Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 28 EKİM 1997 SALI
10 KULTUR
PORTAL DtKMEN GÜRÜN
Wflsoır>
dan 'Hamlet., Bir Monolog'Hemen her oyuncunun, her
yönetmenin tutkusudur bir gün
Hamlet'le buluşmak. Bu
buluşmalann kimi derin izler bırakır
izleyıcinm üzerinde, kimi de
rüzgârda savrulur gider. Robert
Wilson'ın Hamlet'le buluşması
birinci gruba giren bir çalışma. tlk
kez 1995'te seyirci karşısına çıkan
"Hamlet, Bir Monolog", bir
mücevher parçası gibi yılda birkaç
kez çıkıyor kutusundan. Sanatçının
kendi saptadığı tarihlerde. en fazla 3
kentte 3 ya da 4 kez gösteriliyor.
Çağımız tiyatrosuna imzasını atanlar
arasında adı öncelikle anılanlardan
biri olan Robert Wilson'ı oyuncu
yönüyle de izleyebilmek bir şans.
VVilson, oyunculuk sınınnı sıkça
zorlayan bir sanatçı değil. Aynca,
oyunculuğa yaklaşımı da oldukça
farklı. Sanki ışık. hareket, ses ve
sözle çizilmiş olan resimlen
anlatıyor. Sanatçı, "Hamlet, Bir
Monolog"u daha önce "Parzrval"de
ve Heiner Mûller'in "Hamlet
Makinesi"nı sahneye koyarken
birlikte çahştığı dramaturg Wolfgang
Wiens'le kaleme almış. "Hamlet, Bir
Monolog" 15 sahneden oluşuyor.
Wilson, bir sahne tasanmcısı olarak
yaptığı çizimlerle bu 15 sahneyi
şöyle sıralıyor program dergisinde.
"Ö»üm Uyİaısu", "Sen Bir Ruh
musun?", "En Korkunç Cinayet",
"Omı Deiilikie İtham Ederim",
"Manastıra Kapan". "Olmak Ya da
Olmamak". "Hecuba İçin", "Sözsüz
O>nn", "Fare Kapanı", "Şimdi
Yapabilirdim", "Anne! Anne!
Anne!", "Bir Hiç Uğnına", "Ah
Zavallı Yorick", *Ah, Alçaklık!
Öföm", "Şu Zalim Mübaşir."
Wilson'ın çızimlerinden de
anlaşılacağı gibi oyunda olaylann
akışından çok, bu olaylara dışandan
bakan bir ınsanın düşünce akışı öne
çıkıyor. Hamlet. kimi zaman Ofelya
oluyor. kimi zaman Polonius,
Laertes, Cladius ya da Gertrude.
Kendisiyle ve kimliğine büründüğü
kişılerle hesaplaşırken hep o biçimsel
ve mesafeli tavn koruyor. Bu denli
soğukkanlı bir yüzleşme ve farklı
düzlemlerde kurulan ilişkilerin,
düşünce baglammda aktanmı
•'Hamlet, Bir Monolog"a ayru
zamanda soluk alıp veren bir resim
olarak yaklaşmak gereğini de ortaya
koyuyor. Zaten sanatçının
konseptmın bu olduğunu da
çizimlerinden/metinden yakalamak
mümkün. Bu çizimlerde oyun kişileri
arasında oluşturduğu dikey
bağlantılar. onlann kişisel
tarihçelerine yönelirken; Gertrude,
Hamlet ve Ofelya'nın oluşturduğu
yatay çizgi, diğer yaşamlarla kesişme
noktalannı belirliyor. Bir sûre önce
yine bu sütunda DUO'yu (*)
incelerken yazann ürettiği (metin) ile
oyuncunun (oyun) ürettiği arasındaki
etkileşımin, iki farklı "ifade"
bıçimınin, iki farklı dışavurumun
buluşmasından söz etmiş ve kitabın
hem bir tıyatro mekânı olarak hem de
kendı karakteristiği içınde
kullanıldığına değinmiştim. Burada
da sahne hem kendi karakteristiği
içinde kullanılıyor hem de sanatçının
sayfalannı özgürce çevirdiği bir
kitaba dönüşüyor. "Hamlet-"
başladığında, alaca karanlık
sahnenın ortasında taşlardan oluşan
bir tepe çeker dikkatleri. Taşlann
görüntüsü kitaplan anımsatır.
Wilson, kitaplan, çalışması için bir
malzeme olarak gördüğünü bu alaca
karanlık resımle de vurgulamaktadır
sankı. Resimde, Hamlet butepenin
üzerinde, ölümcül yarası ıle yığılıp
kaldığı noktadadır. Sahne gerisinde
tüm alanı kaplayan pano. birdenbire
mavinin çeşitlı tonlanyla yıkanır.
Gıderek sahnede sanki bir ufuk
çizgisi belirlenir. Seyirci ile sahneyi
ayıran bir çızgidir bu. Aynı zamanda
da mekânda ve zamanda başlayacak
olan gezintinın simgesidir. Belleğin
yolculuğudur.
Ölümden yaşama. bugünden düne,
aydmlıktan karanlığa uzanan anlamlı
bir yolculuk. Hamlet'in yaşamının
son saniyelerinde geçmişe dönüşüyle
başlar oyun. "Zamanım olsaydı..
zamanım olsaydi- zamanım olsaydı_"
Bu genye dönüş, bu bellek tazeleme
sürecınde isimler ve bellek, dil ve
bellek arasındaki ilişki, oyundaki
biçimsellikle sözlerin altında yatan
duyarlılık arasında gerekli bağı kurar.
Kısa. kesik cümlelerle vurgulanan
resimler, düşüncelerin akışı üzerine
yoğunlaşır "Hain kraiiçe, elveda!",
"Seni izliyorum_." "Annemi
iriiyorum!", "Zehiri iç!" "Yapamam-
kral, kral suçludur", "Cinayet!
Kapılan (dlitkyin." "Anne! Anne!
Anne!", "Anne, babama çok acı
çektirdin_." "Anne" Hamlet'in geriye
dönüşlerinde, düşlerinde çok güçlü
bir motif olarak yerini muhafaza
ederken sandıktan çıkarttığı
annesinin geceliği, Cladius'un tacı,
Polonius'un ayakkabılan, Laertes'in
pelenni ya da Rosencrantz ve
Guildestern'ın elbiseleri ve
Ofelya'nın beyaz giysisi, her
sahnedeki "nasıl" sorusunu yanıtlar.
Ölüm gözlerinin önünde belirir.
Çakan şimşekler, panonun üzerine
yıldınm hızıyla düşen can alıcı
renkler, metalik sesler, gök
gürültüleri düello sahnesinin belki de
bugüne kadar görülen en çarpıcı
• Robert Wilson,
Wolfgang Wiens ve Hans
Peter Kuhn ile birlikte
kotardığı "Hamlet, Bir
Monolog"da bu büyük
sanat yapıtını kendi
dünyasına, kendi düşlerine
özgü nitelikler taşıyan bir
incelikle işlemiş. Bu
sıradışı çahşmanın
temelinde düşünceler,
düşler, bellek birbiri içinde
eriyor. Wilson tiyatrosuna
özgü imgeler, ışık ve müzik
sözlerle kaynaşıyor ve
onun "formal" olarak
nitelendirdiği tiyatro
anlayışındaki bitmez
tükenmez zenginlikleri bir
kez daha ortaya koyuyor.
m
yorumudur. Ve sessizlik. Ofelya'nın
giysisi içinde ona yazdığı aşk
mektubunu bulur. Ve "kanlı, insanhk
dışu doğaya aykın eylemler" ve kendi
"yarah benliği
T
' yüzünden çaresiz
ölür... "Zamanım olsaydı_. İst tarafi
sessiz bir dünya."
Robert Wilson, VVolfgang Wiens ve
Hans Peter Kuhn ile birlikte
kotardığı "Hamlet, Bir Monotog"da
bu büyük sanat yapıtını kendi
dünyasına, kendi düşlerine özgü
nitelikler taşıyan bir incelikle işlemiş.
Bu sıradışı çahşmanın temelinde
düşünceler, düşler, bellek birbiri
içinde eriyor. Wilson tiyatrosuna
özgü imgeler, ışık ve müzik sözlerle
kaynaşıyor ve onun "formal" olarak
nitelendirdiği tiyatro anlayışındaki
bitmez tükenmez zenginlikleri bir
kez daha ortaya koyuyor.
* "DUO Üstûne Düşünceier", 12
Martl997
Grigely, işitme engelini farklı bir iletişim biçimine dönüştürüyor
Sessiz bir muhabbetAHUANTMEN
"Başlangıçta mutlak sessizliğin hû-
kim olduğu bir dünyaya ahşmak zordu.
İnsanlann konuştuklannı açık biçimde
görûyordum ama kelimeler eksikti..."
5. Uluslararası Istanbul Bienah'ne ka-
tılan sanatçılardan bıri de işitme engeli-
ni bir iletişim bıçımme dönüştüren Ame-
rikalı sanatçı Joseph Grigely. Sessizliğin
ötesinde; yoğun bir iletişim ağıyla çevri-
li 'gürültiilü" bir yaşamı var sanatçının.
Yaptığı işın temelinı, 'konuşmak' oluştu-
ruyor. Darphane'de izleyiciyi-okuru bek-
leyen masası, ışte bu konuşmalardan der-
lenmiş kesitlerle dolu. Kâğıt parçacıkla-
nna yazılmış notlar-konuşmalar. Gngely,
yaşamındaki 'eksik kelimeleri' yazıyla
dolduruyor. Karşılaşmış olduğu yüzler-
ce ınsan ıle arasındaki konuşmalarda.
günlük yaşamdan anlar, özel ilişkilerden
kesitler okuyoruz. Grigely ise yazarak
değil. konuşarak yanıt veriyor. "Sağır
doğmadığım için konuşmayı öğrenebü-
dün." Dolayısıyla, onun 'sesi' eksik bu not-
larda. Okur bir anlamda, sanatçının ya-
şadığını yaşıyor. tki insan arasındaki ile-
tişim sürecınde taraflardan birini duyamı-
yoruz. Türkçede hem işitmek, hem his-
setmek anlamında kullandığımız 'duy-
mak' fiilini kullanmalıyız Gngely"den
söz ederken... Söyleşı için Darphane'de
buluştuğumuzda, "Gel" dedi, "Şu köşe-
ye gideHm. orası daha sessiz." Espri mı
yapıyordu bilmiyorum. Sesini kullanı-
yordu ama gerçekte vücut diliyle konu-
şuyordu. K.ulağının arkasına sıkıştırdığı
kalemi uzattı, defterini çıkardı ve söyle-
şimiz başladı.
- Yapmannız iletişimde. dilde odakla-
nıyor. Yazryla kurulan bu iletişim, kuşku-
suz\asammEboyunca 'konuşabilmek' için
knllandığınr/ bir yöntem obnaİLBunusa-
nat çerçevesinde değeriendirroeniz nasıl
oMu?
Öncelen yalnızca fotoğraf çekiyor ve
heykel yapıyordum, ama bunlar beni ye-
terince tatmin etmiyordu, sanatm tarihsel
sürecıne küçük eklemeler yapıyor gibi
hissediyordum kendimi. Oysa sanat yo-
luyla asıl başarmak istediğim, insanlan
daha önce hiç görmedikleri bir yere gö-
türebilmekti... Ama ne yapmalıydı? Rast-
lantısal bir başlangıç oldu. Işiten bir ar-
kadaşımla yemek yıyorduk, sohbet ede-
bilmek için kâğıda kaleme sanldık. O gü-
ne dek 25 yıldır sohbet eönek için kul-
landığım bir yöntemdi bu ama sananm için
bir malzeme oluşturabileceği hiç aklıma
gelmemiştı. Sonradan o notlan okudu-
ğumda bunun aslında çok özel bir ileti-
şim yolu olduğunu farkettım.
- İletişim kurma arzusu her türlü enge-
li aşabiliyor mu?
Insanlar iletişim kurmak istediklenn-
de aralanndakı her türlü farklılığın üste-
sinden gelebiliyorlar. Gezginlik yaptığım
sırada Avusturya'dan geçmiştim ve tek
kelime tngilizce bilmeyen bir adamın
evinde kalmıştım. Ben de tek kelime Al-
manca bilmiyorum ama tek tük sözcük-
lerle, resimlerle, işaretleTİe iletişim kura-
bildik. Zaten iki insan aynı dili konuşsa
da yanlış anlaşılmalardan sıynlamıyor
kı... Ama onlar da ınsana bir şey öğreti-
yor. Benım durumum açısından iletişim
sorunsalma yaklaşırsak; ben sağır olma-
nın nasıl bir şey olduğunu biliyorum ama
işiten bir kişi bilmiyor. Dolayısıyla benim-
le ılk kez konuşan birisi, kendisine çok
yabancı bir deneyim yaşıyor. Çünkü be-
nımle anlaşabilmek için iletişim biçimi-
nı değiştiriyor, konuşmak yerine yazıyor.
-Çakşmaiannızın belki de en ilguıç >*-
m, gündelik yaşamın öykülere, sıradan
konuşmaların adeta bir tûr 'edebiyat'a dö-
nüşmesL.
Şiir kuramlannın tarihine baktığımız-
da, sözgelimi Hugo Ball'un şiirin günde-
lik dilin kendisı haline geldiğine dair dü-
şünceleriyle karşılaşıyoruz, oysa şiir ge-
nelde kendinı hep gündeliğin dışında tut-
maya. 'özd' olmaya çahşmışur. Ama ben-
ce gündelik yaşamın da kendine özgü bir
değeri var. Konuşurken bölük pörçük ko-
nuşuyoruz, boşlukiar bırakıyoruz. Bizi
dinleyen kişi o boşluklan dolduruyor. Is-
tanbul'da yaptığım çalışma da işte bu-
nunla ilintılı. lzleyiciye, boşluklan dol-
durma özgürlüğünü yaşatmak istedim.
- Kültürei farkhhklar, işitme engelin-
den daha büyük bir engel oluşturabüryor
mu kimi zaman?
Amerika'dan söz edecek olursak; işit-
me engellilenn kendine özgü bir kültürü
(Deaf Culture) var, yani kendi dilimiz, şi-
irimiz, riyatromuz gibi... Işaret dilimiz
aslında kolay görünüyor ama çok zor; tn-
gilizceden çok farklı sözdizimsel olarak.
Japoncaya benziyor. Uluslararası bir ışa-
ret dili olmaması, işitme engelliler arasın-
da da 'küitüreT farİdar doğuruyor. Bir de
benim gibi konusabilen işitme engelliler
ve hiç konuşamayanlar var. Farkhlıklan-
mızla vanz zaten. Çok kapsamlı bir so-
run bu. genelleme yapmak istemem.
- 'Dil, dünyamızın sınırlannı belirli-
yor' mu gerçekten de?
Aydınlanmacı düşünürler insanı insan
kılanın dil olduğuna inanıyorlardı... Oy-
sa Candillac'ın çok ince esprili bir sözü
var; "Oyleyse Descartes sa^r doğmuş ol-
saydı, dört ayak üzerinde yüriiyecektT
diyor... Konuşma dili elbette çok önemli
ama vücut dili de insanlar arasrnda ileti-
şim kurmamn çok önemli yollanndan bi-
risi. Aynca bence insanlann düşüncele-
rini paylaşma biçimleri, genelde dilin öte-
sine geçiyor. Ilen'şim kurmanın çok fark-
lı 'dilleri' var.
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Giden Sonbahar
Mehmet Rauf daha 'eylûl' ayında sonbahann çı-
kageldiğini görür. Oysa eylül Istanbul'da çoğu kez
yazdır.
Romancı belki de eytülde görmek istemiştir son-
bahan. Mevsim değişmeye koyulur; Boğaziçi'nde
deniz büsbütün hırçınlaşın renklere bir kesinliktir ge-
lir. O kadar etkileyici yaz aşkı da bitmek üzeredir.
Nice zaman var ki Ağustos adlı bir roman yaz-
mak isterim. Ben sonbahan daha ağustos sonun-
da görenlerdenim. Ağustos ortaladı mı, yazın sıca-
ğı bence ısırganlaşır. Yakıp ürpertir o sıcak.
Bir iki yıldır duygulanm karmaşıklaştı: Hem ağus-
tos sonunda yaz bitti gibime geliyor hem de yaz ka-
sım sonuna kadar sürsün istiyorum. Uzun, çok uzun
birpastırmayazı...
Pastırma yazı: Türkçe'nin en sevdiğim sözlerin-
den biri!
Bu yıl sonbahann erken gelişine handiyse adım
adım tanıklık ettim. Hep bir roman adı geçti aklım-
dan: Erken Gelen Sonbahar. Bir çeviri roman; yir-
mi beş otuz yıl önce yayımlanmıştı.
Bir türlü edinip okuyamamıştım. Sonra bir daha
da basılmadı. Neden erken gelmişti sonbahar? Ki-
min hayatında, kimlerin hayatında öyle birdenbire
yaprakdökümü başlamıştı? Bilmiyorum. Bugün de
merak ederim. Okusaydım, okuyabilseydhn, güzel
bir roman okumuş olacağıma inanır dururum.
Başka roman adları da var: Bir Kadının Sonba-
han, Sonbahar Gülleh...
llki Semih Lutfi Kitabevi'nin 1930'lardaki verım-
lerinden, çeviri. Ikincısi, yanılmıyorsam Andr'e Ma-
urois'nın eseridir. Gerçi her ikisini de okumadım,
ama adlan hep çekici geldi.
Sonbahar; romanlarda, öykülerde, filmlerde, şar-
kılarda hep bir hüzün mevsimi olarak geçer.
Hüzünden tat alıyorsanız sonbahan da seversi-
niz. Günlerce, her akşamüstü balkonda oturdum.
Her gece balkona çıktım. Bahçeleri günbatımında
ve sonbahar gecesi karanhğında izlemeye çalış-
tım.
Sonbahar gecesi karanlığı dedim, ama yağmur-
suz gecelerde bazen ayışığına büründü bahçeler,
bazen ay bulutlara sarınmıştı.
Sarmaşıklann alacalanydı en çok etkileyen: Ye-
şertileri usul usul kızardı, kıpkızıl kesildi. Sonra sa-
n, kahverengi, boz... Öyle oldu ki birkaç gün, bu sar-
maşıklar hem yeşil, hem ateş rengı, hem limon sa-
nsı, hem boz, hem kahverengıydı. Direnen o yeşil
yapraklara baktıkça ünlü "Son Yaprak" öyküsünü
hatıriadım.
Bir ağacımız var, adını bilmiyorum, eylül gelince
birdenbire bütün yapraklan -yoksa çiçek mi açıyor?-
tozpembe kesiyor. Bu mevsim yağmuriar tozpem-
be güzelim çiçekleri paldır küldür döktü. Ekimle
birlikte ağaç çıplak kaldı.
Güneşli akşamüstleri kedıleryine kıvnlıp uyuyor-
lardı. Kediler şimdi bahçeden bahçeye çabuk ça-
buk gidiyoriar, derken ortadan kayboluyorlar.
Serçelerin ötüşmeleri hâlâ yerli yerinde. Onlar
sonbahar gelmemiş, gelip geçmemiş gibi davranı-
yortar.
Birkaç gün öncesi balkpn faslını kapattım. Artık
iyice senn. Şöyte bir çıktpbakıyorum, o kadar. Sar-
maşıklann bütün yaprakları döküldü diyebilirim. In-
cirter yapraklı, uzaktaki ıhlamur her rüzgâr esişin-
de sararmış yapraklarını savuruyor, iğneyapraklı
çamlar kendi içlerine kapandılar.
Balkonda fesleğen beyaz çiçekleraçtı, beyaz çi-
çekler ölümü fesleğenın. Açalya kıpkırmızı çiçekli.
Sardunyalann yapraklan sararıyor ve sardunyalar
birden bire fasulye sınğı gibi uzamaya koyuldular.
Balkondaki karıncalar da ortada yoklar, sanınm
yuvalarına çekildiler. Güneşli günler olursa, belki
yine ortalığı kolaçan ederler.
Giden sonbahan belleğımde canlandınyorum:
Yapraklann çılgın alacalannı, ayışıklı ya da yıldızlı ge-
celeri, açık pencereleri, tozpembe çiçekleri. Hepsi
kısacık sürdü.
Yazbitmeseydi...
Hiç olmazsa sonbahar azıcık daha uzun sürsey-
di...
Takvimde İz Bırakan:
"Opera ile Güneş sinemasında tanıştım. Nelson
Eddy ve Janet Macdonald çiftinin en az beş fil-
mini izledim. Ne kadar güzel sesleri vardı bu iki sa-
natçının. Daha sonra onlann yerini Mario Lanza al-
dı. Onun Büyük Carusso filmi, operayı herkese
sevdirmişti." Uğur Ersoy, Bir Zamanlar Mersin'de,
Evrim Yayınevi, 1997.
BUGUN
• CRR'de saat 19.30'da. Alvaro Pierri'nin "Gitar
Resitali" ızlenebilir.
• İDOB AKM Büyük Salon'da saat 20.00'de
"Carmen" Operası izlenebilir.
• ELEŞTtRI KİTABEVİ ve Kültür Merkezi
etkinlikleri kapsamında Ali Candaş, Vural Yıldınm,
Veli Sapaz, Basri Erdem'in karma resim sergisi
izlenebilir.
• BELGESELStNEM4CILARDERNEĞt "Aylık
Belgesel Film Göstenmleri" kapsamında saat
14.00-15.00-16.00-17.00-18.00'deM.S.Ü. STM'nin
düzenlediği 100. Yılda Türk Sineması belgeseli
izlenebilir.
• ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ'nde saat
18.30'da yönetmenliğini Vv'im Wenders'ın yaptığı
"Givsiler ve Kentler Üzerine" adlı film izlenebilir.
'Hamam, Gkceyartsı EkspresVne alternatifdeğil
9
I^nhîîr C4M/Î0Î —Tıir^ cinAmocinın cif*r\r> m rlîl uo tıclnl'Mi Lraıl/tıvno rvi'IÎDronc •3l>ıı~QL
r
A-ı 1 antı L"jhr^TnonİQTi;arQfmal' ftiHıimımı
Zeki Demirkubuz, Ali Hakan ve Ferzan Özpetek sinetna üzerine konuştular. (UĞUR DEMtR)
Kültür Servisi -Türk sinemasının genç
yönetmenlerinden FerzanOzpetekve Ze-
IdDemirkubuz, Ali Hakan'ın yönetimin-
de dün Beyoğlu Sineması'nda yapılan bir
söyleşi ile bir araya geldi.
Artık sinemaya ulaşabildiğini ve ya-
pabildiğini belirten Demirkubuz, bunun
tam anlamıyla kendini tatmin etmediği-
ni, insanın kendisine söz hakkı vererek bir
film çekmesinin özellikle Türkiye'de ya-
pılabilmesinin önemine değindi. Demir-
kubuz, sinemanın sokaktaki tinerci ço-
cuklara, doğudaki insanlara ya da faili
meçhul cinayetlere kurban giden insan-
lara bir şey ifade etmediği kanısında. Se-
kiz yıl asistanlık yaptığı Yeşilçam'ın ar-
tık kendisi için fazla bir değer taşımadı-
ğını, bu güne kadar büyük bir çaba ve
memnuniyetle sürdürdüğü asistanlığın
bile televizyonlara peşkeş çekildiğini,
farklı bir zemine indirgendiğini ifade eden
Demirkubuz, bu durumdan dolayı çok
hoşnutsuz olduğunuda dile getirdi. "Han-
gi dil ve üslubu kendime referans alarak
füm cekebibrim dive bakbğım zaman şu-
nu gftrdüm; önümdehiçbirşey)«k. İki fitan-
de de ne düşünsei ne estetik, ne dil. ne de
prodükshon anlamında bana öğretilen
hiçbir şey olmadan kendi el yordamımla
ve kendi becerimlerimle bu filmleri çek-
tiğjmi gördüm."
Sinemanın çocuksu bir istek ve içgü-
düden yola çıktığını söyleyen Demirku-
buz, kendi filminin de buna denk düştü-
ğünü ifade ediyor. Her şeyin hayal kur-
makla birlikte başladığını söyleyen De-
mirkubuz için sinemanın asıl büyüsü bu:
"Sinema insana hayalettirmevi en açık bi-
çimde göstermesrvle açıklanabilir. Türk si-
nemasının büyüsünün de buradan geldi-
ğini düşünüyorum. Önemli olan bize da-
yaülanın ne olduğu değildir. Bizim bunun
karşısmda nasıl konumlandığımız ve na-
sıl ele aküğımızdır." Demirkubuz aynca
'Masumiyet'ı çekmeye karar verdiğı za-
man ilk yapmak istediğinin kahraman de-
ğil, antı kahramanlaryaratmak olduğunu
da sözlenne ekledı.
Ferzan Özpetek ise *'Hamam"ı 'Ge-
ce>>
ansı Ekspresi'filmininetkisini silmek
amacıyla yapmadığını vurguladı. Çocuk-
luğundan bu yana melodrama çok merak-
lı olduğunu söyleyen Özpetek, kendi sey-
retmeyi istediğı filmleri yapmayı amaç-
ladığını belirtti. "Hamam'ıj'aparkença-
hşügun Türksinemacılan çok üsriin ve ba-
şanlrv dılar. Türk sinemasını üstün görü-
yorum. Venedik Rlm Festhali'nde Masu-
mhet'i gördükten sonra Zeki Demirku-
buz'a hayranhk duydum. Türk sinema-
suıa çok olunılu bakıyorum. Bu belki de
Türk sinemasının kötü yanlaruu tanıma-
ma bağü."
Filmdekı folklonk yapıyla ilgılı bir ta-
kım eleştırilere "Folİdorik bir şejr
yap-
mak Lstesevdim Topkapı Sarayı'na ya da
Kapalıçarşı'\a giderdim'" yanıtını veren
Özpetek, mesaj verme gibi bir kaygı da
taşımadığını sözlenne ekledi.