Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26MART1996SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Engin Cezzar'm sanat yaşammın 40. yılında Yapı Kredi Yaymlan'ndan 'Engin Cezzar Kitabı' çıktı
Tîyafroya âşık bir Don KişotKültür Senisi - Engin Cezzar' ın tiyat-
roda kırkıncı yılı bu yıl. llk profesyonel
rejisını 1956 yılında yapan Cezzar'm ge-
çen kırk yıl boyunca, yüzlerce oyun ve
televızyon çalışmasıyla dolu bır sanat
yaşamı var. Gökhan Akçura'nın hazırla-
dıgı, Yapı ICredi Yayınlan'nın yayımla-
dığı "Engin Cezzar Khabı", kırkıncı sa-
nat yılında bu ba$anlı sanatçıya bir ar-
magan niteliğinde, geçen ay yayımlandı.
Gökhan Akçura, hazırladığı kitapta,
Engin Cezzar'ı çocukluk \e gençlik yıl-
lanndan. Amerika'daki riyatro eğirimine,
Türkiye'deki ilkoyunundan "GülrizSu-
ruri- Engin Cezzar TNatrosu"nun kuru-
luşuna; tarihsel bir süreç içinde ele ala-
rak Cezzar'm kırk yıllık sanat yaşantısı-
nı incelıyor ve son dönem tiyatro çalış-
malanyla birlikte hrk yıla tanıklık eden
mektuplan sunuyor.
Gökhan Akçura'nın girişinden Cez-
zar'ı tanımaya başlayalım: Amerika yıl-
îannda Strindberg'in "12 Chartes"ının
Amerika; Kafka'nın "Mezar Bekçjsi" ile
BaJdMİn'ın "Giovannı'nin Odasrnın
dünya prömiyerlerinde başrol üstleniyor.
Türkiye'deki çalışmalannda ıse 15 oyu-
nu ilk kez sahneye çıkarma onurunu ya-
şıyor. Ona yakın oyun da Engin Cezzar
tarafından Türkiye'de ilk kez sahneleni-
yor. Bunlara birde Türkiye'deki ve Ame-
rika'daki televizyon çalışmalannı ekle-
yince ortaya oldukça yüklü bir birikim
çıkıyor.
'Hamlet'i oynamak isterim
Bu kırk yılın toplamını kitaplaştırma-
nın oldukça zor bir iş olduğunu belirten
Akçura, yöntemini şöyle anlatıyor:
"Neyse ki özeDikle "Gülnz Sururi-Engin
Cezzar Topluluğu' döneminin belgeleri
titizlikte korunmuştu. Vma. Engin Cez-
zar'm sanat yaşamının bundan önce vc
sonra gelen süreçleriyle ilgüi bilgiler ol-
dukça dağınık durumdaydı. kütüphane
faramalan ve Engin Cezzar'la uzun gö-
rüşmeier yaparak bunlan aşmaya çalış-
fck."
1935 yılında, Istanbui'da, Cezzar-
lar'dan Mehmet Sefa ıle Şamlılar'dan
Fatma Melek'in ilk çocuğu olarak dün-
yaya gelen Engin Cezzar'm çocukluk ve
gençlik yıllannı Akçura, kendisiyleyap-
tığı görüşmelerle sunuyor.
Beyoğlu'nda sinemalarla. Boğaz'da. o
zamanlargiriliyormuş, denizle haşır ne-
şir geçen çocukluğun ardından Robert
Kolej yıllan gelir. Okulda her yıl oyun-
larsahnelıyorlardır. Sahnelediklen "Ot-
hello" oldukça başan kazanınca. Cezzar
tiyatrocu olmayı kafasına koyar: "Ko-
nuvu babama açtıın. Cevap tahmin edi-
leceği gibi 'hayır' oldu. Cezzar ailesine
hariciyeci bir ogulıuı yakışacağmı düşün-.
mekteyUer." Ancak Cezzar kafasına koy-
muştur tıyafroculuğu ve Yale Üniversi-
tesi'nı de gözüne kestirmiştir. Bu konu-
da babasını ikna edenler ise Mina Urgan,
Nur Sabuncuv e Şakir Eczacıbaşı olmuş.
Ve Amerika yıllan başlar. Gökhan Ak-
Cogol'un "Palto" oyunundan. Kngin Cezzar, Cülsen Tuncer ve Beyhan Benek.
'Filumena' oy ununda Orhan Çağman, Alev Sururi, E. Cezzar ve Giilriz Sururi.
• Engin Cezzar,
1956 yılında
Amerika'da
başlayan, 1959'da
Türkiye'de Muhsin
Ertuğrul'un
yönettiği
"Hamlef'te başrolle
süren profesyonel
tiyatro yaşamının 40.
yılını çeşitli
etkinliklerle
kutlayacak.
• Kırk yıl içerisinde
Cezzar'm başrolünü
oynadığı, rejisörlüğü
ve prodüktörlüğünü
yaptığı oyunlar
arasında birçok
dünya prömiyeri
bulunuyor. Öncü
çalışmalanyla
birbirinden başanlı
bir çok kompozisyon
sunan ve
yorumlayan Cezzar,
Türkiye'deki
çalışmalannda ise 15
oyunu ilk kez
sahneye çıkarma
onurunu taşıyor.
çura, Amerika'nın Cezzar için eğıtım ve
profesyonellık açısından tiyatro ıle ger-
çek buluşmanın gerçekleştiğı yer oldu-
ğunu belırtıyor. "Burada,önceValeDra-
ma School'da başjayan çalışmalar. Ac-
tors" Studio'da devam eder. Cezzar kısa
süredeönenıli profesyonel deneyim ve ba-
şan kazanır."
Burayla ilgili anrlar çok. Önce votka
fabrikasında, ardından İalat Halman'ın
plak mağazasında \e Bırleşmış Mıllel-
ler'de çalışma. Ama en önemlısı ilk pro-
fesyonel sahne deneyimı "Bölgesel ti-
yatrolar her yıl sonu yaz m unlan icin ele-
man alıriardı \e genç oyuncular icin bu
bir şanstı. İşft- ilkprnfesyAnetiigim- de
1956jılında, böy le bir fiy armda. Saranac
Lake Theater'da gerçeİdeşti. Önce Bar-
ry'nin "Phıladelphıa Stor>" adlı oyunu-
nun rejisini yaptım. Ardından tiyatronun
bir diğer m ununda rol aldını. Haftada on
doiar kazanıyordum ve bir ögrenci için
bu iyi bir paraydı!
r
( aidvveH'in 'Tütûn Yolu'
Birkaç da dayak olayı var Cezzar'm
başına gelen. Belki bunlar da etkilidir
Türkıye'ye gelişinde. Ama yaz tatili için
geldiği İstanbul'dan Amerika'ya döne-
meme.sini Gökhan Akçura anlatıyor:
"Engin Cezzar'm annetaranndan akra-
bası olan Leyla Gencer. Muhsin Ertuğ-
rul larafmdan, 1959'da İstanbul Opera-
sı'nın açılışını "Tosca" operasıyla yapma-
$ı için Türkiye'ye çagnlmıştır. Muhsin
Hocası'nı kıramayan Cencer, Scala'dan
i/inalarak İstanhul'a gelir. LeylaGeneer,
Engir» Ce/zar'ı Muhsin Ertuğrui'la ta-
nışrırmak için Şehir Tîyatrosu'na götü-
riir. Bu konuşma strasında Muhsin
Bey'in arzusu üzerine, Engin Ameri-
ka'da neler yapüğını anlatır bir nefeste.
Tam aynlırken Muhsin Ertuğnıl sorar:
'Engin, Türkiye'de bır şey yapmak iste-
miyor musun
0
'. Engin,' Istemez olur mu-
yum hocam' diye karşıbk verir, Muhsin
Bey,"Benşimdi Hamlet'i sahneye koyu-
yorum. Hamlet'te oynamak istemez mi-
sin?' der. E ngin istediğini söyle.vince jine
sorar: "Pekı hangı rolü oynamak ıster-
sin?'. Engin tereddüt etmeden cevaplar:
"Hamlet'i oynamak isterim hocam.' Bir
an sesizlik olur ve Muhsin Bey,' Yarın se-
kız buçukta provaya gel' diyerek konu-
yu kapatır."
Şehir Tıyatrolan'ndakı başanlı Ham-
let yorumlan, ardından askerlik, sonra-
sında Dormen Tiyatrosu'nda sahneye
koyduğu 'Bir Yastıkta' adlı oyun ve ni-
hayet Engin Cezzar-Gülriz Sururi Tiyat-
rosu'nun kuruluşu. Tbpfulük flR'iyfarak
Erskinc CaldweU"ın Türkiye'de hıç oy-
nanmamıj, \e Amerika'da gişe rekorlan
kırmış "Tütiin Yolu" oyununu seçer:
"Oyunun çevirisini F1I17 Öfluoğlu üstle-
nir. Duygu Sağıroğlu dekoru yapmaya
başlar. Ama, en önemli rollerden birini,
'baba'yı oynayacak oyuncu bulmakta
zorlanırlar. Sonunda bu rol Pekcan Ko-
şar'a verilir. Oyun başan kazanır. Özel-
likle a'yatronun sahipleri olmalanna rağ-
men yan roUerdeyerinmeleri basında öv-
güyle karşılanır. İlk progranı dergUerinin
sunuş yazısı, "Biz de merak ediyoruz"
başlığını ta^ımakta \e şöyle devam et-
mektedir: "Büy ük imkântaıia büyük iş-
ler yapmak herkesin idealidir. Bazen bü-
yük imkânlarla küçük işler yapılır, reza-
let olur. Nadiren. çok nadiren küçük im-
kânlarla küçük işler yapan ise ayıplan-
maz; iyi niyetliler 'hıç ış yapmamaktan
iyi ya' derler. Biz bakalım küçücük sah-
nemizde neler yapacağız?"
Televizyon çalışmalan
Çok şey yaparlar: Engin Cezzar, çalış-
malanyla 15 oyunu ilk kez sahneye çı-
karma onurunu taşır. Bunlar. sırasıyla:
"Canlı Maymun Lokantası", "Keşanlı
AJi Destanı", THreklerarası'nda", "Fer-
hat Ile Şirin", "Teneke", "ZiUi Zarife",
"Kurban", "Ketepçe", "Aylon", "Ittihat
ve Terakki", "Uzun Ince Bir YoJ", u
Ya-
lan Dönya", "HaBde", "Midas'ın Altın-
lan" ve u
Kadı"dır. Cezzar'm Türk ti-
yatrosu açısından bir başka önemı de ara-
lannda "Hair","Kabare","Tütün Yolu"
gibi oyunlann da bulunduğu bir çok ya-
bancı oyunu Türkiye'de ilk kez sahneye
çıkarması."Bay Alkolü Takdimimdir"
gibi televizyon çalışmalan ve çeşitli
yurtdışı turneler de var bu arada. Cezzar
1990 yılından bu yana ise yönetmen ola-
rak sürdürdügü tiyatro çalışmalannda ise
"Budala", "Yedi Kadın", "Kadı" ve
"Midas'ın Kulaklan"nın da aralannda
bulunduğu başanlı çalışmalaryaptı.
70'lenn sonlannda dört yıl süren bir
aynlık dışında kırk yıldır büyük başan-
lara imza atan Engin Cezzar, bu geçen
kırk yıl boyıınca, post-modern olarak ni-
telenebilecek, öncü çalışmalanyla birbi-
rinden başanlı birçok kompozisyon sun-
du, yorumladı Türk izleyicisine. Kırk
yıldır başansında hiç bir azalma görül-
meyen Cezzar. sürekli kendini yenileye-
rek yeni üretımlerde bulundu, bununla
da yetınmeyerek gençlerin eğitımine kat-
kıda bulundu.
Dört yıl aradan sonra "lizun İnce Bir
Yol^latekrarsahneleredönen Cezzar'm
dönüşüne sevinenlerin başında Aziz Ne-
sin geliyordu. Nesın, şunlan yazıyordu
1980 yılında Tiyatro Dergisi'ne:" Engin
gibileri, salt Türkiye'de degil, tiyatro sa-
natının çok daha eski olduğu, iİeri zen-
gin ve büyük ülkelcrde bilc kolay kolay ye-
tişmez.. Sevgili Engin. Hoşgeldin dükka-
mna.Gazan mübarekola!"
Bırçok büyük yapımı Don Kışot'vari
girişımlerle sunan. Türktiyatrosunun ta-
rihinın önemii parealarmdan biri olan
Engin Cezzar için yazdığı yazıyı şöyle
bitiriyor Sevgi Sanlı: "Ezel meclisinde
kırklarceminde/Sahnenin nuruna be-
zendi Engin/ Kırkı ile bile ayini cem-
de/ Bu aşkn sırrına özendi Engin."
Harlemli 'Afhkalı Amerikalı' fotoğrafçı: Roy DeCarava
ÖZGEN ACAR
NEW YORK - Harlem'de doğmuş,
tüm ömrünü New York'ta geçiımiş Roy
DeCarava'nın yanm yüzyıllık fotoğraf-
çılık yaşamının siyah-beyazlan Modern
Sanatlar Müzesi'nde (MoMA) sergileni-
yor.
Eskiden "negro-(zenci)" denıürdi.
Zenci sözcüğündeki "aşagüayıcr vurgu-
yu kaldırmak amacıyla yerine "Wack(si-
yah)" denilmeye başlanmıştı. u
lrk ayn-
mı"ru öne çıkardığı için "siyah*1
yerine
artık "Afiican American-(Airikah Ame-
rikata)" deyimi kullanılıyor.
Fotoğrafçı Roy DeCarava (1919) da bır
"Afrikalı Amerikair. MoMA Fotograf
Bölümü Sorumlusu PeterCalassi DeCa-
rava'nın fotoğraflanndan 200 tanesini se-
çerek, tarıh dizinine göre müzede sergi-
liyor\eekliyor: "Son 50 yıllık Amerikan
geleneği DeCarava'sız düşünülemez."
DeCarav a'nın, bu seçım öncesinde Ca-
lassi'ye şu tek koşulu koyduğu açıklan-
dı: "Başkalannm siparişi üzerine (dergi-
lere ya da kitaplara) çektiklerimi degil,
kendim için görünriilediğinı fotograflar-
dan seçeceksiniz."
Fotoğrafçının 50 yıllık, -25 yıl önceki
sergisinden bu yana- ilk geri dönüşümlü
siyah beyazlan MoMA'da bir arava geti-
rildi.
Çocukluğundan beri sanatçı olmak is-
teyen ve Harlem Toplumu Sanat Merke-
zi'nde resim sanatı ile baskı tekniği üze-
rinde eğıtim gören DeCarava fotoğraf
çekmeye 1940'larda başladı. O günden
sonra -flaş gibi- "hiçbiryapay ışığa" baş-
vurmadan görüntüledi.
DeCarava'nın sergideki fotoğraflanna
baktıkça sanatçının değişık ilgi odakla-
'Olağan'
konu, olay ve
kişileri
objektifi ile
"olağanüstü'
donduran
Roy De
Carava'nın
yanm
yü/yıllık
fotoğrafçılık
yaşamının
sKah-
beyazlan
New York
Modern
Sanatlar
Müzesi'nde
sergileniyor.
Mississippi Ozgürlük \ ürüyüşü'nden.
nna yönelen çeşitli dönemlerinın \arlığı
dikkati çekiyor. Bir bakıyorsunuz. kafa-
sına taktığı caz sanatçılannda odaklaşı-
yor objektifi. (Caz sanatçılan ıle ılgilı
"The sound I saw (Gördügüm Ses)" adı
ıle bir fotoğraf albümü hedefliyorsa da
bunu gerçekleştiremiyor. Ünlü cazcılar-
dan Billie Hollday. Milt Jackson, Charlie
Parker, Thelonius Monk, Dizzy Gilles-
pie'nin yanı sıra JohnColtraneveötekı-
lerinı görüntülüyor. 1963'te çektığı
"Coltraneonsoprano
r
'adlı fotoğrafı caz
fotoğraflan arasında adeta klasikleşiyor.
Bir başka grup fotoğrafında "insan"ı
göremiyor, ancak "insanın varlığınr al-
gılayabilıyorsunuz. Bu lirik eserlerden
biri "ketçapşişeleri,masaveceket''fotoğ-
rafıdır. Her an biri gelip fotoğraftaki ce-
keti gıyecektır. Ya da "içerideki nota seh-
pası" fotoğrafında olduğu gibi bir keman-
cı birazdan gelıp pro\a yapmaya başla-
yacaktır. Kemancı çalışmasını yeni bitir-
mışdeolabilir.
1952de "Guggenheim Bursu"nu ka-
zanan ilk Afrikalı Amerikalı fotoğrafçı
olan DeCarava, bu bursla, bir yıl boyun-
ca başka hıç bir iş yapmadı. Harlem'i.
Harlemliyi, Harlem"deki günlük yaşamı
görüntüledi. Sonuç bır hankaydı. "The
Sweet Flaypaper of Life (Yaşamın Tatlı Si-
nekkâğıdı)~adlı kitapta Harlem'ı yayım-
landı. Bu yapıtla. Amerika"dakı Afrikalı
Amerikalılann başkenti diyebileceğim
Harlem'e ılişkin görüntü boşluğunu ört-
Harlem'den Shirlvy. Sam'i kucaklıyor.
tü. Bu fotoğraflar, DeCarava'nın günlük
yaşamla ilgili aynntıya kaçan gözlemle-
nnin gerçekte nasıl başanlı fotoğraflar
olabileceğini fotoğraf ve sanat meraklı-
lanna çarpıcı biçımde kanıtladı.
DeCarava. bır başka fotoğraf grubun-
da ıse "Canım, orada da fotoğraf çekiür
miymiş?" önyargisında olanlara güzel bir
ders veriyor. Afrikalı Amerikalı fotoğ-
rafçımız kalkmış gırmış, metrolan soka-
ğa bağlayan merdivenlenn en üst basa^
mağında durmuş ve yeraltından dışan çı-
kan insanlan görüntülemiş. ICimisi yor-
gun. Belli ki akşam, iş dönüşü çekilmiş.
Kimisı hüzünlü. Yeraltı dehlizlerinde yol-
culuğundadüşündüğüekonomıkbunalı-
mını gün ışığına çıkınca da atamamış.
Sanatçımız, I955'te New York'ta bır
fotoğraf stüdyosu yerine "fotograf gale-
risi" açmış. Amacı, fotoğrafın sanat ol-
duğunu kanıtlamak ve fotoğraf sanatçı-
lannın eserlerini pazarlamak ımiş. Bu sü-
rede fotoğrafı insanlara sevdirmış, ama
galeriyi de iki yıl sonra kaparmak zorun-
dakalmış.
Bu olaydan bir yıl sonra bir yayınevin-
deki görevinden de istifa eden DeCara-
va, yaşamını "serbest fotografçı"olarak
kazanma yolunu seçmış. DeCarava'nın,
1963"te ise Afrikalı Amerikalı fotoğraf-
çılan eğitmek ve yardım sağlamak ama-
cıyla "Kamoinge Atölyesi"ni kurduğu
anımsatılıyor. 1975"tedeNew York Hun-
ıcr College'de "fotoğrafçılık profesörü"
olarak ders vermeye başlıyor.
DeCarava'nın en önemli dönemlerin-
den biri de. 1963'te NVashıngton'da ünlü
-Mississippi Ozgürlük Yürüyüşçüle-
ri"nin gösterilenndeki fotoğraflandır. Si-
yah-beyaz ırk ayrımına en güzel tepkiyi
sıyah-beyaz fotoğraflarla ortaya koyuyor.
Bu fotoğrafiarda kıtlesel görüntüler ye-
rine, bireylenn yüzlerindeki tepki, De-
Carava'nın objektifinde donup kalmış.
Sergi nedeniyle DeCarava. "Görüntüle-
mek ve görüntü yaratmak, benim kişiB-
ğim ve sanatsal geiişmeındeki bir rutku-
dur. Fotoğraf, kaygı ve değerlerimi anlat-
makta başvurduğum en önemli yoklur"
diyor.
"CHağan" konu, olay ve kişileri objek-
tifi ile "olağanüstü" donduran sanatçının
bu sergisi için hazırlanan "Roy DeCara-
va: A Retrospective" adlı kataîoğun cilt-
lisi 60. ciltsizi ise 30 dolara satılıyor. 194
fotoğrafın bulunduğu katalog 280 sayfa.
Sergi, 1999 yılma değin Amerika'nın
9 büyük kentini dolaşacak.
Leonardo'nun desenleri îngiltere'de sergileniyorKültür Servisi - Leonardo Da Vin-
ci'nin 100 adet deseni, Îngiltere'de
kraliçenin Buckingham Sarayı için-
deki Queen s Galeri'de bir yıl boyun-
ca sergileniyor. Bu koleksiyonun
içinde, Rönesans döneminin en
önemli sanatçısı Leonardo'nun bu-
güne dek hiç görülmemiş yapıtlan da
yer aldığı sergi, Cezanne retrospekti-
fiyle 1996 yılına görkemli birbaşlan-
gıç yapan Londra sanat ortamının en
dikkat çekici sergilerinden bin.
Ünlü sanatçının sanatsal dehasına
tanıklık eden çok az sayıda resim gü-
nümüze kalmış. Dünyanın çeşitli
kentlerinde müzelerde sergilenen bu
resimlere karşılık. sanatçının binler-
ce deseni çok iyi koşullarda saklana-
rak günümüze dek korunmuş bulunu-
yor. Bunlann büyük bir bölümü. İn-
giltere Kralıçesi II. Elizabeth'e aıt
Bugüne dek Ingiltere'deki Vvındsor
Kalesi'nin kütüphanesinde barınan
ve yalnızca akademisyenlenn görme
olanağı bulabildiğı bu muhteşem ko-
leksiyonun en değerlı örnöklen. bu
yıl ilk kez halka açık sergileniyor.
Bunlardan özellikJe dokuz tanesi, bu-
güne dek hıçbiryerde sergılenmemış.
Sanat tarihinın gelmiş geçmış en bü-
yük sanatçılanndan binnın yaratıcı
dehasına ışık tutan sergi, izleyicıyı
beş yüzyıl öncesine götürüyor.
Sanatsal yönünün yanı sıra Batı
dünyasının olağanüstü beyinlerinden
Leonardo'nun heykeltraş, mimar.
müzisyen. anatomist. botanıkçi. mü-
hendis,jeolog \e haritacı yönlennı de
açığa çıkaran desenlerini içeren ser-
gi, Leonardo'nun neden ilk 'evrensel
sanatçı' olarak kabul edildiğini açığa
v uruyor.
1452-1519 yıllan arasında yaşayan
Leonardo Da Vinci, desenlerinden
oluşan koleksiyonunu. en sevdiği öğ-
rencisi FrancescoMelzi'yebırakmış-
tı. 1570 yılında Melzf ninölümü üze-
rine. koleksiyon heykeltraş Pompeo
Leoni'yesatıİmı^tı. İColeksıyonun da-
ha sonra tngı Itere kralıyet ailesine na-
sıl geçtığı bılinmiyorama. 1690yılın-
dan kalan birbelge desenlerin bu dö-
nemde Ingiltereye getinldiği konu-
sunda ipuçlan veriyor.
Koleksıyonda yer alan kimi eskiz-
lcr. Leonardo'nun daha sonra yaptı-
ğı kimi resımlernin hazırlık çalışma-
lan. Bunlann yanı sıra, sanatçının in-
san ve hayvan figürlerinı incelediği
grotesk, kankatürümsü çizimler ve
bilimsel anatomik ıncelemeler bulu-
nuyor.
koleksiyonun büyük bır bölümü,
sergilenmek üzere yapılmamış. Le-
onardo'nun kendı defterlcnin sayta-
lanndan kopanlan eskizler arka tara-
fında yer alan yazılar ıse, yalnızca bır
ayna yansıtılarak okunabiliyor. Le-
onardo'nun, bu yöntemi turucu kili-
se çevrelerinden korunmak için kul-
landığı sanılıyor. Leonardo. Koper-
nik'teraçok önce "güneşin hareketet-
mediğuıi"defterine kaydetmişti...
Londra'ya yolu düşen okurlarn
kaçırmaması gereken, olağanüstü bır
sergi!
ALINTILAR
TAHSİN YÜCEL
Yorum Ustaları
Gazeteyı elime alır almaz spor sayfasmı açanlardan
değilim, hele Galatasaray'ın yenilgisini izleyen günler-
de hiç açmam, başkası açtıgı zaman da başımı çevi-
ririm. Bu nedenle, nerdeyse bir aydan beri, spor say-
falanna baktığım yoktu. Galatasaray Fenerbahçe'yi 2-
0 gibi "net bir skorla" devirince, biraz özlem gidermek
istedim, Cumhuriyet'\e de yetinmeyip çok renkli ve çok
kuponlu gazetelerimizden birini aldım. Aldığıma da
sevindim: karşılaşmaya üç koca sayfa ayırmıştı. Ama
sevincım kursağımda kaldı.
Neden derseniz, spor sayfalarında beni yazaıiarımı-
zın o yüksek perdeden, o cafcaflı, o destansı dili bü-
yüler daha çok, o hazır eğretilemeler, o durmamaca-
sına yinelenen düzdeğişmeceler eğlendirir; aldığım
renkli gazetedeyse, topu topu bir kez "Galatasaraylı
kramponlar", bir kez "günün başarılı isrni" deyimi kul-
lanılıyor, bir kez Galatasaray'ın "gökteki yıldızlar mi-
sali" paıiadığı söyleniyor, bır kez de sağaçık Arif "Ga-
libiyetin şimalyıldızı" diyenıteleniyordu. Ne "Meşinyu-
varlağın ağlarla buluşmas, "ndan söz eden vardı, ne
"gole atılan imza "dan, ne "golün adı "ndan, ne "kro-
nometrenin mutlak hâkimi"nüen, sekiz yorumcu, bir
o kadar da haberci arasından, bir Tann kulu çıkıp da
topun yuvarlak olduğunu bile anımsatmıyordu. Öyle
anlaşılıyordu ki, çok renkli gazetemizin çok renkli ya-
zartan bugün hiç formda değıllerdi.
Gerçekten de, nerdeyse tüm yazılarda, anlaşılmaz
bir isteksizlik, kendini zor gızleyen bir hoşnutsuzluk se-
ziliyordu. Bu kadarla kalsa gene iyi! Kafalan da olduk-
ça kanşmışa benziyordu. Bır futbol takımı bir başka
futbol takımını eze eze yenmişti, onlarsa, bir yengıden
çok bır yenılgının, hatta bir yenilgının bile değil, bir ya-
nılgının öyküsûnu anlatıyorlardı bize. Ancak, biraz ya-
kından bakılınca, hoşnutsuzluğun ve konunun saptı-
nlmasının nedeni kolaylıkla anlaşılıyordu. Bu karşılaş-
mayı "hesapta olmayan faktörlerın ayaklanması" yön-
lendirmişti, "hesapta olmayan faktörter"\n başında da
"güçsüz, güçsüz olduğu kadar da moralsiz" Galata-
saray'ın, bir başka deyişle "Yaralı Cim Bom "un durup
dururken bir "onursavaşı "na girişmiş olması geliyor-
du: Bu "onursavaşı"nın, bu "onurlubaşkaldın"n\n, bu
"soylu kişilik ve gövde gösterisi"nin altını çiziyordu
herkes, oynadığı üstün oyunun değil. Fenerbahçe'ye
gelince, kendinden çok daha iyi oynayan bir takıma
yenilmekten çok, "kendini dev aynasında görüp" ya-
ralı karşrtını "hafife alma"ntn cezasını çekmiş, spor
dünyamızın en ünlü yorumcularından birinin deyımiy-
le, "Galatasaray haysıyeti ve onurunu unuttuğu için
şampiyonluk kutlamalannın sath-ı mahallinde çok fe-
na birdarbe" yemıştı. Hiç kuşkusuz, üzücü bir durum-
du bu, zayıfın güçlüyü, dörduncünün bınncıyi dize ge-
tirmesi gibi bizi mantıklı bir dünyada yaşadığımızdan
kuşkuya düşürecek bir durumdu, ama, Tann'ya bin şü-
kür, futbolsal olmaktan çok, ruhsaldı. Bu nedenle, ya-
nifutbolsal olmadığı için, geçicı birterslik, umulmadık
bir kaza sayılması gerekırdı. llgılıler de gerçekten boy-
le olduğu konusunda güvence veriyorlardı bize: "Ga-
latasaray hayatının maçını oynadı", diyorlardı; "Bu
Galatasaray ile inanın on maç yapsak dokuzunu ka-
zanınz" diyorlardı; yanı, onlara göre, Galatasaray'ın
üstünlüğü bir rastlantı, kendı üstünlükleri bır sürekli-
likti.
iyi de neden böyle yapıyorlardı ki? Galatasaray'ın
Fenerbahçe'yi bileğinin hakkıyla yendiği, üstelik bunu
ilk kez de yapmadığı herkesin bildığı bir gerçekken, ku-
lağı tersinden göstermenin gereği neydi, neden Gala-
tasaray takımının "oyunuyla" değil de "onuruyla" ka-
zandığını söylüyorlardı? Fazla yanlı olduklan, tuttuk-
lan takımın o gun kendılennden daha iyi oynayan bır
takıma yenik düştüğünü soylemeye dilleri varmadığı
için mi? Bu da vardı belkı ışin içinde, ama futbol oyu-
nunun yetkili sözcülen olarak, onun derin ıççağnsını
ortaya koyuyorlardı her şeyden önce; bir yandan fut-
bola yaşamı ve tutkularını sokarak yenik takımı aklı-
yor, bır yandan da, çelışkın bır biçımde, yaşama fut-
bolu sokarak onu edimlerimizin ve tutkularımızın be-
lırim alanlanndan biri durumuna getıriyorlardı: futbol bir
gosterge evreniydı. Yazılannın bıçemi bile belli edıyor-
du bunu. Takımlardan bınnin "gole yaklaştığını" söy-
lemek mi gerekıyordu? Onlar "gole yakın bir görüntü
sergiledi", diyorlardı. Bedensel güce dayalı bır baskı-
dan mı söz edılecekti? Onlar oynanan "adale futbo-
lu "nun "büyük bir baskının görüntüsü olduğunu" söy-
lüyorlardı. Oyunun ustaca oynandığı mı söylenecek-
ti? Onlar "bir futbol ustalığının ilginç motiflennin şe-
killendirildiğini" vurguluyoriardı. Oyunun hırs ve kazan-
ma istemıyle oynandığı mı söylenecekti? Onlar "dok-
san dakika boyunca sahaya yansıtılan hırs ve kazan-
ma azmi"nden söz ediyorlardı. Kısacası, oyunculann
heredimı görünmeyen birşeyin göstergesiydi, izleyip
yorumladıklan oyunsa, kendinden başka bir şeyin şöy-
le bir belirip silindiğı alan.
Başka şeyse, tek bir maça üç koca sayfa aynldığı-
na, üç koca sayfada tam sekiz yazar ınce çözümle-
melere giriştiğine göre, olsa olsa aşkın bir değer ola-
bilirdi. Yazarlartmız kimi maçları coşkulu mu coşkulu,
"kanatlı" mı "kanatlı" bir dille anlatıyorlarsa, o maçlar
daha derin anlamlar ıçerdiğı, daha aşkın değerlere
bağlandığı için anlatıyorlardı. Cuma gecesi kaçınlan ut-
kuysa, sıradan duygulann ürünüydü.
Sporculuk gereği, kazanana "şapka çıkartmak zo-
runluluk arz ediyor"du, ama hepsi bu kadardı.
S A L I T O P L A N T I L A R I
'Leda'nı başT- Leonardo da Vinci
SANAT VE SOSYOLOJI
TOPLUMSAL
GELİŞİMİN
EŞİĞİNDE SANAT
"1968 SONRASI
RASYONELLİK KRİZİ
VE NEO'LAR"
KONUSMACILAR
HUSEYIN ALPTEKIN, NANCY ATAKAN
26 MART 1996 SAAT: 18.30
Y-yPI KREDİ
K L L T İ R
M li K K L / İ
Yapı Kredı Sermet Çıftef Kütüptıanesl
Isokiai Caddes 285 Beyoglu 8CO50 Isa-bul Telefon (0212] 2S2 47 00/440 245 20 41
Sah Toptentjlan nt. rsteyen herkes ucretsu oljrsk ızleyebılır
YAPİ « KREDi