28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 1999 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER Kooperatifçilikte Sorunlar ve Umutlar Prof. Dr. AYHAN ÇIKEN EÜ K apitalizm ne kadar ge- lişirse gelişsin, özellik- le tanmda aile işletme- ciliğini tasfiye edeme- miştir. Öte yandan ka- pitalizme alternatifola- rak 20. yüzyılın başlannda ortaya çıkan "devletçi sosyalizm" uygulamalan da üretimi ve bölüşümü gerçekleştirebile- cek işletme tipleri yaratamamışhr. 20. yüz- yılın başlannda tıkanan kapitalizmin bu- nalımlannı aşmada "devlet müdahalete- rini" öngören uygulamalar da 196O'lı yıllann ortalanndan itibaren tıkanmaya başlamıştır. 1930'lardaTürkiye'nin, îkin- ci Dünya Savaşı sonrasında da birçok Batı AvTupa ûlkesinin başlattığı "devlet korumacıbğT. 1980'li yıllarda tartışılır duruma geltniştir. 21. yüzyıla girerken dünya ekonomi- sinin gündeminde "gJobaDeşme" yer al- maktadır. Globalleşme net bir kavram gö- rüntüsü vermemekle berabeT ekonomı- de rekabetin ön plana çıkması gerekti- ğini "ana çerçevesine" yerleştirmiş du- rumdadır. Ancak toplumlarda gelir bö- lüşümünün "sosyaJ adalet" ilkeleri için- de olması. demokratik toplumlann her zaman temel amaçlanndan btri olmuş- tur. 21. yüzyılın başlanndaki rekabet ko- şullanna 19. yüzyılın rekabetçi kapita- lizminden fartdı bakmak, "üretim ve bö- lûşürtı*' sistemini farklı algılamak gere- kir. Özetle. "üretimin tüketimi", "tüke- timinde üretimi'" dinamık bir şekildeet- kileyebilecek araçlan bulmak ve "üre- tim ve bölüşümü"' ortak bir zemine oturt- Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü mak gerekir. Kapitalist sistemin gündeminde her zaman "önce üret sonra bölüş" ilkesi egemen olmuştur. Oysa bölüşüm. özel- likle emek açısmdan üretim süreci için- de işletmelerde kendiliğinden oluşmak- tadır Kapitalist ilkelere göre. ÜTetimın büyük bir kısmı kârlar yoluyla azınlık bir grubun elinde kaldığından, "makro-eko- nomikdenge" kurulamamakta ve sık sık ekonomik bunalımlar. dolayısıyla siya- sal bunalımlar gündeme gelmekte ve özcllikle gelışmekte olan ülkelerde de- mokrasıler içın ana tehdit kaynağını oluş- turmaktadırlar. Türkiye gibi ülkeler. ge- lir dağılımının bozukluğundan dolayı kolayca ekonomik bunalımlara girmek- te, bu da siyasal istikrarsızlığa yol açmak- tadır. Bundan dolayı "yeni ekonomik ya- pdannıalarr" hedef alan politikalar, "üre- tim ve bölüşüm modeflerTnı bir arada ve birbirineetkıleşimlibırsistemiçindeele almahdır. Bu model, üretimi teşvik et- meli. üretimi büyütebılecek sermaye bi- rikimine katkıda bulunmalı ve •'bölüşü- mü" sosyal adalet ilkelerine göre gerçek- leştirebılmelidir. Yanı burada tüketim kararlannı alanlarla üretime çeşitli şekil- lerde katılanlann pazarlık gücünü den- geleyen bir örgütlenme mekanizması devreye sokulmalıdır. Işte böyle bir modelın oluşmasında rol alabılecek kuruluşlardan biri koope- ratif lerdir. Hemen hemen her ülkede görülen ve devlet organizasyonundan sonra en geniş kitleye hitap eden ve de- miryolu işletmeciliği dışında tüm eko- nomik sektörlerde faaliyet gösteren ko- operatifler, en geniş anlarnda şöyle tanım- lanabilir: "Bir kooperatif. kendi ortak- lannın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlanıu, ortak olarak sahip olduklan \v demok- ratik olarak > önettikleri bir girişim ara- cılığı üe karşılamak için gönüliii olarak bir araya gelen insanlar topluluğudur." Piyasa mekanizması içinde kooperatif- ler, bazı mal ve hizmetlerin sunumunda ve istemınde ortaklannın pazarlık gü- cünü arttırmada, sermaye birikimini sü- rekli kılarak (ve sermayeyi sosyalleşti- rerek) ekonomik büyümeye katkıda bu- lunmada. "üretim ve bölüşüm" sürecini birbirleriyle ilıntili kılarak ekonomik tı- kanıklığı aşmada, pazarlık gücünü top- lulaştırarak dev firmalar karşısında re- kabeti korumada ve piyasalann (özellik- le tanmsal piyasalann) yapısını ve işle- mesini düzenlemede önemli görevleri yerine getiren kuruluşlardır. Kooperatifhareketinin iki yüzyıla yak- laşan tarihsel süreci içinde günün koşul- lanna uyum göstermek için süreklı bir değişim ve evrim içinde olduğu bir ger- çektir. Bununla beraber, kooperatif ha- reketi belirli değişimlere uğrarken bu kurum içinde yer alan insanlar, bırbirle- rine karşı derin bir saygı ve kendilerinin karşılıkh ekonomik ve sosyal yardımlaş- ma kapasitelerini geliştirme inancından hareket etmışlerdir. Aynca bu kurum içinde yer alan insanlar, ekonomik faali- yetlere uygulanan süreçlerin yapılabilir, arzu edilir ve etkili olduğu ve demokra- tik olarak yönetilen ekonomik örgütle- rin topluma ortak bir fayda sundugu inan- cını taşımışlardır. Dünyada farklı koope- ratif türleri bulunmaktadır. Bunlann hep- sinin tek bir ana kökten ortaya çıktığını söylemek mümkün değildir. Kooperatiflerle ilgili çeşitli faalıyetler- de genellikle olumlu gelişmeler gözlen- mekle birlikte, kooperatif hareketinin gerek ulusal, gerekse uluslararası ölçek- te önemli zorluklan bulunmaktadır. Bü- yük siyasi ve ekonomik değişimlere sah- ne olan 20. yüzyılın sonunda koopera- tifçiliğin geleceğini ve 21. yüzyılda on- lardan neler beklendigini ana başhklar şeklinde vermeye çalışalım. Kooperatif sistemleri 21. yüzyılın ilk onlu yıllannda önemli sorunlarla karşı- laşabilir. kooperatiflerin pek çoğu önem- li yaşam savaşı vermek zorunda kaiabi- lirler. 20. yüzyılın sonlanndaki sıkıntı- larpek çok insanı değışik altematifler ara- yışına itecek; 21. yüzyılın ilk çeyreğin- de görülmedik bir kooperatifleşmeye ta- nık olunabilir. Konut, sağlık, sosyal gü- venlik vb. konularda kamu yönetimleri, giderlerini giderek daha da kısma eğili- minde olacaklardır; bu boşluk ise ko- operatiflerle doldurulabilir. 2000'li yıl- larda beklentilenn pek de parlak olma- dığı söylenebilir: "Para kaosu" içinde oluşacak ortamda. kooperatifler, dünya ekonomisindeki denetimini arttıran ço- kuluslu şırketlerle amansız bir rekabet ıçı- ne girmek zorunda kalacaklardır: bu du- rumda kooperatifçiliğin ikı dezavantajı bulunmaktadır. 1) Sermayeye verilen fa- iz smırlı olduğundan kooperatiflerin or- taklanndan sermaye toplaması güçleşe- cek; 2) demokratik özelliğinden dolayı kararalma süreci uzun olacaktır. Ekono- mik duraklama ve çöküş daha da ağırolur- sa gönüllü ve parasız isçilik, ekonomi- nin önemli kesimlerinde, üretim koope- ratifleri aracılığıylayaygınlaşabilir. Sert rekabet koşullannda başan genellikle güçlüden yana kayar; özel şirketler ser- maye tedarik avantajına sahıp oldukla- nndan ölçek ekonomilenne daha çabuk ulaşırlan 21. yüzyılın başlannda koope- ratifler sermaye oluşturmaaçısından güç- lüklerle karşılaşacaklar ve büyük özel fir- malarla rekabet ederlerken "zor günJer" yaşayacaklardır. Kooperatifler bu soru- nu aşmak için bir "kooperatifler banka- sı" kuracaklar ve birbirleriyle entegras- yon için "yapısaldeğişiklikİere''' gitmek zorunda kalacaklardır. Birçok koopera- tif düştüğü sıkıntılardan kurtulabılmek için kendi aralannda yardımlaşma şe- killeri geliştirmeli ve kooperarifçihği ge- lişmiş olan ülkeler. kooperatifçiliği ge- lişmekte olan ülkelere bu konuda yardım- cı olmalıdırlar. Genelde kooperatiflerin enflasyon koşullan ıle savaşımdaözel bir üstünlüğe sahip olduğu gözden kaçınl- mamalıdır. Kooperatiflenn sorunlannın çözümünde hükümetlerin ve uluslara- rası kuruluşlann katkısına gereksinim vardır. Özellikle ülkemizde kooperatifso- runlannın çözümünde "hükümet poHti- kalanndan" çok bir "deviet poütikâsına" ıhtiyaç olduğu zaman geçırilmeden kav- ranılmalı ve uygulamalar başlatılmalıdır. Özetle, kooperatifler 21. yüzyıla girer- ken önemli sıkıntılar yaşayabileceklen ancak bu yüzyılda insanlar kooperatif yönteminden geniş ölçüde yararlanarak " üretim ve bötüşüm" sorununun çözü- münde bu araçlan büyük çapta lcullana- bileceklerdir. ARADA BİR AHMET ARPAD Kim İstanbullu... Kentin taşlı tarlalanna ilk gecekondu yapımın- ""•^dan bu yana 50 yıl geçti. 1945 sonrasında başla- yan hızlı iç göçün Istanbul'un toplum yapısını kö- "'künden sarstığı, olumsuz değiştirdiği bilinen birger- çek. Yaşadıklan yörelerde ezilen işsiz ınsanlar, hü- ~* ,cum ettikleri "taşı toprağı altın" büyük kentin kar- *• gaşasında kısa sürede yerlerini aldılar. Çıkar ve vur- ^gunsürecineayakuydurdular. "Gecekondu" ola- ., yından sosyalizme geçilebileceğini ileri süren çar- pık görüşlü kimi aydın da, gecekondu mahalle- ..sinden kovulduğunda gerçeği kavradı. Dünün ,'yoksullan çabuk tırmanmış, tehlikeli bir "ara sınıf" oluşturmuştu. Günlük ekmek parasından ötesini düşünmeyen bu insanlar kentin görgü ve kültür vbirikımine hep yabancı kaldılar, fakat yazgısına •'egemen oldular. Nüfus milyonlarla artarken "ye- -~>eV|«rje/t"tetanbullu azınlıkta kaldı. Dtşlandı. Uj " :<• Kimlerdir Istanbul'un bu yeni sahrpleri, yeni "saygınlar"\l "Takkeli, takunyalı" başbakanlar, ~'"mavi gözlü" veya "dini bütün" belediye reisle- "•ri, gecekonducu ağalar, kara paralı magandalar, ' Türkçesi bozuk gökdelenci holding patronlan ve onların peşınden giden kimi plancılar, imarcılar... Çıkaıiarı uğruna çok şeyi göze alan, şehirli olabil- mek bilinç ve sorumluluğundan uzak kalmış in- sanlar. .. Deger ve görgü düzenini attüst ettikleri ken- tin dili bile değişti. Istanbul Türkçesi dışlandı. "Azınlıklar"\n dili oldu. Günlük yaşamda ülkenin tüm lehçeleri geçerli. Kürtür toplumlannın yüzlerce, binlerce yıllık kent- lerinde insan, çevresı ile bilinçlenmiş, biçimlenmiş- tir. Istanbul'u da Istanbul yapan, 2500 yıllık geç- mişi ve o geçmişten süzerek bugüne utaştırdığı yaşam biçimiyle kişileştiği Istanbulludur. Onun ki- şiliğinde insancıl yanlar ağır basardı. Galata'nın, Balat'ın, Zeyrek'ın daracık sokakları, sandalcısın- dan tütün işçisine, balıkçısından Rum bakkalına insanlannın sıcaklığı, bozulmamışdoğası, konak- lan. Boğaziçi yaşantısı, yalılan, incecik beyaz va- purları ıle Istanbul "yaşanacak" bir kentti. Gelen- ler Istanbul'un kıyılarını, ormanlarını ve yeşil do- kusunu gözü dönmüş birazgınlıklatalan ederken, insanını da "yok ettiler". Otoyollar, asma köprü- ler ve gecekondularla gökdelenler arasında do- ğup büyüyenler, "çağ atlayanlar" 21. yüzyıla na- sıl bir yaşam biçimi, nasıl bir istanbullu taşıyacak? Son 30-40 yılın beton yığınları arasında bunal- mış Istanbul doğayı unutmuş insanlar yetiştirdi. Bilinçli yozlaştırma kent üstünden para kazan- mak isteyenlere tüm olanaklan tanıdı. Şehircilik bi- limı hep göz ardı edildi. Köy-kasaba kınması bir mimari oluştu. Taşradan gelenler büyük Istan- bul'un günlük yaşamına ayak uydurup kentli ola- caklanna Istanbul'u koskoca bir köy yaptılar. Ya- nm pabuç ile göç edenler, sınıf tırmananlar, ken- te egemen oldu. "Yeni lstanbullular"\n toplumun- da değer ölçütleri, günlük yaşamın kuralları, kül- tür ve sanat kavramları tepetaklak yuvarlandı. Sı- nıf tırmananlar ile görgüsüz yeni zenginler arası- na sıkışmış "yedi göbek" İstanbullu yeni düzen- sizliğin bu en çarpıcı uygulamaları arasında kay- bolup gitti. Gidişi olağan karşılamayan, direnenin adı da "yabancı"yaçıktı. Karma ekonominin kar- makarışık düzensizliğini kavrayan ise yeni düze- ne ayak uydurdu. Başına buyruk kazanç yolunu seçtı. Bir koyup beş, beş koyup elli alan "köşe dö- nenler" kervanına katıldı... Yıne de Istanbul henüz yitirilmedi. Yok olmadı. Kötüye gidişi durdurmak için geç kalınmış değil. Meslek ve sorumluluk bilincine ulaşmış şehircilik uzmanlan, öğretim üyeleri, bilim adamları önce- likle ileri atılmalı. Kültürve tarih sorumluluğunu kav- ramış kentseverler bir araya gelmeli. Istanbul'un görenek ve kültürüne yabancı kişiler bu kenti yö- netmesini beceremedi. Vurguncularla kentli ara- sında kalan belediyelerin kimden yana çalıştığına son yıllarda çok kez tanık olduk. Yağmacılara: • "Dur!" diyecek İstanbullu nerede? Devlet ve 'Gerekçe'si Doç. Dr. HAYRETTİN ÖKÇESİZ 4 - « w ^ ^ ^ evlet*, duygu ve düşün- • ^ ^ k ce evrenimizde yoğun ™ ™ bir tortudur. Neliği ve zorunluluğu konusunda tartışırken onunla iyi bir birliktelik kurabilmenin koşullannı da sorgulamak zorundayız. Çünkü o bizi bırakmıyor. Aynca biz de onu bırakacak durumda değilız. Ben burada devletin gündelik yaşamında ya da devletle olan günlük ilişkilerimizde çok önemli olduğunu bildiğimiz bir soruna değin- mek istiyorum. Aslına bakarsanız, "devlet ya- şamı" ya da "devletle olan ilişkilerimiz" gibi sözler, bana pek gerçekçi gelmiyor. Bugüne dek "devlet" ile oturup bir çay içmişliğim yoktur. Onu hiçbir yerde görmedim. Gördüğüm konuş- Marmara Üni. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi gılanarak evrak-kozasını örer. O masanın etra- fında aslan ya da tavşan yürekler güm güm ya da güp güp atar durur. Devletin "gerekçe" sorunundan söz etmek istiyorum: Devlete gerekçe düzmekte kimse olağanüstü zorlanmaz. Fakat onun eylem ve iş- lemlerinın gerekçesiz bırakılmasının kendisine bulabileceğımiz her türlü gerekçeyi nasıl silip süpüreceğini de düşünmemiz gerekir. Gerekçe derken belirli bir nitelikte olanını kastediyorum. Yoksa siyasal "seyr-isefain" söy- lemlerinden. her türlü sertlik ya da yumuşaklık derecesinde verilen demeçlerden, onlann olgu- sal ve mantıksal tutarlılıklannın düzeyinden söz açmanın burada yeri yoktur. Yani makine daire- sindeki işleyişin güvencesi olan bir görevin ye- rine getirilmesi konusunda görülen acıl bir so- ma yapışan. iltıfat eden, asan. kesen, ölümlere ._ giden. hayatını başkalan için sebil eden. gece gündüz çalışan ve çalışmayan memurudur. Onun için daha neler söylenemez ki! Çayımı daim onunla içmişimdir. Aramızda ise bir "masa" sü- rekli olagelmiştir, ki bütün yaşam -etiyle, ka- nıyla- onun üzerinde işlem görmüştür. Bu "iştem görmeye" bir diyeceğim yoktur. Yal- nız bu işlemler görülürken benim görmekte zor- landığım. ama o kertede gereksinim duydu- ğum, özlediğim bir şeyi hep aradım. Bulabildi- ğimde dolgun, doyurucu, temelli, güçlü, kuv- vetli, biçimi ve içi güven verici olsun istedim. Çoğunlukla özürlüydü. Ya da "azveöz" idi: Bu tasarruf tedbirinin nedenini ve hangi kararna- me ile emredildiğini merak etmişimdir. O masanın etrafinda ne denli çok konuşulmus- sa. o denli de az yazılmıştır. Ama yine de "lar- tasiyecilik" dedikleri bir evrak seli sürekli bas- kın halindedir. Bu kez de "söylememek" için ha- bire yazılır. Memur. "kendisinin bu işte bir 'dah- li'ninoiduğuasladüşünülmemelidir" diye kay- dev let adına eyleyeceğı her şeyin hukuk devle- tinin temel ilkelerine uygun olup olmadığını çok iyi bilmeli, uygun ise eylemeli ve bu bilgi- sini ilgili kişilere açık, tutarlı ve yeterli düzey- de bildirmelidir. tşte buna "gerekçe" denir. Ya- ni ulaşmak istediği şeye bu "gerekçe" merdi- veninin herbirbasamağını kullanarak el atma- lıdır. Oysa bunu böyle yapmadığı için bu züc- caciye dükkânında pek çok şeyi hurdahaş etmek- tedir. Dev let memuruna rasgele bir devlet bilin- ci değil. "hukukdevleti" bilinci egemen olma- lıdır. Onun. "sıfir" gerekçe ile orta yerde düşüp kalkmasına izin verilemez. Bir de "ktfrf" gerekçeler vardır. Örneğin kur- nazca; atama merciinin tercihinin "seçfldim" denerek lehe yönlendirilmesinden sonra kendi- sini seçmemiş olan büyük çoğunluğa da "atan- dım" denerek hükmetmeye kalkışmak böyle bir gerekçedir. Çalışma alanımdan bir ömek vermek isterim: Hukuk felsefesi, öncelikle fel- sefenin bir dalıdır. Tüm hukuk felsefecileri ve gerçek hukukçular. bunu çok iyi bilirler. Bu di- Yaşam, kalbin iki vuruşu arasındaki zamandır. Kalbinizi koruyun. TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cd. No: 8 Şİ0STANBUL Tel: (0212) 212 07 07 (pbx)10Hat Faks:(0212)212 6835 KAGIT USTUNDE EN IYIDERGI! Dın zor TRAri'K ISTEDIGINIZ S0RUDAN BAŞLAYABİLİRSİNİZ •Tûrkiye, ABD*ye niçin nota verdi? • Baykal ve Çiller'in uygulayacağı "Blair modeli"nin alternatifi ne? • Apo, Peru'damı? • Toksulluk «i«^Tit»« kapsama ai^m niçin genişletiliyor?p ç g ş y • Doğu Perinçek ve Yalçuı Küçûk niçin ayrı hücreye konuldu? • Krtugrul Özkök niçin tutoklandı? • İsim Babası Katos Hayri neye isûn buldu? • Fatih Terim, Sedat Bucak'a niçin saldırdı? sıplinin hukuk fakültelerinde kamu hukuku bö- lümünde yer alması. bu bilgi alanınm ve yön- teminin farklılığı nedeniyle yanlış bir değer- lendirmeye dayanır. Deontik mantık konusun- da yazılmış bir doktora tezinin jürisine sırf bu yanhş konumlandırmaya sığınarak üniversite- lerimizde bu konuda yeterince mevcut bulunan uzman öğretim üyeleri yerine, kamu hukuku bölümünde yer alan hukuk bilimi alanlanndan öğretim üyeleri -bu konuda hiç çalışmamış ol- malanna ve çalışmalannın da uzmanlık alanla- n bakımından hiç gerekmemesine karşın- alı- nırsa, bu işlem işte ancak böyte bir kılıf gerek- çe ile olanaklıdır. Bilim etıği ve bilim hukuku değerlerine bütünüyle ters düşen böv le bir iş- lemin, adayı olası başansız bir sonuçtan koru- maya yönelik ve bireysel anlamda insanı bir sa- ikten kaynaklanabılir olmasına karşın, yükse- köğretim genelinde düşündügümüzde bu yak- laşınun"ne denli korkunç bir WlimseIxie^ erozyonuna ve bilim yoksulluğuna yol açabile- ceğini ya da açmakta olduğunu görmezlikten ge- lemeyız. "Kıhfgerekçe"ler*seHnı'' olabilecekleri gi- bi "habis" de olabilirler. Bu durumda onlar kö- tüye kullanma, hukuka ve ahlaka aykın davran- ma iradesinin en uygun aracıdırlar. "Sıfir" ge- rekçedeki olası küstahlığın ve bönlüğün yanı- na. bu gerekçede bir de dikkatlilik. duyarhlık eklenmiştir. Ancak bu elbette nezaket ve say- gıdan değil, art niyet ve korkudandır. Bu tür ge- rekçelerin başka bir özelliği olgulann ve olay- lann yanlış ve yalan denebilecekderecede sap- tınlarak temellendirmeye alınmasıdır. Bunun için tüm beceriler (hünerler) yardıma çağnhr. Bir gerekçenin "laüf" olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Hemen minarenin yerinde durup durmadığına bakanz. Yani bu gerekçe ile veril- miş bir zarann bulunup bulunmadığının: varsa zarann niteliğinin ve hukuk devleti değerleriy- le ölçüldüğünde göreceği koruma düzeyinin saptanmasıyla "gerekçe w nin gerçek "kurt" yü- zü ortaya çıkmış olur. Kurulan jürilerin, veri- len unvanlann değerini, yapılan atamalann ka- musal yarannı ve tüm timsahlann gözyaşlannı böylelikle görmüş, tanımış oluruz. Memurun devlet yaşamında "sıfir" ve "kıüf" gerekçeler yanında, gerçek gerekçeleri de kul- landığım biliyoruz. Onun olgusal masası aslın- da "gerçek gerekçeler"denkıırgulanmıştır: Mal- zemesi, gerçek gerekçelerdir. Ama üzen kimi zaman sıfir ve kılıf gerekçelerle örtülür. çevTe- si bunlarla sanlır sarmalanır. Bir gerekçenin "gerçek" olup olmadığını na- sıl anlanz? Gerçek gerekçe, önce hukuksal ka- lıplarla olaylar arasındaki ilişkiyi mantıksal tu- tarhlık içerisinde, boşluk bırakmadan kurar. Bu- nun için gerekli tüm rasyonel adımlan atar ve sonuç hükmüne ulaşır. Ancak bu bıçimsel sü- reç sonunda elde edilen vargı ile hulaık kültü- rünün temel değerleri arasında ağiT ve açık bir çelişki ortaya çıkıyorsa, gerekçenin bu keyfilik- ten uzaklaştınlabilmesi için "acil çıkış"lann kullarulması gereklidir. ilk ve önemli yöntem, söz konusu pozitifhukuk normunun devlet me- murunca -bu sonucun belirtilen nitelikteki "hu- knkdışı''hğının kusursuz ve kamuya açık biçim- de bir temellendirmesi eşliğinde- ihmalidir. Böyle bir acil çıkışını, kullanması gerektiği hal- de kullanmayan her gerekçe bir keyfiliktir. Gerekçesini kuran her memur yaptığı bu işin niteliğine göre devletini bütünüyle hukukun dı- şına itebilir. onu gereksiz bırakabilir ya da bir hukuk devletine dönüştürebilir. Memurlar, bir- birlerine bir de bu gözle bakmalıdır ve bilme- lidir ki onlar aslında devletin değil kamunun me- murudur. Devlet de kamunun devleti kılınma- lıdır. Devletin gerçek gerekçesi bu olsa gerek. Halkalı Tekstil Ihtisas Gümrük Müdürlüğü'nden alman 30.09.98 101252 no'lu, 20.07.98 069815 no'lu gümrük çıkış beyannameleri, Halkalı Gümrük Müdürlüğü'nden alınan 07.08.98 23575 no'lu gümrük giriş. beyannamesi zayi olmuştur. hükürnsüzdür. Nüfus cüzdanımı yitirdim, hükümsüzdür. A YTEN ARSLANTÜRK PENCERE Solda Aptallık Oranı?.. Aziz Nesin: "- Bu milletin" demişti, "yüzde 6O'ı aptaldır." Tam böyle mi söylemişti?.. Yoksa "Türk milletinin yüzde 60'ı aptaldır" mı demişti?.. Anımsayamlyoru m. Aziz'i "Tünklüğe hakaret" gerekçesiyle mahke- meye verdiler... Aklandı. Aziz Nesin aklanınca, yüzde 60'hk oran yargı- da karara bağlanmış mı oldu?.. • Türklükle oynamaya gelmez, bu konuda duyar- lı olmanın saymakla bitmez yararları var. Sözge- limi "Bizne tembelmilletiz"deseniz, kimsenin kı- lı kıpırdamaz, herkes sözünüzü onaylar. Haddine düşmüşse birisi kalkıp şöyle konuşsun bakalım: "- Türkler tembeldir." Söyleyeni söylediğine söyleyeceğine ptşman ederiz; ama madalyonun birde öteki yüzü var; bu gibi laflar ne ölçüde gerçeği yansıtr?.. Halklar, ulus- lar, soylar zaman içinde degişirier, tarım toplum- lanndaki ekonomik düzen insanı tembelliğe alış- tınr; sanayi toplumunda kişi fabrikanın çarklanna ayak uydurmak zorunda kalır. Toprağa dayanan feodal için çalışmak ayıptı. Soylu kişi ayaktakımı gibi alın teri döker mi?.. Sanayi düzeninde para kazanmak isteyen hırslı burjuva için hayatın tadı çalışmaktır, ama bugünkü Türkiye'de "paradan para kazanan" rantiye neden çalışsın, adam ena- yi mi?.. Zamana ve uzama göre değişim dogaldır, Türk- ler de bu kurala göre değişiyor. • Aziz Nesin "Türklerin yüzde 6O'ı aptaldır" de- diğı için tepki görmüştü. Dün bu köşede "solculann yüzde 6O'ı aptal mıdır" diye sordum; olumsuz bir tepki almadım, dostlar ve okurlar telefon ettiler: "-Ağzına sağlık!.." Kimisi: "- Oranı" deö\ "düşüktutmuşsun, solculann yüz- de 80'i aptaldır." - DemeL "- Solcular akıllı olsalardı bu duruma düşerler miydi?.." - Ama sağcılar da bölündüler, sağ kesimde ap- tal oranı yüzde kaç?.. "- Onlann davası başka!.. Kimisağcı aklızaten devreden çıkarmış, inancı kılavuz yapmış. Hem sağ birbirine düşse de çoğunluktur. Solun seçim sandığındaki oranı yüzde 25!.. Bölünrrle ufalanıp yok olma anlamına geliyor; akıllı olan bunu ya- par mı?.." Düşündüm: - Pekı dedım, ben de soldayım, akıllı rmyım, ap- tal mıyım?.. "- Ölçüt bellidir: Solun birteşmesini istiyorsan, akıllısın, bölünüyorsan aptalın tekisin!.." -; • * Ölçüt yeterii mi?.. Bence yeterli değil. Solun b^lynmesinden çıkar sa&aviftoarsatoplayan ki- şı apfaTdegllL AdârfrpaHfinin lıSeri ya da yöneti- cilerinden biri; hayatını bu iş üzerine kurmuş; sol birleşirse bitip tükenecek; variıği bölünmeye bağ- lı olan kişi birleşmeyi ister mi?.. Adam akıllı... Peki aptal kim?.. Oynanan oyunun iç yüzünü göremeyip adamın peşinden giden aptal... • Ancak çoğunluğun aptallığı geçicidir, ayaklar bir süre sonra suya erecek... "Akıl için yol birdir" derler... Herkes yola gelecek. Cumhuriyet I kitap kulübül IMZA GUNU TAKSİM SERGİ SALOIMU'NDA 29 Ocak Cuma Saat:17.00-20.00 ', v Konuklarımızla söyleşip, kitaplarını imzalayacak İstiklal Cad. (Fransız Konsolosluğu yanı) Taksim Tel: 252 38 81/82 GÖLBAŞI-ADIYAMAN KADASTRO MAHKEMESt'NDEN Gölbaşı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma \ f akfı Baş- kanlığı tarafından Memet Oruç ve arkadaşlan aleyhine açılan tespite ıtıraz davası sonunda Gölbaşı Asvalt Ma- hallesi. 13 ada, 36? parsel sayılı taşınmazm davacı adına tapuya kayıt ve tescılıne ılışkın mahkememizin 27.10.1997 gün ve 1993'5-1997-40 sayılı karan davalı Maliye Hazınesi tarafından temyız edılmış, Yargıtay 7. Hukuk Daıresi'nin 5.3.1998 gün ve 6298-916 sayılı ilamı ile onanarak gelmiş. davalı Maliye Hazınesi 3.4.1998 ta- rihınde tashıhi karar yoluna başvurmuş olup davalılardan Ayşe Fatma Özdemır mırasçısı Zöhre Özdemır (Kale) tüm aramalara rağmen bulunamadığından tashıhi karar düekçesınin ilanen tebliğıne karar venlmiştır. Tashihı karar dılekçesının tebliğine kaim olmak üzere ilanen teblıg olunur Basın: 66945 A.Ö.F. pasomu kaybettim. hükümsüzdür. AYNUR AYDIN Nüfus cüzdanımı ve ehliyetimi kaybettim hükümsüzdür. GÜLAYÖNAL SAR1KAYA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle