18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15ŞUBAT1998PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 um:ag Uğur Mumcu Araştır- macı Gazetecilik Vakfı tarafından yayımlanan Uğur Mumcu'nun "Bü- tiin Yazıları"nda yayın yönetmenliği yapan Ali Tartanoğlu açıklıyor: "30 Ağustos 1992 ta- rihli yazının dizide yer almadığı yolundaki sap- tamana teşekkürler. Böyle bir eksiklik böyle bir çalışmada olmama- lıydı. Niye olmadığının çok mantıklı açıklama- sı var ama okuyucunun bununla ilgileneceğini sanmıyorum. Olmama- lıydı; o kadar. Ancak... Eğer bu saptama, oku- yucunun kafasında ya- zıya dizide bilerek yer verilmediği izlenimini uyandınrsa, bu gerçek- ten ağır bir haksızlık olur. Tek tük de olsa başka yazılar da alın- mamış olabitir. Ama, Menemen ve benzeri konulardaki düşünce- lerimiz aynen Uğur Mumcu'nunki gibidir." Menemen ola- yında "çokfark- lı" düşünen Can Oündar'a eşi Uğur Mumcu için belgesel yaplıran Gül- dal Mumcu'dan henüz bir açıklama gelmedi. Ceyhan Mumcu ise kardeşi için yapılacak bir belgeselde Can Dün- dar imzasına ideolojik ve etik yönden karşı çı- kıyor ancak "Vakıf Gül- dal'ın vakfı; vakfın işine karışma hakkım yok" diyor. BeMronik posta: [email protected] Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Yargrtay'daki örtülü ödenek davası için Tansu Çiller özel bilirkişi raporu hazırlatmış. "Duruşmanm valıda vapılmasını da istevebilir!" ğer demokrasinin olmazsa olmazlarından biri seçimse, cemaat ya da tarikat denen dini örgütlenmelerde "seçim"in yerini gös- terebilir misiniz? Bunlann liderieri tekkede kurulan seçim sandığından çıkıyor diyebilir misiniz? Her kademedeki örgütlenmesini seçimle yapan si- vil toplum kuruluşları arasına bu cemaat ve tarikat- leri koyabilir misiniz? Bu sorulara evet yanıtını verenlerin demokrasiye olan inançlarından kuşku duymalısınız. Cemaat ve tarikatları sivil toplum kuruluşları arasında sayanlar sahte demokrattır ki onlar aynı zamanda laik cum- huriyet düzeninin de düşmanıdır: işbirliği yaptıklan çevreler gibi. Hepsinin dini imanı paradır. Para için bedenlerini de satarlar, ruhlarını da. Geçen yıl, Genelkurmay Başkanlığı'nda verilen ir- tica brifinginde ekrana yansıyan yobaz sürüleri ara- sındaki portrelerin birbirinden pekfarkı yoktur. Al Müs- lüm Gündüz'le o günlerde peşine takılan Fadime'yi, Legalleşmekvur Fethullah Gülen'le şimdilerde peşine takılan Nevval Sevindi'ye! Aralanndaki fark birinde seks iliş- kisi, ötekinde ideolojik ilişki olmasıdır; birinin zara- rı kendine, ötekininki toplumadır! Ama daha da büyük tehlike, başta Süleyman De- mirel, Bülent Ecevit, Hikmet Çetin, Ismail Cem gibi "demokrat". "demokratik solcu", "sosyal de- mokrat" devlet ve sıyaset adamlarıyla sanat ve bi- lim dünyasından kimi "çağdaş" kişilerin bilerek ya da bilmeden cemaat veya tarikatçılarla kurduğu di- yalog ve dolayısıyla bunlann "legalleşme'sidir. De- mokratik kural ve koşullarda oluşan 206 sivil top- lum örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'ni "illegal" sayacak denli bir "legalleşme"dir bu... Fethullah Gülen'in okulla- rında nasıl başarılı bir eğitim verildiğini anlatan te- levizyon programlarına, gazetelerde haftalarca sü- ren yazı dizilerine alkış tutanlar, aynı okullarda rejim düşmanlarının nasıl yetiştirildiği açıklandığında "Fet- hullah Gülen Hocaefendi'nin hiçbir okulla ilgisi yok- tur" yolunda tekzip gönderebilmektedir. Ortalık öylesine toz dumana bürünmüş ki, devle- tin istihbarat örgütünün hazırladığı bir raporda Su- surluk bağlantılı isimler arasında adı geçen kişiyi aynı devletin Susurluk'u aydınlatmayı "görev" edin- miş hükümeti yeşil pasaportla yurtdışına göndere- bilmekte ve büyükelçisine ağırlatabilmektedir. CHP Içel Milletvekili Fikri Sağlar, Fethullah Gü- len'le ilgili olarak Başbakan Mesut Yılmaz'a soru önergesi verdi. Önergeye bir soru da biz ekleyelim: -13 yıl vaizlik yaptıktan sonra güvenlik kuvvetle- rince arandığında saklanmak için istifa ederek me- muriyetten ayrılan ilkokulu sonradan bitirmiş Fethul- lah Gülen'e yeşil pasaport nasıl verildi? SESSÎZ SEDASIZ (!) NVRİKURTCEBE Yüksek Yerilim Hattı Erdinç UTKU DlLsizin hakkından İMLAsız gelir! Bilgisayam karatahtada kullanmak Rektör Prof.Dr. Osman Çakır, Va- ziyet'e gönderdiği açıklamalarda Ondo- kuz Mayıs Üniversitesi'nin bir çok yön- den örnek gösterilen çağdaş bir eğitim kurumu olduğunu öne sürüyordu. Os- man Bey'e yanıt, üniversiteyi kuşatan ırkçı ve şeriatçı çevrelehn Samsun'da yayınladığı "ilim" gazetesi "Malazgiıften geldi. Gazete, yeni yayın dönemine, yeni eğitim yılıyla birlikte başlamış. Gazetenin "sunuş"u "Rahman ve ra- him olan Allah'ın (c.c) adıyla ve yedi ci- han serveri, adı güzel, kendi gü- zel Muhammed'in (s.a.v) aşkıy- la" yapılarak artında Alpaslan Türkeş'in sözleri sıralanmış. Gazete adına üç öğrenci de gidip Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Dur- sun Akbulut Bey'le konuşmuş... Dursun Bey'in soyadı Akbulut olsa ge- rek ama saygıda kusur etmemek için sonuna "Bey" eklenmiş. "Hocam"la başlayan sorulardan biri aynen şöyle: "Hocam, üniversitemiz teknolojinin eğitimde kullanımı açısından çok geri durumda. Mesela, ben sınıf öğretmen- liği bölümünde okuyorum. Bizim dör- düncü sınıfta iki dönem bilgisayar kul- lanımı dersi var. Bu dersi hocamız bil- gisayann resmini karatahtaya çizerek anlatmak durumunda kalıyor. Acaba bu konuda bir çalışmanız var mı?" PALAS PANDIRAS 1 Bakalım kimsesiz bebeler için sanal anne-babayı ne zaman üretecek şu Japonlar? Müfıt Bozacı H ÇED KOŞESI OKTAY EKÎNCİ Kars'm Sinemaları?.. "Kültür Bakanlığı. sinema sa- lonu bulunmayan illere, sinema makinesi sağlayarak halkı sine- mayla buluşturacak. Projenin ön- celikli illeri. Sinop. Nan. Yozgat ve Kars olacak..." (Cumhuriyet- 4.2.1998) Haberı okuduğumda önce çok sevto&m. MSÜ-nöniu efitiöı^»- lı başındakı açılış töreninde ilk der- si veren Prof. Sami Şekeroğlu de- mişti kı: "Türkiye'de devletten hiç destek almayan. hatta sansür vb gibi sürekli baskı da gören sanat dalı sinemadır. Türk sineması ne yaptıysa kendi çabasıyla yaptı ve buna rağmen büyük başarılara imza attı..." Demek kı Kültür Bakanlığı dev- letin işte bu vefasızlığını da artık onarmaya niyetli. Kıt bütçesi için- de halkı yeniden sinemayla buluş- turmak istıyor. Dogrusu, şu "kül- tür yoksunu" dönemde bu kadar- cık bir girişim bile sevinmemize yetıyor... Ne varki haberde sıralanan "ön- celikli illere" baktıgımda ıse bu kez yüreğim burkuluyor. Çünkü "Sinema salonu bulunmayan''' ve halka sinemayı götürmenin amaç- landığı kentler arasında Kars'm da ma çıtlatmak" (çekirdek yemek) yasaktı. ama salon karannca başla- yan çıtırtılar hemen herkesin "or- tak sesi" olduğundan. şikâyet eden de pek bulunmazdı... Ya Doğu Sineması? Yani, Kili- se'deki sinema. lsmihan Emi (Sa- hibi.)* film basladıktan sonra kapı- da bekkwn. parasız" çocükları başlânna birer "şille" (tokat) can- lannı acıtmadan vurarak içeri alır- dı. Zafer Sineması ile Orduevi Si- neması ise daha çok yabancı Fılm gösterirler ve deyiş yerindeyse "sos- yete" müşterilere hizmet verirler- di... Türkiye Ansiklopedisi'nde çar- pıcı bir istatistik var 1978 yılında. Kars'ta göstenlen 1042 fılmi top- lam "297.500 kişi" biletli olarak iz- lemış. Aynı yıllardaki nüfus ise sa- dece 60.000 civannda... tşte böyle bir kent. 20 yıl sonra nüfiısu 100.000; ama "sinemaya muhtaç" ilk4il arasında!.. Ne ol- du o güzelim sinema salonlanna?.. Telefonun öbür ucunda Cumhu- riyet'in Kars temsilcisi Yücel Se- zer var. Özetliyor: "Şehir Sinema- sı yıkıldı, mağaza oldu. Zafer Si- neması kapandı, salonunda ba- zen toplantdar yapılıyor. Orduevi Kars'ın caddelerini süsleyen tarihi taşe\lcrde >akın yıllara kadar "sinemayı doya doya yaşayan" kentliler otururdu... Şimdi onlar da tıpkı sinema salonları gibi yok oluyorlar... adı geçiyor. Sinop, \'an ve Yozgat'ı pek bilemiyorum. ama Kars'taki "sinema zenginliği". ve "sinema coşkusu" da daha dün gibi aklım- da. Çocukluğumda ve öğrencilik yıllanmda vaz aylarımızı Kars'ta geçirirken fstanbul'da kışın göre- mediğimiz birçok ünlü fılmi yine Kaıs'taki 5 sinemada (evet. tam " 5 " ayn sinema salonunda) yakalar ve izlerdik:.. Dolu dolu salonlar... Belleğimin yanıltıcı olmaması için Kars'taki aynı yıllan ve anıla- n paylaştığım Atacan Yalçınyiğit'i aradım: " - Kars'a sinema yardımı ya- pılacakmış!.. t stelik öncelikli il se- çilmiş. Anımsar mısın o dolu do- lu sinemaları?.." '•- Biri Şehir Sineması'ydı, Or- du Caddesi'ndeydi. Hemen yakı- nında Torun Yeltekin'in eski Sü- merbank binasının yerindeki si- neması vardı. Sonra Doğu Sine- ması ki kilisenin içindeydi. Hal- keğitim binasında Zafer Sinema- sı vardı. Bir de Orduevi Sinema- sı vardı, halk da gidebilirdi..." Atacan m sıraladığı bu liste, ay- n a^n anılarla da bezeli. Orneğin Şehir Sineması. Loca- ü, balkonlu. koltuldu, görkemli per- desi ve sahnesi olan, bir büyük si- nemaydı. Şehir Sinemasf na girme- den önce, kapıda "semişka" (ayçi- çeği çekırdeği) satan Ehnıed (Ah- met) Dayı'dan semişka almayan yok gıbiydi. Gerçi, içeride "çıtla- taşınınca sineması da kalmadı. Tarihi Kilise'yi ise \aktılar. Doğu Sineması da öyle yok oldu..." Oysa ki o büyük taş kılise, sade- ce sinema işle\ iyle değil. Kars'ı be- zeyen diğereski taş binalar ve "dar- vazalı" (büyük kapılı) taş evlerle bir- likte kent kültürünün "tarihsel pey- zajını" da tamamlamaz mıydı'.'.. Kars'ın ilçelerinden Sankamış'ta bile 3 sinemayı anmısıyorum. Te- pe Mahallesi'nde yıne eskı bir Kı- lise"deki tpek sineması. lnönü sem- tinde Baydar ve Bebek Gölü'nün yanında Ordu Sineması... lpek, çok- tan cami olmuş,. Baydar kapanmış, sadece Ordu^ i'ndeki duruyor ve an- cak perşembe günleri si% il halka açıkmış... Evet. Kars'ın sinema öyküsü kı- saca böyle. Yücel Sezer diyor ki; "Sadece sinemalar değil, o kültür ve uygarlık dolu kent yaşamının soluk soluğa geçtiği ortamlar da kalmadı..." Şimdi Kültür Bakanı tstemihan Talay, sözcüğün tam anlamıyla "çam sakızı çoban armağanı" bir adım atıyor. .\ma, galiba daha da bü- yük ve önemli bir görev. Cumhuri- yet'in 75. yıldönümünü bir "genel değerlendirme yüı" olarak kutla- maya hazırlanan kişi ve kurumlara düşüyor. Ne oldu da bu 75 yılın şu son 25 yılında. ilk 50 yılın "uygar- lık kazanımlan" hızla yok edildi ve tüketıldi? E\et. ne oldu; Türki- ye'nin ve Kars'ın başına ne geldi?.. Ya da kimler geldi?. HAYVANLAR ÎSMAIL GÜLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicakuı turk.net ÇİZGİLİK KÂMtL MASAKACI MIRMIRLAR ICIR DUIUK i TuRU ÎTeRE* T ç 5A AR-rifct- Mı... V • — — TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 15 Şubat NUMAN MENBMENCİOĞLU.. İ9S8 'DE SUGÛM, ESKİ HAg.İCİYE (PlfifLBIti BAKANl) NUMAN UEUEMEUCİOĞUJ 66 YAŞIUPA ÖLMÜSTÜ. *9i4 'TX, LOZAN ÜNi- VEBSİTESİ 'Nİ gtriB.EK.EK YURPA PÖNEN VE OSMANU HAKİCİYESİNE S'GEN NUMAN SEY, MEMUR OLARAK BlRÇOK AVRUPA 8AŞ- KENTİNOE ÇAUŞM/fT/. 49+Z YfUNDA, İSTAN- SUL 'PAN MİLLErifEKİLİ SEÇtLEH NUMAN MENEMENCİOĞUJ, ÜUgULAN HÜHÜM£TT£ HAKİCİye yEKiLLrĞfNE &ErfS/LM/fTİ. IT. DÜA/YA SAVAÇf S'«ALASlNA GASTTAyAN 8U GÖKEISPE, DEA/Ey/MU giK PtPLOMAr OLARAK 6ÜÇ DueuMLA/e/N VE SOOUN- LARIN ALT/NDAM 8AŞARIYLA PANO DENtZ KAVUKÇUOĞLU "Yalakalı Günler" Heinz Grüber'in "beklenmedik" telefonu beni o gün çok sevindirmişti. Altı yıldır görmediğim, onca za- man kendisinden herhangi bir haber almadığım es- ki birarkadaşımın sesini duymaktan mutlu olmuştum. Frankfurt'ta, büyükçe bir şirkette yeni bir göreve baş- ladığımı öğrenmiş, kutlamak için telefon açmıştı. Nümberg'deki öğrencilikyıllanmda, -aramızda derin bir dostluk kurulmamış da olsa- aynı sıraları paylaş- mış, aynı hocaların derslerini izlemiştik. Ben, "Mut- laka görüşelim Heinz!" deyince, "Olur" demişti. Üç gün sonra "TheaterCafe"6e buluşmuştuk. Belleğim- de kalmış resmine tıpa tıp uyarcasına şık ve bakım- lıydı. Ona büyük bir heyecanla yeni işimı, bu işle ilgi- li projelerimi anlatırken beni dikkatle dinliyor, arada bir sorduğu sorularla ilgisini gösterıyordu. Ikinci kah- vemizin sonuna doğru ben, "Eee, biraz da sen anlat! Neleryapıyorsun" diye sorunca hüzünlenmiş, alt du- dağı düşmüş, "Işsizim!" demişti. Onun için mutlaka "bir şey/er" yapmalıydım. Yap- tım da... Heinz Grüber bir hafta sonra yanımda "pi- yasa araştırma uzmanı" olarak dolgunca bir ücretle işe başladı. Her sabah işe benden önce geliyordu. Sabahlan, açıkduran kapısının önünden geçerken onu masasının üzerine eğilmiş, çalışırken buluyordum. Beni gorünce derhal ayağa fırtıyor, yanıma geliyor, "Gu- ten Morgen, Herr Kavukçuoğlu!" diyerek elimi sıkı- yor. o sabah "ne kadar iyi göründüğümü" söylüyor- du. ilk günlerde birkaç kez, "Bu tür resmi selamlaş- maya gerekyok Heinz, biz eski arkadaşız, uzaktan bir selam yeter!" dediysem de o her defasında bundan "mutluluk"" duyduğunu, "Lütfen, izin vermemi" söy- lemişti. önceleri beni bayağı sıkan, avuçlarımın içini terleten bu "ritüef'e giderek alışmıştım. Bir pazartesı sabahı Heinz Grüber, elinde bir tep- si ile odama geldi. Bana kahve ve kuru pasta "ikram etmek" istiyordu. "Peki, niye sekreterlerden birine söylemedin" diye sorunca, "Karımın dileği!" yanıtını almıştım. Eşi Ursula hafta sonu çeşit çeşit kuru pas- talar yapmış. "Bunlan kendi elinle Herr Kavukçuoğ- lu'na ikram eV." diye tembihlemişti. Bunun, Heinz Grüber ile ilişkimizde yeni bir dönemin başlangıcı ol- duğunu o gün bilemezdim! Nitekim o günden sonra Heinz Grüber her sabah elinde iki fincan kahve ve ya- nında mutlaka "birşeyler", saat 10.00'a doğru oda- ma gelmeye başladı. Her zaman güleryüzlü ve "mül- tefit"\\. Ne anlatsam beğeniyor, ne söylesem onaylı- yordu. Heinz Grüber için ben, "çok önemli ve vazge- çilmez" bir insandım. Benim için "büyük şeyler ön- görüyor", geleceğimi "okyanusenginlikleri"ilekıyas- hyordu. Ne yalan söyleyeyim, Heinz Grüber'le sabah sohbetleri beni çok rahatlatıyordu!.. Şirkette diğer bölümlerle her salı yaptığımız ortak toplantılarda Heinz Grüber'in ne yapıp edip yanım- daki koltuğa oturması, bir "gelenek" olmuştu. Ne za- man söz alsam, yüzünü bana doğru çevirerek göz- lerini dudaklanma dıkıyor, dudaklarımdan çıkan her sözcüğü başını "anlamlı anlamlı" sallayarak onaylı- yordu. Ben sözlerimi bitirince de kendisi söz alıyor, benim biraz önce anlattıklanmı özetleyerek bir kez da- ha anlatıyordu. Bir keresinde, "Bunu niçin yapıyor- sun" diye sorduğumda bana, "Çifte dikiş daha iyi tu- tar" diyerek eski bir Alman atasözü ile yanıt vermiş- ti. Şirketin "Planlama Bölümü"nû o tarihlerde Ergin Günçe yönetiyordu. Ergin Günçe, Almanya'ya gel- mezden önce ODTÜ'de öğretim üyeliği yapmış, ede- biyat alanında ürünler vermiş değerii bir dostumdu. Akşamlan sık sık birlikte oluyorduk..Yıneböylet>ır.aK*i şam "Tosca" adlı bir Italyan lokantasında "Montepui- ciano" şarabı içerken Bak" dedi, "bu adam seni bir gün çıldırtacak, sonunda katil olacaksın!" Hiçbir şey anlamamıştım. Kendine özgü "kara mizah"\ ile uzun uzun anlatmaya başladı.... Heinz Grüber, şirkette ça- lışmaya başladığından bu yana "halim tavnm" değiş- mıştı. Daha bir başka yürür olmuş, daha bir başka konuşur olmuştum. Yüzüme yeni mimikler yerleştir- miş, yeni el kol hareketleri geliştirmiştim. Artık daha yüksek sesle konuşuyor, herşeyin iyisinı ben biliyor, kimseyi dinlemiyordum. Ergin'in anlattıkları inandırı- cıydı. Bendekı değişiklikleri gözlemlemiş, uyarma ge- reksinimi duymuştu. Masadan kalkarken "Yalakalar adamı sonunda delirtirler" dedi. "Haklısın" diye ya- nıtladım, "bunun farkına varsaydım kafasına gerçek- ten bir şey vurabilirdim!" Ertesı hafta Ergin'le birlikte Heinz Grüber'e bir "tu- zak" hazıriadık. Salı toplantısına sunacağım rapora "11 yanlış" monte ettik. Toplantıda gözlerimiz yıne her zamanki gibi yanımdaki koltukta oturan Heinz'in üze- rindeydi. Söze başlamamla birlikte kafasını sallama- yabaşladı. Gözlerinin "boşboş" baktığının, kafasal- lamasının anlamsızlığının ayırdına ilk kez o gün var- dım. Ergin'in "ö(v/uşu"olantuzaklanndokuzuncusun- da gözlerimiz Heinz'in sallanan kafasına takılınca kendimizi tutamadık, kahkahalarta gülmeye başladık. ikimizden başka hiç kimse bir şey anlamamıştı. He- inz Grüber, o gün işten ayrıldı. Kendisini bir daha görmedim. Aradan tam 22 yıl geçmiş.. .Ergin Günçe daha son- ra Türkıye'ye döndü, bir uçak kazasında can verdi. Onun dostluğunu hiç unutmadım. O günden bugü- ne her türlü yalakadan ve yalakalıktan tiksinıyorum. Şimdi politikada, bürokraside, medyada, "önemli ki- şilerin" çevresinde yalakalan görünce kendi "yalaka- lı günlerimi" anımsıyorum, Ergin'e, "toprağı bol ol- sun" diyorum. (Faks: 0216-418 84 10) BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 U III' ' ' n ı •w ı n SOLDANSAĞA: 1/ Emeğin te- mel değer ola- rak degerlendi- rildığı toplum. 2/ Kısır olan ka- dın ya da dişi hayvan. 3/ Türkçede ılgi ekı... "Bir — gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil" (Yunus Emre)... Aktinyum ele- mentinin sim- gesi. 4/ Ters. kars.it... ls- viçre'nin en önemli akarsuyu. 5/ Bazı ağaç- lardan elde edilerek ci- lacılıkta kullanılan bir çeşit zamk... Tann. 67 Hatay ilinde bir göl ve ova... Zafer. II Bir cet- veltürü... Sertbirıçki... Yüz metrekare tutann- g dayüzeyölçüsübirimi. „ 8/ Karbonath kumtaşı. 9/ Bir işe girerken. kendi için güvence doğuracak bilgı ya da kefil yerine geçebilecek ad verme. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yürüyen merdiveü. 2/ Yerine koyma, yerine kullanma. 3/ Galyum elementinin simgesi... Kayak... Manganez elementinin simgesi. 4/ Argoda "lira" anlamında kullanılan sözcük... Kırkoşu- su. 5/ Güreşte biroyun... Ispanyollann sevinç ünlemı. 6/ "HocaAli—'": Ünlü Türk ressamı... EskiTürklerdeço- cuklan koruyan tannça. 7/Birrenk... Arka.geri... Samar- yum elementinin simgesi. 8/ lri taneli bezelye. 9/ Yur- dumuzun kuzeydeki en uç noktası olan burun.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle