02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 NİSAN 1997 CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 1 6 . U L U S L A R A R A S I Î S T A N B U L F 1 L M F E S T İ V A L İ Cıvıl CIMIbir maratonun ardından tki haftadr Balkanlar'dan gelen, ardı arkası kesilmez soğuk ve yağışlı havay- la birlikte, lt>. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin Beyoğlu"na yağmur gibi yağdırdığı filmlerden nasibimize düşen- lerle geçen geleneksel seyir şölenimiz sûrüyor. Kjşın daha yakamızı bırakma- ya niyetli görûnmeyen ayazıyla kanşık nisan yağmurlan ve sürekli kapalı gök kubbenin koyu kasveti günlerdir içimizi karartırken, gördüğümüz kimi filmler, şöyle bir silkeledi bizi, keyiflendirdi, ya- şama sevincimizi tazeledi, tazeliyor. lşi gücü asıp seyredebildiklerimiz ve seyre- demediklerimizle hayatımızdan bir fes- tival daha geçti, geçiyor işte. tki gûn scnra sona erecek olan festi- valin ardından piyasaya saçılacak ve şen- lik ateşini sürdûrecek Fılmleri duyura- lım saptayabildiğimiz kadanyla: Basqu- iat (Film Pop), Crash (Arcan Tic), Child- ren of the Revolution-Devrim Çocukla- n (Kılıç Film), Kama Sutra (Avşar Film), Guantanamera (Avşar Film), Once We- re Warriors-Bir Zamanlar Savaşçıydılar (Medyavizyon), The Funeral-Cenaze Töreni (Arcan Tic), Das Versprechen- Vaat (Fono Film), Fiorile. Capitaine Co- nan, Les Voleurs-Hırsızlar (Umut Sanat) ve festivalde gösterilemeyen Kissed- Öpülmüş (Pinema). şişman Belki Liv Tyler'ın başrolü üstlenme- sinden kaynaklanan, umulmadık bir il- giyle karşılanarak tıklım tıkış bir salon- da seyrettiğimiz, Bağımsız Amerikan si- nemasından "Heavy - Şişman", New York'a cıkan arka yollardan bırinin üs- tündeki, daha çok kamyon sürücülerin- den oluşan, avam takımından mûşterile- rin yiyip içmek üzere devam ettiği, kü- çük bir bar-restoranı. mütehakkim anne- siyle birlikte çalıştıran, şişman ve içine dönük bir pizza ustasınm dokunakh hi- kâyesini anlatıyordu. 30' unu dönmesine karşın hâlâ otoriter annesinin (SheUev VVTnters) dızi dibinde yaşayan. ölen babasından arta kalmış dükkânda çalışan, şişmanlığindan ötürü karşt cinsle ilişkisini en aza indirmiş, sı- kıcı ve kasvetli, tekdüze bir hayata talim eden, sessiz, durgun bu pizza ustasının (fena halde bizim Rasim Ozteldn' i hatır- latan PruittTaylorVTnce) yaşamı, günün birinde annesinin garson olarak işe aldı- gı, güzeller gözeli bir genç kıza (Liv Tylcr)abâyt yakrriâsıyla değiştybr ve bir olmayacak duaya amin derken bir de yaşlı annesinin ani ölümüyle hayatın di- kenli yollannda, birbaşına ama eskisin- 'ürekli kapalı gök kubbenin koyu kasveti günlerdir içimizi karartırken, gördüğümüz kimi filmler, şöyle bir silkeledi bizi, keyiflendirdi, yaşama sevincimizi tazeledi. tazeliyor. tki gün sonra sona erecek 16. Uluslararası istanbul Film Festivali'nin ardından bazı filmler piyasaya saçılacak ve şenlik ateşini sürdürecek. den daha güçlü olarak kalakalıyordu şiş- man pizzacı kahramanımız. K.aliforni- ya'da sınema okulundan mezun olup kı- sa filmle uğraşmış, 1964 New York do- ğumlu, resimlerinden pizzacı kahrama- nı kadar olmasa da oldukça toplu. pık- nik bir tip olduğu anlaşılan James Man- gold'un ilk yönetmenlik denemesi "He- avy", çok büyük ve önemli bir film de- gilse de, kendine özgü ağır aksak ritmi: yalın, gerçekçi, duygusal ve pes perde- den anlatımı ve yoğun insancıl özellik- leriyle ılgi çeken, yer yer etkileyici. sti- lize bir psikolojik dram sayılabilirdi. Aş- kı keşfetmesiyle, fıziksel anlamda olma- sa da, monoton yaşammı yenileyen bir boyut yakalayan, kendi romantik dünya- sına kapanmış, sevecen, yitirmeye mah- kûm, kompleksli pizzacının duyarlı öy- küsünü, sade. sessiz ve derinden hikâye eden filmde, üniversiteye devam etmek- le çalışmak arasında kararsız, kafası ol- dukça kanşık garson genç kızı Liv Tyler müzisyen sevgilisiru Evsuı Dando, resto-(, ramn dikkafalı, emektar garsonunu De- borah Harry, onun bann sıkı müdavimi olan ağzı kalabalık dostunu Joe Grifasi oynuyor ama günümüzün çekicilik, gös- terişlilik gibı geçerli değerlerinin semti- ne uğramadıgı, kınlgan şişman pizzacı- yı canlandıran Pruit Taylor Vince parsa- yı topluyordu. James Mangold'un yazıp yönettiği ve 1995 Sundance fesrivalinde jüri özel ödülüyle değerlendirilmiş ''Şiş- man'', duygusal insancıl yanıyla, yalın ve düz anlatımıyla derdini anlatan, bey- lik ama yine de yer yer merakhsını hoş- nut bırakan, bağımsız usulü bir psikolo- jik dramdı sonuçta, iç burkucu tarafın- dan. Hırsızlar Sıkı festival müdavimlerinin on yıl öncesinden Juliette Binoche'lu "Rande- vu","SuçMahaDT fılmlenyle hatırlaya- cağı, 197O'lı yıllarda Isabeüe Adjanilı "Barocco- Şebeke", "Bronte Kardesler" ve Catberine Deneuve'lü "AmerikaOte- li"yle parlamış. Fransız sinemasının, eleştirmenlikten yetişme, ilginç yönet- menlennden, 1943 doğumlu AndreTec- hine'njn son eseri "Les Voteurs-HırsHr lar", kara frlm tarzı bir macera fılmiyle tutkulu bir aşk melodram arasında gidip gelen, çok kahramanh, karmaşıklandı- nlrruş, özenle aynntılandınlmış, usta işi bir 'entetektüd katatoğıT gibiydi. Mer- cedes araba hırsızlığı, vb. kirli işlere bu- laşmış, Lyonlu bir disko patronunun (Di- dier Bezace) ış üstündeyken bekçi kurşu- nuyla vurulup ölü bulunmasının ardın- dan devreye giren polis kardeşinin (Da- niel Auteuil) kişisel soruşturması çerçe- vesinde gelişen "HırsızJar' < da, kanlı can- lı, 'ayaklan yere basan, göigeleri olan' kahramanlar çıkanyordu karşımıza Tec- hine: Vurulan disko sahibinin, gerçekle- rin saklandığı. 10 yaşlanndaki çokbil- miş çocugu, kansı (Fabienne Babe), as- hnda hırsızlığa tümden kanşmış ailertin başı olan dedesi (yıllann Ivan Desny'si), aile ve özellikle küçük yeğeniyle arası li- moni, biricik namuslu aile bireyi olan polis kardeş, diskocunun eski manitası olup ve polisle ateşli bir beraberliği sür- düren pervasız, cin gibi bir zamane genç kızı (harika Laurence Cote), çeteye da- hil edilip diskocunun dul kansına iş ko- yan, çocukla da çok iyi geçinen, güzel genç kızın kûçük gangster kardeşi (Be- noit Magimd) ve polisin asıldığı, oysa genç kıza tutkun. orta yaşlı, lezbiyen bir yazar ve felsefe hocası (Catherine Dene- uve)... Karanlık, karmaşık, bulantılı ama tar- üşılmaz bir görsel ustahğa erişmiş Andr- e Techine üslubunun yine dizginlerin- den boşandığı, ölen ve doğan duygular- la, acıtan yalnızhklarla, hayatın değiş- ken tonlanyla bezeli bir arzu, ihtiras, hırs, gerilim ve arayış kokteyli niteüğin- deki "Hırsıziar" bizi oldukça sardı doğ- rusu. "Hotel des Ameriques" (1980), "Le Lieu du Crime" (1985) ve "Ma Sa- ison Pr6fere6"den sonra dördüncü kez yazar-yönetmen Techine'le çalışan Cat- herine Deneuve'den çok birlikte duşa gir- diği, güzel ve yetenekli, yeni yıldız La- urence Cote'un göz doldurduğu filmde polis Daniel Auteuil de her zamanki gi- bi çok iyiydi. Hayli cûretli kimi sevişme sahnelerine de yer veren Andr e T'echin- e'nin "Hırsızlar'"ı, festivalde, 'Bir ül- ke, bir sinema: Fransa' bölümünün akıl- da kalan fılmlerindendi, seyir zevki, oyunculuğu, görsel dûzeyi ve canlı ka- rakterleriyle. Crumb Kuşkusuz festivalin en berbat salonu olan Fitaş 3 'te yalvar yakar girebildiğim, David Lynch'in yapımcılığını, Terry ZwigofTun da yönetmenliğini üstlendi- ği, yine Bağımsız Amerikan sinemasın- dan "Crumb", merakhsınm kesinlikle ilgısiz kalamayacağı, sıradışı bir belge- seldi. 1970'liyıllardangûnümüze, çizgi- si, kara mizahı, keskin muhalefetiyle bü- tün bir Underground hareketi derinleme- sine etkilemiş, feministlerin tepkisini çekmiş, değişik kuşaklara ustalık etmiş, çizgiroman (Comix) yaratıcısı, bir çeşit karikatür guru su, efsanevi çizer Robert Crumb'ın yaşamını, Crumb'm ağzından anlatan bu belgeselde, Crumb'm Phila- delphia'daki çocukluğundan bugûn gü- ney Fransa'da sürdûrdüğü varhklı yaşa- mına, münzevi kardeşleriyle ilişkilerin- den onu nelerin esinlendirdiğine, eski manitalanna ve görkemli penisine kadar tûm özel yaşam mahremiyetine girdik, eğlenceli, gırgır ama aynı zamanda ra- hatsız edici ve dramatik bir 2 saat boyun- ca. Janis JopBn ya da Grateful Dead-Jer- ry Garciaplak İcapaklanyla özdeşleşmiş, Fritz the Cat ya da 'Keep on Tracldn'in yaratıcısı, Amerikan yeraltı basınının gözde imzası, Comix hareketinin eleba- şısı, aykın, aynksı ve çocuksu bu çize- rin 20. yüzyıhn Breughel'i ya da Datımi- ers'i olduğunu ileri süren Time'ın sanat eleştirmeni Robert Hughes'ün açıklama- lanyla bütünlenen, röportajımsı "Crnmb" belgeseli, kıyısından köşesin- den jaşamına bu çağdaş çizgi roman "peygamberinin haşin çizgisi, esprisi ve mizahından bir şeyler değmiş 68 kuşa- ğından seyirciyi yıllar öncesinin hipi ça- ğına da götûrdü, nostaljiyle kanşık. Y o I A r k a d a s ı / N e n e t t e v e B o n i îki yalnızın garip yolculuğu 1943 ABD, San Francisco doğumlu, Centro mezunu, yıllar önce "Irene Irene" (1975),"InvHationau Voyage" (1982) gibi ilk filmleriyle dikka- ti çekmiş, sinemalan- mızda gösterilmiş, Kathlen Turner'lı, Sting'li, "JuüaveJu- Ha"yla (1987) tanın- mış, bu yıl festivalin Altm Lale jürisinde de görev alan ltalyan yönetmen Peter Del Monte'nin 1995 yapı- mı, katıldığı festival- lerden ses getirmiş son filmi "Compag- na di VTaggio-Yol Ar- kadası", Variety yaza- n Da>id Rooney'in belirttiği gibi, yoğun hûzünle yûklû. yûre- ğe işleyen, 'Antoni- oBi'v-ari bir yol fil- mi'ydi, meraklısına iyi ki bu filmi seyret- tim dedirten. Asi, ba- şına buyruk bir genç kızın. para karşılığın- da, başma bir şey gelmesin diye uzaktan izlediği, hafizasını kay- betmeye başlamış, emekli. ya§- lı bir profesörün peşine gölge gi- bi takılmasıyia içine girdiğimiz "Yol Arkadaşı", biri yasamının bahannda öteki kışmda, iki 'ysü- mz'ın zoraki beraberliğini ve bi- linmeyen yönlere doğru yaptık- lan garip yolculuğu konu edini- yoruz. Günümûzde, yalnızlığa, ya- bancılaşmaya karşı duyumsanan iletişim kurma gereksinimine ilİşkin, son yıllarda izlediğimiz e|\ yoğun ve düşündürücü film- ler arasına şimdiden katabilece- ğjmiz "Yol Arkadaşı*nda, baba- kjzı andıran ikilinin, trenlerden kirsal kesime uzanan yolculuğu, mesafe katettikçe, fılrnin melan- kplisı ve duygusal derinliği de artıyordu. J Bu filmden 2 gün sonra, Bu- nîıel babanın "Bir Oda Hizmet- çısiııin Göncesi"nde, 34 yıl ön- celci genç haliyle, malikâne sa- hibi, cadaloz kansının eline ba- kkn, hizmetçileri tavuk küme- sınde düdûkleyen, zavallı koca rölür.de izlcyeceğimiz Michel Piccoli'nin Marcello Mastroian- ni'ye selam sarkıtan performan- sıyla, 5 dakika öncesini unutan suskun, yaşlı profesörü oynadı- ğı "Yol Arkadaşı"mn asıl mer- kez karakteri. yırtık genç kızı canlandıran. korku ve fantastik sinema ustası Dario Argen- to'nun kızı Asia Argenhfya hay- ran kaldık. Peter Del Monte'nin bu sım- sıcak, gönül tellerini titreten son filmini, belleğimizdeki Angelo- poulos-Mastroiaraıi işbirliğinin ürünü "Ana"nın yanına yerleş- tirdik. Nenette ve Boni Fransız kadın yönetmenleri- nin en kişisel ve yürekli olanla- nndan Clarie Denis'in. geçen yıl Locarno'da Altın Leopar ödülü- nü kazanan "Nenette ve Boni"si, annesinin ölümüyle babasından kopmuş, Marsilya'da küçük ara- basıyla seyyar pizzacılık yapan, 19 yaşındaki Boniface'la. ona sığınan, 15 yaşındaki kızkarde- şi Nenette'in öyküsünü aktaran, duyarlı, naif. hoş bir filmdi. Annesinden kalmış bir evde başına buyruk yaşa- yan, babasıyla sorun- lu, komşusu sanşın, dolgun ekmekçi kadı- na (Valeria Bruni Te- deschi) sevdalı, biraz hayalperest, pizzacı delikanlıyla (Grego- ire Colin), hamıle kal- dığı için yatılı okul- dan kaçıp postu ağa- beyinin evine seren, dikkafalı kızkardeşi- nin (Alice Houri), di- dişmeden yakınlaş- maya varan ilişkisini ele alan "Nenette ve Boni", komediyle melodram arasında salınıyordu. Yönetmen De- nis'in oldukça seve- cen yaklaşarak se- vimli kıldığı, ortak noktalan babalann- dan nefret etmek olan 2 kardeş kahramanın. gevşek dokunmuş, serbestçe ve zevkli anlatılmış, naif öykü- sünde kimi tatlı, şirin sahneler bekliyordu bizi, pizzacı delikanlıyla, körkü- tük tutulduğu, Amerikalı deniz- ci-fınncı kocasıyla (VTncent Galio) mutlu ekmekçi kadmın bir kahvede buluşup 'çekim kimyası'ndan konuştuklan bö- lüm ya da çaresiz babanın (Jac- ques Nolot) kendini çocuklanna kabul ettirmek için yırtındığı se- kans gibi. Alışılmış bir dramatik entri- kaya itibar etmeyen fılmde olay örgüsünün yoğunlaşmasım bek- lerken zaman keyifle akıp geçi- yor, hamile küçük kız doğuru- yor, pizzacı 'amca' minik yeğe- nine şefkatle sahip çıkıyor ve söz 'sevgiye' getirilerek bitiveri- yordu öykü. Claire Denis'in kamerasınca pek de hoş olmayan (mastürbas- yon yaparken, tuvalette oturur- ken ya da sancılar içinde ıkınıp sıkınarak doğururken gibi) du- rumlarda saptanmış 2 kardeşi oynayan genç oyunculann (G.Colin'le A.Houri) sempati- sıyle sanp sarmalanmış bu şirin, hafif ve duyarlı Fransız yapı- mından hoş duygularla aynldık kısacası. S e h v e t v e İ n t i k a m / Ç a r p ı ş m a Paul Cox'tan keyifli bir film Tıpkı Peter Greenaway gibi, festivalin sinemaseverlere tanıtıp sevdirdiği, geçmiş yıllardan "Yalnız Kalpler", "Çiçek AdanT, "RahibeveHa>dut", "Sürgün" gibi güzelim filmleriyle anımsadığımız, Hollanda asıllı, A\ııstralya sinemasının en kendine özgü yönetmeni Paul Cox'un yine aşk, cinsellik, sanat gibı gözde uğraş alanında at oynattığı, uluslararası yanşma bölümünü şenlendıren son filmi "Lustand Revenge- Şehvet ve İntikam", insana yağmuru. çamuru. soğuğu unutturup anında günlük güneşlik bir atmosfere postalayan, oya gibi işlenmiş, incelikli ve son derece keyifli bir 'has sinemacı' çalışmasıydı. Gosia Dobravvolska, Nicholas Hope, Clandia Karvan, Norman Kaye, VTctoria Eagger gibi gözde oyunculannı yine toplayıp komık bir zamanlamaya, keskin gözlemlere ve dokundurmalara dayanan, Paul Cox'un (John Clarke'la birlikte) yazıp yönettiği "Şehvet ve İntikam", sağlam kurulmuş, tıkır tıkır işleyen ve büyük keyifle, zevkle seyredilen, kuşkusuz Cox"un şimdiye dek yaptığı en iyi ve eğlenceli filmlerinden biriydi. Bir yanda sanatı maddi çıkarlan için kullanan zengin çe\Tesi, sanat ortamı ve erbabının teşhiri, öte yanda ABD'de mantar gibi biten tarikatlan çağnştıran, Doğu mistizmi ticareti yapan, uyanık 'baba'lar eleştirisi. Oyuncu yönetiminden pınl pınl görüntülerine, yapım tasanmından müziğine kadar nefıs bir yanşma fümiydi "Şehvet ve tntikam". Belki de bu yılın Altın Lale ödülünü Paul Cox ustanın bu mükemmel filmi alır.. kimbilir... çarpışma J.G. Ballard'ın 1973'te yayımlanıp mesafeleri yutan, sağladığı güç, heyecan ve hızla insanı tahrik eden, modern hayatın vazgeçilmez nimeti otomobilleri, cinsellikle teknolojiyi kesiştiren cinsellik nesneleri addederek otomobil çarpışmalannı, özünde şiddet içerdiği varsayılan cinselliğe mekân olarak kullanan, zamanla kült romanına dönüşmüş yapıtından David Cronenbergeliyle sinemaya uyarlanmış "Crash-Çarpışnıa", festivalde bu yıl merakla beklenen fılmlerin başmda geliyordu. Kabaca otomobil kazalannda sapkın bir erotizmin bulunduğu çıkış noktasından hareket eden "Crash", alabildiğine serbest bir seks hayatı sürdüren kahramanlannın reklamcı Ballard'la güzel kansı Catherine'in (James Spader, Deborah Unger), sefıh cinsel yaşamlannı daha da ateşlendirmenin yollannı keşfedişlerini ve giderek araba kazası bağımlısı haline gelişlerini (!) hikâye eden, aşın uçta, çok sert, soğuk bir filmdi. Cırtlak gitar tınılannın inıldediği birjenerikle açılan, cinsellikle teknoloji arasındaki ilişki üstüne omurgası çatılmış "Crash", geçen yıl Cannes'da jüri özel ödülüne layık görülmesiyle yoğun tartışmalara konu edilmiş, Ingiltere'nin başını çektiği çoğu ülkede sansürcülerin hışmını çekmişti. Modern teknolojiyle insan psikolojisinin çatışmasınm metaforu olarak görülecek araba kazalan üstüne uzmanlaşmış, James Dean'in öldüğü çarpışmayı yeniden canlandıran gösteriler düzenleyen, vücudu yara bere izleriyle dolu, çopur yüzlü Vanghan'ın (EKas Koteas) çekimine kapılıp 'tarikaüna' dahil olan evli çiftin, günümûzde geçen futürist aşk öyküsünü (!) nakleden "Crash", Hollyvvood normlanna alışkın ortalama seyirci için uygun bir film değildi kesinlikle. Hard pomoyu andıran peş peşe seks sahneleri ve rahatsız edici şiddet öğesiyle bezeli bu film, "Naked Lynch" gibi ancak Kanadalı David Cronenberg'in görüntülemeye soyunacağı, zorlu bir uyarlama; itici, hatta salondan seyirci kaçırtan, görsel bakımdan birinci sinıf bir adaptasyon izlenimi bıraktı bizde. Metal ile seks arasındaki ilişki (!) hakkında yeterince bilgi sahibi olabilmek için ilk fırsatta J.G. Ballard'ın romanını Aynntı Yayınlan'ndan çıkmış çevirisini okuyacağım. KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Devlet ve Sanat Geçen hafta, birkedi dostundan, Fransızlann es- ki Kültür Bakanı Jack Lang'dan söz etmiştik. Ül- kesinin kültürünün dünyaya tanıtılmasında bir kül- tür bakantnın nasıl etkili olabileceğini göstermek için daha iyi bir örnek bulmak kolay olmasa gerek. Tabii, bu örnekte Lang'ın kişiliği kadar, Fransa'nın devlet polrtikasının da rolü olduğunu kabul etmek gerek. Kültürü, ülkelerinin en önemli tanıtım aracı ola- rak gören Fransızlar, tüm sanat dallanna ciddi bir devlet desteği sağlarken, bu destegin sryasi iktidar- lann tercihleri doğrultusunda yönlendirilmemesi için büyük gayret gösteriyoriar. Bir yandan, sanat kurumlannın özerkliği titizlikle korunurken, öte yan- dan deviefn tüm olanaklan sanat kurumlannın güç- lendirilmesi için seferber ediliyor. Bu politikanın ha- yata geçirilmesinde kültür bakanları kadar, hatta onlardan fazla devlet başkanlan etkili oluyor. Bizim ülkemiz için de, benzer bir uygulama tek çözüm yolu gibi görünüyor. Kültür alanını iktıdaria- nn keyfi uygulamalanndan kurtarmak için, kültür bakanına bağlı olmayan, özerk bir kültür sanat ku- rumunun oluşturulması gerektiğini söyleyip duru- yoruz, yıllardır. Kültür Bakanlığı'nın, kalıcı kültür de- ğerlerinin (müzeler, anıtlar, vb.) korunması, kültürün ülke çapında yaygınlaştınlması (kütüphaneler) gibi alanlarda işlevini sürdürmesi, ama dinamik, yaşa- yan kültür alanlannadesteksağlanması, sanatın ni- tel boyutlannın geliştirilmesi, sanatsal Ö2gürlüğün güvence altına alınması, ödenekli sanat kurumla- nmızın çalışmalarının planlanması, sanatımızın dünyada tanıtılması gibi konulardan siyasi iktida- nn elini çekmesi gerek. Kültür alanı için devlet desteğinin gerekliliğinı tar- tışmanın yararsızlığı ortada. önemli olan, bu des- teğin siyasal bağımlıhktan kurtanlması. Bu nokta- da da Cumhurbaşkanlığı dışında güvenilir bir ma- kam görünmüyor ortalarda. Tabii, küttür polrtikasının hükümet politikası ol- maktan çıkanlıp devlet politikası olması gerektiği- ni söylerken, kültür alanını devlete teslim etmek is- tediğimiz sonucunu çıkarmayacağınızı umuyorum. Fıkri Sağlar, "Devletin kültür politikası olmamalı- dır" derken, kuşkusuz "Devletin kültür alanında belirteyici, yönlendirici bir işlevi olmaması gerek- tiği" mesajını vermek istiyordu. Böyle birtavır baş- lı başına bir kültür politikası degi! de nedir? Yoksa, devletin bu alandan elini çekmesini iste- mek, ülkemizi kültürel yoksulluğa ve geriliğe mahkûm etmek isteyen zihniyetin işine yarar an- cak. önemli olan, devletle sivil toplumun, kültürel gelişme adına el ele verebilmesi. Burada da öncü- Kik sivil toplum öngütlerine düşüyor elbette. Gene, Fransa'yadönersek, bu politikanın somut sonuçlannı görebiliriz. Devlet başkanlan, ülkeleri- nin itibannın, açtıklan fabrika, baraj sayısıyla değil, oluşturduklan kültür kurumlan ile arttığını çok iyi bi- liyoriar. Bu yüzden, hepsi de ülkelerine yeni kültür anıtlan kazandırmak için birbirleri ile yanşıyorlar. Bu yıl Fransa'da, Chaillot Sarayı'nın, yani içinde 'Ulusal Tıyatro'yu, 'Sinema Müzes/'ni, 'Uygarlık Müzesi'nt banndıran Kültür Sarayı'nın 30., Pompi- dou Kültür Merkezi'nin 20. kuruluş yıldönümleri kutlanryor görkemli törenlerle. George Pompidou, her şeyden çok yarattığı kültür merkezi ile anıhrken, François Mitterrand'ın yarattığı bir başka kültür anıtı da bu yıl açıldı. Kuşkusuz, bu büyük politika- cının adını getecek kuşaklara taşıyacak en önemli anıtlardan biri olacak 'Ulusal Kütüphane'. Bizler, bu gibi uygulamalara pek alışık değiliz. Atatürk ve Inönü dönemlerinden sonra gerçekleş- tirilen bir büyük kültürel atılım ya da kültür kurumu anımsıyor musunuz? Bu yüzden, açılan değil, kapatılan kültür kurum- lannın anılan ile yetişen bir kuşak için, Cumhur- başkanı Süleyman Demirel'den "Sanatçılar bizim onurumuzdur" sözlerini duymak sevindirici elbet- te. Hele, Cumhurbaşkanı'nın Istanbul'a yeni kültür merkezleri kazandırmak konusundaki kararlıhğını bilmek daha da sevindirici. Tabii, kültür alanında her şeyin devletten bek- lenmemesi gerektiğini de vurgulamak gerekiyor. Sivil toplumun kendi olanaklan ile bu işe destek ol- ması, hatta öncülük etmesi gerekiyor. Neyse ki ülkemizde sermaye çevrelerinden, sen- dikalara kadar pek çok sivil toplum örgütü bu gö- revin bilincinde. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı yö- neticileri Şakir Eczacıbaşı ve Melih Fereli'nin ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yöneticisi Tun- cay Artun'un Istanbul'a yeni kültür merkezleri ka- zandırma girişimleri, çeşitli özel sektör kuruluşları- nın desteği ile gerçekleştirilen festivaller ve TO- BAV, TÜRSAK, SANAFTT, UPSD gibi sanat vakıfla- n ve demeklerinin yöneticilerinin girişimi ile ülke- mize kazandınlan "Uluslararası Sanat Olimpiyatla- n" projesi, geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Umut, fakir kedinin ekmeği, demişler... 6 Pop art'ı öldürmek MURATÖZER "Pop art"ın yaratıcı sanat- çısı Andy W»rhol'un odağa yerleştirildiği bir ilkfilmde- nemesi var karşımızda; "Andy Warhoru Vnrdum" (I Shot Andy Warhol), 1968'in "dvcivJPgünlerinde ateşli bir lezbiyen, aynı za- manda beş parasız bir yazar olan VaJerie Solanas'la tanı- şınz önce. Yoksul yazar, ço- ğunlukla çatılarda ve zaman zaman da ucuz otellerde ka- larak ayakta kalma savaşımı vermektedir. Tanıdıklannm aracılığıyla Andy Warhol'un kapısına dayanır ve ona ken- disinin yazdığı "Up Your Ass-Kıçına Girsin" adlı oyu- nun bir kopyasını verir. Bu- nun sonuçlannı bekleyedur- sun, bu arada yaşayabilmek için de kendisinin çıkardığı feminist dergi "SCUM"ı (Erkekleri Kesme Derneği) ve bedenini satar. Yaşam da- ha da zorlaşmıştır, War- hol'un kendisini oyaladığmı düşünmektedir, iyice para- noyarun tuzağına düşmüştur. Bu süreç içinde Andy War- hol'u vurmayı düşünmeye başlar... Müzik ve tiyatro eleştir- menliğinden gelme Mary Harron, bu ilk sinema fil- minde kendine zorbir iş seç- miş ve "pop art"m efsane is- mi Andy Warhol'u da öykü- süne katarak bu dünyanın içindenbir "ka>r beden"in ka- nşık ruh halini yansıtmaya çalışmış. Lili Taylor, Jared Harris, Stephen Dorff, Lat- haire Bluteau, Martha Piunpton gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosu, yö- netmen Harron'ın en büyük yardımcısı konumunda. Özellikle Lili Taylor'ın ">> tik tezbiyen" kompozısyonu fılmin dinamosu olmaya a- day. Sanatın alabildiğine -popülarize'" edilmiş yanmı reklam dinamiğiyle birleşti- rerek sunan "popart"ın "du- ayeni" Andy VVarhol'un stüdyosunu mekân olarak fılminde sıkça kullanan Har- ron. onun çevresindekı in- sanlan, özellikle de "yıkama yağlamacılan" oldukça ba- şanlı biçimde yansıtmış. Filmdeki ValerieSolanas ka- rakterinin "gerçek" tepkisi de bu tip insanlara gösterilen tepkiden ibaret zaten. Festi- valin uluslararası yanşma bölümünde bugün ve yann izlenebilecek olan "Andy Wırhoru Vurdum". bir ilk fılmin zaaflanndan kendisi- ni kurtarmayı bilmiş ilginç bir yapım. (106 dakika).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle