Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 MART 1996 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMI
ICaçak ve çalıntı cihaz sektörü, ithalatçılan birbirine düşürdü
Gep telefonunda akıl almaz rekabet
• Özellikle Avrupa'da çalınan cep telefonlannın
Tiirkiye"ye sokulduğu ve eski model cihazların sim kartlan
ile kullanüdığı yolundaki uyan, "Bizden başkasından
almayın"' mesajını da içerince, büyük ithalatçılarla küçük
ithalatçılararasında haksız rekabet kavgası başladı.
M RTEN YALÇIN
Cep telefonunda Avrupa'nın
Almanya'dan sonra büyüme hızı
bakımından ikincı büyük pazannı
oluşturan Türkiyede kaçak ve
çalıntı telefon sektörü oluştu.
Resmi distribütörlerin Avrupa'da
yaşanan çalıntı cep telefonu
olaylannı müştenye duyururken
takındığı tavır. diğer ithalatçılar
tarafından tepkiyle karşılanıyor.
Müştenye uyan
Resmi distribütörler sadece kendi
getirdıkleri telefonlann çalıntı riski
taşımadığını belirterek müşterileri
uyarıyorlar. Bu uyanya karşıhk
diğer ithalatçılar, büyük
distribütörlen. rekabeti baltalamak
ve kendıleri dışındaki ithalatçılan
yıpratmaya çalışmakla
suçluyorlar. Cep telefonu
sektöründe tartışmalara sebep olan
son olay Encsson'un tsveç'teki
fabnkasından Almanya'ya doğru
yola çıkan bir kamyonun yolda
soyulmasıyla birlikte
gündeme geldi.
Ericsson'un Türkiye
temsilcısi firma ve resmi
distribütörlerin ortak
açıklamasında, tüketiciler resmi
distribütör olan
Gen-Pa. KVK ve Profilo
tarafından getırilen telefonlan -
almalan konusunda uyanldi. 24
şubatta ortaya çıkan olayda, 22
şubatta 5.7 ton yükle tsveç'ten
Almanya'nın Achen kentine
doğru yola çıkan cep telefonu
yüklü kamyonun \erilen mola
sonrasında. ağırlığının 1.7tona
indiği fark edildi.
Bunun üzerine harekete geçen
Almanya mali polisi, olayla ilgilı
soruşturmaya de\am ederken. bu
soygunda toplam 3857 tane
telefonun çalındığını belırledi.
Avrupa'da çalıntı olaylanna
sık sık rastlandığmı belırten
yetkılıler. bu boyutta bir
soygunun ilk kez gerçekleştiğinı
vurguluyorlar.
İthalatçılar mahkemeye gidiyor
(thalatçı firmalar. Ericsson dıstri-
bütörlerinin çalıntı telefonlarla ilgilı
açıklamalannı tepkiyle karşıladılar.
ithalatçılar. Avrupa'dan gelen cep te-
lefonlannın gümrükten rahatça geç-
tiğini, ancak ithalatçı firmanın getir-
digı telefonlara sım kart ve hat alır-
ken operatör şirketler \ e PTT tarafın-
dan seri numaralannın mutlaka kont-
rol edıldiğını. böylelıkle tüketıcının
çalıntı bir telefonu kullanmasınınim-
kânsız olduğunu belırtiyorlar.
Resmi distribütörlerin bu zamana
kadar verdikleri gazete ilanlannda
'sadece kcndilerinin garanri \crdiği'
yolundaki beyanlan nedeniyle Sana-
yı Bakanlığı ile Tüketicıyi ve Reka-
beti Koruma Genel Müdürlüğü'ne şı-
kâyet dılekçesı veren Interlıne şirke-
tı. şımdı de ilgıli şirketler aleyhine
dava açma hazırlıgında.
Interline sahibi ErolObdan çalın-
tı telefonlar konusunda Encsson dıst-
ribütörlerinin yaptığı uyannın yanıl-
tıcı olduğunu ıfade ederek mahke-
meye başvuracağını belırttı.
Yaman Elektronik GSM Müdürü
Gürol Şimşek "Bu merin ithalatçı
firmalan yıpratmak amacıvla yapt-
lan saldınnın de\amıdır" dedı.
Tahtakale'de kart kesici mafyası
Cep telefonu operatörleri ve itha-
latçılan. tüm kontrollere rağmen
ucuza alınan bir makinenin kartıyla
iyı bir cep telefonu sahibi olabilme-
nın mümkün olduğunu belirtiyorlar.
Türkiye've giren çalıntı cep telefon-
lannın kullanımının teknik olarak
mümkün olmadığını belirten GSM
operatörlen. Tahtakale faktörünü de
gözardıetmivorlar. Yetkıhler, eskı ve
ucuz bir makinenin sım kartının ye-
nitelefonauyumluhalegelmesi içın
Tahtakalede bazı kışılerce bu sım
kartlann kesılerek küçültüldüğünü
ıfade edıyorlar. Cep telefonu çevre-
leri azdaolsaçeşıtlı yöntemlerle ça-
lıntı telefonlann aklanabildiğine dik-
kat çekıyorlar. Türkiye\e dışandan
çalıntı olarak giren 50 milyon değe-
nndeki bircep telefonu eski model 6
milyon liralık bir telefonun kartıvla
çalıştınlabıliyor. Şu anda 6 milyon
liraya satılan ve Motorola'nın en e>-
kı modellerınden olan Motorola
5200'e bu markayla sım kart ve PTT
hattı alan bırisi, yurtdışından ucuza
alınmış ya da tamamen çalıntı olarak
Türkıve'ye gırmış Encsson marka
bir telefonu kullanılır hale getirebi-
li\or
Korsan kasetçiler, yıllık cirosu 9 trilyona ulaşan piyasanın yüzde 30'unu kontrol eder hale geldiler
Sanattan, kayıt chşına zorıınlu hizmet
AH.METÇELtK
Korsan kasetle mücadele
etmeye çalışan kaset yapımcı-
sı ve sanatçıların karşısına
şimdı de sahte bandrollerçık-
tı. Bandrolsüz kasetlerın ko-
laycatespıtedılmesı nedeniy-
le bastırdıklan bandrollen ka-
setlerın üzerine yapıştırarak
satan korsan kasetçiler. sanat-
çıların korkulu rüyası oldu.
Korsan kasetçiler sahte band-
rollerle çogalttıkları kasetler-
le yüzde 30'unu ele geçırdık-
leri pıyasada cınt atarken, ya-
sal olarak alınan bandrollerın
de ait oldukları kasetlerde
kullanılmadıklan belırtılıyor
A kaseti ıçin yasal bandrol
bastıran fabrikanın. kaset sa-
tışı bandroi sayısından daha
az olduğunda, aynı sen band-
rolleri başka sanatçılara ait
sonrakı kasetlerde kullandığı
ılen sürülüyor. Bunu yasal sahtecilık ola-
rak değerlendıren sanatçı ve müzik ya-
pımcısı Özdemir Erdoğan."Sanatçı, bir
firnıavla satılan kasetler üzerinden ücret
almak ü/ere anlaşma > apmış. Kasetlerin-
de başkasına ait bandroller kullanıldığı
için hiç satmamış gibi gözüküyor. Sanatçı
da parasını alamıvor"dıve konuştu. Ko-
nuyu değerlendıren Müzık Yapımcıları
Derneğı (MÜYAD) Başkanı Şahin Özer
de bandrol sahtecılığinin hem devlete
hem de sektöre büyük zararları olduğunu
dile getırdı.
Bandrol basmanın davetiye basmak ka-
Bir kaset nasıl hazırlanıyor?
Korsan kasederte mücadele eden yapımcı ve sanatçılar şimdi de sahte bandrolle savaşacak.
Kaset doldurmak isteyen bir kişinin
ilk önce bir müzık yapımcısı bulması
gerekiyor. Yapımcı sesi beğenip kaset
yapılacağına karar verirse beste ve
güftc aranmaya başlanıyor.
Bulunduktan sonra Sinema ve Telıf
Hakları Müdürlüğü'nden vc meslek
birlıklerinden borcu yoktur onayı
alınan şarkılar aranjöre teslim
ediliyor ve sonra da stüdyoya
ginliyor, klip çekiliyor ve kaset
duyuruluyor. Sektör yetkililerine göre
yaklaşık 10 milyar liraya mal olan
tüm bu aşamalardan sonra içinde 10
şarkının olduğu master kaset elde
ediliyor.
Master kaset fabrikaya gittikten sonra
fabrika, basılacak kaset savısı kadar
bandrolü müzik yapımcısının
vekâletiyle Kültür Bakanlığı'ndan
talep ediyor. Bakanlığın aniasmah
olduğu matbaalara bastınlan
bandroller doluın tamanılandıktan
sonra ambalajlama sırasında
kasetlere yapıştırılıyor.
Bir kasetin 180 bin lira olan
fiyatının yarısı fabrikaya plastik
masrafı olarak ödeniyor. Kalan
paranın yüzde 8'ini söz yazarı ve
besteci alıyor.
Bu da yüzde 60 besteci yüzde 40 söz
yazarının arasında paylaşılıyor.
Genellikle ilk kasetten para almayan
yorumcu. yapımcı ile yaptığı anlaşma
çerçevesinde ancak ikinci üçüncü
kasetlerden para alabiliyor.
darkolay olduğu Türkiye"de. Kültür Ba-
kanlığı denetıminde yılda yaklaşık 37
milyon kaset basılıyor Bir kasetin satış fi-
yatının 180 bin lıra olduğu düşünüldü-
ğünde yasal kaset pazarının büyüklügü
yakla^ık 6.6 trilyona ulaşıyor. Pazarın he-
men hemen yüzde 30'u kadannın korsan
kasetçılenn elinde olduğunu belırten sek-
tör temsilcilen. bunun da yaklaşık 2.5 tril-
yona denk geldığıne dıkkat çekıyorlar.
Türkiye'de hıçbir şeyın kontro! edile-
medığını belirten MUYAD Başkanı Şa-
hın Özer. "Binlerce matbaa var. Bunlann
detlet tarafından kontrolü imkânsız. De-
ğeri 300 lira olan kı\ metli bir pulu Türki-
ye'deki tüm mathaalar basabilivor. Sahte
basınıları önlemek için hologram baskı
tekniği kullanılabilir. Ancak bu, maliyeti
yükselttiğinden Kültür Bakanlığı vanaş-
nrnor" dedi.
Özer. şöyle konuştu.
"Bu yıl 50 milyon kaset satılmış. Bunun
37 milvonu Kültür Bakanlığı tarafından
verilen bandrollerle saülnıış. Kalan 13 mil-
yon kaset sahte basınıdır. Bu sajede kayıt
dışına kayan \ergisiz para 2-2.5 trihonu
bulmaktadır."
Batıda satılan her bir sahte kaset ıçın
verilen hapis cezasının 10 yıl olduğunu
belırten Özer. Türkiye de ıse bunun kaset-
teki herşarkı içın 3 ayla 3 yıl arasında de-
ğıştığıni söyledı.
Konuşmasına her ne kadar MÜYAD
Genel Sekreterliği görevine seçilmış ol-
sa da söylediklerınin henüz derneği bağ-
lamadığmı belirterek başlayan sanatçı
Özdemir Erdoğan. müzik sektörünün sa-
hipsız ve karmaşa içinde olduğunu söy-
ledı.
Sahte basılan bandroller bir yana Kül-
tür Bakanlığı kanalıyla alınan bandrolle-
rın ait oldukları kasetierde kullanılmadı-
ğına dıkkat çeken Erdoğan. " Örnegin siz
'A şarkıcısının çıkartacağı kaset için tah-
mini 50 bin tane bandrol ahvorsunuz. An-
cak 5 bin kaset satılıvor ve45 bin bandrol
fabrikanın elinde kalnor. Şirket, elinde
kalan bandrolleri başka bir şarkıcının çı-
kartacağı kasetlerde kullanıvor. Bu. \asa-
>a a> kın. Bunun sakıncası. şarkıcı bir fir-
mav la. örneğin 50 bin kaset satışından son-
ra para almak biçiminde bir anlaşma \ap-
mışsaortaya çıkıvor. Belirli bir zaman son-
ra başkasına ait bandroller kullanıldığı
için kasetlcri hiç satmamış gibi gözükü-
\or~ diye konuştu.
DUNYA EKONOMISINE BAKIŞ /ERGJN YILDIZOĞLU LONDRA
D
ünya Sağlık Örgutü'nün (DSÖ) cu-
ma günü yayımlanan Tüberküloz
Raporu, yenı bir global salgınla
karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. Her
gün veremdert 7000 yetişkin insan ölüyor
ve her saat başı 1000 yeni insan vereme
yakalanıyor. DSÖ'den Dr. AJmeide'ya gö-
re verem adeta "kontrolden çıkmış bir
yangın gibi" azgelışmiş ülkelerı kasıp ka-
vuruyor. Bunun bir rastlantı olmadığını
düşünüyorum.
Veremin geri dönüşü
DSÖ'ye göre geçen sene veremden üç
milyon insan öldü. Halen 15 rnilyon insan
veremle boğuşuyor. Bu, 19. yüzyılın son-
larında toplam 2-2.5 milyon insan öldur-
müş olan, bir önceki salgından çok daha
şiddetli ve tehlikeli bir salgın. Çok daha
şiddetli, çünkü, salgın ilk başladığında
henüz antibiyotikler yoktu. Antibıyotikler
uygulanmaya başlar başlamaz, salgın
durdu. 1960'larda verem, artık bir salgın
yaratmatehlikesi olmayan hastalıklarara-
sına kanşarak öneminı yitirmişti.
Bugün elimizde çok kuvvetli antibiyo-
tikler olmasına rağmen bir verem salgını
ile karşı karşıyayız. Sonra bugünkü salgın,
yetersiz tedaviden dolayı mütasyona uğ-
rama olanağı bulmuş, yeni ve dayanıklı bir
verem türünü de beraberinde getirdi.
Tüm bunlara ek olarak HIV-AIDS gibi
insan vücudunun korunma sistemini yok
eden bir ikinci saigının da gelişmekte ol-
ması veremden ölenlerin sayısını arttırı-
yor. Bugün gelişmiş ülkelerin hükümetle-
ri, gelişmekte olan ülkelere yılda yaklaşık
500 milyon dolar bir yardımda bulunsa-
lar
, DSO'ye göre bu sorun kolaylıkla çö-
zûlür.
Ancak 1994'te yayımlanan Birteşmiş
Milletler'in (Rapport Mondiale Sur le
Developpement Humain - 1994) ve
Dunya Bankası'nın (1995) raporiarı son
25 yılda su stoklarının yüzde 70 geriledi-
ğni, dünyanın en az gelişmiş, ancak top-
laTi nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan 88
ükesınde sürekli temiz su sıkıntısı çekil-
dğinı, dünya nüfusunun yüzde 10'unun
şddetli bir eksik beslenme sorunu yaşa-
dğını. her 750 milyon kişinin de yoksul-
lurtan dolayı aç kaldığını ve 1.3 milyar ki-
şnin günde 1 dolardan daha düşuk bir
ü;retle çalışmak zorunda olduğunu yaz-
dğını hatırlarsak, temizlikle ve yoksulluk-
İ£ yakından ilgili olan bu saigının yayıl-
nraya devam edeceğını varsayabıliriz.
Bu yeni verem salgınına ilişkin verilerı
cbha bir yakın okumaya tabi tutunca, or-
t£ya DSO'nün hiçbır şekilde değinmedi-
Dünyada Verem Salgınığı ve bellı kı değinmek de ıstemediği bir
başka boyut çıkıyor. Verem salgınını da-
ha bir tehlikeli. DSO'nün gelecek 10 yıl-
da 30 milyon kişı daha veremden olecek
öngörüsünü de daha gerçekçı bir hale
getiren bu boyut aslında bir başka geliş-
me ile yakından ilgili; dünya ekonomısı
son 25 yıldır yapısal bir kriz yaşıyor ve
degişım sürecinden geçiyor. Bu değişim
sürecini ise , * — • * — - — - > ••••«*•'—
özellikle 80'ler-
de tüm ekono-
mik süreçlerı,
demokratik
kontrol sürecı-
nin dışına çıka-
rarak piyasanın
iradesine tabi
kılmaya çalı-
şan, aslında
kendisi de bu
krizin bir ürünü
olan global ma-
li sermayeye ait
bir yaklaşım
yönlendiriyor.
Globalleşme,
serbestleşme
ve özelleştirme
olarak ifade
edeceğimiz ve
IMF Yapısal
Uyum Prog-
ramlan tarafın-
dan gelişmekte
olan ülkelere
dayatılan bu
sürecin, vere-
min gelişmesi
ile yakından bir
ilgisi var. Birinci
verem salgını-
nın dünyayı ka-
sıp kavurduğu
tarihlere bir ba-
kalım önce. ilk
ipucunu bura-
da bulacağız. 19. yüzyılın sonunda ser-
maye, çevre ülkelerde hızla genişleyerek
yerel ekonomileri tarumar etti. hızlı bir
yoksullaşma yarattı. Aynı dönemde mer-
kez ulkelenn işçı gettolarında yoksulluk
derinleşiyordu. Yine bu dönemde dünya-
da, işsizlik ve savaşlardan dolayı büyük
bir göç hareketi yaşanıyordu. Milyonlar-
ca insan, en olumsuz sağlık koşullarında,
bir yerden bir yere gidıp geliyor, berabe-
rinde her türlü bulaştcı hastalığı taşıyor-
du. ilk global verem salgını işte sermaye-
nin bu ilk globalleşme dalgası sırasında,
yani pıyasa ekonomisinın global olarak
egemen olduğu zaman yaşandı.
"Ne büyükbırrastlantı" k\, ikinci büyük
verem salgını dalgası da globalleşmenin
ve pıyasa ekonomisinın global olarak hâ-
— ——-^ kım kılınmaya
çalışıldığı bir
dönemde yaşa-
nıyor. işte ra-
pordan bazı bil-
gıler: Verem sal-
gınından etkile-
nen nüfusun
3/4'u Rusya,
Çin, Hindistan,
Endonezya,
Meksika, Bre-
zilya ve Güney
Afrika gibi ülke-
lerde yaşıyor.
Irkçı rejimin yıl-
larca yarartığı
tahribatı göz
önune alarak,
bu listeden Gü-
ney Afrika'yı çı-
karırsak geride
kalanların, son
10-15 yılda dışa
en çok açılmış
ve yapısal uyum
programlannı
uygulamaya
koymuş veya
bunun ruhuna
uygun olarak
davranmış ül-
keler olduğunu
görürüz.
Nedir bu Ya-
pısal Uyum
Programlan'nın
ana bıleşenleri:
Semnaye ve meta dolaşımı üzerinde sıya-
si kontrolleri kaldırıp ülke ekonomilerıni
tûmu ile dünya ekonomısine (sız global
mali sermayenın hareketine diye okuyu-
nuz) açmak. kamu harcamalarını kısarak
ve kamu ışletmelerini özelleştirerek dev-
letin ekonomık etkinliğinı azaltmak, işçı
ücretlerinin yükselmemesine özel dıkkat
göstermek, devletin bu alanda etkinliğini
arttırmak. Bır taraftan ülke dünya pazarı-
na açılırken. diğer taraftan bu yolla elde
edilen dövizleri, borç ödemeye yönlendir-
mek. Bu uygulamalaryoksulluğu arttırdı,
doğal çevreyi tahrip etti ve bir verem sal-
gınının koşullarını hazırladı.
Geçen sene bir Dünya Bankası uzma-
nı, "Dünya Bankası'nın önerdiği prog-
ramlar, işsizliği arttırmaları, kamu yatırım-
lannı azaltmaları, düşük verimli sanayile-
re desteğin kaldırılmasına yol açmaları
halinde yoksulluğu arttırabilir" diyordu.
Yapısal Uyum Programları tam da bunu
yaptılar işte... Bugün ulaşılan noktada
dünya nüfusunun en zengin yüzde 20'si
toplam ürünün yüzde 88'inı kontrol eder-
ken, en yoksul yüzde 20'sı ancak yüzde
1.4'üne ulaşabiliyor (Rapport Mondi-
ale)...
Kadınlar ve çocuklar daha
çok etkileniyor
DSÖ raporu, verem salgınından en çok
kadınlann, çocuklann ve göçmenlerin et-
kilendiğine işaret ediyor. Yoksullaşmanın
başladığı yerlerde, ilk önce ve en çok bu
grupların etkilendiğini göz önüne alırsak..
bu da beklenmedik bır gelişme değıl.
DSÖ raporu, veremin insanları dahazı-
yade, en verimli dönemleri olan 15-44
yaşları arasında yakaladığını söyleyerek,
veremin en çok genç işçılen etkilediğini
de gösteriyor. Bu 15-44 yaş arasında ça-
lışanlar grubunun, veremden etkilenış
oranlarının bolgesel dağılımına bakınca
da ortaya yine yukarıdaki tespitlerle
uyumlu bir manzara çıkıyor. Sanayileş-
mış ülkeler arasında işçi haklannın, ücret-
lerın en geri, yoksulluğun en yüksek ol-
duğu bölgeler, veremin de en hızlı yayıl-
dığı yerler: Doğu ve Güneydoğu Asya.
1990-2000 doneminde, globalleşmenin
"Kaplanlarının" doğup geliştiği bu böl-
gede veremden etkilenenlerin toplam sa-
yısı 30 milyona yaklaşıyor. Aynı dönem-
de ABD ve Batı Avrupa'da bu rakam top-
lam 1 milyonun biraz üstünde.
Sermayenin "Mahşerin DörtAtlısı"gi-
bı ve başıboş bir şekilde globalieşerek
dünyayı kasıp kavurması, veremin ve da-
ha önce bir başka yazıda da işaret etti-
ğım gıbı, yeni virüslerın yükselişı ile çok
yakından ilgili. Kapıtalızmin bugün orta-
ya koyduğu tablo, Goya'nın çürüyen me-
deniyeti gosteren bır allegorı olarak yap-
tığı "Satürn çocuklannı ytyor" tablosuna
giderek daha çok benziyor. Soz tablolar-
dan açılmışken, Much'ün çığlık tablosu-
nu da hatırlamakta fayda var sanınm!
Türkiye
faiz
kapanında
ANKARA (ANKA) -
Öncekı v ıllarda kamu büt-
çesinde bır kıskaç oluştu-
ran ve her yıl gittıkçe da-
ralan faız ödemelerı. bu
yılla birlikte tam bır kapa-
na dönüştü.
Bu yılın ocak ayıyla bir-
likte bütçeden yapılan fa-
ız ödemelennın bü)üklü-
ğü uzun sure sürdürüleme-
yecek bır bovuta ulaştı.
Hazine, ocak ayındaki ver-
gi gelırlerinin yüzde
80'inden fazlasını faiz ola-
rak ödemek zorunda kaldı.
116 trilvon 17
4 miKar
liralık vergı tahsılatı yapı-
lan ocak ayında; 6 trılyon
308 milyar lirası dış borç-
lar. 87 tnlvon 414 milyar
lirası da iç borçlan için ol-
mak üzere toplam 93 tnl-
von 722 milyar liralık faız
ödendi. Faiz ödemelerı
157 tnlyon 629 milyar lira
olan toplam bütçe gelırle-
rinin ıse vüzde 6O'ı kadar
bır büyüklük oluşturdu.
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Bilim ve Toplumsal
Sorumluluk
İçinde bulunduğumuz zaman kesitine "bilim çağı"
denilmesinin kendine özgü nedenlerinden biri de "bi-
lim adamlarına ve kurumlanna" yüklenen sorumlu-
luk anlayışıdır.
Bilimsel üretim artık "takım oyunudur"; bireysel
değil "kurumsal" bir nitelik kazanmaktır. Üniversite-
ler, araştırma ve geliştirme kurumları, "fildişi kulele-
rinden" çıkıyor, toplumsal sorunlann çözümüne ön-
celik veriyor ve "toplumlarından aldıklannın karşılı-
ğını somut olarak nasıl verebıleceklerıni" hesaplıyor.
Bunu yaparken "bilim ortamını"siyasal nüzgârlardan
ve toplumun değişik çıkar çevrelerine bağımlılıktan
uzak tutmaya; bilimsel gerçeği önyargısız bir biçim-
de yakalamasına da çok büyük bir titizlik ve özen gös-
teriyor.
• • •
Daha önce (22 Aralık 1992) bu köşede çıkan "Ne-
den Akademi?" başlıklı yazıda ülkemizın bu nitelik-
te bir kurumun oluşturulmasının gerekleri üzerinde
duruluyordu. Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA)
2 Eylül 1993'te kurulmasıyla bu doğrultuda çok olum-
lu bir adım atıldı. TÜBA Başkanı Sn. Prof. Ayhan
Çavdar ile gazetemizden Emine Kaplan'ın yaptığı
söyleşi 17 Mart 1996 günü Cumhuriyet'te yayımlan-
dı. Yukarıdaki ölçütler çerçevesinde bu söyleşinın ki-
mi noktalarını ırdelemek gerekiyor.
Önce TÜBA, yasasına göre "Başbakana bağlı.. bi-
limsel, ıdarı ve mali özerklıği olan bilimsel bir kuru-
luş"tur. Bu tümce "bağlı ve özerk" çelişkisiyle aslın-
da bir "yanlış doğumun" habercisıdir; böyle olsa da
TÜBA "özerk" geliştirilmelidir. Çünkü "siyasal ba-
ğımlılığın" nasıl " bilimsel" saptırmalara yol açtığını
bu toplum yakın yıllarda "radyasyonlu çay" örneğin-
de acıyla yaşamıştır.
Sonra başkan, 1963'te kurulan TÜBİTAK fen ve
uygulamalı bilimleri kapsadığından dengeyı sağla-
mak üzere, TÜBA'da "sosyal bilimlere" ağırlık verdik-
lerini özenle vurguluyor. Sonra da "Eğer Türkiye'de
sosyal bilim alanlarında çok etraflı özgün bazı araş-
tırmalar yapılabilmiş ve bunlar devlet büyüklerine
yansıtılabilmişolsaydı.. belkideson 10-15 yılda Tür-
kiye'nin karşılaştığı çeşitlı politik sosyo-ekonomik
sorunlar bır dereceye kadar azaltılmış olunabilirdi"
diyor.
Bu doğru saptama, yani ülkemizde sosyal bilimle-
rin göreli "geri kalmışlığı", çok önemlidır.
Ancak ülkemizde sosyal bilimlerin gelişmesi için
başkanın sözünü ettığı "üniversite öğrencilerintn sos-
yal bihmler alanına yönlendırilmesı ıçin çaba göster-
mek" hıç de yeterli olamaz; sorun çok daha derindir.
Ülkeyi yönetenler geleneksel olarak sosyal bılim-
lerle edilecek bilimsel gerçekleri, kaygı ve korku ile
karşılaşmışlardır. Gerçekte TÜBİTAK "devlet büyük-
lerince" ve "sosyal bilimleri bilim saymayan" bir tu-
tumla kurulmuştur. Genelde düşünceyı suç sayan
yasal ortamın da beslediği bırortamda "güdümlü bi-
lim" anlayışını benimsemeyenler, öldürülen, hapse
atılan, üniversıtelerinden gerekçesiz kovulan, ayrıl-
mak zorunda bırakılan çok sayıdaki öğretım üyesı-
nin, çok çok büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.
Özetle, TUBA'nın sosyal bilimlere önem vermesinin
ilkadımı bualandaki "gerikalmışlığın"nedenlerini bi-
limsel bir tutumla incelemek olmalıydı ve de olmalı-
dır.
Siyasal özerklik ilkesi çerçevesinde TÜBA Başka-
nı'nın "TBMM'debilim komisyonu kurulmalı"öneri-
si, çok yersiz ve anlamsız kalıyor. Bu komisyonun ku-
rulması neyi sağlayacaktır? Düşünce özgürlüğü üze-
rindeki yasakların kaldırılmasını mı? Milletvekillerinin
yalnızca "siyasal sömürü amacıyla kurdurduğu" çok
sayıda büyükkent-dışı üniversıtelerın ıçler acısı du-
rumunu açıklamayı mı? Her seçim öncesi söz ver-
melerıne karşın ellerinı sürmedikleri YÖK konusunu
mu?
• • •
Türkiye'nin eğitim düzeni baştan sona bozuktur ve
düzeltilmesi gerekir. Yine de kısa dönemde özellikle
bilim adamı yetiştirilmesi konusunda TÜBA eliyle ya-
pılması gereken "ivedili işler" vardır.
Ülkenin bilimsel gücünün "insan" dayanağı olma-
sı gereken yüksek lisans ve doktora programları tam
anlamıyla çöküntü içindedir. Buradaki çöküntünün i-
ki boyutu var. Türkiye öğrenci başına "yılda" ortala-
ma 35 bin dolar dolayında bir harcama ile 4-5 bin öğ-
renciyi devlet bursuyla yurtdışında okutuyor. Bu top-
lumsal harcamanın getirisi-götürüsünü irdelemeden
bu sayıyı arttırıyor. Sonra da yurtdışına öğrenci gön-
derme sürecinin tümüyle bilim dışı nitelikte olduğu
üzerindeki tartışmalar da tam bir bilimsel yansızlıkla
araştırılmalıdır.
Ülke içinde yüksek lisans ve doktora programları,
yani araştırmacı fidanlığının yapısı da tam anlamıyla
bir ilkellik içindedir. Öğretim üyesi, araç-gereç ve
öbür kaynaklar bakımından tümüyle yetersiz birim-
lerde "akademik unvanlar" dağıtılmaktadır. Geçtik
araştırmaların niteliğini. çok büyük çoğunluğuyla bi-
limsel "nesnellik ve yansızlıktan" tümüyle uzak, ana-
dilinı doğru kullanamayan, araştırma yöntemlerini
göz ardı edebilen, dar, tutucu ve ilkel yaklaşımlarını
çalışmalarına yansıtmaktan çekinmeyen, daha doğ-
rusu bununla övünebilen ve daha da kötüsü kımi din-
sel kesimlere yakınlığını "siyasal ve ekonomık çıkar"
aracı yapanların yaygınlaştığı bır öğretim üyesi kitle-
si yaratılmaktadır. TUBA, asıl kendi dayanağını kes-
mekte olan bu oluşumun tam bir dökümünü çıkar-
malı ve toplumun değerlendirrnesine sunmalıdır.
Kısaca özerk ve etkin bir TÜBA çok gereklidir. Si-
yasal güce bağımlılık gibi yanlışlardan bir an önce
kurtulmalı ve bilimsel işlevlerinı yalnız "topluma " kar-
şı sorumlu bir anlayışla yerine getirmelidir.
t «
MEVDUAT FAIZLERIMIZ
VADE
1
3
6
1
ay
ay
3V
vıl
TL.
%86
%93
%96
%100
USD.
% 7
% 8
% 8,5
% 9,5
°/c
°/«
%
%
DM.
• 6
, 7
8,5
10
SÜMERBANKK u ş a k t