27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
çoK oluyoruZ SAYFA CUMHURİYET 25 MAYIS 1997 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER Erbakan Hoca'nın Yeni Hezeyanlan HÜSEYİN BATUHAN C umhuriyet"te çıkan "Islam ve Bilim" başlıklı yazımda (22.8.1996) Erbakan'ın uzay yolculuklanyla ilgili açıklamalannın (!) neden bır "hezeyan örneği" sa- yılması gerekeceğıni belirtmeye çalışmış- tım. Ama huylu huyundan vazgeçermi? Üstadın bu kez genetik bilimiyle ilgili ye- ni hezeyanlarda bulunduğu anlaşılıyor. Ancak benim bu yazıyı yazmaktan ama- cım, biraz biyoloji okumuş herkesin gö- rebileceği bu hezeyanlan sergilemek de- ğil. Asıl amacım, bu vesile ile bizde bu ka- fa yapısında olan daha başka "pnofesör- ler" bulunduğunu anımsatmak, birde "bi- lim ahlakı" ıle "sosyal ahlak" arasında çok yakın bır ılışki olduğunu, dolayısıy- la "doğn^düşünemeyen insanlann "dü- rüst" de olamayacağını vurgulamak. Yine de ilkin söze Erbakan"ın yeni he- zeyanlanyla başlamakta yarar görüyo- rum. Üstat, Kocatepe Camisi'nin konfe- rans salonunda şöyle buyurmuş: "Genler Uzerinde çalışma yapan baa bilim adamlaru bitkilerin kromozomla- nndatek boğum, hayvaniarda iki boğum, insanlarda da üç boğum bulunduğunu saptamışlar." Bö> le bır şe> in aslı faslı ol- madığını bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Ancak asıl önemlı olan bundan son- ra söyledikleri: lnsanlardaki 3. boğum "insan soyunun hayvandan getemeyeceği- ni kanıtlar"mış! "Bu da gösteriyor ki, maymundan insan olmaz!" Sızin anlaya- cağınız, "Darwinhaltetmis,!"demeyege- tiriyor. Doğrusu "evrim teorisrnin bun- dan daha "veciz" bir "4 reddiyesi"ne hiçbir yerde rastlayamazsınız. Bunagöre. yalnız Danvın değil. bu basit gerçeği görememış olan binlerce biyolog ve genetikçi de halt ermiş. Bızlerdoğruluğujeolojik. paleon- tolojık, embnyolojik ve morfolojik belge- lerle yeterince kanıtlanmış olan bu kura- mın (teorinin) moleküler biyolojinın ye- ni bulgulanyla artık "herhangi bir akla uygun şüpheyeyer bırakmayacak kadar" pekiştirilmiş olduğunu sanıyorduk, meğer tersi geçerliymiş de haberimiz olmamış! Gerçi bu kez Erbakan hoca her neden- se bu gerçeğın de " Kuran'da yanlı" ol- duğunu iddia etmiyor. ama dinleyicıleri- ne (pardon: "müminlerine") bu kez ken- disinin "keşfettiği" anlaşılan yeni bir ger- çeği müjdeliyor: Meğer insanı hayvandan (yanı maymundan) ayırt eden bu 3. bo- ğumda Tann'nın insana bahşettiği dört yetenek bulunuyormuş. Bunlar sırasıyla, 1) Doğruyu yanhştan, 2) 1> iy i kötüden, 3) Adaleti zulümden. 4) Yararlıyı zararlıdan ayırt edebılme yetenekleri imış! Bazı "miinafık" gazeteciler -Erba- kan'ın biyolog olmadığını göz önünde tu- tarak- konunun uzmanı bir iki "profe- sör^ danışmak gereksinimini (ihtiyacı- nı) duymuşlar. Onlann bu konuda yaptık- lan açıklamalann aynntılanna girmeye- ceğim. zira biyoloji okuyan her lise öğren- cisinin bunlan zaten bildiğini varsayıyo- rum. Yalnız bunlardan Prof. Okutan'ın Erbakan'abiyolojidensıfirverdiktenson- ra söyledıği şu sözü anmadan geçemeye- ceğim: "Eğer böyle bir beyanda bulun- muşsa, bunu bir sorumsuzluk anıti ola- rak ülkenin her tarafina dikmelisiniz!" Benım de ilkin uzerinde durmak istedi- ğım konu bu bilgisel sorumsuzluk konu- su zaten. Bir insanın herhangi bir "bügj" iddi- asında bulunabilmesi için elinde iddiası- nın doğru olduğunu, hiç değilse doğru olabileceğini belgeleyen yeterli kanıtlar bulunması gerekir. "'Gerekir" dememden de anlaşılacağı gibi, burada bir -ahlaki so- rumluluk" söz konusu. Bir insan her ak- lına eseni, doğru olup olmadığını araştır- madan söylerse. sorumsuzca da\Tanıyor demektir. Hele bir insan yeni bir "buluş" iddiasıyla ortaya çıkıyorsa, buluşunun "kabule değer" olduğunu çeşitli belgele- ri göstererek kanıtlamakla yükümlüdür. Dilimizde "uluorta konuşmak". "destek- siz atmak" ya da "işkembeden atmak" gibi deyimler bu kurala uymayanlann da\Tanışlannı alaya almak niyetiyle kul- lanılıyorolsa gerek Bu türbirsorumsuz- luğu huy halıne getırenlere ise "şarlatan" dıyoruz. Buna karşılık, bilgisel sorumlu- luk duygusunun en çok filozoflarla bilim adamlannda, yani fikır ve bilgi-üretmeyi yaşamlannın ana-uğraşı yapmış olanJar- da gelişmiş olduğunu görüyoruz. Nite- kım. bu tür ınsanlar acımasız bir rekabe- tın hüküm sürdüğü bilgı-üretımi alanın- da iddialannı meslektaşlannın her türlü eleştırilenni göğüsle>ecek kadar güçlü kanıtlarla belgeleyemezlerse "rezjl" ola- caklannı bilirler. Ama gelin görün ki Erbakan gibilerin- de. değil ele güne rezil olma korkusu, gü- lünç olma kaygısı bile olmadığı anlaşılı- yor. Nitekim iddialannı kanıtlamak zah- metine katlanmak şöyle dursun. söz etti- ğı bilim adalannın kimler olduğunu, hat- ta bu yeni keşfi nerede okuduğunu bile belirtmeye gerek görmüyor, zira biliyor kj. hitap ettiği kişiler onun eski bir "pro- fesör" olduğunu bildikJeri, bir profesö- rün de "işkembeden atamayacağıru'* dü- şündükleri için ondan hesap sormayacak- lardır. Hele içlerinden birisinin çıkıp ken- dısıne şöyle bir soru yöneltebileceğine hiç ihtimal vermemiştir: "İyi de, hoca efendi. madem bu sözünü ettiğimiz yete- nekler kromozomlannuzda \ar. nasıl olu- yor da doğruyu vanltştan, iyi>i kötüden, adaleti zulümden, hatta yararlıyı zararlı- dan ayırt edebilen insanlann sayısı yok de- necek kadar az?" En çok şaşılacak şey de, her hareketı izlenen, her sözü kaydedilen bir eski profesörün herkesi bu derece "bil- gisiz'', hatta "aptal" sanması! Şimdi asıl önemli bulduğum noktaya geliyorum. Bilmem, dikkatinize çarptı mı, "dürüstlük" dediğimiz ahlaki erdeme de en çok filozof ve bilim adamlannda rastlanıyor. Bu basit bir "rastlantı"dan ıbaret olmasa gerek. Bır insanın iddiala- nnı kanıtlama yükümlülüğü başkalannı yanıltmama arzusundan kaynaklanır. Başka bir deyişle, insan yaıüış çıkma ih- timali yüksek olan herhangi bir iddiada bulunursa. hem başkalanna saygısızlık et- miş olur, hem de doğruyu yeterince ver- mediğini kanıtlamış olur. Oysa doğruluk sevgisi "dürüstlük'" dediğimiz sosyal er- demın de temelıni oluşturur. Nitekim, doğru sözlü olmak, olduğu gibi göriin- mek, yalan söylememek insanı "ahlakir yapan baş erdemlerdir, bu nedenle insan- lar bir dedıği bir başka dediğini tutmayan, hatta sözlerini sonradan "tevil'" etmeye, hele "inkâr" etmeye kalkjşanlara karşı güvenlerini yitırirler. Samımiyetin karşı- tı olan "UdyüzJülük" de bu doğruluk sev- gisinden yoksun kişilerin en çok başvur- dulan yöntemdir. İkjyüzyülüğe en elverişli alanın poüti- ka olduğu anlaşılıyor. Buna da şaşmama- lı. zira politikada amaç i *doğnı"yu bul- mak değil, iktidan ele geçirmektir; dola- yısıyla herpolitikacı zekâ, bilgi ve kültûr düzeyine göre az veya çok bu yönteme başvurur. Ancak büyük devlet adamlan polıtik fikır ve görüşlerini -fılozoflar ve bilim adamlan gibi- akla yakın kanıtlar- la belgelemeye özen gösterirler, saf in- sanlan hoşlanna gideceğini düşündükle- ri masallar veya boş vaatlerle kandırma- ya kalkmazlar. Öyle sanıyonım ki, bugüne değin biz- de politika sahnesine Erbakan hoca kadar "cambaz" bir kişi çıkmamıştır. Onun iki- yüzlülüğüne bizde "takıyye" deniyor. Söylendiğine göre, tslam, dine hizmet et- me şartıyla. "takıyye"ye "ce>az veriyor- muşr . Bu da "dincUerin", yanı dinı ikti- dar tutkulanna alet edenlerin uydurduğu bir yorum olsa gerek. Bunlann da başın- da "Erbakan Hoca"dıye çağnlan eski bir profesör var. Basit dindarlar böyle birinin hiçbir zaman yalan söylemeyeceğini. do- layısıyla "takıyye" yapamayacağını düşü- nüyorlardır, ama gerçek bunun tam tersi! Gene Cumhuriyet'te çıkan bır yazım- da (*) bizde öğretimin bolük pörçük bil- gi aktarmaya yönelik olduğu için yeni ye- tişenlere "büını kiütürü", dolayısıyla ras- yonel düşünme alışkanlıklan kazandıra- madığını belirtmiş, Cahit ArTın "tene- kecilik" dıye nitelendirdiği bu öğretım yöntemınin "Kuran okurmak"tan pek farklı olmadığını vurgulamıştım. Bir sü- redir Türkiye'nin politık kaderinı belirle- yenler arasında DemireL Erbakan, OzaL, Dinçerler ve Asiltürk gibi "dinci" politi- kacılann bulunduğunu biliyoruz. Eğitim sistemımizi dinı bir mecraya dökmek için her çareye başvuran bu politikacılann en takıyyecisi de Erbakan hoca olsa gerek. Ötekilerbelki sadece "Müslüman kuşak- lar" yetiştirmek hevesindeydiler. Oysa Erbakan Hoca. neredeyse tam bir tarikat şefi tutkusuyla Türkiye'ye "şeriat" dü- zeni getinne sevdasında, bu hayalini ger- çeleştirmek fçın de başs'urmadığı "takıy- ye" yok. Ben o yazımda fen bilimlerinin bile "Kııran okutulur" gibi okutulmasından şikâyet etmiştim. Oysa bu sayın "profe- sör" her şeyin Kuran'da yazılı olduğunu söyleyerek neredeyse bilimlere gerek ol- madığını ima ediyor. Dünyaya bu kafa yapısında bir ikinci "profesör" gelmiş ol- duğunu sanmıyorum. Ancak bizde benzer kafada başka profesörler olduğu anlaşılı- yor. Nitekim, Orhan Bursalı Cumhuri- yet'teki köşesinde, "matematik" de dahil bütünbılimlerin Danvin'in "evrimteori- si"ni reddettigini iddia eden 4 profesörden söz ediyordu. Bunlar "ilahiyat profesö- rü" olsa. uzerinde durmaz geçerdım. .An- cak -belki inanmayacaksınız!- bunlardan ikisi "biyoloji". ikısi de "öp" profesörü imiş; sizin alayacağınız. tam da konunun "uzmanı" olması gereken kişiler. Böyle bir garabeti, daha doğrusu "rezaleti" si- zin aklınız alıyor mu? Erbakan Hoca'nın hezeyanlanna gülüp geçersiniz, ama bu uzman profesörlerin kesinlikle "uydur- oıa" olan bu iddialanna ne bu>iirulur? Dini inançlann bazen insanın gözlerini bu derece kör edebileceğini görmek ger- çekten umut kıncı. Danvin "evrim teorisi"ni ılk yayımla- dığı sıralarda özellikle din adamlanyla ilahiyatçılann hücum ve eleştirilerine ma- ruz kalmıştı. Nedenı de apaçık: Bu kura- mıyla Danvin, Hıristiyanlığın belki de en temel dogması olan "yaradıüş" teorisıne en öldürücü darbeyi indirmiş oluyordu. Gerçi o gün bugün -özellikle ABD de- "yaradılış'' masalını bu teorinin yerine bi- yoloji ders kitaplanna sokturmaya, hiç değilse -bizde de bir ara zamanın Milli Eğitim Bakanı Dinçerler'ın yapmaya ça- lıştıği gibi- bu masalın "evrim teorisi" ile birlikte okutulmasını sağlamaya çalışan- lar var: ama bu gayretler boşuna, zira he- men hemen bütün biyoloji uzmanlan bu teorinin en iyi belgelenmiş bilimsel teon- lerin başında geldiğini kabul ettikleri gi- bi, Katolik kilisesinin başı Papa II. Jean Paul bile bunun "basit bir teori"den iba- ret olmadığını açıklamakta bir sakınca görmüyor. Ama ne gariptir ki, bizde bu kuramı "bilim dışı" saymak aymazlığını gösteren biyoloji ve tıp profesörleri var. "Erbakan Hoca"nm hezeyanlanna artık alıştığımız için gülüp geçebiliyoruz. ancak konunun uzmanı durumunda olan bu sayın profe- sörlenn bu tutumlanna ne demeli? İlkel bir din anlayışının insanlan nerelere ka- dar sürüklediğini görmek gercekten iç ka- rarncL ,\ncak bunlara bakıp karamsarlı- ğa kapılmamaya çalışmalıyız: bu da an- cak çoğunluğun bu tür aldatmacalardan fazla etkilenmeyeceğine olan inancımızı yitirmekle sağlanabilir Başka bir deyiş- İe, bıhmsel düşünüşün dinsel yobazlığın üstesinden geleceğine inancımızı yitir- memeliyiz. Genç bir bilimci kuşağının yetişmekte olduğunu görmek, geleceğimiz umutla bakmanız ıçın yeterli bir güç kaynağı ol- sa gerek. (*) "Teknik Ünıversite Kökenli Politikacılar "(12.09.1990) PENCERE Ekmekçi'yi Uğurlarken... Hava sıcak mı sıcak... Ankara'nın toprağında sıcak, mayıs ayında bile insanın beynini haşlanmış yumurtaya çeviriyor... Mehmet Açıktan yaklaştı: - Abi dedi, bir ağaç dibı buldum... Açıktan, vefalı dost, ağaç dibini Ekmekçi için bulmuş, püfür püfür... Hem Asri (çağdaş) Mezarlık'ta... . . Hem ağaç dibi... Ekmekçi'ye yakışır. • Ekmekçi'yi toprak ananın kucağına veriyoruz, çevrede dostlar var... Ağacın altındayız... - Ne ağacı bu?.. - Akağaç... Şükran Kurdakul'un şiiri: Neyin ağacı bu, yeşerir gözlerinde Neyin dünyası bu, vurur dallanna geceleyin Neyin sancısı bu, ağnsı içimize çökende Neyin umudu bu... başımızı dimdik tutar bizim. • Cumhuriyet'in Idare Müdürü Hüseyin Gürer, eli- ni sinek kovar gibi havada salladıktan sonra dedi ki: - Çokpolen var... 'Polen'in Türkçesi çiçektozu!.. Çiçektozlan çevremizde uçuşuyoıiar, Ekmekçi'yi uğuriamaya gelmiş olanların saçlanna, başlarına, omuzlanna konuyorlar... Her ilkbaharda ortalığı çiçektozlan sarar; doğa- nın tohumlanması vaktidir; çiçektozu kimi zaman sarımsı, kimi zaman kırmızı, kimi zaman mavi renk- teolur... Peki bunlar ne renk?.. Renkrenk... Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın dünyaya gözlerini kaparken son sözleri: "Bana çiçek getirin, dünya- nın bütün çiçeklenni buraya getirin." Ve Ceyhun Atuf Kansu, Sınığ için yazmış: Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçekleri getirin buraya, Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklannı getirin buraya... Ekmekçi köy çocuğuydu, büyüdüğünde hem öğ- renci oldu, hem öğretmen! Onun yazdıkları çiçek- tozları gibiydi; toplumu tohumladılar. • Sordum: - Akağacın yanındaki ne ağacı?.. -Kavak!.. Cahit Irgat'ın şiiri: Ağacım, dörtkol çengi kıyamet Her dalımda bir memleket - - Uzar kollanm uzar r .'••if-w.ı;»^.nn Taşımda toprağımda berekei y*' v >->" <« Köklerimden başlar hürriyet •-•^•'•- • ^ - 1 Ekmekçi hepimizden alacaklı gitti, elbirliğiyle bor- cumuzu ödemeye çalışalım. O borç nasıl ödenir, siz çok iyi biliyorsunuz; bu yolda umutsuzlukyasak!.. Ne diyor Can Yücel: Gün gelir bu işe millet de şaşar Tam kurşun işlemez deminde karanlığın Bir ateşböceğidir başlar. GALATASARAY LISESI 1977 MEZUNLARI 20. Mezuniyet Yılı Yemeği için Galatasaray Adası'nda buluşuyor. 31 Mayıs 1997 tarihinde 19:30'da başlayacak olan yemeğe bütün 77'liler davetlidir. Not. Sadece donem arkadasLırn İa e\'ü olanlar eşlennı getırebılır VİLLA NERGİS SWİMMİNG POOL-BAR RESTA RANT BİTEZ, BODRUM Rez.Tel: 0252 343 16 95 Fax: 0252 343 10 75 Yurttajın Sultanahmet Bulujması 25 Mayıs 1997 Saat 13.00'te BUGÜN SÖZ YURTTASIN \ ARTIK ' YETER! Romanlarınız ve ansiklopedileriniz yerinizden alınır. Tel: 554 08 04
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle