27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 MAYIS 1997 SALI 14 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL 'Küheylaıı'la başLamak...Hadi Çaman Yeditepe Oyuncu- lan, 1996 sonlannda ilk kez bir salona kavuştu. Hadi Çaman'ın oyunculuğunun 35., topluluğun 15. \ılında, Halk Sigorta'nın kat- kılanyla gerçekleşen bu aşamada "açüış" oyunu olarak Peter Shaf- fer'ın "Küheylan"ı sunuldu. Top- luluk oyunu mayıs sonuna dek Is- tanbul'da scrgiliyor. Yeditepe Oyunculan'nın 15 yıllık oyun dağanna bakıldığın- da, Dario Fo'dan en tecimsel Bro- advvay oyunlanna uzanan bir çe- şıtlılik görürüz. Hadi Çaman. top- luluğunu Echvard Albee'nin "Hayvanat Bahçesi"nden bir za- manlar AST'ta sahnelenmiş olan "Durdunın Dünyayı Inecek Var" oyununa dek. dünya tıyatrosunun farklı hedeflere yönelen tıyatro anlayışlannın çeşitli biçemlerde- ki ürünlenne hep acık tutmuştur. Bu nedenle de her yenı yapımda yenı bir kadro oluşturma, yeni bır risk yaşama zorluğunu göğüsle- mıştir. Özel topluluklann yaşama savaşimı verdiği bır dönemde, pek çok tıyatro belirli biçemlere ya da belirlı bir "yüdız" kadrosuna da- yanarak ayakta durmaya çalışır- ken Çaman' ın bır "ödenekU tiyat- ro" genış yüreklılıği içinde seçim yapması. zaman zaman toplulu- ğu yaşamla ölüm arasındakı ince- cık çizgıde kıstınnıştır. Artık yeni \c çagdaş donatım- lı bır salonu vardır topluluğun. Hadi Çaman Yeditepe Oyuncula- n'nın oyun ve biçem seçimi açı- sından belirli bir noktada karar kılması gerekmektedir. Ya yeni salonun olanaklannı ön düzeyde tutan çeşitli türlerde gösterişli ya- pımlann getireceği "yıldız" trans- ferı ve kaynak bulma zorluğunu Hadi Çaman Yeditepe Oyunculan 15. yüında, Peter Shaffer'ın 'Küheyian'ını Şakir Gürzumar'ın yorumuyla sahneiiyor. a"yun, bugünün Türk toplumuna bir şey söylüyor mu? Dinsel açıdan tutucu bir anneyle eski-solcu bir babanın çatışan etkileri arasına sıkışmış bir gencin sorunlannın ön düzeye çıktığı bir toplumsal aşamada mıyız? Türkiye "de bu rür -topluma da ders veren- bireysel sorunlan irdeleme görevini artık TV'nin birbirinden dehşet verici 'reality-show'lan üstlenmiş durumda. Değil atlann gözünü oyanlann, insanlara bile bin beterini yapanlann ortalıkta gezindiği bir toplumda yaşamanın şaşkınlığı içindeyken Shaffer'ın "cinsel baskı"dan özgürleşme söylemi hangi yaramıza merhem sürebilir? göğüsleyecek, ya belirli bir dün- ya görüşü doğrultusunda oyun se- çecek ya da hafıf güldûrüleTden oluşan bir oyun dağannı besleye- cek bir oyuncu kadrosu oluşturup bu kadronun sürekliliğini sağla- yacak. Yeni salonun açılış oyunu ola- rak seçilen "Küheylan," yukanda saydığım seçeneklerden ilkinin ağırlık kazandığını göstermekte- dir. "Küheylan" bir tiyatro klasi- ği değildir.'l 970'li yıllarda Anka- ra Devlet Tiyatrosu'nda başany- la sahnelenerek psikolojik denn- liği olduğu varsayıldığı için gere- ğinden çok önemsenmiş, sanat yaşamınm başındakı Mehmet AH Erbil'i bir gecede "yıküz" rütbe- sine enştirmiş, çekıci görsel öğe- lerle bezeli, tecimsel gücü yalnız Broadway ve Londra'da değil, Türkiye'de de denenmış eski bir oyun. Öyle bir oyun ki. ne metni yeni bir yorumla ele alabilirsiniz, ne de 30 yıl önce sunulan örnek- le yanştırabilirsiniz. (Bilindiği gi- bi "ilk"lerin önceligi tartışılmaz, aynı suya da ikı kez girilmez.) Da- hası, Broadway de Londra da Pe- ter Shaffer'ın yalnızca henüz hiç sahnelenmemiş oyunlanna itibar ederken biz niye 20 yıllık "Kü- heyüuTla yetinelim? Shaffer, oyunlannı, sonunda karanlık için- de yitip gideceğinı bildiği havai fîşekler gibi patlatıp, dûnya dü- zeyinde cebini doldurduktan son- ra hemen yeni bir oyuna, yeni sah- ne numaralanna geçerken biz ne diye Shaffer'uı eski oyunlan için para ve emek harcayalım? Peki, oyun bugünün Türk top- lumuna bir şey söylüyor mu? Din- sel açıdan tutucu bir anneyle es- ki-solcu bir babanın çatışan etki- leri arasına sıkışmış bir gencin so- nınlannın ön düzeye çıktığı bir toplumsal aşamada mıy ız? Türki- ye'de bu tür -topluma da ders ve- ren- bireysel sorunlan irdeleme görevini artık TV'nin bırbinnden dehşet verici "reality-show"lan üstlenmiş durumda. Değil atlann gözünü oyanlann, insanlara bile bin betenni yapanlann ortalıkta Nedim GürsePin üç ldtabı Fransa'da yayımlandı Kültür Servisi - Pans'te yaşayan Türk yazan Ne- dim Gürsel'in üç kitabı birden Fransa'da yayım- landı. 'Les Lapins du Commandant-Komuta- nın Tavşanlan' başlığıyla Seuil yayınlan tarafindan cep kitabı olarak yayımla- nan öykülerin bazılan. da- ha önce 'Le Monde' gaze- tesinin pazar ekiyle 'Le Monde Diplomatique'de yayımlanmıştı. Paris'te yaşayan Selçuk Demirel tarafindan resimlenen ki- tabın kapağında, kafası ol- mayan bir subayın ünifor- masından tavşan çıkıyor. Nedim Gürsel'in 'La Mort de la Mouette-Mar- tuıınÖlümü'başlıklı ikin- ci öykü kitabında ise Pa- ris-Istanbul ikilemindeki bir Türk yazannın özlem- leri, yalnızhğı, kadınlarla olan ilişkileri anlatılıyor. Son öyküsünde, Nâzım Hikmet'ın sürgünde ölü- müne.de yer verdiği kita- bın desenleri Utku Var- lık'a ait. Türkiye'de, Bosna sava- şı sırasında yayımlanan Gürsel'in 'Retourdansles Balkans-Balkanlara Dö- nüş' adlı üçüncü kitabının Fransızcasına ünlü Hırvat yazar Predrag Matveyeviç bir önsöz yazdı. Kitabın önsözünde Matveyeviç şu görüşlere yer veriyor: "Nedim Giirsel yenüenin tarafinı tutan bir tavır ser- giieyerek Balkan yolculu- ğıuıu sürdürüyor. Savaş SH rasında Saraybosna'ya git- mesi, bu uğıırda her şeyi göze aldığının en açık ka- nıtı. Yazann gittiği ûlkeler arasında Bulgaristan, Ma- kedonya ve Yunanistan da var. Vardar boylannda, Vodno Dağı'nın eteklerin- de, Ohri Gölü'nün kıyısın- da, Struga ve Selanik'te • 'Komutanın Tavşanlan'nı Selçuk Demirel resimledi. 'Martı'nın Ölümü'nde Utku VaFİık'm desenleri yeralıyor. 'Balkanlar'a Dönüş'ün önsözünü Hırvat yazar Predrag Matveyeviç yazdı. dolaşırken, Balkan halkla- nnın kardeşliğini, Türk ve Yunan halklannın banş içinde yaşama özlemlerini, bu öziemin gerçekleşmesi- ne katkıda bulundugu için kendisine tpekçi Banş Ödülü'nün verildiğini bir an otsun aklından çıkarnu- yor. İstanbul tutkunu,' Ka- dınlar Kitabı'yla, 'Boğaz- kesen'in yazan Nedim Giirsel, bu kitabuıda da to- pografyaya bağb kahyor, a- ma bu topografyanın öy- küsünü anlatmaya kalkıs- mıyor. Fatih'in portresini çizdiği nefis romanında yapüğı gibi tarihi sorgulu- yor daha çok. Atalannın fetih döneminc bazı gön- dermelerde bulunsa da, geçmişin özlemiyle yanıp tutuşmuyor. 1989'da son kez Belgrad'da toplanan yazariar kongresiyle ilgiii bir anısından söz ederken, Osmanklann Sırplan ye- nügiye uğrattıklan ve Çar Lazar Ue Sultan Murat'uı hayatlanna mal olan Ko- sova Savaşı'na da değuû- yor. Am yiizyıl sonra Sup- lann bu bozgunu büyük bir zafere dönüştürme ça- balannı hayrede karşıladı- ğını söylüyor. Diğer yan- dan bir Tü rk yazannın gö- rüşünü, sanki aradan bun- cayıl gecmemişgibi nıerak etmeJerini kınryor. Osman- lı tarihlerinde bu savaşın çok önemli bir yer rutma- dığına dikkat çekerek. Bu ömeği, Avrupaulann ha- yalindeki Türk'e Nedim Gürsel'in ne kadar ters düştüğünü belirtmek için veriyonım. Nedim Gür- sel'in kitabını murJu bir rastlantı sonucu Angelo- pulos'un 'LTis'in Bakışı" adlı fîlmini gördüğüm gün okudum. Sayfalar boyun- ca izlemeye çalışöğım bu kez Gürsel'in bakışıydı." Sait Faik Abasıyanık ölümünün 43.yıtanda Kalpazankaya'da anıldı. (Fotoğraf: UĞUR GÜNYUZ) 'Kalinikhta Sait Faik!y DUYGUDURGUN Burgazada'nın Kalpazanka- ya'sı Sait Faik'in 43. ölüm yıldö- nümünde yine dostluğa kalkan ra- kı kadehleri ve kahkahalarla çın- ladı Ada Dostlan. öykülerindeki insan sıcaklığına yaraşır şekilde onu bır kez daha andılar. Kalpa- zankaya; çocuklar ve martılarla şenlendi, rakılar içildi. türküler söylendi. Ada Dostlan bu yıl biraz hü- zünlüydü. Dernek başkanlan Asım Mutlu'nun \akitsiz ölümü, bu toplantıya gölge düşürmüştü. Sait Faik günlerine büyük emeğı geçen emeklı >azın öğretmeni Pe- rihan Ergun'un da belirttiği gibi Çelik Gülersoy'dan sonra Ada- lar'a en büyük hızmeti olan kişiy- di Asım Mutlu. Ama bir gelene- ğin yerine gelmesi gerekiyordu. Sait Faik'in adının geçtiği yerde hüzün ve yaşam sevıncı iç ıçeydi. Ada Dostlan. önce Sait Faik'in 1963'te müzeye dönüştürülen evini zıyaret ettıler. Yontucu Gür- dal Duyar'ın yaptığı Sait Faik büstünü törenle açtılar. Adalar Kaymakamı Mustafa Farsakoğ- lu'nun da katıldığı törende, hey- kellere tükürenlere karşı sanatın ve sanatçının korunması gerekti- ğı bir kez daha vurgulandı. 20 yıl- dır gerçekleştirilen Sait Faik bu- luşmasına katılan ilk kaymakam olan Farsakoğlu, bundan böyle Adalar yönetimi olarak sanatçı- lar ve sivil toplum örgütleriyle el ele olacaklannı: karanlığa karşı birlikte savaşılacağını vurguladı. Sonra Kalpazankaya'da sofralar kuruldu. Rasih Nuri tleri. Gürin Dino, Sait Faik'in amcasının oğ- 1u Mustafa RaşitAbasıyanık. Mu- zaffer Uyguner, Ruşen Hakkı. Ne- cati Mert, Emin Karaca kadehle- rini Sait Faik için kaldırdılar. Sa- it Faik anısına Darüşşafaka Ce- miyeti tarafindan verilen öykü ödülünün geçen yılki sahibi Ce- mil Kavukçu ve bu yıl 'Foto Sa- bah Resimlerf adlı kitabıyla ödü- lü kazanan yazar Ayşe Kulin de buluşmaya katıldılar. Hasan Ka- rayol'un Ruhi Su türküleri ve AB Ekber Eren' in sazıyla şenliğe dö- nüştü toplantı. Sait Faik, üpkı 'Katinikhta' ad- lı öyküsünde olduğu gibi dünya- nın bütün sandallanna binip, elin- denaylondan 35'likbiroltaylade- niz diplerinden yakaladığı yaka- mozlarla çıkıp geldi Burgaza- da'ya. Sandallar içinde bir san- dal, denizler içinde bir deniz, in- sanlar içinde bir insan gibi. Türkiye Yazariar Sendikası, PEN Yazariar Derneği, Ada Dost- lan Derneği'nin düzenledikleri 20. buluşmada Sait Faik dostlan- nı buluşturan, her şeye inat yü- reklerde canlı tutulan yaşama se- vinciydi. Ataol Behramoğlu'nun da dediği gibi bugünlerde yaşama sevincine düşmanlarla karşı kar- şıya olsak da insana, sanata öz- gürce var olma hakkı verilmese de kötülüğün egemenliğine karşı durmak, Saik Faik dostlannın bu ülkeye hizmet etmiş nice aydını- na. sanatçısına, yazanna karşı bir gönül borcuydu. Ingiliz edebiyat dünyasında kadınlara verilen ( j j j Orange Ödülü için ÖOn<fl/CÜ!/ lîl aday olan altı L yazardan dördü Kuzey Amerikalı Kültür Servisi - Ingiliz edebi- yat dünyası, her yıl verilen Bo- oker, VvTıitbread Somerset Ma- ugham gibi ödüllerle hareketle- niyor. Geçen yıl bu listeye bir ödül daha eklendi: Yalnızca ka- dın yazarlara açık olan Orange Ödülleri... İlk kez geçen yıl, In- giliz romancı Helen Dunmo- re'un tt ASpenofWinter"adh ki- tabına verilen Orange Ödülü, yo- ğun tartışmalarla bu yıl da sürü- yor. Kimi eleştirmenler, ödülün yalnızca kadın yazarlara yönelik olmasuıı eleştiriyor. 30 bin sterlin değerindeki Orange Ödülü için bu yıl aday olan yazariar, Margaret Atvtood (Kanada), Deirdre Madden (tn- giltere), Jane Mendelsohn (ABD), Anne Mkhaels (Kana- da), Manda Scott (Ingiltere) ve E.AnnieProubî(ABD). Ödülea- day olan altı kitaptan dördünün yazannın Kuzey Amerikalı ol- ması da Ingiltere'de edebiyat dünyasında epeyce tartışılan İco- nulardan. Bu yılki seçici kurulun başkanı yazar-eleştirmen Lisa Jardine, "Kuze> Amerika'run kadın edebiyaö geleneğisüriiyor. ,\merika'da son otuz yıJdır üni- versiteierde yaraücı yazarhk derskri veriHyor. Kuzey Ameri- kan yazuuna hayranım, çünkü kendine güventt, ne söylemek is- tedigini bilen yazartardan oluşu- yor" diyor. Ingiltere'de Kuzey Amerikan yazınına özel bir ilgi olduğuna dair görüşü ise Cape Yayınevi'nden Dan Frankttn reddediyon "Adaylar, yaymala- Margarct Aftvood (Kanada) Jane Mandelsohn (ABD) Manda Scott (İngirtere) nn değfl, seçici kurulun begeni- lerini ortaya koyuyor." Kadın yazarlan yanştıran Orange Ödülü için Türkçe'de ki- taplan yayımlanan Margaret At- wood'un son kitabı "AKas Gra- ce"in yanı sıra esrarengiz bir bi- çimde kaybolan kadın pilot Amena Earhart'ın yaşamını ha- yali bir gözle yeniden kurgula- yan "1 Was Ametia Earhart" da bulunuyor. gezindiği bir toplumda yaşama- nın şaşkınlığı içindeyken Shaf- fer'ın "dnsel baskı''dan özgürleş- me söylemi hangi yaramıza mer- hem sürebilir? Geriye yazann "gösteri'' düze- yinde sunduğu çarpıcılık. bir de Sevgi Sanlı'nın güzelim çevirisi kalıyor. Beklenen, başanlı bir yö- netmenin, Shaffer'ın sunduğu görsel olanaklan vurucu bir sah- ne olayına dönüştürmedekı usta- lığı; annesuıin üstüne saldığı "her şeyi gören" Tann'yı, babasının karşıt seçenek olarak sunduğu at- lann gözlenne yaptığı saldınyla yok etmeye çalışan gencin sahne- deki görsel-işitsel devinimi; birde hastasıyla olan ıletişimi sonucun- da kendi iç hesaplaşmasını yaşa- yan doktorun etkıleyicı yorumu... Yeni bir salonun ve kendisini yenilemiş bir topluluğun "sunuş" oyunu olarak "Küheylan"ı seç- mesi olsa olsa bu gerekçeyle açık- lanabilir. Devlet Tıyatrolan'nda u Töre"nin dünya, "Uyarca"nın Türkiye prömiyerlerine imza at- mış ve pek çok çalışması yanın- da, özellikle Turgut Ozakman'ın ve Dürrenmatt'ın bu yapıtlanyla ülkemizin belli başlı yönetmenle- ri arasına girmiş olan Şakir Gür- zumar'ı, yurtdışında tiyatro eğiti- mı görmüş genç sanatçı TolgaÇe- \ik'i ve yılların oyuncusu Hadi Çaman'ı bır araya getiren de aynı kaygı olmalı. Sonuç olarak ortaya İstanbul seyircisini genellikle mutlu etti- ğini sandığım, özenli. yoğun e- mek ürünü bir yapım çıkmış. Bu sonuca Yeditepe Oyunculan adı- na sevinıyorum. Yine de yapımm, -yaptığı tür tiyatroya katılmasam da- Shaffer'ın amaçladığı çarpıcı- lığı yakalamadığı kanısın- dayım. Bunun üç nedeni var. tlk neden Şakir Gürzu- mar'ın görsel vuruculuk adına oyun alanını alabil- diğine genişlermiş olması. Salonu boydan boya ke- sen bir platform üstünde "at koşturma T ' görüntüsü- nün çekıciliği, belli ki Gürzumar'ı büyülemiş. _. Bu iısdsqle çerçeve saiiR neye i *yer alan ilişkilerin psikolojik yoğunluğunun. oyun alanının genışleme- siyle bozulacağını düşün- memış. Sonuç olarak se- yircinın görme ve ışitme yeteneğinı dağınık bir dü- zene yayması gerekiyor. Böylece Shaffer'ın mito- lojik imgelerle kurduğu ilişki tam anlamıyla algı- lanamadan, yalnızca işiti- lip geçilıyor. Aynı neden- le, yardımcı rollerdeki sa- natçılann yorumu klişe düzeyınde algılanabiliyor. Çünkü dramatik yoğun- luk oluşamıyor. Tolga Çevik'in oyunu Ikinci neden Tolga Çe- vik'in bedensel ve sözel enerjisinin genişletilmiş oyun alanı içinde dağıl- ması. Çevik, bedeninı çok iyi kullanabilen bir oyun- cu. Ancak bu yeteneği ne- redeyse tüketici bir biçım- de değerlendirildiği için söz düzeyinde gerektiğin- ce ayırtılı (nüanslı) bır yo- rum kotarması güçleşiyor. Çevik, çok hızlı konuşu- yor, zaman zaman gerek- tiğinden çok yükseltiyor sesini. Çoğu zaman da ne dediği anlaşılmıyor. Çe- vik, sahneye yakışan bir sanatçı. lşitsel ve görsei yeteneklerini dengelediği aşamada Türk tiyatrosu için fjnemli bir kazanım olacak. Üçüncü neden, Hadi Çaman'ın yorumunun yu- muşaklıği... Çaman, sanki oyunun sonunda ulaşacağı bilinç düzeyine oyunun en başmda zaten ulaşmışça- sına yorumluyor rolünü. Oysa oyun boyunca müt- hiş bir savaşım veriyor. Bu savaşım Çaman'ın yoru- muyla en aza indirgenmiş biçimiyle yansıyor sahne- de. Oysa ortada bir trajedi varsa, bu trajediyi yaşa- mayı sürdürecek olan dok- torun kendisi, tedav i ettiği hastası değil... Çaman. do- ğal ki deneyimiyle doğru orantılı, olgun bir oyııncu- luk örneği sunuyor. Ama oyunun gerektirdiği dra- matik yoğunluğu, atlann genış alandaki devinimine terk etmiş sanki. Dilerdim ki Gürzumar- Çevik-Çaman üçlüsü, ye- tenek ve birikimlerini bir "Ok"te buluşturup Türk ti- yatrosu için yeni bir ivme oluştursunlar. Dileğım ge- lecekteki çalışmalarda böyle bir hedefgözlenme- si... YAZI ODASI SELİM İLERİ Tarabya Tarabya, Boğaziçi'nde, Rumeli yakasındaensev- diğim yerterden biriydi. Tarabya'ya ılişkin, benim için en eski bilgi birikin- tisi Mehmed Rauf'un Eytûl romanındadır. Suad'a yasak bir aşkla bağlı Necib, Tarabya'da Summer Palace Oteli'nde kalır. Burada hep alafranga hayat sürülmektedir. Summer Palace'ın on dokuzuncu yüzyılın so- nunda inşa edildiği söyleniyor. Dört beş katlı, o za- man için hayli modern, lüks birotel. Beyazmış. Yay- vanmış. Alman Elçiliği'nin oralardaymış. Sümer Ko- rusu'nun ortasında. Bu 'Sümer' adı heıtıalde 'Sum- mer'dan geliyor. Eylûl'ün oteldeki yaşamayı tasvir eden birkaç pa- ragrafını o kadar severdim ki açıp açıp tekrar okur- dum. Burada içki içılir, poker oynanır, sonbahar başlangıcında yağmurun damla damla camlara üşüşmesi seyredilir, aşk bezginliğiyle derin hüzün- lerduyulurdu... Demin Alman Elçiliği dedim. Onun geniş bahçe- sinde, belki kırk yıl önce, bir 'yaz tiyatrosu' seyret- miştim. Ağaçlar arasında kurulmuş bir sahneyi de ilk kez görüyordum. Oyun Almanca'ydı, tabii hiç- bir şey anlamamıştım. Ne var ki yaprak yelpazele- riyle örtülü, yaz sıcağının ansızın serinleyiverdiği bir yerde, bir orman tiyatrosunda oyun seyretmek ota- ğanüstüydü. Bana masal gibi geliyor bugün. Tarabya çocukluğumda hâlâ Rumlarla, Ermeni- leıie zengın bir kültür dokusuna işaret ederdi. An- nemle babamın eviilik yıldönümlerini kutlamaya git- miştik. Lokantayla çay salonu arası tuhaf, güzel bir mekândı. Bordo kadife perdelerini hatırlıyorum. Biz ablamla biraz yürüyüşe çıktık. Dönüşte, annemle babamı karşılıkh vermut içerlerken buîduk. Vermu- tun kızıl da kırmızı, kıımızıyken kızıl alacası çok ho- şuma gitmişti, ancak bir yudum tadabildiğim tadı da. Müşterisini ağırlamaktan handiyse haz duyan Rum garson sonra nar gibi kızarmış, küçücük mus- ka börekler getiımişti... Tarabya'nın iştah açıcı yerieri, çok gençken Istan- bul'a geldiğinde koskoca Kavafis i bile etkilemiş; 1882'de "Tarabya'dan Aynlırken" adlı bir şiir yazı- yor: "Hoşça kal Tarabya, hoşça kalın otelın zevk- leri-/ Çatlayasıya yenen güzel yemekleri"... (Özde- mir Ince-Herkül Millas çevirisi). Burada anılan otel yine Summer Palace olabilir mi? Ben Büyük Tarabya Oteli'nin yapılışını hatırlanm. Denize doğru azman bir inşaattı. Kat kat çıkışına tanık oldum; babamla gider bakardık. Babam, tam burada, bir zamanlar başka birotel olduğunu söy- lerdi. Adı galiba Konak Oteli'ymiş. Oteli geçınce, denizden esen rüzgâr, yaz kış şid- detini korur. Üç dört yıl öncesine kadar oralarda her sabah yürüyüş yapardım. Yaz günleri bile oteli ge- çince, rüzgârla mücadele etmek gerekir. Sonra birtakım ahşap evler başlar. Önlerinden y- ol geçmiş yalı benzeri evlerdir bunlar. Bazılan uzun yıllar çok bakımsız kaldı; karank, fırlak ahşaplan iç yakardı. Sonra Boğaziçi modası başlayınca yeni- lendiler, gelgelelim biraz rüküşleştiter. Tarabya'ya eskiden karadan gittiğimiz gibi, va- purla da giderdık. Vapur yolculuğu uzun sürer, a- _ma denizinyag günJırfnjtözgü görkerni yudum vju- dum tadıtırdı. ¥alnız"*apura erkenden bınlp açfkta yer kapmak gerekirdi. Sonra vapur seferi kaldırıldı. Sahi, vapur iskele- si ne oldu? Onca zaman her sabah Tarabya'dan geçtim de vapur ıskelesinın ne olduğunu çıkaramıyorum. is- kelenin berisindeki midyeciler gözümün önünde. Aralıksız çalışırtar, kabukları açıp midyeleri çıkanr- lar, plastik kovalarda, leğenlerde yine deniz suyu- na bırakırlardı. Tarabya'nın en güzel zamanı, bence, haziran ba- şı ve sonbahardır. Haziranda hâlâ tek tük erguva- na rastlanıyor, erguvanlar hep eflatun çiçeklerie do- nanmış. Sonbaharda, tepedekı tek manolya ağa- cı, bütün yaz beyaz çiçeklerle donanmışken çiçek- lerinidöküyor... Çocukluğumun Tarabya'sı sessiz, dingindi. Gençliğimin Tarabya'sı pek gürültülüdür Balık lo- kantalan, lüks meyhaneler yol boyu deniz üstüne kadar açılmıştır. Şimdi bunlar kaldınlıp yol boşaltıl- dı ama, bu kez de çalgılı lokantalann, arabeskli ta- vernalann gürültüsünden geçilmiyor geceleri. Zaten bugün Tarabya bir lokanta-gazino-meyha- ne- taverna yığınağı görünümünde. Yıllar önceydi, Tarabya Plajı'na gıtmiştik. Deniz, Kadıköyü sahillerinin denizinden adamakılh soğuk- tu. "Eee, Boğaz'ın denizi serin olur..." denmişti. Şimdi o serin sular, boydan boya yat limanı oldu. Serin sular artık kirli. Sabahlan yürüyüşe çıkmryo- rum. Tarabya bana eskisi kadar çekici gelmiyor. Takvimde iz bırakan: "Kederii günler yaşadığım bu karanlık I odalarda dolaşıp duruyorum, araiık I pencereleri araya araya. Bir pencere I açılsa bir teselli olacak bana.-1 Ama yok pencereler, ben bulamıyorum ya da. I Ama bu- lamamam daha iyidir belki de. I Işık yeni bir işkence de olabilir. I Nasıl bir şeylersunacaktırkim bilir?" Ka- vafıs (Çev.: Özdemir ınce - Herkül Millas), Bütün Şiirleri ("Pencereler"), Vahık Yayınlan, 1990. BUGUN • SAHAF CAFE KÜLTÜR MERKEZt'nde saat 19.00'da Allen Parker'ın yönettiği 'The VVall' adlı film izlenebilir. • PİMAPEN KÜLTÜREVİ'nde saat 17.00de Dr. Mehmet Çakıa'nm konuşmacı olarak katılacağı 'Uçucu Madde Bağunhhğı ve Çocuk lstisman' konulu konferans izlenebilir. • BEKSAV'da saat 19.00'da Emir Kusturica'nın yönettiği 'Çingeneler Zamanı' adlı film gösteriliyor. • TARANTA BABU'da saat 16.00'da Yılmaz Güney'in 'Yol' adlı filmi yeralıyor. • GENÇLİK GÜNLERİ kapsamında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde saat 12.00'de Memduh Ün'ün 'Zıkkunuı Kökü' adlı filmi, saat 15.00'te Nezihe Araz ve Osman Numan Baranus'un katılacağı 'Güzel Türkçemiz' başlıklı söyleşi, saat 19.00'da da Esin Afşar'ın 'Dünden Günümüze Aşık Veysel' başlıklı konseri izlenebilir. •"AKSAX\T'ta saat 12.30 ve 17.30'da Mahfcr'in 3 ve 10 numaralı senfonileri laser-diskten dinlenebilir. • CRR'de saat 20.30'da Apocahptka Çello dörtlüsü yer alıyor. • ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ nde saat 18.30'da Prof Dr. Über Orta>h'nın 'Bağdat Demiryolu' başlıklı konferansı ve sergi açılışı izlenebilir. • İDtL KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 15.00 ve 19.00'da StanleyKubrick'in FuU Metal Jacket' adlı filmi izlenebilir. • GÖÇERLER FOTOĞR.\F KULÜBÜ'nde O. Cem Çetinın 'Fotograllar Ne Diyebilir ki' başlıklı dia gösterisi izlenebilir. • EYLÜL MÜZtK KULÜBÜ'nde saat 22.30'da tlhan Şeşen yer alacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle