Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 MAYIS 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
CRAM0F0N İĞNESİ SELtM İLERt
Edip Cansever bize söylemiş miydi?GüJ DönüyorAvcumda'nın arka kapa-
gında "Bu kitapta 1986yüın Mayısı'nda
yitirdiğimiz Edip Cansever'in dergiler-
de kalan son şiirleri. iistünde çalış-
makta olduğu "İki Ada' adlı uzun şiiri-
nin bitmiş böliimleri. yaşamını anlatan
yazüan („)" diye yazıyor. Gül Dönüyor
Avcumda ertesi yıl yayımlanmıştı.
1987'de.
Kapağı leylak renkli olacaktı: nerede
giin ışığı gördüyse artık. solmuş. Zaman
zaman açıp sayfaları arasında koşuşup
durdum. Bu son şiirleri daha sonraya bı-
rakmayalımdiyedüşündüm.Henüzoku-
yamadığımızşiirlerkalmışsabirşairden.
ölümünü birgerçeklik sayamazsınız.
Şimdi Edip Cansever'i hatırlamaya ça-
lışıyorum:
Şiirden anlamazlığım onu da geciktir-
miş olmalı okumalanmda. Belki de yan-
lış bir başlangıçla tanımışımdır. Şu ola-
bilir: BehçetNeeatigiliçin yazdıklan dış-
ta tutulursa, çağdaş şairlerimize ennçsiz
yaklaşımlarla eğilmiş Mehmet Kap-
lan'ın o talihsiz Şİir Tahlilleri'nde karşı-
laşmış olabilirim. Oysa şu da olabilir:
Her ay başı kapıştığımız Yeni Dergi'de
Edip Cansever'in çok yeni bir şiiri, benı
önceki verimlerine. önceki kilaplanna
çekmiştir. Memet Fuat'ın yıllıklannda-
ki seçme şiirlerde olabilir.
llk kitap ne Diriik Düzenlik, ne Yerçe-
kimli Karanfil. Diriik Düzenlik'i zaten
çok yıllar sonra bir sahaftan edineceğim.
llk kitap (jmutsuzlar Parkı. Artık şiir
okuyorum. Şiirden anlryor muyum. bi-
lemem. Ama şiir okumaktan gönençli-
yim. Boyuna şiir kitaplan ediniyorum.
"Umutsuzlar Parkı" şiiri de şöyle başlı-
yor:
"Biliyorsunuz parklann / Sizi çağıran
taraflan / Insanın gûli, karanlık köşele-
riyle oranlı / Orada saklanıyor onlar"...
Nerde Antigone'y i edmivorum:
"Ne çıkar siz bizi anlamazsanız da /
Evet,siz bizi anlamasanı/da ne çıkar/ Eh,
yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da."
Bu tını. bu sözcükler. bu sözdizimi et-
kisini sonralan da sürdürdii. Edip Can-
sever. sonraki kuşağın çok etkileyen bir
şairiydi. Kendisi de dönüp baktı: Ben
RuhiBey NasıinıTda yalnızlığa büsbüfün
kapanıyordu:
"(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez /
•Ama hiç kimse.)"
Okul kitabımızdaki şair
Lise sondaki Türk Dili ve Edebiyatı
kitabımız, günümüz şairlerine kadar uza-
nıyor. Cemal Siireya, Turgut Uyar ve
Edip Cansever'den söz açarken Türk şi-
irinin anılmaya deger üç 'genç' şain di-
yordu. Her üçü de o zamanlar 'usta'ydı-
lar. Sonra onlan yitirdik. Kıtabın yeni
basımlarına bakmıştım: Bilgilendirme
onanlmaksızın duruyordu.
Yine de şükran borçluyum ders kita-
bımıza. Lise sonda Edip Cansever'in şi-
irlerini daha yoğun biçimde okumaya
koyuldum. Tragedyalar. kaotik bir orta-
ma çekip götürdü. Bugiin Tragedyalar'ı
başka bir yönüyle okumayı deniyorum:
Edip Cansever'in sonraki şiirlerinin bü-
tün tohumlan orada saklı.
Sözgelimi Stepan'ı Bezik Oynayan
Kadınlar'ın CemaTine çok yakın bulu-
yorum. 'Koro'nun yakınmalan arasın-
Tr~>w oğrusu kolay, pek çabuk anlaşılır, geçimli değildi. Boşduyarlıklarla. boşyüceliklerle
m • donanmış çevremizde, fakat hep bir "şair cli. soylu bir şair. Gülerken de, kızarken de,
m t üzülürken de. Şairin Seyir Defteri'nin yazılışına tanıklık ettim. Benim için görkemli
* -^ bir yapıttır. Yalnız şiire değil, düzyazıya da olanaklar getiriyordu. Şairin kendisi
bunlann ayırdında değilmişçesine, içine kapanmış, puslara bürünmüş çalışırdı. Bazan, çok ısrar
edersek, ceplerinde sakladığı dörde, ikiye katlanmış kâğıtlardan okurdu.
daki ıkidize: "E> sizler / Yani e> otelkâ-
fipleri,e> sonsuzoteJkâfipleri.."hem Ben
Ruhi Bey Nasılım'a uzanıyor, hem Otel-
ler KentTne.
Tek bir şiriin ardında mıydı edip Can-
sever
0
Son yapıtı Oteller Kenti'nin ar-
dindan Seyyit Nezir'e anlatmış. Şiirinın
gelişıminı dile getiriyor bir bakıma:
"L'zun şiirlerimde hiçbir sorunsalı > a-
nıtlamava kalkışmam. Sorular sormaya,
bu soruları çoğaltnıava (ama vanıtsız bı-
rakma>a) çalışınm hep. Nedeni. yazdık-
ça bilmediklerime. tanımadıklarıma. da-
ha önce du» up düşünınedikJerime rast-
lanrn da ondan. Zaten insanın iç diima-
sını kesin olarak tanımlanıak demek,sal-
tık insanı yokken var etmek anlamına
gelmez mi?"
O anlatışta bir başka saptayım var ki.
Edip Canse\er"in 'uzun şiir" çalışmala-
nna ve ti'tkusuna da ışık tutuyor:
"Dünva yazınında bütün yazın türleri
iç içe geçebilivor. Bizde ise bu tutum va-
dırganıyor nedense. Bence bu karşılıklı
trafigi yadsımak. şiirimizi alışkanfıklar-
dan kurtararak çeşitlendirnıekten, onu
dünva şiirinin süreci dışında düşünmek-
ten başka hiçbir anlama gelmivor."
Edjp Cansever. şiirin ustası olduğu öl-
çüde. birokuma ustasıydı. 1968 yılında
ilk kitabım Cumartesi YalnızlığTnı -kim-
bilir ne çabalarla bulabildiğim- adresine
postalamıştım. Birdenbire tanıştık. Tek
biröyküyü beğenmişti: "Yürek Burkun-
tulan". Oteki övküleri. hele kitabın so-
nundaki Orhan Kemal taklidi övküleri
yerden yere \ urmuş, sözünü esirgeme-
miş. öyle taklit öyküler yazmayı sürdü-
riirsem, daha ılk adımda yenıleceğimi
belirtmışti. Çok gençtim. sözlerine için
için öfkelenivor. gizliden gizliye düs-
manlık güdüvordum. Taksim Gezi-
si'ndeki açıkhava. koltuk meyhanesi he-
niiz yıkılmamıştı. Orada yüksek tabure-
ler iistünde oturuvorduk. L'sta bir şairin
bıryazı amatörüyle ilgilenmesinin derin
anlamını kavrayacak bilinçtedeğildim.
*Kirli Ağustos'a kadar
Kirli Ağustos'a kadar. tam iki yıl. Edip
Cansever'e uzak durdum. Şiinni okuma-
mav a çalışıyordum. Vazdıklarımı beğen-
mcmesi. yazdıklanmı beğcnme>en her-
kes gibi. onu da benden uzaklaştırmıştı.
0>sa. Edip Cansever. "Yürek Burkun-
tuîan "nı niyc önem.sedıgini uzun uzadı-
ya anlatmış. yolumu kısaltmak istemiş,
bana yazarlığımın çizgisini göstermeye
çalışmıştı.
Derken Kirli Agustosyayımland!. Ki-
taba adını \ercn şiirde yaşadıkça >az-
mak istevebıleceğim şeylerin billurlaş-
mış bir dökönıünu bııldum:
"O da var oianın ağır ağır yokluğu /
Şurda bir giindiiz kımıldamakta"»
Sonra:
"Kirli agustos! beni ordan oraya «ötü-
ren eşya /aklınıda üç nt"> otel ya kalır / Va
kalma/ üç beş otel aklıında"...
Sonra. en vıkıcısı:
"Başka değil, vokluğu «ornıck için /
Kirliağustos! gözkapaklarımı da yaktım
sonunda."
Şimdi artık Kapalıçarşı'daki antikacı
dükkânının üst katındaki küçük çalışma
odasına geri dönebiüriz. Edip Cansever
Kirli Af ustos'u imzalamıştt. Tam çatıda
dörtgen bir pencereden gökyüzü görünü-
vordu. Kirli Ağustos'taki şiirleri çok se-
v iyordum. Edip Cansever'i çok seviyor-
dum.
Kapalıçarşı'dan birlikte çıkmış. yürü-
ye yürüye Sirkeci'ye inmiştik. Gar Lo-
kantası'nda oturmuştuk. Aylardan agus-
tos nıuydu. eylül müydü, belki ilk yaz-
dı. ama dışarda oturdugumuz kesin. So-
kağa bakan taraçada. Edip Cansever yaz-
dıklanmı yine beğenmiyordu. Bu kezde
iki savf'alık. kısacık bir öykü üzerinde
duruyor, "Annemin Sardunvalan"nın
>azdığım en iyi şey olduğunu söylüyor-
du. Pastırma İazı'ndaki "Annemin Sar-
dunv aları" Dostluklann Son Günü'ne kı-
lavuzluk edecekmiş.. "Kirli Ağustos"
şiiri de Her Gece Bodnım'a. Romanı ya-
zarken bu şiın ezbere ve soluk soluklu-
ğa okurdum. Yalnız o şiir de değil. Kir-
li Ağustos'taki bütün şiirlerde tekdüze-
liğin bungunlugu. hıçlikduygusu şiddet-
leduyumsanır. Erişememek... Her Gece
Bodrunı'u böylesi yadırgılar ortasında
yazmaya uğraşıyordum. Gizlerin çözü-
ınünü Edip Cansever'de bulurdum:
**O kadar valnı/ım ki birden. gördüm
de / Binlerce \ıWızıvla bu sonsuz mağa-
ranın içini / Ha vanıp döndü, dedim / Ha
yanıp sönmedi bir ateş böcegi."
Bazı yaz akşamlan
Edip Cansever'e kendimi sevdirdim!
Füsun Akatlı'>a bir konuşmada şunlan
söv ledi:"Bir roman. eleştirmene doğru-
yanlış izlenimini vermemeli. Tutunama-
vanlar. Razive'. Her Gece Bodrum.bun-
lar benim çok sevdiğim romanlar; nesi
dogru, nesi yanlış bunlann?"
Bazı yaz akşamlan hatırlıyorum, Ar-
navutköy'deki Kaptan'da, Tarabya Hıris-
to'da, şurda burda. Kalabalıkça masalar
da var. Ama daha çok. sev gili Armağan-
Aitan İlkirt, Edip Cansever, MefaretCan-
sever, bir de ben. Hep cumartesiye rast-
Jıyor bu akşamlar.
Doğrusu kolay, pek çabuk anlaşılır,
geçimli değildi. Boşduyarlıklarla, boş-
yüceliklerle donanmış çevremizde. fa-
kat hep bir 'şair'di, soylu bir şair. Güler-
ken de, kızarken de, üzülürken de. Göz-
lüğünü yukan kaldırıp bir iki dizesini
okurken de. Sesinden dinledim:
"Pariar ki şimdi arasıra geceieri / Dip-
lerde, derinlerde, yalnızlığımda / Ölii bir
deniz yıldıadır mutluluk / O nedensiz
mutluluk / O nedensiz mutluluk, olsa da
olur olmasa da."
Mutluluk da ateş böcegi gibi.
Şairin Seyir Defteri'nin yazılışına ta-
nıklık ettim. Benim için görkemli birya-
pıttır. Yalnız şiire değil, düzyazıya da
olanaklar getiriyordu. Şairin kendisi
bunlann ayırdında değilmişçesine, içine
kapanmış, puslara bürünmüş çalışırdı.
Bazan. çok ısraredersek. ceplerinde sak-
ladığı dörde, ikiye katlanmış kâğıtlardan
okurdu.
Bir kez: "Domatesi artık kokusuyla,
tadıyla hahrlamnonım. Benim için bir
sözcük. bir ses, şiirdeki yerini anyor" de-
mişti. Gitgıde her şey sese, şiirdeki ye-
rine dönüşüyordu. Şimdi ancak hissede-
biliyorum. Bazı yaz akşamlan daha da
içe kapanıyordu. Zaten Kaptan da o es-
ki Boğaziçi meyhanesi değildi.
'Yayımlanmamıştır'
İlkyaz Şikâjetçileri çıktı, Oteller Ken-
ti çıktı. Daha mı seyrek görüşüyorduk?
Oteller Kenti için Milliyet'te bir yazı
yazmıştım. Tölay Tura'yla Ahmet Ok-
tay, ben ve çok özlediğim Edip Cansever,
neredeydi. bu yazıdan söz açıldı. Edip
Cansever okumamış. "Bana gönder,
Adam YayınJan bir kitap hazırlıyor. adı
Gül Dönüyor Avcumda, senin zaten bir
vazını aldık™" Sonra beklennıedik ölüm
haberi.
Teşvikiye Camii 'nde Ahmet Oktay'ın
hıçkıra hıçkıra ağlayışı aklımdan çıkma-
dı. Sessizcedağıldık. Işte yıllar geçti.
Gül dönüyor Avcumda'ki okumadı-
ğım şiirlere göz arıyorum, korkarak. Bi-
rinin altında "Yayımlanmamıştir, 15
Mart 1986" yazılı. Son iki dize: "Şimdi
mi, sonra mı, başka zaman mı / Kaç va-
şında değilsin söyler mlsin bana gizfice."
"Var ile Yok
w
un ilk dört dizesi:
"Batık geminin kaptanına sordum /
Ben suyum, dedl hayır, suyun anısıyım
ben / Tam bin yıl geçti aradan $ö>ledim
söylejeceğimi / Mendireğin orada, deniz
fenerinin vanında."
Kapalıçarşı'daki dükkânın üst katına
çok dar bir merdivenle çıkılırdı. Bunu
belki unuturum, gökyüzünden bir leke
gösteren pencereyi unutacak mıyım, ka-
rar veremedim; ama Edip Cansever'i, bi-
ricik Armağan'ı, yaz akşamlannı. ko-
nuşmalanmızı. tartışmalan, şiirleri. Edip
Cansever'in yazdıklanmı artık seviyor
olmasını unutmak istemiyorum, gün
geçtikçe daha sık anıyorum.
8 U L U S L A R A R A S I Î S T A N B U L T İ Y A T R O F E S T İ V A L İ
'Tîyatro benim için bir laboratuvardır'
HURAMAN NE\ RUZOVA
Tiyatro yaşamına Vahtangov Stüdyo-
su'nda başlayan Yuri Lubimw Rus tiyat-
rosunun titanı olarak kabul edilen Stanis-
lavski tarafından onaylanan bu sanat
ocağmda oyuncu olarak sahneye çıkmış.
Rus edebiyatında klasik yazarlar için
"Gogol'ün paltosundan çıkmışlar" gibi
yaygın birdeyim vardır. Aynı şe> reji sa-
natı için de geçerü; klasikleşmiş yönet-
menlerStanislavski'nin paltosundan çık-
mıştır. Bu yönetmenler arasında Lubi-
mov'un ismı "Üstad'" olarak anılır. Üs-
tad en sevdiği }azariararasında Puşkin,
Dostovevski ve Shakespeare'i ön planda
sayıyor. Halen Dostoyevski'nin "Kara-
mazov Kardeşfer"i üzerinde bir buçuk
yıldırçalışmakta olan Yuri Lubimov'un
başyapıtları arasında "Dünyayı Sarsan
OnGün". "BorisGodunov"' "Hamlet".
"Küçük Trajediler Üzerine Kompozis-
yon". "Ana". "Vlşne Babçesi". "Mar-
h", "Üç Kız Kardeş". "Sezuan'm İyi İn-
sanı" gibi oyunlan ve çeşitli operalan
sayabiliriz.
Yuri Lubimov. I993'de Viyana Festi-
vali tarafından finanse edilen Boris Pas-
temak'ın "DoktorJivago"su üzerine ça-
lışmalannı tamamlıvor. Amerika ve Av-
rupa turnelerinde başarı kazanan oyun-
da serbest uyarlamaya giderek ,4lexan-
der Bfock, Mandelstam gibi şairlerin
eserlerinden yararlanıyor. Yapıt. Shnit-
ke'nin müziği ile daha da zenginleşiyor.
Kendisiyle bu çalışması üzerine ko-
nuşuyoruz:
- Neden " Doktor Jivago " ?
YURl LUBİMOV- Gençliğimde Bo-
ris Pasternak ile tanışmıştım. Politik açı-
dan Pasternak çok zor bir dönemden ge-
çiyordu. Aynca, tek başına da kalmıştı.
Çevresindeki insanlar ondan uzaklaş-
mışlardı. Işte o zaman ben insanın yal-
nız bırakılmasının ne anlama geldiğini
çok iyi anladım. O giinleri hiç unutmam.
Pasternak bana bu durumdan asla yakın-
madı. Her karşılaşmamızda sadece Sha-
kespeare üzerine konuşuyorduk. O yıl-
larda ben Vahtangov sahnesinde 'Ro-
meo' rolünde ovnuyordum ve çeviri de
Pasternak'a ait. Biliyorsunuz Shakespe-
are'i bizim diümize en iyi çevirenlerden
birisidir Pasternak.
- "Jivaao" üzerine biraz daha avnntı-
7
önetmen, yazann kalbini ele alarak ve kendi yüreğinin içinden
geçirerek izleyiciye sunar, sunmalıdır. Bu sunuş; Dostoyevski, Gogol,
Puşkin, Shakespeare gibi dâhi yazarlann eserleriyle aynı düzeyde
olmalıdır. Bence bugün çağdaş yönetmenin amacı kendi üslubunu bulmak
olmalıdır. Tiyatro benim için bir laboratuvardır. "Jivago"da da ben büyük
bir romanı. sahneye taşıyarak bir müzikal öykü denemesi yapıyorum.
lı konuşabilir mh iz? Bu oyvnla seyirciyi
şaşırttığmız söyleniyor, öyle mi?
LUBİMOV- "Doktor Jivago" roman
üzerine yaptıgım bir kompozisyondur.
Fakat kompozisyon bana ait olsa da olay
Pasternak'ın şiirselliği üzerine kunıl-
muştur. Şaşırtmava gelince, elbette ki se-
yirciyi şaşırtmak gerekir.
Meyerhold da aynı şeyi söylemiş. Ay-
rıca. dramatik birovuncunun birvandan
şarkı söylemesi ve öte >andan müthiş
plastik hareketleri dramatik aksiyona ka-
tarak senteze ulaşması kolay değildir. Bu
oy unda biz bunu gerçekleştirmeye çalış-
tık.
- 32 yıldır dramatik tiyatro o> uncula-
ni!eçaJışı\on>unuz.\aptığınızBrechtre-
jisinden başlayarak ovunlann müzikal
yönlerine büyük önem verdiniz.
LUBİMOV- Evet. doğru. Işte bu yiiz-
den ~Jhago"da sahneye çıkan o>uncu-
lanm sanat yaşamlannda ilk defa kendi
deneyimlerine yüklenerek vapıtı kotan-
yorlar. Daha önce Şostakoviç gibi. Edi-
son Denisov gibi bestecilerin müzikle-
n\ le çalışan bu ekip. "Doktor Jivago"da
Alfred Shnitke'nin birdeha olduğunun
bilincine \ararak ovnuyorlar. Benim
oyunlanmda müzik hiç bir zaman fon
değı/dir. Müzık sözler kadar önemlidir.
Tema kadar önemlidir. Aynca. dramatik
sanatçının müzik ağırlıklı bir ov unda o>-
naınası için özel lıazırlık gerekir. Müzik
ti\atronun kcndı kurallan vardır
\e benim ovuncularım hiç bir zaman bu
kurallan bozmazlar. Müzikal oyundaoy-
nayan bir oyuncu müziği kulağıyla duy-
duğugibi bedeniylededuymalıdır. Plas-
tik açıdan bu önemlidir. Başka ülkeler-
de. farklı oyuncularla çalıştığım zaman
da bunun üzerinde titizlikle dururum.
-Sizin hemen hemen her o\ ununuz bir
ders özelliği taşır ve çağdaş ti> atro tarihi-
ne geçmiştîr. Her o\ ıınunuzda sanki kal-
binizden birparça vardır. "Jivago"da da
avnı durum söz konusu mu?
LUBIMON'- Tabii. Yönetmen yazann
kalbini ele alarak \e kendi yüreğinin
içinden geçirerek izleyiciye sunar. sun-
malıdır. Bu sunuş; Dostoyevski, Gogol.
Puşkin. Shakespeare gibi dâhi yazarlann
eserleriyle aynı düzeyde olmalıdır. Ben-
ce bugün çağdaş yönetmenin amacı ken-
di üslubunu bulmak olmalıdır. Tiyatro
benim için bir laboratuvardır. "Jivago"da
da ben büyük bir romanı, diğer çalışma-
lanm gibi, sahneye taşıyarak bir müzi-
kal öykü denemesi yapıyorum.
- Biraz sizinle ilgili politik sorunlara
değinelim. Anımsa-
dığım kadanv la yıl-
lar önce siz "Ham-
!et" ile bir Avrupa
turnesine gidiyor-
dunuz ve o döne-
min kültür bakanı
sizin ve 18 muncu-
ntızun yurt dışına
çıkışını vasakladı ve
siz de ona "Diler-
seniz Claudius ro-
lünü siz oynayın.
Yardımcınıza da Polonius rolünü verin"
demiştiniz» Peki bugün bu konumdaki
insanlara benzeri önerilerde mılunuyor
musunuz?
LUBİMOV- Artık hiç bir şey söylemi-
yorum. Ülkede o kadar büyük bir kaos
yaşanıyor kL.Ne onlar bana bir şey söy-
lüyor ne ben onlara...Konuşmak bile is-
temiyorum.
- Her tiyatronun bir trajik dönemi olu-
yor. Sizde büyük Taganka'da ö> le bir dö-
nem yaşadınız. Buna rağmen bugün hâ-
lâ Moskova 'da kapalı gişe o\ nayan tek ti-
yatroTaganka. Demek ki, sürekli bir ara-
yış içindesiniz, yaratıcı çalışmalar >ap»-
yorsunuz.
LUBİMOV- Evet. bu rrajediyi Stanis-
lavski'den Meyerhold'e kadar tüm yö-
netmenler yaşadı. Eğer sanatçı yenilen-
me noktasını bulamaz ise tiyatro ölür,
soluk alamaz. Mesela ben şimdi Dosto-
yevski'nin "Yeni Yetme" adlı yapıtını
gençlerle, öğrencilerimle sahneledim.
Tıpkı 32 yıl önce Brecht'i sahnelediğim
gibi. Herşeyi yeniden başlatıyorum, ye-
nileniyorum. Oğrencilerimin yenilenme-
sıneyol açıyorum.
-Öğrenciİeriniz vetiyatrookullan üze-
rine ne düşünüvorsunuz?
LUBİMOV- Hiç bir tiyatro okulu
oyuncunun kariyere başlaması için ga-
rantörolamaz. Ancak yaşamla yüzleştik-
leri zaman birikimlerini değerlen-
direbilirler. Okul bir başlangıçtır.
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Kanıksama ve Cinayet...
Yer: Galatasaray Lisesi'nin önü. İstanbul.
Kişiler: Yakınları gözaltındayken kaybolanlardan
oluşma birtopluluk ve onların yanından geçip giden
iki kışi.
iki kişiden birinin sorusu: "Bu kalabalıkda nesi?"
Ötekinin yanıtı: "Galiba şu şeyleri kaybolanlar..."
Birinci kişi: "Neyse. Ben demin ne diyordum..."
Bilindiği gibi, sürü halinde yaşayan hayvanların en
çarpıcı özelliklerinden biri, ortak birtehlike karşısın-
da verilen tepkilerden yansır. Bir ya da birkaç hay-
vanın başına bir şey gelmesi, bütün sürü tarafından
tedirginlikle karşılanır ve -sürüdeki her hayvanın tek
tek tehdit altında olup olmadığına bakılmaksızın-
önlem alınır.
Hayvan sürülerinde birkaç hayvanın ansızın orta-
dan kaybolmasının ötekilerce hiç umursanmaması
gibi bir olaya bugüne değin tanık olunmamıştır.
Birilerinin nedensiz olarak, ansızın kaybolmasını
umursamamak, dahası, zaman içerisinde kanıksa-
mak, doğada yalnızca insan toplumlanna özgü bir
konumdur.
Gelgelelim bu aynı zamanda, insanlığın vetoplum-
lann ilerieyişine koşut olarak. yoğunluğunu gittıkçe
yitiren bir konumdur. Çünkü modern çağın toplum
bilinci, tek tek her bireyin yaşamının hesabını sor-
mayı, "insan" diye nitelendirilebilmenin koşulu sa-
yan bir bilinçtir.
Yüzyılımızda gerek bu bilinç, gerekse ondan kay-
naklanan "başkalan için de sorumlu olma" duygu-
su, kendiliğinden değil, fakat yüzyıhmızın ilk yansın-
daki korkunç deneyimlerin yardımıyla gelişebilmiş-
tir. Genelde tiranizmin, özelde de faşizmın egemen
kılınmak istediği toplumlarda iktidar sahiplerinın bi-
rincil hedefleri, yukarıda sözü edilen "başkalan için
de sorumlu olma" duygusunun yenne. "Sen kendi
işine bak, çevrende olup bitenlere aldırma"anlayı-
şını yerleştirmek olmuştur. Bu yolda en başarılı ör-
nekleri de Nazi Almanyası sergilemiştir. Yahudi soy-
kınmının mimarlan, yüzyıllar boyu bir arada yaşamış
olan "üstün ırk" mensuplanyla Yahudiler arasında
güdülecek acımasız bir ayrımın yaratabileceği top-
lumsal tedirginliklerin önünü alabilmek için, işin ba-
zı kısımlannı halktan saklamanın yanı sıra. ansızın or-
tadan kaybolan, "ö//yer/ere"götürüldükten sonra
bir daha hiç geri dönmeyen Yahudileri arayıp sor-
mamayı ve bu durumu kanıksamayı, üstün ırktan
olan Almanlara bir vatandaşlık görevi olarak benim-
setmişlerdir.
Nazi imparatorluğu'nun yıkılışından yıllar sonra bi-
le o dönemi yaşamış kimi Almanların, o zamanlarki
umursamazlıklarını ve kanıksamalannı birer vicdan
hesaplaşmasına dönüştürmüş ve cinayet işlemek-
le bir tutmuş olmaları, bir abartma ya da aşırı duyar-
lılık değildir. Bu iç hesaplaşmanın dile getirdiği du-
yarlılık, hemcinslerinin başına bir şey geldiğinde mut-
laka tepki gösteren hayvan sürü\erinin karşısında,
hemcinslerinin gelişigüzel kaybolması ya da öldü-
rülmesi karşısında kayıtsız kalabilen insan toplum-
larının insanlık niteliğini sorgulama gereğinden kay-
naklanan bir duyarlılıktır.
İnsan haklarının güvence altına alınmasının ancak
bir "gümrükbirliği" söz konusu olduğunda düşünü-
lebildiği, en büyük kentinin kaldırımlannın o kentte
yaşayan insanlan yollarda daha insana yakışır biçim-
de yürüyebilsinler diye değil, fakat uluslararası bir
toplantıya gelecek olanlar o kenti "daha cıci" göre-
bilsinler diye onarıldığı ülkemiz, yukarıda sözü edi-
len bilincin ve duyarlılığın henüz çok uzağındadır.
Eğer bir ülkede, gözaltına alınan insanların kaybol-
malan bir uygulamaya dönüşmüşse, kaybolan in-
sanların yakınlannın gösterileri, onların dışında ka-
lanların umursamazlıkları yüzünden, artık günlük ya-
şamın varlığı kanıksanmış dekoriarından biri olup
çıkmışsa, başka deyişle, insan yaşamının değeri ve
hesabının sorulması bağlamında insanlar arasında
aynm güdülmesi diye bir uygulama başlatılmışsa, o
ülkede hukukun üstünlüğünün, insan hak ve özgür-
lüklerinin geçerli olduğuna ilişkin her sav. kimin ağ-
zından çıkarsa çıksın, doğrudan hukukun özüne yö-
nelik bir aşağılama anlamını taşıyabilir.
Yukanda söylenenleri abartılı bulanlar, yolunu gös-
tereceğim küçük bir araştırmayla durum saptama-
sı yapabilirler.
Son günlerin HABITAT reklamlarında, Türkiye'de-
ki 244 sivil toplum örgütünden 182'sinin. HABITAT
için bir araya geldiği bildiriliyor,
Bu 244 sivil toplum örgütünden kaçının kaybolan
insanlar, yani doğrudan insan yaşamının değeri ko-
nusunda da bir araya gelebildiğini -ya da gelemedi-
ğini!- araştırmak. ne ölçüde hukuk devleti olabildi-
ğimizi göstermek bakımından sanırım önemli ipuç-
ları sağlayabilecektir.
Kimilerinin aklına. bir kültür ve sanat sayfasında
böyle bir yazının ne aradığı gibi bir soru da takılabi-
lir.
Bu sorunun yanıtını. yüzyıltmızm en büyük aydın-
larından biri olan Elias Canetti'den biralıntıyia ver-
mek istiyorum: "insan yaşamının ölçüt olmaktan
çıktığı yerde, artık hiçbir şeyin ölçütü yoktur,"
BUGIN
8. ULUSLARARASI İSTANBL'L TİYATRO
FESTİNALİ
Taganka Tivatrosu •Doktor Jivago" adlı oyunu.
20.30'da AKM Büyük Salon'da.
5. Sokak TiyatroMi -
Mosko\a-Petuşki" adlı o\ unu.
18.30'da Taîimhane'de sergiliyor.
9. ULUSLARARASI YAPI KREDİ GENÇLİK
FESTİVALİ
Antonk) Gades Dans Topluluğu'nun flamenko dans
gösterisi, saat 21.30"da Ayhan .Şahenk Spor
Salonu'nda.
İSTANBUL LİSESİ KÜLTÜR HAFTASI
09.45 Söyleşi (Ömer Karacan) ve gö.steri-dia
(Tuluyhan Uğuriu). 11.30 Sövleşi: 'Üniversitelerde
Demokrasi ve Soşyal Yaşam* (Prof. Toktamış Ateş).
13.45 Söyleşi 'İstanbul Kanatianmın AJtında'(Ege
Aydan,Okan Bavülgen). 13.45 Tivatro: 'SchuJstunde
Anonym' (İstanbul Lisesi Hz. I Öğrencilen Tiyatro
Grubu>
FİLM GÖSTERİMİ
MimarSinaıı Ünnersitesi Sinema-TV Merkezi'nde
saat 16.00da "Son Kuşlarda GmT (Özer Kızıltan).
'Düşle' (Ayla Aksu), 'Mardin' (Gazel Kutlar) adlı
filmlerin vanı sira IS 30'da Lütfi Ö. Akad'ın
'Kızılırmak Karako\un'ıı gösterilecek. (274 98 70)
KONSER-SÖYLEŞİ
"Tribute to John Coltrane': Laser-di>;c'ten caz konseri
saat 12.30'da. Jak Deleon'un katılacağı 'İstanbul'da
Be>az Ruslar* ba^lıklı dıa göstenmı. sö> leşi ise saat
18." 30ıia Ak.sanaftd.