, bu cahillikyok
mu?.." Ne güzel demistı Ibrahim Tatlıses: "Urfa'da
Oxford vardı da, bizmigıtmedik?" Hüsniye Hanım'ın
gülmesı geçrrnşti. Şimdi pür dikkat Adalet Bakanı Hik-
met Sami Türk'ü dınlıyordu. Bu yaşlı, sevimlı adam,
güzel güzel konuşurken bir ara durmuş, gözlerini, Hüs-
niye Hanım'ın gözlerine dikip, sormuştu: "Niçin isti-
fa edeyim?" Cezaevlerinde son dokuz günde tam on
dokuz insan öldürülmüştü. İnsanlar kim vurduya gi-
diyor, sorumlu bakan ise istifasını Hüsniye Hanım'a
şoruyordu. Yeniden gülmeye başladı... "lyibe!.. Sen
istifa etme de ben edeyim bari!.. O Burcu kahpesi
de görsün gününü..." "Burcu kahpesi" dediği, son
altı aydır haftada bir temizliğe gittiği Çengelköy'de-
ki yalının dazlak kafalı, yaşlı sahibinin genç metre-
siydi. 'Niçin istifa edeyim?.." Hâlâ gülüyordu. "Ek-
mekparası işte..."
Dünyada bunlar olurken, aynı akşam Ortaköy'de,
, Esma Sultan Yalısı'nda seçkin davetlilere sanatsal bir
' "perfoırnans" sergileniyordu. Uzuri bfr masada
T
Jft. •
Isa ve on iki havarisi oturmuşlar, "son yemek"lerini
yiyorlardı. Masanın önünde Müslüm Gürses şarkı
söylüyonju. "Bakma bana öyle!.. Bakma!.." On iki ha-
variden biri gözlerini Isa'dan kaçırmaya çalışıyordu.
Alçak bir ispiyoncuydu o! Mesih'i Romalılara ihbar
etmiş, şimdi vicdan azabı çekiyordu. "Bakma bana
öyle!.. Bakma!.." Bu performans, sanat çevrelerince
"kavramsal sanaf'ta ulaşılabilecek en uç noktaların-
dan biri olarak degerlendiriliyordu. Hüsniye Hanım,
televizyonu kapattıktan sonra gidip yattığı karyola-
sında, kapısının önündeki feryat figanı duymayıp da
"ne oluyor?" diye kalmasa, bu sanat olayının hiç far-
kında olmayacaktı. Kapıya çıkıp, daha "Neyapıyor-
sunuz burada?" diye sormadan, çocukların sarhoş
olduklarını anlamıştı. Yaşları on beş, bilemediniz on
altı olan çocuklann göğüsleri kan içindeydi. Kıl bit-
memiş göğüslerini "jiletliyorlardı". "Ah ulan baba...
Ah..." Hüsniye Hanım'ın içi burulmuştu. "Baba'yı
sosyeteye kaptırdık, teyze... Gitti Baba..." içlerinde
en uzun boylu olanı salya sümükağlıyor, dövünüyor-
du. Onlar, "heracının tiryakisi" garibanlardı ve "çağ-
daş sanat"uğruna yitirdikleri "babalan "na yanıyorlar-
dı. Yaşlı kadın ise ne yapacağını bilemiyordu. "Bak-
ma bana öyle!.. Bakma!.." Başını çevirdi. İçeri girdi.
Kapısını sürgüledı. Yatağına girip, yorganının altına
büzüldü. Hemen uyumak istiyordu. Başbakan, Ada-
let Bakanı, bok bombası ve biraz önce gördükleri onu
yorgun düşürmüştü... Olan bitenlere aklı bir eriver-
se, belki "son yemek emitasyonu" önünde şarkı söy-
leyen Müslüm Baba'yaseslenir: "Eh, beMüslüm..."
derdi, "memleketın dört bir yanı performans iken...
Bu iş sana mı düştü? Yazık değil mi o çocuklara?"
Ama Zara'da "Oxford" yoktu ki...
(Faks:0216-418 8410)
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
1 2 3 4
1 2 3
SOLDANSAĞA:
1/ Mora çalan
kırmızı.2/
Insanoğlu...
Hayvan pisliği.
3/ Kırmızı
renkli ve eti
lezzetlı bir
balık... Şöhret.
4/ Cennet ile
cehennem
arasında
bulunduğuna
inanılan yer...
Eskidildesu.5/
Sentetik
polyester ipliğinden
dokunmuş bir cins -|
kumaş. 6/ Bir gösterme
sıfatı... Uzüntülü
düşünce durumu. II 3
Soyundan gelinen 4
kimse... Mantarlarda
şapkayı taşıyan sapa
verilen ad. 8/ "Ya şevk
içinde harap ol ya aşk
içinde gönül / Ya —
acmalıdır göğsüraüzde
yahut gül" (Yahya
Kemal)... Değerli madenlerin saflık derecesı. 9/ Zekâca
gen olanlarda ve bazı bunaklarda görülen, başkalannın
hareketlerini aynen taklit etme hastalığı.
YUKAR1DAN AŞAĞIYA: *
1/ Müzikte ardışık sesler dizisi... Isviçre'ye özgü, ağaç
kütûklerinden yapılma dağ evı. 2/ Her yanı suyla çevrili
kara parçası... Ağn'nın bir ilçesi. 3/ Kertenkele derisi...
Telefon sözü. 4/ Yoksullara yiyecek dağıtan hayır kurumu...
Ulanmış, katılmış parça. 5/ Elçilik ya da konsolosluklarda
çalışan koruma memuru. 6/ Satrançta bir taş... Kadın
giysısi, entari. 7/ Evcıl bir geyik... Bir hükümdara vergi
veren halk. 8/ Tiyatro niteliğı taşıyan radyo ya da televizyon
yayını... "Octavio—-": Meksikalışaırveyazar.9/Üzüm
veren bitki... Nazilenn politikasında Germen ırkından
kimselere yakıştırılan ad.