05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EKİM 1997 SALI 10 KULTUR PORTAL DtKMEN GÜRÜN Wflsoır> dan 'Hamlet., Bir Monolog'Hemen her oyuncunun, her yönetmenin tutkusudur bir gün Hamlet'le buluşmak. Bu buluşmalann kimi derin izler bırakır izleyıcinm üzerinde, kimi de rüzgârda savrulur gider. Robert Wilson'ın Hamlet'le buluşması birinci gruba giren bir çalışma. tlk kez 1995'te seyirci karşısına çıkan "Hamlet, Bir Monolog", bir mücevher parçası gibi yılda birkaç kez çıkıyor kutusundan. Sanatçının kendi saptadığı tarihlerde. en fazla 3 kentte 3 ya da 4 kez gösteriliyor. Çağımız tiyatrosuna imzasını atanlar arasında adı öncelikle anılanlardan biri olan Robert Wilson'ı oyuncu yönüyle de izleyebilmek bir şans. VVilson, oyunculuk sınınnı sıkça zorlayan bir sanatçı değil. Aynca, oyunculuğa yaklaşımı da oldukça farklı. Sanki ışık. hareket, ses ve sözle çizilmiş olan resimlen anlatıyor. Sanatçı, "Hamlet, Bir Monolog"u daha önce "Parzrval"de ve Heiner Mûller'in "Hamlet Makinesi"nı sahneye koyarken birlikte çahştığı dramaturg Wolfgang Wiens'le kaleme almış. "Hamlet, Bir Monolog" 15 sahneden oluşuyor. Wilson, bir sahne tasanmcısı olarak yaptığı çizimlerle bu 15 sahneyi şöyle sıralıyor program dergisinde. "Ö»üm Uyİaısu", "Sen Bir Ruh musun?", "En Korkunç Cinayet", "Omı Deiilikie İtham Ederim", "Manastıra Kapan". "Olmak Ya da Olmamak". "Hecuba İçin", "Sözsüz O>nn", "Fare Kapanı", "Şimdi Yapabilirdim", "Anne! Anne! Anne!", "Bir Hiç Uğnına", "Ah Zavallı Yorick", *Ah, Alçaklık! Öföm", "Şu Zalim Mübaşir." Wilson'ın çızimlerinden de anlaşılacağı gibi oyunda olaylann akışından çok, bu olaylara dışandan bakan bir ınsanın düşünce akışı öne çıkıyor. Hamlet. kimi zaman Ofelya oluyor. kimi zaman Polonius, Laertes, Cladius ya da Gertrude. Kendisiyle ve kimliğine büründüğü kişılerle hesaplaşırken hep o biçimsel ve mesafeli tavn koruyor. Bu denli soğukkanlı bir yüzleşme ve farklı düzlemlerde kurulan ilişkilerin, düşünce baglammda aktanmı •'Hamlet, Bir Monolog"a ayru zamanda soluk alıp veren bir resim olarak yaklaşmak gereğini de ortaya koyuyor. Zaten sanatçının konseptmın bu olduğunu da çizimlerinden/metinden yakalamak mümkün. Bu çizimlerde oyun kişileri arasında oluşturduğu dikey bağlantılar. onlann kişisel tarihçelerine yönelirken; Gertrude, Hamlet ve Ofelya'nın oluşturduğu yatay çizgi, diğer yaşamlarla kesişme noktalannı belirliyor. Bir sûre önce yine bu sütunda DUO'yu (*) incelerken yazann ürettiği (metin) ile oyuncunun (oyun) ürettiği arasındaki etkileşımin, iki farklı "ifade" bıçimınin, iki farklı dışavurumun buluşmasından söz etmiş ve kitabın hem bir tıyatro mekânı olarak hem de kendı karakteristiği içınde kullanıldığına değinmiştim. Burada da sahne hem kendi karakteristiği içinde kullanılıyor hem de sanatçının sayfalannı özgürce çevirdiği bir kitaba dönüşüyor. "Hamlet-" başladığında, alaca karanlık sahnenın ortasında taşlardan oluşan bir tepe çeker dikkatleri. Taşlann görüntüsü kitaplan anımsatır. Wilson, kitaplan, çalışması için bir malzeme olarak gördüğünü bu alaca karanlık resımle de vurgulamaktadır sankı. Resimde, Hamlet butepenin üzerinde, ölümcül yarası ıle yığılıp kaldığı noktadadır. Sahne gerisinde tüm alanı kaplayan pano. birdenbire mavinin çeşitlı tonlanyla yıkanır. Gıderek sahnede sanki bir ufuk çizgisi belirlenir. Seyirci ile sahneyi ayıran bir çızgidir bu. Aynı zamanda da mekânda ve zamanda başlayacak olan gezintinın simgesidir. Belleğin yolculuğudur. Ölümden yaşama. bugünden düne, aydmlıktan karanlığa uzanan anlamlı bir yolculuk. Hamlet'in yaşamının son saniyelerinde geçmişe dönüşüyle başlar oyun. "Zamanım olsaydı.. zamanım olsaydi- zamanım olsaydı_" Bu genye dönüş, bu bellek tazeleme sürecınde isimler ve bellek, dil ve bellek arasındaki ilişki, oyundaki biçimsellikle sözlerin altında yatan duyarlılık arasında gerekli bağı kurar. Kısa. kesik cümlelerle vurgulanan resimler, düşüncelerin akışı üzerine yoğunlaşır "Hain kraiiçe, elveda!", "Seni izliyorum_." "Annemi iriiyorum!", "Zehiri iç!" "Yapamam- kral, kral suçludur", "Cinayet! Kapılan (dlitkyin." "Anne! Anne! Anne!", "Anne, babama çok acı çektirdin_." "Anne" Hamlet'in geriye dönüşlerinde, düşlerinde çok güçlü bir motif olarak yerini muhafaza ederken sandıktan çıkarttığı annesinin geceliği, Cladius'un tacı, Polonius'un ayakkabılan, Laertes'in pelenni ya da Rosencrantz ve Guildestern'ın elbiseleri ve Ofelya'nın beyaz giysisi, her sahnedeki "nasıl" sorusunu yanıtlar. Ölüm gözlerinin önünde belirir. Çakan şimşekler, panonun üzerine yıldınm hızıyla düşen can alıcı renkler, metalik sesler, gök gürültüleri düello sahnesinin belki de bugüne kadar görülen en çarpıcı • Robert Wilson, Wolfgang Wiens ve Hans Peter Kuhn ile birlikte kotardığı "Hamlet, Bir Monolog"da bu büyük sanat yapıtını kendi dünyasına, kendi düşlerine özgü nitelikler taşıyan bir incelikle işlemiş. Bu sıradışı çahşmanın temelinde düşünceler, düşler, bellek birbiri içinde eriyor. Wilson tiyatrosuna özgü imgeler, ışık ve müzik sözlerle kaynaşıyor ve onun "formal" olarak nitelendirdiği tiyatro anlayışındaki bitmez tükenmez zenginlikleri bir kez daha ortaya koyuyor. m yorumudur. Ve sessizlik. Ofelya'nın giysisi içinde ona yazdığı aşk mektubunu bulur. Ve "kanlı, insanhk dışu doğaya aykın eylemler" ve kendi "yarah benliği T ' yüzünden çaresiz ölür... "Zamanım olsaydı_. İst tarafi sessiz bir dünya." Robert Wilson, VVolfgang Wiens ve Hans Peter Kuhn ile birlikte kotardığı "Hamlet, Bir Monotog"da bu büyük sanat yapıtını kendi dünyasına, kendi düşlerine özgü nitelikler taşıyan bir incelikle işlemiş. Bu sıradışı çahşmanın temelinde düşünceler, düşler, bellek birbiri içinde eriyor. Wilson tiyatrosuna özgü imgeler, ışık ve müzik sözlerle kaynaşıyor ve onun "formal" olarak nitelendirdiği tiyatro anlayışındaki bitmez tükenmez zenginlikleri bir kez daha ortaya koyuyor. * "DUO Üstûne Düşünceier", 12 Martl997 Grigely, işitme engelini farklı bir iletişim biçimine dönüştürüyor Sessiz bir muhabbetAHUANTMEN "Başlangıçta mutlak sessizliğin hû- kim olduğu bir dünyaya ahşmak zordu. İnsanlann konuştuklannı açık biçimde görûyordum ama kelimeler eksikti..." 5. Uluslararası Istanbul Bienah'ne ka- tılan sanatçılardan bıri de işitme engeli- ni bir iletişim bıçımme dönüştüren Ame- rikalı sanatçı Joseph Grigely. Sessizliğin ötesinde; yoğun bir iletişim ağıyla çevri- li 'gürültiilü" bir yaşamı var sanatçının. Yaptığı işın temelinı, 'konuşmak' oluştu- ruyor. Darphane'de izleyiciyi-okuru bek- leyen masası, ışte bu konuşmalardan der- lenmiş kesitlerle dolu. Kâğıt parçacıkla- nna yazılmış notlar-konuşmalar. Gngely, yaşamındaki 'eksik kelimeleri' yazıyla dolduruyor. Karşılaşmış olduğu yüzler- ce ınsan ıle arasındaki konuşmalarda. günlük yaşamdan anlar, özel ilişkilerden kesitler okuyoruz. Grigely ise yazarak değil. konuşarak yanıt veriyor. "Sağır doğmadığım için konuşmayı öğrenebü- dün." Dolayısıyla, onun 'sesi' eksik bu not- larda. Okur bir anlamda, sanatçının ya- şadığını yaşıyor. tki insan arasındaki ile- tişim sürecınde taraflardan birini duyamı- yoruz. Türkçede hem işitmek, hem his- setmek anlamında kullandığımız 'duy- mak' fiilini kullanmalıyız Gngely"den söz ederken... Söyleşı için Darphane'de buluştuğumuzda, "Gel" dedi, "Şu köşe- ye gideHm. orası daha sessiz." Espri mı yapıyordu bilmiyorum. Sesini kullanı- yordu ama gerçekte vücut diliyle konu- şuyordu. K.ulağının arkasına sıkıştırdığı kalemi uzattı, defterini çıkardı ve söyle- şimiz başladı. - Yapmannız iletişimde. dilde odakla- nıyor. Yazryla kurulan bu iletişim, kuşku- suz\asammEboyunca 'konuşabilmek' için knllandığınr/ bir yöntem obnaİLBunusa- nat çerçevesinde değeriendirroeniz nasıl oMu? Öncelen yalnızca fotoğraf çekiyor ve heykel yapıyordum, ama bunlar beni ye- terince tatmin etmiyordu, sanatm tarihsel sürecıne küçük eklemeler yapıyor gibi hissediyordum kendimi. Oysa sanat yo- luyla asıl başarmak istediğim, insanlan daha önce hiç görmedikleri bir yere gö- türebilmekti... Ama ne yapmalıydı? Rast- lantısal bir başlangıç oldu. Işiten bir ar- kadaşımla yemek yıyorduk, sohbet ede- bilmek için kâğıda kaleme sanldık. O gü- ne dek 25 yıldır sohbet eönek için kul- landığım bir yöntemdi bu ama sananm için bir malzeme oluşturabileceği hiç aklıma gelmemiştı. Sonradan o notlan okudu- ğumda bunun aslında çok özel bir ileti- şim yolu olduğunu farkettım. - İletişim kurma arzusu her türlü enge- li aşabiliyor mu? Insanlar iletişim kurmak istediklenn- de aralanndakı her türlü farklılığın üste- sinden gelebiliyorlar. Gezginlik yaptığım sırada Avusturya'dan geçmiştim ve tek kelime tngilizce bilmeyen bir adamın evinde kalmıştım. Ben de tek kelime Al- manca bilmiyorum ama tek tük sözcük- lerle, resimlerle, işaretleTİe iletişim kura- bildik. Zaten iki insan aynı dili konuşsa da yanlış anlaşılmalardan sıynlamıyor kı... Ama onlar da ınsana bir şey öğreti- yor. Benım durumum açısından iletişim sorunsalma yaklaşırsak; ben sağır olma- nın nasıl bir şey olduğunu biliyorum ama işiten bir kişi bilmiyor. Dolayısıyla benim- le ılk kez konuşan birisi, kendisine çok yabancı bir deneyim yaşıyor. Çünkü be- nımle anlaşabilmek için iletişim biçimi- nı değiştiriyor, konuşmak yerine yazıyor. -Çakşmaiannızın belki de en ilguıç >*- m, gündelik yaşamın öykülere, sıradan konuşmaların adeta bir tûr 'edebiyat'a dö- nüşmesL. Şiir kuramlannın tarihine baktığımız- da, sözgelimi Hugo Ball'un şiirin günde- lik dilin kendisı haline geldiğine dair dü- şünceleriyle karşılaşıyoruz, oysa şiir ge- nelde kendinı hep gündeliğin dışında tut- maya. 'özd' olmaya çahşmışur. Ama ben- ce gündelik yaşamın da kendine özgü bir değeri var. Konuşurken bölük pörçük ko- nuşuyoruz, boşlukiar bırakıyoruz. Bizi dinleyen kişi o boşluklan dolduruyor. Is- tanbul'da yaptığım çalışma da işte bu- nunla ilintılı. lzleyiciye, boşluklan dol- durma özgürlüğünü yaşatmak istedim. - Kültürei farkhhklar, işitme engelin- den daha büyük bir engel oluşturabüryor mu kimi zaman? Amerika'dan söz edecek olursak; işit- me engellilenn kendine özgü bir kültürü (Deaf Culture) var, yani kendi dilimiz, şi- irimiz, riyatromuz gibi... Işaret dilimiz aslında kolay görünüyor ama çok zor; tn- gilizceden çok farklı sözdizimsel olarak. Japoncaya benziyor. Uluslararası bir ışa- ret dili olmaması, işitme engelliler arasın- da da 'küitüreT farİdar doğuruyor. Bir de benim gibi konusabilen işitme engelliler ve hiç konuşamayanlar var. Farkhlıklan- mızla vanz zaten. Çok kapsamlı bir so- run bu. genelleme yapmak istemem. - 'Dil, dünyamızın sınırlannı belirli- yor' mu gerçekten de? Aydınlanmacı düşünürler insanı insan kılanın dil olduğuna inanıyorlardı... Oy- sa Candillac'ın çok ince esprili bir sözü var; "Oyleyse Descartes sa^r doğmuş ol- saydı, dört ayak üzerinde yüriiyecektT diyor... Konuşma dili elbette çok önemli ama vücut dili de insanlar arasrnda ileti- şim kurmamn çok önemli yollanndan bi- risi. Aynca bence insanlann düşüncele- rini paylaşma biçimleri, genelde dilin öte- sine geçiyor. Ilen'şim kurmanın çok fark- lı 'dilleri' var. YAZI ODASI SELİM İLERİ Giden Sonbahar Mehmet Rauf daha 'eylûl' ayında sonbahann çı- kageldiğini görür. Oysa eylül Istanbul'da çoğu kez yazdır. Romancı belki de eytülde görmek istemiştir son- bahan. Mevsim değişmeye koyulur; Boğaziçi'nde deniz büsbütün hırçınlaşın renklere bir kesinliktir ge- lir. O kadar etkileyici yaz aşkı da bitmek üzeredir. Nice zaman var ki Ağustos adlı bir roman yaz- mak isterim. Ben sonbahan daha ağustos sonun- da görenlerdenim. Ağustos ortaladı mı, yazın sıca- ğı bence ısırganlaşır. Yakıp ürpertir o sıcak. Bir iki yıldır duygulanm karmaşıklaştı: Hem ağus- tos sonunda yaz bitti gibime geliyor hem de yaz ka- sım sonuna kadar sürsün istiyorum. Uzun, çok uzun birpastırmayazı... Pastırma yazı: Türkçe'nin en sevdiğim sözlerin- den biri! Bu yıl sonbahann erken gelişine handiyse adım adım tanıklık ettim. Hep bir roman adı geçti aklım- dan: Erken Gelen Sonbahar. Bir çeviri roman; yir- mi beş otuz yıl önce yayımlanmıştı. Bir türlü edinip okuyamamıştım. Sonra bir daha da basılmadı. Neden erken gelmişti sonbahar? Ki- min hayatında, kimlerin hayatında öyle birdenbire yaprakdökümü başlamıştı? Bilmiyorum. Bugün de merak ederim. Okusaydım, okuyabilseydhn, güzel bir roman okumuş olacağıma inanır dururum. Başka roman adları da var: Bir Kadının Sonba- han, Sonbahar Gülleh... llki Semih Lutfi Kitabevi'nin 1930'lardaki verım- lerinden, çeviri. Ikincısi, yanılmıyorsam Andr'e Ma- urois'nın eseridir. Gerçi her ikisini de okumadım, ama adlan hep çekici geldi. Sonbahar; romanlarda, öykülerde, filmlerde, şar- kılarda hep bir hüzün mevsimi olarak geçer. Hüzünden tat alıyorsanız sonbahan da seversi- niz. Günlerce, her akşamüstü balkonda oturdum. Her gece balkona çıktım. Bahçeleri günbatımında ve sonbahar gecesi karanhğında izlemeye çalış- tım. Sonbahar gecesi karanlığı dedim, ama yağmur- suz gecelerde bazen ayışığına büründü bahçeler, bazen ay bulutlara sarınmıştı. Sarmaşıklann alacalanydı en çok etkileyen: Ye- şertileri usul usul kızardı, kıpkızıl kesildi. Sonra sa- n, kahverengi, boz... Öyle oldu ki birkaç gün, bu sar- maşıklar hem yeşil, hem ateş rengı, hem limon sa- nsı, hem boz, hem kahverengıydı. Direnen o yeşil yapraklara baktıkça ünlü "Son Yaprak" öyküsünü hatıriadım. Bir ağacımız var, adını bilmiyorum, eylül gelince birdenbire bütün yapraklan -yoksa çiçek mi açıyor?- tozpembe kesiyor. Bu mevsim yağmuriar tozpem- be güzelim çiçekleri paldır küldür döktü. Ekimle birlikte ağaç çıplak kaldı. Güneşli akşamüstleri kedıleryine kıvnlıp uyuyor- lardı. Kediler şimdi bahçeden bahçeye çabuk ça- buk gidiyoriar, derken ortadan kayboluyorlar. Serçelerin ötüşmeleri hâlâ yerli yerinde. Onlar sonbahar gelmemiş, gelip geçmemiş gibi davranı- yortar. Birkaç gün öncesi balkpn faslını kapattım. Artık iyice senn. Şöyte bir çıktpbakıyorum, o kadar. Sar- maşıklann bütün yaprakları döküldü diyebilirim. In- cirter yapraklı, uzaktaki ıhlamur her rüzgâr esişin- de sararmış yapraklarını savuruyor, iğneyapraklı çamlar kendi içlerine kapandılar. Balkonda fesleğen beyaz çiçekleraçtı, beyaz çi- çekler ölümü fesleğenın. Açalya kıpkırmızı çiçekli. Sardunyalann yapraklan sararıyor ve sardunyalar birden bire fasulye sınğı gibi uzamaya koyuldular. Balkondaki karıncalar da ortada yoklar, sanınm yuvalarına çekildiler. Güneşli günler olursa, belki yine ortalığı kolaçan ederler. Giden sonbahan belleğımde canlandınyorum: Yapraklann çılgın alacalannı, ayışıklı ya da yıldızlı ge- celeri, açık pencereleri, tozpembe çiçekleri. Hepsi kısacık sürdü. Yazbitmeseydi... Hiç olmazsa sonbahar azıcık daha uzun sürsey- di... Takvimde İz Bırakan: "Opera ile Güneş sinemasında tanıştım. Nelson Eddy ve Janet Macdonald çiftinin en az beş fil- mini izledim. Ne kadar güzel sesleri vardı bu iki sa- natçının. Daha sonra onlann yerini Mario Lanza al- dı. Onun Büyük Carusso filmi, operayı herkese sevdirmişti." Uğur Ersoy, Bir Zamanlar Mersin'de, Evrim Yayınevi, 1997. BUGUN • CRR'de saat 19.30'da. Alvaro Pierri'nin "Gitar Resitali" ızlenebilir. • İDOB AKM Büyük Salon'da saat 20.00'de "Carmen" Operası izlenebilir. • ELEŞTtRI KİTABEVİ ve Kültür Merkezi etkinlikleri kapsamında Ali Candaş, Vural Yıldınm, Veli Sapaz, Basri Erdem'in karma resim sergisi izlenebilir. • BELGESELStNEM4CILARDERNEĞt "Aylık Belgesel Film Göstenmleri" kapsamında saat 14.00-15.00-16.00-17.00-18.00'deM.S.Ü. STM'nin düzenlediği 100. Yılda Türk Sineması belgeseli izlenebilir. • ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat 18.30'da yönetmenliğini Vv'im Wenders'ın yaptığı "Givsiler ve Kentler Üzerine" adlı film izlenebilir. 'Hamam, Gkceyartsı EkspresVne alternatifdeğil 9 I^nhîîr C4M/Î0Î —Tıir^ cinAmocinın cif*r\r> m rlîl uo tıclnl'Mi Lraıl/tıvno rvi'IÎDronc •3l>ıı~QL r A-ı 1 antı L"jhr^TnonİQTi;arQfmal' ftiHıimımı Zeki Demirkubuz, Ali Hakan ve Ferzan Özpetek sinetna üzerine konuştular. (UĞUR DEMtR) Kültür Servisi -Türk sinemasının genç yönetmenlerinden FerzanOzpetekve Ze- IdDemirkubuz, Ali Hakan'ın yönetimin- de dün Beyoğlu Sineması'nda yapılan bir söyleşi ile bir araya geldi. Artık sinemaya ulaşabildiğini ve ya- pabildiğini belirten Demirkubuz, bunun tam anlamıyla kendini tatmin etmediği- ni, insanın kendisine söz hakkı vererek bir film çekmesinin özellikle Türkiye'de ya- pılabilmesinin önemine değindi. Demir- kubuz, sinemanın sokaktaki tinerci ço- cuklara, doğudaki insanlara ya da faili meçhul cinayetlere kurban giden insan- lara bir şey ifade etmediği kanısında. Se- kiz yıl asistanlık yaptığı Yeşilçam'ın ar- tık kendisi için fazla bir değer taşımadı- ğını, bu güne kadar büyük bir çaba ve memnuniyetle sürdürdüğü asistanlığın bile televizyonlara peşkeş çekildiğini, farklı bir zemine indirgendiğini ifade eden Demirkubuz, bu durumdan dolayı çok hoşnutsuz olduğunuda dile getirdi. "Han- gi dil ve üslubu kendime referans alarak füm cekebibrim dive bakbğım zaman şu- nu gftrdüm; önümdehiçbirşey)«k. İki fitan- de de ne düşünsei ne estetik, ne dil. ne de prodükshon anlamında bana öğretilen hiçbir şey olmadan kendi el yordamımla ve kendi becerimlerimle bu filmleri çek- tiğjmi gördüm." Sinemanın çocuksu bir istek ve içgü- düden yola çıktığını söyleyen Demirku- buz, kendi filminin de buna denk düştü- ğünü ifade ediyor. Her şeyin hayal kur- makla birlikte başladığını söyleyen De- mirkubuz için sinemanın asıl büyüsü bu: "Sinema insana hayalettirmevi en açık bi- çimde göstermesrvle açıklanabilir. Türk si- nemasının büyüsünün de buradan geldi- ğini düşünüyorum. Önemli olan bize da- yaülanın ne olduğu değildir. Bizim bunun karşısmda nasıl konumlandığımız ve na- sıl ele aküğımızdır." Demirkubuz aynca 'Masumiyet'ı çekmeye karar verdiğı za- man ilk yapmak istediğinin kahraman de- ğil, antı kahramanlaryaratmak olduğunu da sözlenne ekledı. Ferzan Özpetek ise *'Hamam"ı 'Ge- ce>> ansı Ekspresi'filmininetkisini silmek amacıyla yapmadığını vurguladı. Çocuk- luğundan bu yana melodrama çok merak- lı olduğunu söyleyen Özpetek, kendi sey- retmeyi istediğı filmleri yapmayı amaç- ladığını belirtti. "Hamam'ıj'aparkença- hşügun Türksinemacılan çok üsriin ve ba- şanlrv dılar. Türk sinemasını üstün görü- yorum. Venedik Rlm Festhali'nde Masu- mhet'i gördükten sonra Zeki Demirku- buz'a hayranhk duydum. Türk sinema- suıa çok olunılu bakıyorum. Bu belki de Türk sinemasının kötü yanlaruu tanıma- ma bağü." Filmdekı folklonk yapıyla ilgılı bir ta- kım eleştırilere "Folİdorik bir şejr yap- mak Lstesevdim Topkapı Sarayı'na ya da Kapalıçarşı'\a giderdim'" yanıtını veren Özpetek, mesaj verme gibi bir kaygı da taşımadığını sözlenne ekledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle