Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2 NİSAN 1997 ÇARŞAMBA
14 KULTUR
Eşref Üren doğumunun 100. yılında Ankara ve îstanbul'da iki sergiyle anılıyor
Türk resıııiııiıı ana direlderinden birisi'ydi
MURATURAL
îstanbul'da doğan Eşref Üren, çocuk-
luktan ılkgençlığe bır trajediyle aralanan
kapıdan girmışti. IL Abdülhamhın "baş
hafiyesi" FehimPaşa'mnoğluydu.Nışan-
taşı'nda bir konakta, dadılar, mürebbiye-
ler arasında dünyaya gözlenni açmıştı. Sa-
ray çevresmde büyüyecekti. Altı yaşınday-
dı, babası padışah tarafindan "ferik" ilan
edilirken ona da "hiinkâr çavuşu" sanıy-
la "üniforma" giydirip fotoğraf çekilmiş-
lerdı. Fehim Paşa baskı ve zorbalıkla ıyi-
ce pervasızlaşıp II. Abdülhamit'in kutsal
müttefiki Almanlara da bulaşınca padişah
onu Bursa'ya sürmek zorunda kalacaktı.
Eşref Oren taşrayı ilk kez bu sürgünle ta-
nıyacaktı. 1906temmuzunda II. Meşruti-
yet ilan edıldiğinde Bursa Yenişehir'de ga-
leyana gelen halk, babasını gözlerinin
önünde lınç ettı.
Olüm, savaş ve resim
Babasmın trajık ölümü mutlaka onun
kişilığinın olus,masında önemlı bır etki
yapmıştı. Bu olay nedenıyle ve padişahın
eski "hünkâr çavuşu" sıfatıyla hürriyete
düşman olmamayı başaracaktı. Hürriyet-
ten, hayattan ve insanlardan nefret etme-
yecektı. Herzaman taşıyacağı yaşama se-
vıncinı de belki bu trajediye borçluydu.
tlk gençliği Balkan ve ardmdan 1. Dün-
ya Savaşı koşullannda, maddi bakımdan
oldukça zor geçtı. Istanbul ve Bursa ara-
sında git-gellerle, Afitab-ı Maarif Rüşdı-
yesi, Frere okulu. Galatasaray gibi değı-
şik okullarda eğıtimıni sürdürmeye çalış-
tı. Sonunda Bursa Zıraat Mektebi'ne gir-
dı. Ancak bitıp tükenmeyen savaşta so-
nunda sıra ona da geldi. 18 yaşındaydı.
Öğrenciydi. Ama "mülazım-ı evvel" ola-
rak askere alındı. Uzun bır eğitimden son-
raÇanakkale'ye göndenldı. Mondros Mü-
tarekesi'yle askerliği sona erdı. Artık sa-
kin, dengeli ve alçakgönüllü bir çizgide ol-
gunluk dünyasına yönelecekti. Gençlik
rüzgârlannı çok çabuk savuşturacak ve
kendisini oldukça erken keşfedecekti. Sa-
vaş ona bir şey daha ögretmışti; ziraatçi
olamayacağını...
Bursa"da azade dolaşırken sonradan ho-
cası da olacak İbrahim ÇaUı'yı resım ya-
parken görmüş ve o anda ressam olmaya,
hatta peyzaj resmi yapmaya karar vermiş-
ti. Bundan sonra bütün hayatı resmin etra-
fında örûlecekti.
Bütün gelecek hayallerini silerek o za-
manlar hiçbir geleceği olmayan Sanayı-i
Nefıse'de okudu. Yaşı büyük olduğu için
resmi öğrenci olamadı, ama 6 yıllık eğıti-
mi tamamlayarak ressam oldu. Bununla
yetinmedi, o dönemde bütün ressamlann
edri Rahmi
Eyüboğlu'nun 'Türk
resminin ana direklerinden
birisi'olarak değerlendirdiği
ressam Eşref Uren (1897-
1984), doğumunun 100.
yılında Îstanbul'da Milli
Reasürans ve Ankara'da Iş
Bankası sanat galerilerinde,
1-24 nisan tarihleri arasında
düzenlenen iki sergiyle
anılıyor.
yaptığı gibi "hakiki" resmi öğrenmek üze-
re Pans'ın yolunu tuttu. Lhote'un ögren-
cisi oldu. Onu taklit etmedi, ondan hakikı
resmi, yani resmın teonsıni ve kurallannı
öğrendi. lstanbul ve Paris'ten sonra Tür-
kiye'ye döndüğü zaman onu bekleyen,
güçlükle, sınava girerek hak edebildiği bır
"orta tedrisat resim muaJlimliğTydi.
1930'lu yıllann, Cumhuriyetin kurulu-
şunun devrimci heyecanı içmde buna ıti-
raz etmedi. Ve Anadolu'ya geçtı. Pans'ten
sonra Erzurum... Karşılaştığı "kaügerçek-
lik" elbette biraz hayal kınklığı yaratmış-
tı, ama ressam olamayıp resım öğretmenı
olmasını resme ıhanet gibi görüyor ve da-
ha çok buna içleniyordu. Ancak kısa sü-
rede böyle olmadığını anlayacak, hem res-
sam hem de iyı bir resim öğretmenı ola-
caktı. Bütün yaşamı boyunca Cumhuri-
yete ve Anadolu'ya -sonra başkent Anka-
ra'ya- bağlandı.
Taşrada ve Ankara'da 38 yı! sakin, gös-
tenşsiz bir öğretmen hayatı yaşadı. Öğret-
menlikten aynlınca da Ankara'da aynı
düzgün. alçakgönüllü hayat tarzını sürdür-
dü. Israrla kendi resminin peşinde koştu ve
gördüğü, duyduğu gibi resim yaptı.
Uzun yaşamı nedeniyle, oldukça uzun
bir süre Türk resmınin "duayeni" olabıl-
mişti. Eşref Üren'in bu "giri" her zaman
ilgi çekmiştir.
Hayat gibi resme karşı da her zaman dü-
rüst, açık ve ıçten olmuştu. Bedri Rah-
mi'nin ifadesiyle resimlerinde en ufak bir
çalım, bir fiyaka. bir firça oyunu yoktu.
Hayatının hiçbir döneminde "dünyayıha-
raca kesen akımlara, çok >akından izkdi-
gi haide" kapılıp gıtmemişti. Gerçek res-
min figüratif resim olduğuna inanmış ve
alçakgönüllü bir "açık hava ressamı" ol-
muştu. Ve bunu 87 yaşındayken bile uy-
gulamış, her fırsatta dışanda sehpasını
kurmuş, boya kutusunu açmış, tuvalinin
başına geçmiştı. Resmin gerçek ilham
kaynağının doğa olduğunu düşünüyordu.
Eşref Üren kuşağı, Türk resminde izle-
nımcilıği sürdüren Çallı kuşaği tarafindan
yetiştirildi. Öğrenciler Paris'te Lhote'dan
modern resmi tanıdıktan sonra lstanbul'a
döndüklennde hocalanna tutum aldılar.
Önce yadırgandı. ama kısa bir süre sonra
Türk resmine modern resim anlayışlan,
AvTupa'da eskimiş ve öncülüğünü 38 yıl
geride bırakmış olsa da kübizm ve konst-
rüktivizm gibi akımlarla gırdi.
Eşref Üren bir anlamda kuşağına "iha-
net" etmiş. O "Lhote tedrisne" rağmen
kendi resmini sürdürecekti. Bu resim tar-
zı. Türkıye'de Batılı anlamda ılk resmin
ortaya çıkışıyla "primiliF'birbiçımde "fo-
to gerçekçT bir üslup içinde başlayan, "as-
ker ressamlaria" Batılı yağlıboya resmine
ve teknılderine yaklaşan. tbrahim Çallı ku-
şağının "izknimciliği*
1
ıle olgunlaşan
"manzara ressamhğrydı. Bu bakımdan,
bir anlamda, kendi kuşağımn reddettiğı
hocalanmn ve onlann ızlenimciliğinin
sürdürücüsü gibiydi. Ama esas olarak mo-
dern bir ressamdı. Onun resimleri ve sa-
nat anlayışı aynı zamanda eski kuşak izle-
nimciliğin de köklü bir reddine dayanıyor-
du. Çünkü belli bir akıma mal edilemeye-
cek şekilde kendi resmini yapıyordu. Eş-
ref Üren, kendi döneminde Avrupa'nın et-
kısı ve esınine rağmen kendi yolunu izle-
yen ılk birkaç örnek arasındadır.
Üren'e gelinceye kadar (1930'lar) Batı
tarzında Türk resmi, arkasında yaklaşık
bir 100 yılı geride bırakmıştı. Bu süre için-
de Batılı anlamda yağlıboya resmi yapa-
bilecek bir temele kavuşmuştu. Eşref
Üren, henüz sübjektif yönün, yani ressa-
mın gözlem, izlenim ve duyarlığmı ken-
dine özgü anlayış ve teknıklerle aktarma-
sının çok ön plana çıkmadığı bir dönem-
den sonra Türk resmini sübjektif bir açılı-
ma doğru sürukleyen, soyut resim yapmak
değil, ama yorumlama ve soyutlama aşa-
masına doğru yönelten, ona kışilik kazan-
dıran ilk öncülerden birisidir.
19Kasıml9frL.
Ankara Radyosu Eşref Üren'le yapılan
bir söyleşıyi yayımhyordu. Yıne yaşam-
dan ve doğadan söz ediyordu. Sonra "87
yaşındayım. ama içim 8 yaşuıda bir çocuk
gibi" diyordu.
Oysao sırada rahatsızdı. Ankara Tıp Fa-
kültesı Hastanesi'nde yatıyordu. Radyoda-
ki yayından birkaç saat sonra durumu ağır-
laştı. Doktorlann çabalan sürerken, o, ya-
vaş bir sesle, "Uyumak istiyonım" dedi
ve sonsuz uykusuna daldı.
"Ben de Cenap Şahabettin ^bi ölüm-
den değil elemden korkanm'. Bir iz bıra-
kamamaktan korkaruiL Bu kubbede hoş
birsadabırakamamaktan".demışti "Biz-
de unutulmak olağandır", demışti. Sağlı-
ğında "devlet ödülkri" verilmişti. Ama
" Yanıldın Hoca, işte görüyorsun seni unut-
madık" diyebılır miyiz?
Ankara'da Kurtulus, Parkı'nı çok sev-
mişti. Orada onu yaşatan bir şey var mı?
Ölümünden sonra Ankara'da Ataç Sokak
54'3'teki giriş katındaki mütevazı evi-
nLatölyesinı olduğu gibi koruyarak müze
yapmak için dostlannın yaptığı çağnların,
girişimlerin sonucu ne oldu?..
Yüzlerce resim yaptı. Çoğunu eşine
dostuna armağan etti. Bunlann bır kısmı,
belki de. resmin para ehnediği zamanlar-
da kayboldu. Sağlığında arkadaşlannı bır
bir yitirdıkçe, onlann unutulmaması için
çırpınmıştı. Devlete onlann resimlerini
toplaması, koleksıyonerlere müzelere ba-
ğış yapmalan için sürekli çağnlar yapmış-
tı. Ama arkadaşlannı sadece "fînken" de-
ğil. yok olan, dağılan eserlenyle birlikte
gerçekten kaybetmişti. Belki de bu yüzden
"Bizde olağandır bu", demişti. Onun
kaden farklı oldu mu?
'Amerika Amerika' yıllar sonra Türkiye'de h6.UlBSM
ÎŞTAIIBÜL
FİUH FESTİVAll
Kültûr Servisi - Elia Kazan'ın 1963
yapımı filmi "Amerika Amerika'*
Türkiye'de ilk kez gösteriliyor. Kazan'ın
aynı adlı kitabından beyazperdeye
uyarladığı Fılm. 19. yûzyılın sonunda
Anadolu'da Rum ve Ermeni azınlıklar
üzerindeki baskıya tanık olan bir Rum
gencinin, önce lstanbul'a, oradan binbir
zorlukla hayallerini kurduğu Amerika'ya
göçünü konu alıyor. Yönetmenin kendi
atalannın öykülerinden izler taşıyan
filmi, genç Rum gencinin bu hayalini
gerçekleştirme yolunda çektiği sıkıntılan
son derece gerçekçi ve etkileyici biçimde
aktanyor.
"Kişisel ahlaki değeriere ve kültür
mirasına sinemanın ettiği en olağanüstü
tanıklıklardan biri"* olarak nitelendirilen
*"Amerika Amerika". Elia Kazan'ın tüm
yapıtlan içinde en çok sevdiği
fılmlerinden biridir. Gerek dramatik
yapısı, gerekse oyunculuğu açısından
Kazan'ın öteki filmlerinden oldukça
farklı olan "Amerika Amerika
r>
nın En lyi
Siyah-Beyaz Sanat Yönetimi dalında bir
de Oscar'ı bulunuyor.
"Amerika Amerika" Fılmindeki
oyuncular, son derece görkemli
perfonnanslanyla dikkat çekmişlerdir.
Hayalinin peşinde, inanılmaz badireler
atlatan genç Rum delikanlıyı canlandıran
Stathis GiaUelis. beyazperdede
canlandırdığı bu ilk rolüyle sinemaya
parlak bir geçiş yapmıştı. Kahramanın
gizlıce nişanlandığı. sade ve iddiasız
genç kız rolünde LJnda Marsh ve onun
sefa peşinde, rahatına düşkün babası
rolündeki Paul Mann ve özellilde kötü
adam rolündeki Lou Antonio da bu
filmde unutulmaz kompozisyonlar
çizmişlerdi.
Elia Kazan'ın Türkiye'de "Türk
düşmanhğı yapüğı" gerekçesiyle
gösterilmeyen fılmini, kendi
değerlendirmenizi yapabilmeniz için
kaçırmayın deriz...
80'tiyüların en önemli
sinema oktyı
• Kieslowski tarafindan uzatılıp
'Öldürme Üzerine Bir Film' adıyla
uzun metrajh hale getirilen "Öldürme"
Slawomir Idziak'ın görüntüleriyle
Dekalog'lann bizce en iyisi haline
dönüşmüş.
CUMHUR CANBAZOĞLU
Rejim karşıtlannı savıınmasıyla ünlenmiş
Polonyalı avukat Knrysztof Piesiewicz'in
deneyimlerinden doğan on öyldinün
oluşturduğu "Dekalog"lann beş ve altıncı
bölümleri var bugünün programında.
Rahatlıkla 6OT1 yıllann en önemli sinema
olayı diye değerlendirebılecek
Kieskmski'nın "Dekak)g"lannda, bir saati
aşmayan ve iki üç kişinin etrafinda
şekillenen basit anlatım, yenen ve yenilenin
olmaması, dengenin iyi sağlanması, müzik ve
montajda hep aynı isimlerle devam
edilmesine karşın her bölümün değişik
görüntü yönetmenine çektirilmesi altı
çizilmesi gereken özellikler.
Dekalog 5, Varşova sokaklannda amaçsızca
gezinen Jacek'in görüntüleriyle başlıyor. Bır
süre sonra taksiye binen Jacek, kafasına
esince kalkıp taJcsiciyi öldürüyor. Polis
cinayeti çözüyor ve yargı savunma avukatının
çabasına karşın, gence göze göz dişe diş bir
ceza veriyor.
Katolik dininin on emrinden yola çıkan
Dekalog 'un bu bölümündeki emir
"ÖMiinne.'" Daha sonra Kieslovvski
tarafından uzatılıp 'ÖkJürme Üzerine Bir
Film' adıyla uzun metrajh hale getirilen bu
yapıt, Slawomir Idziak'ın görüntüleriyle
Dekalog'lann bizce en iyisi haline
dönüşmüş.
Dekalog6 ise yalnız çocuk Tomek'in
öyküsü. Her gece dürbünle komşusu
Magda'yı gözleyen ve onu arzulayan Tomek,
sonunda kadını elde ediyor, ama yatakta
başansız olunca intihara kalkışıyor.
'Aşk Üzerine Bir Füm' adıyla uzatılan bu
bölümü, o>oınculann çok iyi performansı
sürüklüyor. Bizce 5. ve 6. öyküler
Dekalog'lann can alıcı bölümü. İlk dört
tanesini izlemeyenler bu ikismden
başlayabilırler.
Bir 'kaybederf öyküsü
MURATÖZER
Festivale katılan Türk
filmlerinin makûs kaderidir az
izleyiciye oynamak...
Bazılan daha önce gösterime
girdiği için belli sayıda izleyici
sayısma ulasTnışlardır, ama
birçoğu henüz gösterime
girememiştir, belki de hiç
giremeyecektir.
Bu filmlerin yapımcılannın
festivale katılmalannm temel
amacı, yapıtlannı yabancı
konuklara, festival
yöneticilerine tanıtma
sevdasıdır.
Onlar da bilirler, festival
izleyicisinin eğiliminin yabancı
filmlerden yana olduğunu,
sınırlı sayıda izleyiciye
ulaşacaklannı.
Bir de ulusal yanşmanın
sonuçlan açısından önemi
vardır yerli film
gösterimlerinin. Özellikle daha
gösterime girmemiş yapıtlann,
tanıtımlannda kullanacaklan
bir malzemedir burada
kazanacaklan ödüller...
"Tabutta Röveşata" da
festivalin "Ulusal Yanşma"
bölümünde gösterilecek
filmlerden biri. Derviş Zaim'in
ilk yönetmenlik denemesi
olan yapım. "küçûk" bir
film olmamn bütün
avantajlannı alabildiğine iyi
kullanmayı bilen bir yapıya
sahip.Soğuk kış günlerinde
geçer film... Isınmak için
otomobil hırsızhğı yapan,
çaldığı otomobileri daha sonra
yerine bırakan bir hırsızla
tanışınz. Adı hırsızhkla anıldığı
için her çalman otomobilde
polis kapısına dayanır.
Kaptsına dedik ama,
dayanılacak bir kapısı bile
yoktur bu hırsızın, evsiz
barksız biridir o. Balıkçı
arkadaşlan yardım eder zaman
zaman. bir süre de kahvehanede
konaklar. Hatta orada çalışmaya
bile başlar. Her gün
kahvehaneye gelen eroinman
kızsa onun için tek "güzel"
şeydir...
Kusursuz bir performans
Derviş Zaim, sınırlı olanaklarla
çektiği bu ilk filminde bir
"kaybeden"in öyküsünü
anlatıyor. Ahmet Uğurlu'nun
kusursuz bir performans
sergilediği bu rol, özellikle
Avrupa fılmlerinde ya da
bağırnsız Amerikan
yapımlannda zaman zaman
karşımıza çıkan kimi tipleri
anımsatıyor.
Bir insanın koşullar ne olursa
olsun yaşamla bağını bir şekilde
sürdürebilmesi gerektiği
Ü2^rinde kafa yoran yönetmen,
fılmin kimi anlannda
umutsuzluğun sarmalına
kendini kaptırsa da özellikle
"önü açık" finalde umuda bir
kapı aralamayı başanyor.
Geçen aylarda sinemalarda
gösterilen "Tabutta Rö\«şata",
Türk sinemasının da koşullan
zorlayarak bir şeyler
yapabileceğini kamtlıyor
adeta... (74 dakika)
B U C Ü N
EMEK: Ne Kadar Uzak
O Kadar Yakın (12.00-
18.30), Amerika
Amerika! (15.00-21.30)
FİTAŞ-1: Dekalog 5-6
(12.00-18.30),O (15.00-
21.30)
FtTAŞ-3:Ali( 12.00),
Ölü (15.00-21.30),
Tabutta Röveşata
(18.30)
FÎTAŞ-5: Kısaltma
(12.00-18.30), Erotik
Öyküler 11(1) (15.00-
21.30)
REKS: Yol Arkadaşı
(12.00), Baştan
Çıkancının Güncesi
(15.00), KaprisliYaz
(18.30), Samanyolu
(21.30)
Tühııtta Röveşata"
Y A R I N
EMEK: Gece tnerken
(12.00-18.30), Daima
Mozart (15.00-21-30)
FİTAŞ-1: Dekalog 7-8
(12.00-18.30), Bir
Suçlunun Yaşamı
(15.00-21.30)
FÎTAŞ-3: 3 Arkadaş
(12.00), Zıkkımın Önü
(15.00), Işıklar
Sönmesin (18.30),
Bütün Kapılar
Kapahydı (21.30)
FÎTAŞ-5: Benim Küçûk
TathKöyüm(12.00-
18.30), Erotik öyküler II
(2) (15.00-21.30)
REKS: Şişman( 12.00),
Yolculuk( 15.00),
Öksedeki Tarla Kuşlan
(18.30), Seni
Sevmeyeceğim (21.30)
DEFNE GOLGESİ
TURGAY FtŞEKÇİ
Bir Kent Nasıl Biiyür?
Türkân Şoray'ın çağrılı olması nedeniyle bu
yılki Creteil (Kretey) Kadın Filmleri Festivali bası-
nımızda geniş yer buldu.
Creteil, Paris'in son on-on beş yılda oluşturu-
lan yeni kenar semtlerinden biri. Istanbulumuzun
Aycıları ya da Sultanbeylisi gibi.
Marne Irmağı ile Seine arasındaki bu toprak-
larda eskiden yalnızca kent dışında yaşamak is-
teyenlerin ırmak kıyılarına yaptırdıkları güzel ev-
lerle küçük mahalleler bulunurmuş.
1970'lerde artan nüfus baskılarıyla bu yöre,
toplu konutlara açılmış. Çoğunluğunu "stüdyo"
denilen küçük dairelerin oluşturduğu yüksek ya-
pılar ortaya çıkmış. Doğal ki beraberinde altyapı-
sı da hazırlanmış. Önceleri Alfortville'deki Veteri-
ner Okulu'na dek gelen metro hattı, Creteil'e dek
uzatılmış. Metronun son durağında içinde Carre-
four mağazasının da bulunduğu. bir kente yete-
cek denli büyük bir alışveriş merkezi kurulmuş.
Yeni yolların, parkların yapımı ise günümüzde de
"çevreyi rahatsız etmeden" sürdürtilüyor.
Uygarlık, ileri bir kültür düzeyine ulaşılamadan
gerçekleşemiyor ne yazık! Bunu yeryüzünde en
iyi anlayabilmiş ülke belki de Fransa. Üstelik ge-
len geçen iktidarlara göre değişmiyor bu anlayış.
Kültür ve eğitimle ilgili bütçeleri ve kadroları, yük-
sek düzeyde bir kültür toplumu yaratma amacı-
nayönelik. Bu nedenle Fransa'da lise bitirmiş bir
gençle Flaubert'in romanı üstüne de tartışabilir-
siniz, Lacan'ın felsefesi üstüne de. Eğitimin sü-
resi de niteliği de yeterlidir insanı insan yapma-
ya
İşte koskoca kültür kenti Paris'e bir kenar ma-
halle kurulurken bile işin küttür boyutu en başta
düşünülüyor. Her yıl düzenlenen Kadın Filmleri
Festivali'y'e de bu yeni kurulan semte bir kişilik
kazandırılması amaçlanmış. Özel konusuyla da
geçen yıllar içinde dünya sinema çevrelerindeta-
nınan bir festival olup çıkmış.
Bir kente kişilik veren öğelerden biri de üniver-
site elbette. Burada yeni bir yerleşim kurulurken
Paris'in XII. üniversitesi olan Val de Marne Üni-
versitesi de burada kurulmuş.
Belediye yönetimi, Creteil'e ressamlan çeke-
bilmek için onlara ücretsiz atölyeler vermış, yeter
ki geltp burada çalışsınlar, kültür hayatına bir can-
lılık getirsinler diye. Bu ressamlardan binyle rast-
lantı sonucu tanışmıştım. Adı Alex Turbant'dı.
Ülkemizdeki sanatçılarta karşılaştırdığımda inanıl-
maz bir alçakgönüllülük içinde bulmuştum ken-
disini. Daha çok gravür baskılar üstüne çalışıyor-
du. Ağzından, yaptığı işi öven tek bir sözcük duy-
madım. Ne kazandığı, kazanacağı paralardan ne
de sahip olduğu, olacağı taşınmazlardan söz et-
ti. Paris'in eski mahallelerinden biri olan Bellevil-
le'deyalınlığıyla beni büyüleyen bir apartman da-
iresinde oturuyordu. Anneannesinden öğrendiği
yemeklerle ağırlamıştı bizi. Her gün Creteil'deki
atölyesine bisikletle gelip gidiyordu. Güzel haya-
tı bana hiç parlak görünmemişti; bu hayatı değiş-
tirmeyi düşündüğüne dair bir izlenim de bırakma-
dı bende.
Eğitim ve kültürün yani sıra toplumların ayna-
ları olan kuruluşlardan yargıya da Creteil'de ayrı
bir önem verilmiş. Adliye sarayı, ilginç dış mima-
ri yapısının yanında, yargının açıklığını simgeler-
cesine cam bölmelerden oluşan salonlarıyla ora-
ya yolu düşen herkeste adalet ve güven duygu-
su uyandıracak biçimde düzenlenmiş.
Burada bir gün bir Alman gezgin yolumu kes-
ti. Elinde 1960'larda basılmış bir gezi kılavuzu
vardı. Kitaba göre bulunduğumuz yerde bir kam-
ping olması gerekiyordu. Kendisine burasının ar-
tık bir kent merkezi olduğunu söyledim.
Bütün bunlar doğal ki güçlü bir kamu yöneti-
minin varlığı sonucu. Ülkesini seven, onun çıka-
rının ve geleceğinin nerede olduğunu bilen, gün-
lük kolaylıkların uzağında bir kamu yönetiminin.
Ulusal Kütüphanesi'neyeni biryapı gerektiğin-
de, Paris'in merkezinde, Seine Nehri kıyısındaki
geniş bir arazi parçasına, eğlence ya da iş mer-
kezi olduğunda kazandıracağı paranın sınırı yok-
ken bu tür tasarılara yüz vermeyıp yeryüzünün en
gösterişli kütüphanesini yapmak için -açılmış ki-
tap biçiminde, iç yüzleri birbirine bakan, yirmi iki-
şer katlı dört yüksek yapı- bizim tanıma talihimizin
olmadığı yöneticilere sahip olmak gerek.
Eurimages yönetim kurulu
toplantısı nisanda Îstanbul'da
Avrupa sinema
zirvesi Türkiye'de
ANKARA (ANKA) -
Türkiye, Avrupa sineması
zirvesine ev sahipliği ya-
pacak. Avrupa ülkelerinin
sınemacılanna ve sinema
salonlanna maddi destek
veren Eurimages (Avrupa
Sinema Birliği Fonu) yö-
netim kurulu toplantısı 14-
16 nisan tarihleri arasında
Îstanbul'da yapılacak.
Merkezi Strasbourg'da
bulunan ve Amerikan si-
nemasınm dünya sineması
üzerinde kurduğu egemen-
liğin kınlabilmesi amacıy-
la Avrupa ülkelerinin fılm
projeleri ve sinema salon-
lanna maddi destek sağla-
yan Eurimages'ın yönetim
kurulu toplantısı The Mar-
mara'da yapılacak. Türk
sinemasına destek açısın-
dan büyük önem taşıdığı
belirtilen toplantı, Kültür
Bakanlığı'nın ev sahipli-
ğinde gerçekleşecek.
12 nisandan itibaren
Türkiye'ye gelecek olan
Avrupa sineması temsilci-
leri, Topkapı Sarayı, Aya-
sofya ve Sultanahmet Ca-
mii başta olmak üzere ts-
tanbul'un tarihi ve kültü-
rel yerlerini ziyaret ede-
cek.
Konuk sinemacılar, Eu-
rimages'ın maddi destek
verdiği ve izleyici rekoru
kıran. Yavuz Turgul'un
'Eşkrya' adlı filmini de iz-
leyecekler.
Eurimages, 1990 yılın-
dan bugüne kadar ortak
yapım olarak 25 Türk fil-
mine, 4 belgesel filme. 31
fılm dağıtımına ve 6 sine-
ma salonuna 37 milyon
Fransız Frangı destek sağ-
ladı.
Eurimages son iki yılda
altı Türk filmine maddi
destek verdi. 1995 yılında
yönetmenliğini ve yapım-
cılığını Tunç Başaran'ın
yaptığı 'Sen de Gitme' fil-
mine 1.4 milyon Fransız
Frangı, Ersin Pertan'ın
Kuşatma Aründa Ask' fıl-
miyle Mustafa Alüoklar'm
'tstanbul Kanadanmm Al-
tında' adlı filmlerine 1.2
milyon Fransız Frangı des-
tek sağlandı. Eurimages
geçen yıl 'Ağır Roman'a
1.4 milyon. Ömer Ka-
vur'un 'Akrebin Yolculu-
ğu'na 1.1 milyon, Atıf Yrt-
maz'ın 'İstanbul'u An>
f
o-
rum' filmine 1 milyon ve
son olarak Türk-Alman-
Hollanda ortak yapımı
olan, Yeşim Lstaoğlu'nun
'Güneşe Vblculuk' adlı fil-
mine 1.1 milyon Fransız
Frangı destek \erdi.