27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 KASIM 1997 PAZARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Niçin Önce Laiklik? M. İSKENDER ÖZTURANLI Hukukçu % nsanlık "ulusal egemenük" kav- I ramına kolay ulaşabilmiş değil- dir. Bu düşünceye gelebilmesi için yüzyıllar boyu çabalar har- camış. savaşımlar vermiştir. Es- ki ve ortaçağlan biryanabıraka- cak olursak, yeni çağlarda bile egemen- lik Tann'yaaittır. Krallar ve ımparator- lar egemenliği Tann adına kullanmak- tadırlar. Yeryüzü dünyası (civitas terra- na) gökyüzü dünyasına, Tann sitesine (civitas Dei) bağlıdır. Ve toplumsal dü- zenin adı teokrasidir. Ortaçağlardan ge- len bu anlayış, yeni çağlarda da geçer- liliğini sürdürmektedır. İktıdann gökyüzünden yeryüzüne in- dirilmesı girişimleri 17. yüzyılda filiz- lenmeye başlamıştır. Ne var kı bu filiz- lerin meyve vermesi kolay olmamıştır. Bu yolda uğraş verenlerin sayısı bir elın parmaklan kadardır. Ulusal egemenlik dıye bir kavram söz konusu değildir. Bu kavram ancak 18. yüzyılda oluşmaya ve gelışmeye başlayacak, insanoğlu cumhunyete ve demokrasiye adım ata- caktır. Hemen belirtelim kı demokrasi- nın belli başlı kuramcılanndan biri olan JJ. Rousseaubılc "Bu kadar \etkin bir sistemin insanlara göre değil. tannlara göre otduğunu" söylemektedır. Bu ne- denledır ki demokrasiye "erdem reji- mi" adı venlmıştır. Bu yaklaşımlarla, erdemli ve kültürlü kişilerin çoğunluk- ta olmadığı bir toplumda demokrasinin yaşatılamayacağı vurgulanmak isten- miştır. Bilimsel bir gerçektır ki demokrası. "rejimlerin içinde uygulanması en güç, ama en iyisidir." Bu nedenle "insanı her şeyin ölçüsü" kabul eden ve "önce insan, sonra insan" gerçeğini benımseyen tüm toplumlar demokrasiye yönelmişlerdir. JCimi düşünürler de, "dünya banşuun ancak tüm uluslann demokrasi ile yöne- tileceği zaman gerçekleşebileceğini" söylemişlerdir (Kant). Ne var ki günü- müzde bile demokrasi, dünyanın çok az ülkelerinde tam anlamıyla uygulanabil- mektedir. Çünkü insanlık henüz böyle- sıne bir olgunluğa ulaşamamıştır. Demokrasinin beşiği sayılan ülkeler. bugünkü aşamalarınakolaylıkla gelme- mişlerdir. Ömeğin Ingiltere'de demok- rasi savaşımı 13. yüzyılda başlamıştır. Önce "Magna Charta" adlı siyasal bir belge ile kralın haklan ve yetkileri sı- nırlandmlmıştır. Vatandaşlara kişisel haklartanınmıştır. Buarada sayısızgel- gitler yaşanmış, kralın özgürlüğü elin- den alınırken başka kişılere asıp kesme özgürlüğü verilmiştir. 1649 yılında I. Charles, Cromnel'in buyruğuyla asıl- mıştır. Aynca Cromwel, Anglikan Ki- lisesi şefınin başını da kestiımiştir. De- mokrasi. bin türlü güçlüklerle, kan. göz- vaşı ve acılar karşılığında kazanılabil- miştir. Zaten dünyanın hiçbir yerinde köklü devrimler ve dönüşümler. özgür- lükçü yöntemlerle gerçekleştirileme- miştir. Bu, tarihsel bir gerçektir. Fransa, 17. yüzyılda "devlet benim" diyen krallar dönemini yaşamıştır (14. Louis). Salt egemen olan kralın hiçbir sorumlulugu yoktur. Suç ışlese bile he- sabını öbür dünyada verecektır. Yargı erkı başta olmak üzere devletin tüm güçleri kralın buyruğundadır. (Cral ne derse, mahkemeler ona göre karar ver- mektedirler. Demokrasi, insan haklan. bağımsız yargı çok uzaklardadır. Dev- rim yıllannda Fransa kralı ve kraliçesi giyotine gönderilmişlerdir. Birkaç kez imparatorluklar cumhunyete. cumhuri- yetler imparatorluğa dönüşmüştür. So- nunda kazanan demokrasi olmuştur. Doğu dünyasında da durum başka türlü değildir. Orada da padişah ya da sultan, iktidannı.Tann'dan alır. Egemen düşünce teokrasidir. Sultanın iki duda- ğı arasından çıkan söz hukuktur, yasa- dır. Hiç kimseye hesap vermek zorun- da değildir. Hesap, öteki dünyaya akta- nlmıştır. Öteki dünyanın adı da "mah- kemc-i kübra"dır. Atatürk devrimine karşın bu düşünceyi günümüze kadar taşıyan devlet adamlanna ülkemizde de rastlanrruştır 1990'larda devletin enüst katına çıkan birpolıtikacımız. "Benhe- sabınu mahkeme-i kübrada veririm" diye konuşabilmiştır. Bu suretle demok- rasiyi de. ulusal egemenliği de. hukuk devletini de rafakaldırrruştır. Bugün bi- le bu düşüncede olan politikacılanmızı tekertekerbelirlemekzor bir şey değil- dir. Bilindiği gibi demokrasi, özgürlükler rejimidir. Her türlü özgürlük ancak de- mokratik bir sıstem içinde gerçekleşe- bilir. Demokratik düzenin tanımadığı tek özgürlük -özgürlüğü yok eüne öz- gürtüğüdür." Çoğulcu demokrasilerde devletin birdini de yoktur. Devlet, din- ler ve mezhepler karşısında tarafsızdır. Çünkü devletin resmen bir dine bağlı ol- duğu ülkelerde özgürlükten söz edile- mez. Teokratık devletler, bilinçli bilinç- siz. ıster istemez resmi dine bir ağırlık tanımakegilimindedirler. Hiçkuşkusuz bu davranış. resmi dinin dışında bulu- nan vatandaşlara karşı bir saygısızlıktır. K.işi ve inanç özgürlüğünü tanımamak- tır. Demokrasi. laiklik ilkesinin bir iirü- nüdür. Laikliğin kurallan demokrasinin de kurallandır. Demokrasinin kuralla- nndan biri düşünce özgürlügüyse, ikin- cisi vicdan özgürlüğüdür. Vicdan öz- gürlüğü ise laikliğin doğal bir sonucu- dur. Laiklik özgürlük içinde yaşar, öz- gürlük içinde anlam kazanır. Felsefe yö- nünden laiklik, bir bakıma özgürlük de- mektir. "Laikügi savunmak \v konunak da özgürlüğü sarv unmak, özgürlüğü ko- rumak"tır. Özgür düşüncenin bulun- madığı ortaçağda laik sözcüğü yoktur. tnsan aklı zincirlerini parçalayıp özgür- lüğe kavuştuktan sonra bu kavram or- taya çıkmış, dünyaya yayılmaya başla- mıştır Ulusal egemenliğin. curnhuriye- tin, demokrasinin dayanak noktası ol- muştur. Hoşgörü kuralını da gündeme getiren laiklik, aynı zamandaeşitlikten yanadır ve düpedüz eşitliğin yanındadır. Düşün- cenin gökten yere indirilmesi demek olan laiklik. öteki dünyanın değil. bu dünyanın felsefesidır. Dinlerin mutlulu- ğu öbür dünyada aramalanna kanşmaz, bu davranış nedeniyle onlan kınamaz ve eleştirmez. Çok iyi bilir ki. "dinler insanhğın bağnndan çıkmışdr." Ancak din işleriyle devlet işlerini ayırdığı. top- lumsal yasalann insan ve toplum ilişki- lerinin bir ürünü olması gerektiğini sa- vunduğu için, insanın bu dünyada da mutlu olmasıru amaçlar haklı olarak. Laiklik anlayışı, giderek insanlan "gö- nençte eşWik"e götürecek güçlü bir dü- şüncenin çekirdeği de olabilir bu ne- denle. Bu yoldan "mutlulukta eşiüik", "vasayıştaeşitiik" sağlanabilir. Ve "top- lum&al yaşamın son amacı esitlik" oldu- ğuna göre, laik düşüncenin esintisiyle özgürlükle eşitlik yan yana. el ele yü- rüyebilir zamanla. Laikliğin yalnız yasalarla belirlenme- si bir toplumu laik toplum durumuna getiremez. Bireylerin çağdaş dünyanın, çağdaş uygarhğın değerlenni de benim- semesi ve bu değerler uğruna savaşımı göze altnası gerekhdir. Bu nedenlerin bilincine ulaşamayan. bu değerlerle bir- likte "insanın başlı başına bir değer" ol- duğu bilincine varamayan toplumlar la- ik düşünceye kavuşamazlar. laik bir top- lum olamazlar. Bu arada çağdaş değer- lerden en önemlisinin "uygar yürekli- fik" olduğu gözden uzak turulmamalı- dır. "Önce insan. sonra insan" düşünce- sini benimseyen çağdaş dünya, bu ne- denle "önce laiklik, sonra laiklik" anla- yışını dabenimsemiştir. Çünkü laiklik, demokrasinin "onsuz olmaz" koşulu- dur. Teokratik devlette değişmez yasalar vardır. Bunlann dışına çıkılamaz. De- mokraside ise değişmez kural yoktur. Aklın kurallan ve bilimin devingenliği egemendir. İnsanlık ilerledikçe yasalar da değişecektir. Büyük devlet adamı M.Kemal Atatürk'ün çok dogru olarak belırttiği gibi "Değişmez yasalar getir- meye çalışan bir yönetim, zulüm yöne- timidir." tşte laiklik, değişmez yasala- nn saltanatına son veren birideolojidir. ARADA BİR LEVENT UNSAL Mak. re*. Laiklik: İnsan Aklının Özgürlüğü Insanoğulları, milyonlarca yıl önce öbür canlılar- dan akıl farkıyla ayrılarak dünyamıza insan olarak konuk olmuş ve herhalde bu konukluğu daha mil- yonlarca yıl sürecektir. Bir insan ise bu dev sürece göre bir kıvılcım ça- kışı kadar kısa bir süreçte dünyamıza adeta bir merhaba deyip gitmektedir. İnsan nerede dünyaya gelmiş olursa olsun ön- ce bu evrenin, sonra dünyanın, sonra da herhan- gi bir ülkenin vatandaşıdır. İnsan dünyaya geldiğinde yöresinin vahşi ve ehil doğası, vahşi ve ehil ekonomik, sosyal yapı- sı ile karşı karşıya kalmaktadır. Insanoğlunun bütün bunlara hükmeden fizik, kimya vb. doğa yasalan ile ekonomik ve sosyal yasalannt, laten bunlann açıklaması ve insan ata- larının armağanı, mirası olan bilimin ışığında an- lamaya, öğrenmeye ve bilmeye hakkı vardır. Çün- kü insanın geldiği dünyada doğal ve sosyal sıkın- tılara, eziyetlere karşı önce sağlıklı, güvenli bir ko- num elde etmeye, sonra da sağladığı bu sağlıklı, güvenli konumu geliştimneye, huzurvegüven için- de mutlu bir yaşam sürmeye de hakkı vardır. Bunun için de insanoğlu içinde yaşadığı toplum düzeninde doğrudan yöneticiliğe talip degilse, buna talip olmuş, bunu severek iş edinmiş siya- sal yöneticilerin en iyilerini seçmeye, ayırmaya, siyasal yöneticilerin işlerini denetlemeye, bunun kurallarını doğrudan beliriemeye hakkı, bu hakkın kaynağı gücünü de elinde tutmaya hakkı vardır. Bütün bu haklar insanların en vazgeçilmez hak- kı olan yaşam hakkıdır; insan haklandır. Bir kişi- nin, kişilerin ve bir örgütlenmenın; bir başka kişi, kişiler ve topluma "Bu dünyada hüküm süren do- ğa yasalan, ekonomik ve sosyal yasalan bunlar- dır, bunlan sorgulamaya, anlamaya, öğrenmeye, bilmeye çalışmanız hak değildir, yasaktır" diye dayatması aslında doğrudan insanın vazgeçilmez yaşama hakkına bir tecavüzdür. Ve bunun bir adı da, insanların beynini uyuştu- rup köleleştirmenin, bu yetmediğınde sömürü ve baskı düzenini kanla, zulümle sürdürmenin adı olan FAŞlZM'dir. Işte köktendincilik doğrudan daha başta insan aklını hadım ederek insanları köleleştirmeye yö- nelik bunun en kestırme, en vahşi biçimidir. Bir köktencinin bir birey olarak öznel durumu demokrasi çerçevesi içinde ne kadar kabul görür- se görsün, bunlann örgütlü bir şekilde insanların yönetimine doğru gelişip güçlenmeleri nesnel bir durum olarak insanlık için bir tehlikedir. Bu tehlikenin demokrasi içinde yeri olamaz. Çünkü demokrasinin nitelik (kalite) ölçüsü ken- di aynasında kendi için kendine göre olamaz. Her- halde ölçü bu tehlikeye karşı sonuçta insan hak- larını korumak olmalıdır. Laiklik, bütün bu tehlikelere karşın özgür akıllı bireylerin inşa edeceği yarının aydınlık Türkiye- si'nin biricik güvencesi ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere en büyük armağanıdır. Anadolu İnsanmm Onuru... Dr. HUNER TUNCER S ayın Ali Sirmen'in, diplomat ve dev let adamı rahmetlı Hasan Esat Işık ile Atatürk konusunda yap- mış olduğu bir söyleşiyi çok yıllar önce Cumhuriyet gazetesınde bü- yük bir ilgi ve heyecanla okuduğu- mu anımsıyorum. Rahmetlı Işık, konuşmasın- da, "cumhuriyet rotası" olarak nitelendirdığı Atatürk'ün 1919"larda saptamış olduğu amaç- lan şöyle dile getınnişti: "Atatürk'fin çizdiği tabk» şu demekti: Bugü- ne değin ihmal edilmiş olan Anadolu'ya ve Ana- dolu çocuğuna sahip çıkılacak. Anadolu imar edilecek, Anadolu çocuğu mutluluk ve refaha ve Atatürk'ün bü\ ük özlemi doğrultusunda,en üst uygariık düze>ine çıkanlacaktı. Bütün bunlar hiç kimseye boyun eğmeden. eğilip bükülmeden, kimsenin minneti altına girmeden ve her şeyden öncekendi gücümüze dayanılarak gerçeklestiri- lecektL Haklanmıza sahip çıkuacakü. Ulusal güç başka yerlerde israfedilmeyecekti." Bu sözler bugün bile benı çok düşündürüyor. Bugün. 1990'lann sonlannda. Türkiye Çumhu- riyeti Devletı Anadolu'ya \e Anadolu çocuğu- na sahip çıkmış mıdır, Anadolu imar edilmiş, Anadolu çocuğu mutluluk ve gönence (refaha) ve Atatürk'ün özlemini duyduğu gibi, en üst uy- garlık düzejine çıkanlmış mıdır? 1990'lann sonunda, Anadolu ınsanı akın akın Anadolu dışına akmayı sürdürmektedir. Sayıla- n milyonlan bulan Anadolu çocuklan bugün Almanya'da. Fransa'da, Belçika'da, Hollan- da'da, Danimarka'da, tsveç'te, Norveç'te, Isviç- re'de, Avusturya'da "AtatürkTürkiyesi"nı tem- sil etmekte. Mutlu olmaktan çok uzakta bulu- nan Anadolu insanımız, içinde, kökünden ko- panlmanın onulmaz acısını taşıyarak yüreğinin derinliğinde toprağının tanımlanması güç has- retini duyarak ve benliğinde kendi öz kültürü- nün içinde yaşadığı yabancı toplumun kültü- rüyle çatışmasının savaşımını vererek, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni "gurbet elle- rTnde temsil etmektedir. Ülkesinde ne bir tarlası, ne de bir kanş topra- ğı olan, hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan ve okumuş-yazmişlığı olmayan Anadolu insanı, ekmeğini el kapılannda kazanmak ve "gurbet elleri r 'nin kahnnı çekmek zorunda bırakılmak- tadır. Burada biraz gerilere giderek, ünlü yaza- nmız Yaşar Kemal'in, 1980'lerinbaşlanndaDa- nımarka'nm Kopenhag kentindeki ufak bir kah- vede bir akşamüstü, Danimarka'daki Türkler ve Danimarkalılarla yapmış olduğu ve benim de iz- lediğim sıcak bir söyleşiye değinmeden geçe- meyeceğım. Yaşar Kemal, bu söyleşısınde. o sı- ralarda neden Türkiye dışında bulunduğunu açıklamaya ve özgeçmışı, romanlan ile roman- lann ana konusunu oluşturan Anadoju ınsanı hakkında kendisine yöneltilen sorulan yanıtla- mayaçalışıyordu. Danimarkalı Anadohtlasanı- nı merak ediyordu. Dış görünüşü, düşünce ya- pısı, yaşayış biçimi, gelenekleri, görenekleri ve kültürel değerleri açısından kendisinden çok farklı olan bu insanı biraz olsun tanımaya ve an- lamaya çalışıyordu. Danimarkalının kafasınata- kılan ilk soru şu olmaktaydı: Acaba neden bu ınsanlar, "veba"dan kaçar gibi kendi ülkelerin- den kaçmakta ve oraya bir daha geri dönmemek için, her şeyi hatta ölümü bile göze alabilmek- teydi? Yabancı ülkelere göç etmek zorunda bı- rakılan Anadolu insanı, yazık ki yabancılar ta- rafindan hor görülmeye ve aşağılanmaya alışmış ve onurunu büyük ölçüde yitirmişti. Ben de Anadolu ınsanının yabancı el kapıla- nnda onurunu büyük ölçüde yitirdiğine bizzat tanık olmuştum. Yurtdışında çalışan vatandaş- lanmıza yabancılann kendilerine yaptıklan ko- tü davTanışlara nasıl dayandıklannı sorduğum- da, anladığım yanıt adeta yüzüme vurulan birto- kat gibi olurdu: "Biz bu davranışlara ahşük ar- nk" diyorlardı. Kurtuluş Savaşı'nı vererek yur- dunu yabancılardan temizleyen ve onurlu bir Türkiye'yi kuran insanlann torunlan... Işte tüm bunlar aklımdan geçerken birden genç bir Danimarkalı bayan öğretmenin değer- li yazanmıza yönelttiğı bir soru son derece dik- katımı çekmişti. Bayan öğretmen Yaşar Ke- mal "den şunu öğrenmek istiyordu: "Siziıı ro- manlannızda bctimlediğiniz Anadolu insanının en önde gelen niteliklerinden biri, hiç kuşkusuz, onurudur. O\ sa, bizim burada tanıdığınuz Türk insaru, tamamen \a da bü> ük ölçüde bu nitelik- ten yoksun bir kişidir. Bu dunımda. ya siz Türk insanını yanlış tanıyorsunuz ve yanhş tanıüyor- sunuz ya da bizler bir yanılgrya düşüyoruz. Bu çetişkİYİ nasıl açıklayabüirsiniz?" Yaşar Kemal'ın bu soruyu dinledikten sonra alnını kınştırarak kısa bir an duraksadığını; an- cak. hemen sonra kendini toparlayarak, kıvTak zekâsıyla dınleyicilerin merakuıı gidenci şu ya- nıtı \erdig1nı anımsıyorum: "SizgercekTürk in- sanını buralardajtdeğil, ancak Anadolu'da, Türk'ûn kendi özynrdunda tanıyabilirsiniz." Bugün de yurtdışında yaşamak ve çahşmak zorunda bırakılan Anadolu insammızın durumu hiç değişmemiş, giderek belki de 1980'li yılla- ra kıyasla, daha da kötüye gitmiştir. İnsan hak- lannı tüm güçleriyle savunma çabası içinde bu- lunan ülkelerin ınsanlan. kendi ülkelennde ya- şayan insammızın haklannı zaman zaman ıhlal etmekten çekinmemekte ve yaşamı onlar için ol- dukça güçleştirebilmektedir. Gerek yurtiçinde, gerek yurtdışındaki insanı- mızı, onuruna yeniden kavuşturmak ıstiyorsak, ülkemizi bir an önce bir çekidüzene koymalı ve devletimizin uluslararası toplumdaki itibannı arttırmalıyız. Işte, o zaman Anadolu ınsanı, ya- bancı toplumlar karşısmda başını bir daha eğ- memek üzere. yeniden onurla kaldıracak ve Türk insanının güzelliğinı, soyluluğunu (asale- tini) ve tüm olumlu niteliklerini bir kez daha dünya uluslannın gözleri önüne serecektir. BlR BÜYÜK YILDIZIMIZ KAYDI ACI KAYBIMIZ Ülkemiz eşsiz bir bilim insanını, üniversitemiz ve vakfımız kurucusunu. yöneticisini, öğretim üyelerimiz ve mezunlanmız bir büyük hocasını, Emekli Prof. BEDİ ILGBM'ı yitirdi. Üzüntümüz sonsuzdur. Acıh ailesine. dostlanna ve tüm Yıldızlılara başsağlığı dileıiz. Cenazesi 18 Kasım 1997 Salı günü saat 10.00'da YTÜ Merkez Kampusu'nda yapılacak tören ve Teşvikiye Camiı'ndeki öğle namazını takiben kılınacak cenaze namazından sonra Edirnekapı Çamlık Mezarhğı'nda toprağa verilecektir. YILDIZ TEKNlK ÜNtVERStTESÎ REKTÖRLÜĞÜ \1LDIZ TEKMK ÜNt\ ERStTESİ VAKFI RESIDCNCE D£ LA TOU« Siz Artık Paris'te Turist Değil 4, \ FABİSLİSİNfZ Fuarlar, kültür, eğlence ve alışveriş merkezi Paris'in seçkin semti Malakoffta bir eviniz olacak • 5 yıldızlı otel konforu |» ^ • 29 yıllık tapu v I t Fuar, eğlence merkezlerine ve Disneyland'a 15 dak. uzaklıkta t Kiralama ve devir olanağı • Dünyanın en popüler tatil merkezlerine öncelikli değişim hakkı • İNTERVAL üyeliği ile füm dünya sizin PARİS'TEKİ EVİNİZ UISIIII \CI DE LA TOUR Bir Haftalık Dönem Mülk Mumm •«•: PEŞİN FİYATI 1690 000 1690 000 1690 000 1690 000 PEŞİNATİVADE 250 000 6AY 450 000 675 000 845 000 6AY 6AY 6AY TAKSİT 280 000 240 000 195 000 165 000 TOPIAM 1 930 000 1 890 000 1.845 000 1 835 000 VADE 12AY 12AY 12AY 12AY TAKSİT 160 000 135 000 112000 92 000 TOPIAM 2 170 000 2 070.000 2019000 1 949 000 ŞİMDİ ARAYIN (0212) 281 49 49 Levent cad. Sümbül sok. No:4l 80620 2.Levent / İstanbul ÇORUM2.SULHHUKUK MAHKEMESİ'NDEN EsasNo: 1996/584 KararNo 1997619 Karar Tanhı: 25.9 1997 Davacı Kö> Tûzel Kışilıgı adına Konaklı Köjii Muhtan Dursun llgen vekılı Av Necmıye Kaya tarafından davalılar Mehmet Çıft- çı ve arkadaşlan aleyhıne mahkememıze açılan tescil davasının yapılan açık duruşması sonunda, Dava konusu Çorum ilı Merkez Ko- naklı köyünde kaın pafta 5, parsel 1133'te kayıtlı bulunan taşınmazın davacı adına tapuya tesciline karar venldiği, mahkememız ta- rafından venlen 25.9.1997 tanhlı karan tüm aramalara ragmen açık adresı tespıt edılemeyen davalı Asıye Çiftçi tarafından temyız edilmedıği takdirde karann kesınleşmış sayılacağı hususu ılanen tebliğ olunur Basın 47013 Haydarpaşa Meslek Lısesı elektrık bölümünden aldığım dıplomamı yıtırdim, hükümsüzdür TOLGA ÖZKAN İTÜ öğrencı kımliğimi yıtirdım. hükümsüzdür. MURATBULUT CUMHURİYETTEN OKURLARA ORHAN ERİNÇ Susurluk ve ErozyonTürkiye'nin pek çok sorunu arasında yer alanlardan ikisi kitle örgütlerinin ya da girişimcilerinin çabaları ile gündemde tutulmaya çalışılıyor ve çözümlenmesi is- teniliyor. Susurluk Olayı'nın karanlıktan kurtanlması ve çe- teye kanşanlann cezalandınlması isteği ile uygulanan "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi" bu nedenle gündemde tutuluyor. Ancak sorunun tüm yönlerı ile ele alınabilmesi, mil- letvekili dokunulmazlığını düzenleyen anayasa mad- desinın ve memurlann yargılanmasına yürütmenin izin vermesini öngören Osmanlı'dan kalma geçici kanu- nun değiştirilmesine bağlı. TBMM'de temsil edilen siyasi partilerin dokunul- mazlıklann sınırlandınlmasını öngören görüşbiriiğini yaşama geçirecek anayasa değişikliği önerisinin gün- deme alınması her defasında bir haifta sonraya bıra- kılıyor. Memurlann görevleri nedeniyle yargılanmasının ko- şullannı düzenleyen "Memurin Muhakematı Kanun- u Muvakkatı", yani Memurlann Yargılanmalan Geçici Yasası, Osmanlı döneminde bile geçici olarak 4 Şu- bat 1913'te yürüriüğe konulmuşken Cumhuriyet'in 74. yılında hâlâ uygulamada. Cumhuriyetin erdemle- rinden söz edenler, Osmanlı sadrazamının kıyas yo- lu ile Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı sayılmasın- dan rahatsızlık duymuyorlar. Güçler aynlığı ilkesi be- nimsenmişken hazıriık soruşturmasının yargı yetkili- leri tarafından değil de ilçe ve ilde görevli kimi idare yetkililennden oluşan "idarekurulu" tarafından yapıl- masından "yargılanmasına gerek yok" deme yetkisi- ni kullanmasından yakınmıyor. Hatta, 1965'te çıkarılan Devlet Personeli Yasası'nın 24. maddesinde Osmanlı yasasına gönderme yapıl- ması bile olağan karşılanıyor. Sorunlardan bir diğeri de erozyon. Her yıl Kocaeli ile Sakarya illeri yüzölçümü toplamının 10 santim ka- lınlığındaki toprağı denizlere, göllere, barajlara sürük- leniyor. Gitgide topraksız kalacak bir ülkede yaşıyo- ruz. En verimli tanm alanlannda dev sanayi kuruluşlan- nın yapılanmasına izin verilmesi de sorunun başka bir yönünü oluşturuyor. TEMA ve Çekül Vakfı, erozyonun önlenmesi için ağaçlandırmaya önem verilmesi gerektiğini bir yan- dan ısrarla söylüyor bir yandan da gönüllüleri aracılı- ğı ile ağaç dikme seferberiiği uyguluyorlar. Erozyon Haftası nedeniyle Tema Gönüllüleri imza- lı bir afiş de günlerdir yollarda dalgalanryor: "Mera Kanunu çıkanlsın." Düşünebiliyor musunuz.. hayvan- cılığın en önemli milli gelır ve geçinme kaynaklanndan biri olduğu ülkemizde mera ve yayialarla ilgili özel bir yasa çıkanlamamış. 1858 yılında çıkanlmış "AraziKa- nunnamesi" ile 1997 yılında anlaşmazlıkları çözüm- lemeye, mera ve yaylalan korumaya çalışıyoruz. Da- ha doğrusu çalıştığımızı sanıyoruz. Yaylalar, ülkeyi sa- ran kooperatıf furyasında yazlık sitelerie dolup taşı- yor. Bir yandan da yakınlanndaki orman arazileri ta- lan ediliyor. Mera kanunu çıkar mı? Aşiretler, ağalar, şeyrıler tarafından para ve hurafe gücü ile payiaşılrrHş «ıeralan onlann ellerinden aima * sormcunu rjbğura(iaktır yasal düzenlemeyi oy uğru- na her şeyl göze alan bizım siyasetçiler yapabilir mi dersirtiz? - ' ' > '• '' ı~ ' ^ • Geçen haftanın gündemine dış politikadaki geliş- meler damgasını vurdu. KKTC'nin ardından Türki- ye'ye sürpriz bir ziyaret yapan Kıbns Özel Temsilcisi Richard Holbrooke'un Ankara'daki temaslannın per- de arkasını, ABD'nin Kıbns konusunda geldiği nok- tayı ve bu sorunun AB ile ilgili boyutlarını Lale San- ibrahimoğlu yazdı. • Holbrooke'un KKTC'deki temaslannın aynntılannı Serkan Demirtaş izledi. • Hükümetin, termik santrallarla birlikte devrettiği kö- mür rezervlerıyle ilgili mevzuata aykın uygulamalan ve Bakanlar Kurulu'nda son çerçevesi çizilen sosyal gü- venlik paketinin çeşitli boyutlannı Banu Salman yaz- dı. • Bergama'da siyanürle altın çıkanlmasıyla ilgili mah- keme kararlannın uygulanmayışına tepkileri ve yöre halkıyla hukukçulann girişimlerini Cumhuriyet Ege Bü- rosu aktardı. • Önümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir haf- ta geçirmeniz dileğı ve saygılanmızla. ÇAĞDAŞ YAYINLARI AhmetCemal ODAK NOKTASINDA YAŞANANLAR 350.000TL Cumhuriyet Kitap Kuiûbû Çağ Pazartama A,Ş. Türkocağı Caû. No:39/41 Cağaioğiu-tetanbui Poste çeki n o « 6 ^ YAZIHAN KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN 1997,4 Davacı DSİ vekılı tarafından Tecırli kövü 55 parsel malik- len Güldane Özsoy. Fatma Özsoy, Ayşe Ozsoy vs. aleyhine mahkememıze açılan kadastro tespitme ıtıraz davasının yapılan açık yargılaması sonunda; Tüm aramalararağmenad- reslen meçhul olup bulunamayan davalılar Ayşe Özsoy, Kemal Özsoy, Hüseyin Özsoy. Ibrahım Özsoy, Mehmet Öz- soy. Erdoğan Özsoy ve Ze>Tiep Güler'e ilanen tebligat yapıl- masına karar venlmış olup durusma günü olaıı 11.12.1997 günü saat 09 40'ta mahkememizde hazır bulunmalan ya da kendılenni bir vekıl ile temsil ettırmeleri. aksı takdirde tah- kikat ve yargılamaya yokluklannda devam edilerek karar verilecegi tcbhgat yerıne geçerlı olmak üzere ılanen tebliğ olunur. 23 10 1997' Basın 48662
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle