27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 MART1996 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMI Kamunun 5 kara deliğinden biri olarak gösterilen birlikler, tek çatı altmda özerklik savaşı verecekler Üretici, demokrasi için örgüdeniyorTAHSCVAKÇA Tanm kesimi de ANAYOL koalisyo- nundan. ekonomik sorunlann çözümü- nün yanı sıra demokrasi de bekliyor. Ekonominın beşkara deliğinden biri ola- rak tanımlanan Tanm Satış Kooperatif- len BirlikJeri'nin özerklik ve demokra- tikieşme arayışı, üretici kesimınde bir güçbirliğini ortaya çıkardı. ANAYOL'un koalisyon protokolüne de gıren "birKk yönetimlerinin özerkleştirilmesi" konu- su, ay sonunda Izmir'de düzenlenmesi düsünülen ve birlik genel müdürlerini bir araya getirecek toplantıda ele alına- cak. Birlikler, kendilerine mali ve demok- ratık özerklik kazandırmayı amaçla- yan;fakat DYP-CHP koalisyonu döne- minde ortaklann çekişmesi sonucu Mec- lis gündemine giremeyen "Tanm Saüş Kooperatifleri Biriikleri yasa taslağTnı Meclis'ten geçme sürecini çabukJaştır- • Birlikler, kendilerine mali ve demokratik özerklik kazandırmayı amaçlayan; fakat DYP-CHP koalisyonu döneminde ortaklann çekişmesi sonucu TBMM Genel Kurul gündemine gelemeyen "Tanm Satış Kooperatifleri Birlikleri yasa taslağı"nın Meclis'ten geçme sürecini çabuklaştırmak için üst birlik oluşturarak yeni hükümete baskı yapmaya hazırlanıyor. manın yollannı arayacaklar. 16 koope- ratifîn oluşturacağı üst kurulun birlikler adma tek ses olarak, hükümet organla- nyladiyaloğagireceği öğrenildi. Ustor- ganın kurulması karannın şu ana dek Çukobirlik, Fiskobirlik ve Tariş'e bağlı birliklerin genel lcurullanndan geçtiği, genel kurul dönemine giren diğer bır- liklerde ise konunun yaktnda ele alina- cağı belirtildi. 1969 yılındanbu yana ko- operatif birliklenne para aktararak des- tekleme alımı yaptıran hükümetlerin, mali desteği gerekçe göstererek birlik- lerin yönetim lcurullanna iiye soktuğu- nu belirten Çukobirlik Yönetim Kurulu Başkanı Fevzi Şen, krizden sonra hükü- metin birlıklen yüzüstü bıraktığmı söy- ledi 5 Nisan'dan sonra bir sistem boşlu- ğu doğduğunu kaydeden Şen. "26yıl bo- yunca de%let ve birlikler iç içe geçti diyc diişünürkcn. iki yıidan bu yana de\let elini çekti. Biz de birliklerin. mali ve ida- ri konularda yeniden yapılandırmaya gi- dilerek 3 yılda kendi avaklan üzerinde duracak halegetirilmesini istiyomz. Des- tek birden çekilmemeüdir" dedi. Tariş Genel Müdür Yardımcisı Seta- hattin Gürsoy ıse birliklerin 26 yıldır alım-satım ve personel polıtikalannı kendilennin belirleyemediğini belirtti. KJT'lergibi kullamîarak bilançolannın sürekli zarar ettirildiğıni savunan Gür- soy, zarann işletmelerden değil, devle- tin sürekli müdahalelerinden kaynaklan- dığını ileri sürdü. Gürsoy. "Ürün alım- lannı iki yıl boyunca kendi imkânlan- mı/la gerçeklestinlik ve başanlı olduk. Demek ki, mevcut problcmlcrimizin za- mana yayılarak çözümlenmesi halinde kendi imkânlarunızla ayakta durabile- ceğjz" dedi. Fiskobirlik Genel Müdürü Kaam Türkmen isehükümetin birlikleri sırtın- dan atmaya çalıştığını savunarak şöyle konuştu: "Haziran ayında TBMM AH Komisyonu'na sunulan yasa taslağı, DYP'li milletvekilleri tarafindan yapılan müdahalelerie değiştirildi ve bu yüzden yasayı giindeme getiren CHP'li bakan Hasan Akyol tarafindan geri çckildi. Sonrasında da seçim gündeme geldi." Birliklerin Zıraat Bankası na olan borçları (devletin kefil olduğu) Çukobirlik Fiskobirlik Trakyabiriik Antbirlik Güneydogubirlik Karadenizbirlik Marmarabırlik Tariş Uzüm Tariş Zeytınyağı Tariş incır Tariş Pamuk Tiftıkbiıiik Gülbiriik Kayısıbirlik Kozabiriik 44.3 tnlyon 29.2 trilyon 12.8 tnlyon 6.1 trilyon 4.2 trilyon 2.4 trilyon 4.8 tnlyon 7.6 trilyon 3.1 trilyon 463 milyar 218milyar 438 milyar 285 milyar 102 milyar 287 milyar Ocakta yürürlüğe giren yeni ithalat rejiminde balık ve diğer deniz ürünü ithalatından alınan vergi sıfırlandı Tarımda Avnıpa'ya flk ödün: BabkçılıkHULYAGENÇ Tanmsal ürünlerde yeni avan- tajlar peşinde koşan AB'ye "ilk ödün" balıkçıhkta verildi. Güm- rük birliği anlaşması çerçevesin- de sanayi ürünlerinde gümrükle- rin sıfırlanması ile yetinmek is- temeyen AB, buğday ve arpa başta olmak üzere birçok tanm ürününde ve hayvancılıkta pa- zarlıklan sürdürürken ilk avanta- jını, 1 ocaktan itibaren yürürlü- ğe giren yeni ithalat rejiminde balık ve diğer deniz ürünlerin- den alınan verginin sıfırlanması ile yakaladı. Gümrük bırliğine adaptasyon çerçevesinde hazırlanan eski it- halat rejiminde AB ülkelerinden ithal edilen balıklardan yüzde 2 oranında gümrük vergisi alındı- ğını vurgulayan Tanm Bakanlı- ğı Türkiye AB Ekonomik ve Teknik llıgkıler Şube Müdürü Nunıllah Ozcan, bu oranın yü- rürlüğe giren yeni ithalat rejimiy- le bırlikte sıfirlandığını dile ge- tirdi. Diğer dünya ülkelerinden alı- nan yüzde 10'luk verginin yeni ithalat rejiminde de sabit ruruldu- gunu hatırlatan Özcan, yüzde 27'lik CİF bedelinin ise AB ve diğer dünya ülkelerinden alın- maya devam ettığını söyledi. AB ile tanm ürünlerinde pa- zarlık görüşmelerinin sürdüğü- Avrupa Bûiiği tanmsal ürünlerde istediği ayncalıklann ilkini balık ve deniz ürünü ithalabnda elde etti. nü belirten Ozcan, tanm ürünle- rinde belli oranlarda taviz veril- mesınin kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak eylül, ekim ayla- nnda başlatılan görüşmelerin. şubat ayında da devam edeceğı- ni bildirdi. Tanm üriinlerindeki tavizlerin ortak tarım politıkasma uyum kapsamında venlmesi gerektiği- ni söyleyen Özcan, karşılıksız venlecek ödünlerde Türkiye'nin dezavantajh çıkacağını belirtti. Türkiye'nin hububat, şeker, süt- tozu ve temel tanm ürünlerinde ithalatcı konuma düşmesıni fır- sat bilen AB ülkelerinin bu du- rumu pazarlık konusu haline ge- tirdiğini belirten Özcan, AB'nın ıthal edılmesı zorunlu olan bu ürünler için Türkiye'den '0' güm- rüklü özel tarife konusunda bas- kı yaptıklannı bildirdi. AB ülkelerinin 'Türkiye nasıl olsa bu ürünleri ithal etnıek zo- nında kalacak' görüşünü ılerı sürerek önceliğın kendilenne ve- rilmesını talep ettiklerinı kayde- den Özcan, özel tarife ile gürn- rüklerin sıfırlanması önerisine sıcak bakmadıklannı vurgulaya- rak, ancak gümrük vergisi oran- lannda indinme gidilerek ödün venleceğini bildirdi. Yeni ithalat rejiminde AB'den gelecek balıklara sınırlama geti- rilmezken Arjantin, Brezilya, Ekvador, Kolombıya, Meksika, Peru, Şili menşelı ve çıkışlı ba- lık ve deniz ürünlennin ıthalatı, Tanm Bakanlığf nın ıznine bağ- landı. Hamsi unu üreten fabrikalar kapanıyor CEMİLCİG.ERİM Balıkçılann teknolojının son harikası olan sonarlan kullanarak kümelendıklen yerlen bulmasıyla, deniz değıştiren hamsı, fabrikaların kapılanna da kılıt vurdurmaya başladı. Karadeniz 'de 4 balık unu yağı fabnkası üretıme ara vermek zorunda kalırken günlük kapasıtelen 6000 ton olan 16 fabrika da bu av sezonunda âncak 15 gün çalışarak 90.000 ton hamsı işleyebildiler. Türkiye'nin balık üretiminin yüzde 85'ınin sağlandığı Karadenız'de bu oranın giderek düşmesı nedenıyle balıkçılık tehlıke sınyallen vermeye başladı. Samsun Yakakent ve Smop Gerze'de Sursan brıkalannın genel müdürü Gürcan HamsicL "Günlük kapasitesi 6.000 ton olan balık unu \ağı fabrikalan tam kapasite iie ancak 15 gün çalışabildUer. Balık unu vağı fabrikalannın kapasiteieri Türkiye'de istihsai edilen hamsrye göre çok yüksek. Balık unu ve yağı fabrikalanna yön verilmesi gerekiyor. Bu yıl hamsi Giresun'a bile gelemedi. Geçmiş vülarda 400-500 bin tonlara ulaşan istihsai \ardı. Bunun normali 300 bin tondur. Filolann bü>ümcsi. aşın avlanma, bu avcılığın istihsalini düşürdü" dıye konuştu. Balık ürünleri fabrikalannın sayısının hızla artmasının yanlışlığı üzennde duran uzmanlar ise "Bu fabrikalann hamsi balığı isleme kapasiteieri 6000-7000 ton/giindür. Fakat bu kapashelerinin çok azını kullanabildikleri için fabrikalann talep baskısı sürekli olarak \öre balıkçılann ın üzerinde arrmakta. onlan hatalı avlanma>a zorlamakta vt çok güçlü teknelerie katliam \aptırılmaktadır. Yıllık deniz ürünleri ürerimi 13 mihon ton olan İspaına'da bile balık ürünleri fabrikalannın toplam kapasitesi Karadeniz bölgesindeki fabrikalar kadardır" şeklınde konuştular. DUNYA EKONOMISINE BAKIŞ /ERGiNYiLDizoĞLu/mv»u » nsan topluluklan tarih boyunca kendilerini et- Ikileyen, karşısında çaresiz kaldıklarını düşün- dükleri gelişmelerin yarattığı ruhsal gerginli- ği azaltmak için akıldışı açıklamalar, mitler ya- rattılar. Bugün yine böyle bir mitle karşı karşı- yayız. Globalleşme kavramı, hemen tüm eko- nomik ve polrtik süreçleri açıklamakta adeta bir anahtar gibi kullanılmaya başlandı. Ancak bu mit, bizim çaresizliğimizin yarattığı gergin- liği azaltmak yerine, "çaresizlik hissinı arttır- mak gibi bir işleve sahip." Globalleşme süre- cinin, etkilerinin ve özgünlüğünün abartılması- na karşı bu sütunlarda çok tartıştık. Bu kavra- mın, sermayenin yapısal krizi içinde, uluslara- rası düzlemde yaşadığı yeniden yapılanmaya direnmeyi kırmak üzere harekete geçirildiğini, giderek de emperyalizm kavramını silmek için kullanıldığını vurguladık. Geçen haftalarda ya- yımlanan çok kapsamlı iki çalışma, bir krtap ve birtebliğ, tüm bu tespitlerimizi ve kaygılanmı- zı destekler nrteliktey- di: Paul Hirst and Grahame Thompson (1996) Globalization in Question, Polity Press; Jeffrey G. Wil- liamson (Harvard Uni- versity - Ocak 1996) "Globalization and Ineçuality then and now: The late 19th and 20th Centuries Compared." Ameri- can Economic Asso- ciation Ocak Toplantı- sı. (1) Çağdaş Mitler-II mekten başka seçenek yoktur. Hirst ve Thompson'ın çok geniş bir veri ta- banına ve kaynakçaya dayanan araştırmasının sonuçlan, bu miti tuzla buz ediyor. VVilliam- son'ın yine çok uzun birdönemi (1800'den bu yana) kapsayan bir veri tabanına dayanan ve diğer geniş ölçekli araştıımaları da göz önüne almayı ihmal etmeyen tebliği ise globalleşme- nin geçmişte yaşandığını ve gelir dağılımını bozduğu için hükümetlerin sonunda bu global- leşmeye karşı tutum alarak süreci, 1913-1950 arasında tersine çevirdiklerini savunuyor ve bugün de benzer bir süreç yaşandığına dikka- ti çektikten sonra soruyor: "Yine globalleşme- den gen dönüş olurmu dersiniz?" ke dışında "///. Dünya" ülkelerine doğru, "mu- azzam" bir kayma olduğu fikrini de çürütüyor. Gelişmekte olan ülkelerın dünya ekonomisi içindeki payı hâlâ son derecede küçüktür. Ya- tırımları ve sermaye hareketleri, ağırlıklı olarak gelişmış ülkeler arasında gerçekleşmektedir. Dünya ekonomisi de öyle ileri sürüldüğü gi- bi "gerçekten globalleşmiş" değıldir. Serma- ye hareketleri ve ticaret, esas olarak Avnjpa, ABD ve Japonya üçgeni içinde gerçekleşmek- tedir. Üstelik "globalpiyasalar", tümü ilekont- rol dışı da değildir. En büyük üç ülke, ABD, Ja- ponya ve Almanya, politikalannı koordine et- tikleri zaman mali pıyasalara etkili bir şekilde müdahale edebilmektedirler. Devletlerin, özel- Globalleşme Gittikçe yaygınla- şan, yaygınlaştırılan inanca göre çağımız- da, toplumsal yaşamı- mızın büyük bir kısmı global bir süreç tara- findan belirleniyor ve böylece, ulusal kültür- ler, ulusal ekonomiler ve ulusal sınırlar çözü- lüyor (işçi sınıfının na- sıl "çözüldüğüne" (!?) geçen haftadeğinmiş- tik). Gerçek bir global ekonomi, ya oluşmuş ya da oluşma halindedir. Bu yüzden ulusal ekonomi yönetimi gittikçe anlamsız bir hale gelmiştir. (Devlet ekonomiye müdahale etme- melidir! Ya, özelleştirme ve serbestleştirme? Bunlar müdahale değil mi?) Dünya ekonomi- si uluslararasılaşmış ve kontrol edilemez piya- sa güçlerinin egemenliği altına girmiştir. Bu ge- lişmenin sürücüleri ise hiçbir devlete ve ulusa bağlılık ve gereksinim duymayan, tümü iie glo- bal dev şirketlerdır. Bu sürecin bir diğer önem- li bileşeni de ulaşımı ve haberleşmeyi tarihte görülmemiş boyutlarda hızlandıran ve ucuzla- tan bir teknolojik devrimdir. Sonuç: Bugüne kadar karşılaşmadığımız son derecede özgün bırdönemden geçiyoruz. Bu yüzden gelenek- sel siyaset ve bunun üzerinde durduğu sınıf- lar ve devletler ilişkileri ve politika seçenekle- ri, tümü ile ışlevsiz hale gelmiştir. Globalleşme rnıtine göre bu sürece direnmek yerine katıl- rnak, teşvik etmek, bu yeni tannya baş eğ- Sermaye globalleşme kavnunmı uluslararası düzlemde direnisi kırmak üzere harekete geçirerek emperyalizm kavramını silmek için kullandı. Hirst ve Thompson'ın bulgulannı şöyle özet- lemek mümkün: Bugünkü uluslararası ekono- mi daha önce görülmemiş bir şey değildir; en temel özellikleri 1870-1914 arasındaki döne- me benzemektedir: Sermayenin uluslararası- laşması, mali sermayenin ulusal ekonomilere nüfuz etmesi, ihracatın artması ve ticari en- tegrasyon, ulaşımın ve haberleşmenin hızlan- ması ve ucuzlaması... Ancak, bugün sermaye hareketlerinin serbestliği ve ulusal ekonomile- re nüfuz etmesi, ticaretin GSMH içindeki payı gibi etkenlere bakınca, dünya ekonomisinin, 1870-1914 döneminden daha az bütünleşmiş ve daha az açık, yani daha az globalleşmiş ol- duğu görülüyor. Hirst ve Thompson'ın araştır- ması göstermektedir ki, gerçek global şirket- ler vardır, ancak sayıları çok azdır. Bu yönde- ki eğilim, ileri sürüldüğü kadar güçlü değildir. İki yazarın bulguları, dünyada yatırım ve istih- dam söz konusu olduğunda, çok az sayıda ül- likle eski ismi ile emperyaiist devletlerin dün- ya ekonomisini şekillendirme gücünde bir azalma olmamıştır. Diğer taraftan, ilginç bir bulgu da ulusal devletlerin gücüne ilişkindir. Hirst ve Thompson'ın araştırması, tüm tehdit- lerine rağmen, çokuluslu şirketlerin işlerine gel- meyen bir ekonomi politikası uygulanmaya konduğunda çoğu zaman ülkeyi terk etmedik- lerini, kalarak uyum sağlamaya çalıştıklannı gösteriyor. Ancak, ben burada, çok hızlı hare- ket kabiliyetine sahip olan "sıcakpara"yı ayn- ca değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Diğer taraftan, yine tanhsel bir bakışla, mali sermayenin bu derecede bir özerklik kazan- masının yeni bir olay olmadığı ve bu durumun üretken sermayenin kârlarının düşmesıne, ya- ni krize bağlı olduğunu, dolayısıyla geçici bir olgu olduğunu söylemek mümkündür. VVİIIiamson, tebliğine önce, 19. yüzyılın so- nunda bugünküne çok benzeyen bir tartışma Ifteratürü olduğunu göstererek başlıyor. Willi- amson, "globalleşmenin", 1913-1950 döne- mindeki anti-globalleşmeci gelişmeler başla- madan önce, gelişmiş ülkelerde gelir dağılımı- nı, işçi göçlerinin ve dış ticaretin etkisi ile boz- duğunu gösterdikten sonra, "1913-1950 ara- sındaki korumacı ve otarşik politıkalann doğ- masında gelir dağılımındaki bozulmanm etki- si mutlaka olmuştur diyor." ABD başkanlık adayı önseçımlerınde Buchanan'ın, dikkati birden bire gelir dağılımı, globalleşme ve ko- rumacılık üzerine çekerek konuyu güçlü bir şe- kilde gündeme getirmiş olması, VVilliamson'ın araştırmasının ne kadar güncel ve geçerli ol- duğunu da gösteriyor. Profitosör'un sonıTrrui?72j Hirst ve Thompson ile VVilliamson'ın çalış- malanndan hareketle, globalleşme mıti büyük ölçüde yıkılıyor. Ancak her iki çalışmada da "globalleşme" süreci- nin, dünya çapında et- kili, yapısal bir krizle eşzamanlı olarak ger- çekleştiği gerçeğinı, bulgularını değerlendi- rirken göz önüne alma- malan önemli bir eksik- lik yaratıyor. Bıtirirken, bu bağ- lamda, yeni yayımlan- mış bir yapıta daha gönderme yapmak is- tiyorum. Tarihçi ve ekonomist, LesterTu- row (1996) Kapitalız- min Geleceği isimli ki- tabında dünya ekono- misinin son derecede köklü değişiklikler sü- recinden geçmekte ol- duğuna işaret ederek bu süreci açıklamak için en uygun metafo- run biyolojiden alınabi- leceğini ileri sürüyor. Ani değişikliklerden dolayı egemen türün aniden yok olduğu "kesintiye uğramış denge" kavramını kul- lanarak Turow, bilinen en meşhur örneğe, di- nozortann aniden yok olmasına gönderme yapıyor. Kapitalizmin keskinleşen sınıflar ve uluslararası çelişkilerine işaret eden Turovv, ka- pitalizmin çökerek yeniden "ortaçağlara" ben- zer bir karanlık döneme girilebıleceğine işaret ediyor. Özetle dinozorlar gibi bir gün 'profito- sör'un da (kapitalizmin) sonu gelecek. Şimdi soru bence şöyle: Çağdaş mitlere kanıp globalleşmenin cana- varlaşma sürecine teslim olarak "ikinci bar- Dar///c"döneminin gelmesini mi bekleyeceğiz. Yoksa, aklımızı kullanarak bu sürece müdaha- le etmenin yollannı ve araçlannı bulacak mıyız? (1) Globalleşmeyi sorgulamak; "Globalleşme ve Eşitsızhk Dün ve Bugûn: 19. ve 20. Yüzyıllann Son Yıllannın Karşılaştınlması." (2) The Economıst 09/02/1996, sf. 126., Dinozor (deinas + saurous = korkunç kertenkele) kelımesin- dekı "korkunç" ön ekı, kâr anlamına gelen profrt ön ekı ile değıştirilerek bir şaka yapılmış. Turow'un ki- tabını henuz okumadığım için The Economıst'in ta- nıtma yazısından faydalandım. ANKARAPAZARI YAKUP KEPENEK "Görev" Yeni hükümet asıl görevinin "ekonomide devleti küçült- mek" olduğunu acıkladı. Devleti küçültme amacıyla hükümetin, üç yönlü çalışaca- ğı anlaşılıyor; özelleştirmenin hızlandırılması, eğitim, sağlık gibi sosyal güvenliğin giderek özel ellere aktarılması ve ula- şım, enerji gibi altyapı yatırımlannın da yap-işlet yöntemiy- le yine özel kesime bırakılması. Devleti ekonomide küçültme politikası, aslında 1980 son- rasında, fiyatları düşüreceği, yatırımları ve üretimi arttıraca- ğı beklentisiyla adım adım yürürlüğe konulan biryaklaşımın mantıksal sonuçlarına götürülmesidir. Hükümet, KİT'İ özel- leştirme gerekçesiyle yağmalatmayı sürdürerek, eğitim ve sağlık hizmetlerini özel sermayeye bırakarak on beş yılı aşan bir süredir bu yönde çok yol almış, devlet bütçesini büyük sermayeye faiz ödeme kasasına dönüştürmüş bulunmak- tadır. Görünen, ekonomiden el çekmenin sosyal güvenliği de kapsayarak hızlandırılacağıdır. • * • Yaygın olarak "sosyal güvenlik" diye adlandırılan kavra- mın içeriği tümüyle ekonomiktir; burada söz konusu olan "ekonomik güvencedir"; çalışanların, "iş görememe" yani çalışarak gelir elde etme olanağının kalmadığı durumlarda, kendilerine ve yakınlarına önceki hızmetlerin karşılığı yapı- lan ödeme anlamına gelir. Ülkemizde toplam çalışan sayısı en son verilere göre yak- laşık 20 milyondur. Bunun içinde yaklaşık dört milyon SSK'li, iki milyon Bağ-Kur'lu ve 1.8 milyon da Emekli Sandığı'na bağlı olmak üzere, sosyal güvenlik şemsıyesı altına girebi- lenlerın sayısının toplamı sekiz milyonun altındadır. Sosyal güvenlikten yarartanabilen sekiz milyonun da yalnızca 1.4 milyonu kadındır. Bunun anlamı, "çalışan her 100 kişiden 60'ının, her 100 kadından da yüzde 75'inin" ekonomik gü- venceden yoksun olduğudur. Ekonomik güvenceden yok- sun olanların, dört milyonu kadın, iki milyonu erkek olmak üzere, altı milyonu büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşa- yan "ücretsiz aile işçisi" sayılan kesimdir. Bir o kadar da ço- ğu "kendi hesabına çalışan "sigortasız vardır. Sosyal güvenlik, işsizlik sigortasını da içermelidir; yıllar- dır sözü edilmesine karşın ülkemizde işsiz kalanları koru- yan bir uygulamaya geçilmemiştir. Öte yönden sosyal gü- venlik amacıyla kullanılacak para havuzuna, dünyada ge- nellikle uygulanan biçimiyle üç kaynaktan para gelir; bun- lar çalışanın kendisi, işvereni ve devlettir. Odeme yükü bu üçlü arasında yaklaşık eşit dağıtılır. Türkiye'de devlet, "iş- veren olarak" memurlar için yaptığı katkı dışında sosyal gü- venlik için kaynak ayırmaz. Bu arada, Emekli Sandığı için memur payının yüzde 14, devlet payının yüzde 20, SSK'de de işçi payının yüzde 14, kurum payının da yüzde 19.5-25 olduğunu belirtelim. Bağ-Kur'da işçi-işveren tek kişide, ya- ni sigortalıda birleşiyor ve kesenek oranı isteğe bağlı sap- tanıyor. Böyle olunca da "toplu konut ve sosyalgüvenlik için Tür- kiye'nin devlet bütçesinden ayırdığı pay, gelişmiş ülkelere göre yüzde altı gibi gülünç sayılabilecek bir düzeyde kalı- yor. Oysa kapitalizmin beşiği olan ülkelerae merkezi hükü- metin sosyal güvenlik için bütçesinden ayırdığ: pay, 1993'te ABD'de yüzde 32, Ingiltere'de yüzde 33, Almanya'da yüz- de 46 ve Isveç'te yüzde 53 dolayındaydı. Kaldı ki ülkemizde sosyal güvenlik kurumlan hükümete bağımlıdır, özerk değildir; kaynaklannı hükümetler geçmiş- te istedikleri gibi kullanmışlardır ve devlet bütçesinden ver- dikleri yardım da esas olarak borç vermedir. Bu nedenle de sosyal güvenlik kurumlannı her bakımdan "talan ederek" bütçenin açık vermesine neden olan "kara deWc"lerinden bi- ri yapan siyasetçilerin, bu kurumlardan şikâyete hâklan ola- maz. • • • Bu noktaya bir günde gelinmedı. Yarın ünlü 12 Mart 1971 'in 25. yıldönümüdür; anımsanacağı gibi zamanın ge- nelkurmay başkanı, kendi deyişiyle, "Halkın istekleri eko- nominin verebileceklerinin önüne geçti" gibisinden bir ge- rekçeye dayanarak askeri darbe yapmıştı. Bu tarih, ülkenin giderek demokrasiden uzakiaşarak karanlığa sürüklenişinin, baskının yaygınlaşmasının, işkencenin kurumlaşmasının, işleyeni bulunmayan öldürmelerin hızla artışınm ve şiddetin tırmanıştnın da bir türlü sonu gelmeyen ya da getirilmeyen başlangıcıdır. Ozgürlüğün dayanağı öncelikte ekonomik güvencedir. Çalışanlarını, ağır aksak da olsa var olan ekonomik güven- ceden bile yoksun bırakmaya uğraşan bir anlayışın, ne de- mokrasiden ne de özgürlüklerden söz etme olanağı kalır. Devletin "emekçi kesimlerden daha da uzaklaştınlarak ta- lan edilmesiyle" ülkeyi gelecek binyıla sağlıklı taşıma ola- nağı, ekonomik ve siyasal olarak daha çok baltalanmış olur. Ekonomik gelişmenin orta basamaklannda bocalayan bu ülkede yalnızca devleti küçültmeyi görev sayan bir anlayı- şın, "niteliksel olarak temelden yanlış " olduğu ve bu neden- le de her bakımdan yetersiz kalacağı açıktır. Oysa devletin "üretim olanaklannı genişletici", daha açığı "ekonomik ge- lişmeyi" amaçlayan bir görev anlayışıyla yeniden yapılan- ması; başta eğitim, sağlık ve işsizlik olmak üzere asıl görev- lerini etkin bir biçimde yapması, kısaca emek ve sermaye kesımlerine dengeli bir yaklaşım sergilemesi gerekirdi. ŞtRKETLERDEN HABERLER • HENKEL-TURYAĞ, Dünya'da ilk kez uygulanan Hydro-Balance System'i Fa ailesi ile birlikte Türkiye'de tüketiciye sunuyor. • CHICCO'nun Türkiye distribitörü Cem Turizm & Dış Ticaret A.Ş. anti-bakteriyel etkili steril sistemi pıyasaya sürdü. • ABC Matik, limonlu matik deterjanı piyasaya sürdü. • YEŞÎM TEKSTİL, mağazalar zincirine, Adapazan'nda açılan yeni mağazasıyla bir yenisini ekJedi. • BEYMEN. dünya genç stilist yanşmasının sponsorluğunu üstlendi. • CATONİ, Türkiye'nin ilk uluslararası gözetim şirketi olarak Romanya'da faaliyete başladı. • ARENA BILGtSAYAR, Hevvlett Packard, Oracle, IBM OS2 Warp intemet için işbirliği yaptı. • EVYAP, dünyamn 90 ülkesine sabun. şampuan. krem ve diş macunu ihraç ediyor. • NISSAN. 1996 ÖYS birincisine hediye olarak Nissan Micra veriyor. • EMEK HAYAT Sigorta'da Türkiye'de sosyal güvenlik sis- temleri ve sigortacılık semineri verildi. • GÜNEŞ HAYAT Sigorta A.Ş. genel kurulu yapıldı. İLAN T.C. BAKIRKÖY3.SULH HUKUK MAHKEMESÎ'NDEN 1995'1246 Mahkememizce verilen 1995/1246 E., 1996/65 karar sayı- lı ve 13.2.1996 tarihli karar gereğince; Istanbul ili, Fatih ilçesi, H. Muslahattin, ciltno026/12. say- fa no 59, kütük sıra no 962'de nüfusa kayıtlı Mehmet Günal ve Nurgen oğlu, 26.12.1977 doğumlu Serkan Eryavuz'un ra- hatsızlığı sebebiyle hacir altına alınarak kendisine, aynı yer- de nüfusa kayıtlı annesi,CaferveRemzıyekızı, 1951 doğum- l<ı Nurgen Eoavuz'un vasi olarak tayinine karar verilmiştır. tlanchmur. 26.2.1996 Basm: 74027
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle