30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MART 1996 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI 'Klon' üretimi yapılacak günlere doğru LONDRA ZAFER ARAPKİRLİ Ajanslardan, fakslardan, bilgisayar ekranlarından akmaya başlayan haber, okuyanlann adeta gözlerini yerinden oynatıyordu: "Bilim adamlan, laboratuvarda, bir canlı varatığın kopyasını yaratmayı başarmışlardı.-'' Canlı yaratık bır koyundu ve bilim dilinde "klon" adı verilen bır yöntemle "tmkısının aynısı" yaratılmıştı. İskoçya'nın Edinburgh kentindeki bir laboratuvarda gerçekleştirilen çalışma sonucu yetiştirilen "Megan" ve "Morag" adlanndaki iki koyun, tüm bıyolojik ve genetik özelliklerle birbirinin aynısı olmak suretiyle, dünyaya getirilmışlerdi. Bilim dünyasında "yeni bir pencere" açacağı belirtilen bu inanılmaz buluşu duyunca, insanın aklına ister istemezs dehşet verici sorular geliyor: "Acaba aynı şeyi insanlara da uygulariar mı?" Yani, bır gün bırileri çıkıp da "Bana şöyle iyi tarafindan 250 tane, güçlü kuvvetli adam ürvtin. siparişi iki haftaya kadar bekJiyorum" diyerek fılanca laboratuvara "adam Kmarlar"mı? Ya da bir anlamda şimdı de modacılann yaptıklan gibi aynı tipte, aynı ölçülerde bir dizi "modeT hatun üretip, bunlan defilelerde kullanmak isterler mi? Tabii bütüri bu çalışmlann, "mükemmel bir tür" üretmeye yönelik olacağı, laboratuvar yöntemlcn ıle "klon" insanlar üretilmeye başlanınca, bunun da öyle sıradan şeyler değil. "süpermenler'' yaratmaya yönelik bır çabaya dönüşeceğı aşikar. Peki ama. buna gerçekten gerek var mı? Ve dünyanın böyle şeylere kalkışması halinde, insaniığın halı nc olur? Bu sorulara din adamlannın verecekleri yanıt zaten malum: "Hasaa.. Tövbe.. Cenabn Mevla'nın işini mi devralaeağız?" Bilim adamlannın yanıtı ise birbırinden çok tarklı. Kimileri, bilimin elindeki olanaklan, insan yaşamının mükemmelleştirilmesi için kullanmanın, aslında bilimin görevlerinden biri oldugunu savunacak.... Kimileri ise, bunun da bir sınırı olması gerektığini ve "bilim etiği'" gereğı, doğanın yeteneklerine müdahalenin, bir yerde durması gerektiğini söyleyecek. Ama asıl politikacılann neler düşünddkleri öncmli. Onlara kaiırsa "pek fazla düşünmeyen, sorgulamayan, haline şükreden, gözbebeklerinin iizerinde birer pembe tabaka olan" insanlarla dolu bir iilke yaratılmasını. bu "pembe gözlü kJonlar"ın da meydanlarda bır ağızdan, "IkJerimiz çok yaşa" dıye bağırmaktan başka bir şey bılmemesını filan isterlerdi herhalde. Anneler ve babalar, "peki anneciğim, olur babacığun" diyen çocuklar. kadınlar "tabii kancığım, senin istediğinin gibi olsun" dıyen kocalar, erkekler. "ayağmın turabı olay un, sen her şeyi en iyi bilirsin kocacığım" diyen kadınlar, müdürler, "hakkı aliniz var efendim, başüstüne, hemen..." demekten başka bir laf bilmeyen memurlar ısmarlamak için şimdiden ellenni ovuşturuyorlardır bile. Kısacası, bılım adamlannı ve laboratuvarlan, fazla mesaili günler beklivor. Yavaşlık senfonisi ve Salieri'nin acılı ruhu Milan Kundera'nın Yavaşkkisimli olağanüstü senfonısinin sayfalannı heyecandan nemlenmış parmaklarla. korkunç bir süratle çevirerek bitirdiğimde başından beri kendimı hazırladığım neye uğradığını şaşırmışlık durumunu daha fazla ileri götürüp keyiften avaz avaz bağırmamak için başımı buz gibi suyun altına soktum. Sabahın dördünde Tuna nehrinin kjyısındakı apartman dairesinde, komşulann gürültüden rahatsız olup polis çağırabilecekleri ihtimalini göze alarak Beethoven'ın en majestik en aryan pıyano konçertosunun başındaki arpejleri ve arkasından sökiin eden mi bemol majör şöleni Kundera'ya yakışacak bir volümde bütün komşulara hediye etmeye kendimi mahkum ettim. Ne bencillık ne mutluluk! Duvarlann göz kamaştıncı kalınlığından uyuyanlann rûyalannı tıklatmaya bıle soluğu yetmeyecek müzigı nefes nefese dinlerken Kundera'nın en sevdiğı bestecılerden başta gelenini duyuyordum. Devrimci, sağır Flamanı! Kundera'nın müzıkolojik ihtiraslannın baş kaynağını! O an çantama üç parça eşya tıkıp sabah ilk kalkan trenle Prag'a giderek kırk sekiz saat geçırmeye ve Prag telefon rehbenndeki Kundera soyadı taşıyan bütün şahıslann adreslennı not ederek hiçbir zaman kullanmayacagım Kundera ikametgâhlan bilgılenyle Peşte'ye dönmeye karar verdim. Ne kadar da Çek lisanının kafamızda farzettigimiz ses yapısına uymayan birSlav ismi bu Kundera! Ustelik Yavaşlık'taki Çek bilginin -Çekçe'de hem sesli hem sessiz harflerin üzerine konan ve kelimenin telaffuzunu tamamen degiştiren- şapkalalann ve işaretlerin kendileri için ne kadar gurur kaynağı oldugunu söyledigi ve "Herşeye ihanet edebiliriz. Ama bu işareder için kanımızın son damlasına kadar savaşınz"dedıgı ışaretlenn bır teki bile yok bu çöl gibi dazlak Kundem kelimesinde. Prag'a vardıgımda ilk işim birkaç ay evvel Macaristan'ın güney illerinden birinde karşıiaştığim kemancı Ludek Prazak'ı aramak oldu. Ludek amcasının yıllar önce Kundera'yla çektirdigi fotografın kendisinde oldugunu ve fotoğrafa bakmaktan artık sıkıldıgını söylemişti. Ludek'in Krakov'a gittiğini söyleyen kız arkadaşı Ruzena Oleksova akşamın tahammül edilmez soğugunda beni müthiş bır sürpnzın bekledığini belirterek Smetana Salonuna PRAC MEHMET MESTÇl götürdü. Büyük Avrupa gezgini, Liset'ın hocası, kontur puan âlimı, Bohemyalı Antonin Rejcha'mnolaganüstü nefesli çalgılarbeşlilerini sersem edici bir dikkatle dinledım. Ertesi gün Prag Konservatuvan'nın giriş katındaki karanlık holde konser afişlerinin üzerindekı isımlerin şapkalanna merakla bakarken bestecı dostum Radim Bubie yanımda bitiverdi. Antonio Salieri'nin haksız yere unutulmava yüz tutmuş senfonılen üzerine bir dergiye yazdıgı makalenin Ingilizcesini göstererek oenı, Mozartova 169 numaradaki Amadeus'un Prag'da yaşadığı eve götürmek istedigini söyledi. Evin beşigindeki ormanda Salieri'nin acı çekmiş ruhuna içilecek dünyanın en lezzetli, çikolata renklı biralannı temin ettikten sonra Radim'in son anda bize katılan sınıf arkadaşı Jindrişka Krivaçkova'yı okulun önünden alarak kuzey-dogu bölgesinden güneye-batıya hareket ettik, Jindrişka'nın çok kötüydü Ingilizcesı. Devamlı Almanca konuştu. Macanstan'ın en yetenekli eletronik müzıkçilerinden Ivan Patachkh'in Ballad adlı eserini çok begendıgıni söylediginde Patachich'i nereden duyduğunu gerçekten merak ettım. Ardından Jindrişka Doğu Avrupalı bütün elektronik müzıkçılerin yakın gözlemcısi oldugunu belirtti. "Efsaneye" göre Don Giovanni'nm mahşer gibi uvertürü, önüne geldigimiz evın adalanndan birinde, herhangı birinde bestelenmiş. Son derece demode krauatı, rengi eçmış ceketi ve mor renkli gömlegiyle Marek bu bılgileri verirken kıskanılacak kadar mutluydu. Arabadan indigimizde "Bir dakika"diyerek en yakınımdaki telefon kulübesine yürüdüm. Titreyen ellenmle rehben kaldınp "K" bölümünü açtım. Tek bır "Kundera" buldum. Yapayalnız bir ısım: "Mirosiau Kundera". Telefonu çe\ irdıgımde karşıma çıkan telesekretenn uzun konuşmastnın ne manaya geldigini Marek'e sormadım. Miroslau Kundera'ya da cevap olarak bıraktığım Macarca mesajın ne oldugunu Jindrişkaya söylemedim. KüçükVTetnamlıpariatacakbirçiftpapuçbulabildigiiçinalabildiğine mııtlu. Heryılbin- | e n ; e Ç Q C u k J ş buiabilmek u m u d U y l a taşradan bü>ük şehirlere akın akın geliyorlâr. An- cak hemen hemen hepsi sonunda sokaklarda yan aç yan tok sürdüriilen yaşanun aynlmaz birer parçalan oluveriyorlar. İskandinavy a'ya turizm çıkarması STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Geçen hafta Akdeniz'deki en gözde tatil beldelerinden seçme konuklardan oluşan 113 kişilik bir heyet, lsveç'te ve Türkiye'de etken olarak çalışan bazı turizm şirketlerinin konuğu olarak Helsinki'ye ve Stockholm'ageldi. Aralannda belediye başkanlan. valiler. emniyet müdürleri, ticaret odası başkanlan, hâkimler ve çok sayıda eş ve çocuk da vardı. Aynı zamanda, bölge televızyonlanndan kameramanlar bol bol görüntü yakalamaktaydılar. Salı akşamı Türkiye'nin Isveç Büyükelçisi Solmaz Ünaydın'ın verdıği resepsiyona katılım büyüktü. Bir ara gazeteci arkadaşlar, bu satırlann yazannı DYP'nin Antalya Milletvekili Ha>ri Doğan'la tanıştırdılar. Daha önce, bölgede 'anutcular' denılen ve butıklerin önünde turistleri zaman zaman zorla içeri sokmakla görevii gençlerin yarattıği sıkıntıdan söz etmiştik. Gerçekten de, özellikle Antalya ve Alanya'dan hemen her şeyden hoşnut olarak dönen Isveçliler, iki konuda yakınıyorlar: Alışveriş için dolaştıklannda serbestçe butıklerin vitrinlerine bakamamak ve taksilenn, gündüzken gece tarifesi uygulamalan ya da taksimetrenin bozuk oldugunu söylemeleri. DYP'nin çıçeği burnundakı milletvekili Hayn Doğan konuya çok farkl: yaklaştı: "Efendim, Avrupa'da gördüm. Birbirinden zengin halı butikleri var. Halüannı kendi ülkelerinde alsınlar, bizden alarak sorun çıkartmasınlar." Bilmiyorum, ona oy veren Antalyalılar, bu konuda aynı görüşteler mi? Ancak Alanyalı bir tunzmci aynı görüşte değildi. "Yeni hahlan yıkıyorlar, dama geriyorlar, üzerinde tepiniyorlar, yola serip araba geçirtiyorlar, ardından bir kez daha yıkayıp kuruladıktan sonra, tarihi halı olarak satıyorlar" dedı. Üzüntüsü, konuklanmızın dolandınlması kadar ciddi, dürüst tüccann da töhmet altında kalmasıydı. Sayın milletvekili yanımızdan hızla aynldığı için tartışmayı sürdüremedik. Alanya Ticaret ve Sanayii Odası'nın Yönetim Kurulu BaşkanıMüstakbd Dim, gelişmeler konusunda umutlu. Bu tür sorunlann giderek daha çok üzerine eğilindigini söylüyor. Aynca gerek yerli gerek yabancı konuklann yanlış davranışlarla karşılaştıklan zaman doğrudan dogruya ılgili makamlara başvurmalannın yarannı vurguluyor. Bunun yol-iz bilmeyen yabancı bir konuk için ne denli kolay oldugu bır ayn konu. Her neyse, güzide konuklar Helsinki'yi gördüler, Stockholm'e buzlan çatır çatır kıran dev gemiyle geldiler. burada bıraz dolaşıp gen döndüler. Insanlann birbirlerini tanımaları hiç kuşkusuz önemli, gerekli bir şey. Bu arada. gönül rahatlıgıyla aramıza katılmalan, küçük hesaplar yüzünden güç duruma düşürülmemeleri de çok önemli. Bize gelen İskandinavyalılann büyük bölümü, bizdeki emekçiler gibi zar zor geçimini saglayan insanlar. Bilmekte yarar var. En önemlisi yasa değil, yaşam Bıçak, yasamı kolaylaştırmaya yarayan bir araç. Ama bıçakla bir insan yaşamına son vcrmek mümkün. Devlet de, işlevi insanlara hizmet etmek olan bir kurum. Ama devlet, milyonlarca insana yaşamı zehir edebilıyor. Devieti kutsal, insan yaşamını ise bozuk para misali harcanabilecek sıradan bir değer olarak gören anlayış, Rusya ve Türkiye gıbı ülkelerde zaman zaman kan kusturuyor. Anlamı sonuna dek açıklanmayan ve hamasi nutuklann gürültüsünde insanlara yutturulmaya çalışılan sözde büyük amaçlar ugruna yüzlerce, binlerce yaşam söndürülüyor. Ve devieti insana tercih eden anlayışa göre "bazen kaü davranılması"hep doğal oluyor. Biten insan yaşamlan ve yiten umutlar. "tarih" denilen "bireylerüstü" süreç ıçinde sözü edilmeye değmez birer aynntı olarak kalıyor. "Kutsal" devletin çıkarlan ugruna nice savaşlar, yasaklar, baskılar ve işkenceler küstahça haklı çıkanlıyor. 15 aydır süren Çeçen savaşında on binlerce insan öldü. Bunlann arasında binlerce çocuk ve kadın var. Ölenlerin çoğu sivil. Savaş çıkmasaydı bu insanlar sağ kalacaktı. 2-3 günde tamamlanması amaçlanan askeri harekât gerçekten de kısa sürede bitirilebilseydi. kayıplar çok daha az olacaktı. Ama olmadı. Ve hâlâ da olmuyor. Savaşa son verilmesı. artık hemen herkesçe benimsenen bir talep haline gelmesine karşın becerilemıyor. M0SK0VA HAKAN AKSAY Bunun tek nedeni var: Savaşlann bitmesi, savaşan taraflann bir masaya oturarak banş anlaşması imzalamaMyla gcrçekleı>ebilıyor. Kremlin Sarayı sakınlerı, hem savaşı bitirmek istedığıni sövlüyor hem de Çeçen lider Cahar Dudayev'le aynı masaya oturup banş anlaşması ımzalamaya yanaşmıyor. Bunu da, Dudayev'ın "yasalara göre suçiu" sayılması ile açıklıyor. Koskoca devlet, nasıl olur da kendı yasalannı çigneyen bir yurttaşıyla aynı yükseklikteki sandalyelerde oturur, hatta el sıkışır? Dudayev "suçlu". Onu suçlu ılan eden kim? Devlet. Onu affederek banş görüşmeleri için yeniden "yasal" bir kımlık kazanmasını sağlamak kime baglı? Devlete. Ama devlet katı ve hantal. Ustelik şımartilmış ve dedigım dedikçi. Rusya Başsavcısı Yuriy Skuratov, bazı devlet yöneticilerinin Dudayev'le görüşme eğilimi göstermelerine şıddctle karşı çıkıvor. u Nasıl olur da devletin temsilcileri, devlete böylesine /arar veren bir adamla göriişür? Cörüşürlerse, kendileri de yasadışı davranmış ohuiar"diyor. Bir başsavcıdan da ancak bu beklenebilirdi zaten. Yani bırakalım savaş sürsün, insanlar ölsün. Ama devletin başı dik olsun. Devlet, kendi eliyle savaşa sürdügü insanlann cesetleri üzerinde mağrur ve heybetli pozunu korusun. Kimileri bunu, "her ne pahasuıa olursa olsun yasalara uyulması"amacıyla açıklıyor. Yani ınsanlarca yapılan kağıttan yasalan. somut insanlann yaşamlanndan daha önemli görüyor. Kimisi yasalarla hukuku birbirine kanştınyor Bütün yasalara uymanın, baen "hukukdısı" sonuçlar verdiginı anlamıyor. Aynca -hukukçular beni bagışlasın- kökleri insaniığın ortaya çıktığı zamanlara dayanan ahlaki (yazısız) degerlerin, sonradan yaratılan hukuki (yazılı) kurallardan daha önemli oldugu unuruluyor İşsizliğin çözümü yine çok uzaklarda... Geçen günlerde. temyiz mahkemesi, Nimes istinaf mahkemesinin insana tuhaf gelen bir karannı onayladı. Konuya ilişkın pek bir şey duyulmuş olmasa bile. davanın kendisı, sayısı 3 milyonu aşan ışsizler bakımından oldukça önemliydi. işsizliğin kol gezdigi Fransa'da, asgari ücret, aylık olarak tam altı bin iki yüz kırk dokuz frank altmış iki santim... Geçim konusunu son denli ilgilendirici bir durum karşısında bulmasak garibanlan, "bozdur. bozdur, ye!"demekten alamayacağız kendimizi. Ama adalet mekanizmasının nerede ise en üst düzeydeki mercii temyiz mahkemesı. yukanda sözünü ettığimız tutumunu benimsediyse, akan sulann durduğunu kabul etmekten başka bir şey kalmıyor artık. Temyiz mahkemesinin onayladıgı Nimes lstınaf mahkemesinin karan, ışsizlik ejderiyle mücadele eden. parasız pulsuz, işsiz bir kişı ile bağlantılıydı. Olanlar, 1982-1986 yıllan arasında meydana gelmış ve sonunda adamın kafasır.a güm diye çarpıvermişti. Temyiz tarafından onaylanan mahkeme karanndaki parasal veriler ise şöyleydi: 10 bın frank para cezası ile işsizlik kurumuna, r982-1986 yıllan arasında tahsil edilmiş 230 bin frankın iadesi!.. İlk bakışta yadırgıyor insan böyle bir durumu. Bizim gariban emekçi, bır yandan işsizlik paralannı ilgili kurum "Assedfc"ten resmen alırken öte yandan da kimseye sezdirmeden ikinci bir kuruluşta çalışıp gizli bir gelir mi PARİS MİŞEL PERLMAN sağlamıştı kendisine? Ne gezer, beyim! Saflık demek daha doğru olacak galiba. 10 bin frank para cezası ödemek, bunun yani sıra da yenmiş ve çoktandır hazmedilmiş 200 küsur bin frankı iade etmek, elbette hiç de hoş bir durum doğurmadı. Lakın, Fransızlann deyimiyle, "Yasa, yasadır!" Bu nedenle de, uygulanması gerekmektedir. Hele, hele temyiz mahkemesinden çıkmışsa kesin karar. Bir başka deyışle, gelinmişse artık son durağa. Işte, mahkeme burada, gerekçe olarak diyor ki, işsiz kişi, gönüllü olarak, bir tek santim cebine indirmeden çalışmışsa bile yasaya aykın hareket etmiştir. Çalışmayasasının I.35İ.I sayılı maddesinde belirtildigi gibi, bütün vaktini iş aramaya ayırmamıştır. Hoş. ışsizlerin gönüllü olarak, belirli bir zaman çerçevesinde çalışma haklan vardır, ancak tam gün çalışmak mümkün değildir. Haksız mı oluyor bu durumda yasa? Elbette ki hayır! Çünkü kendisine iş aramak zorundadır, işsizlik paras'ı alan kişi. Ote yandan. iyi niyetle de olsa yapılan gönüllü çalışmanın işsizlik parasıyla ilgili kurumu Assedic'e de derhal haber verilmesi zorunluluğu da vardır. Bunun nedeni de mantıkı. Böylecc, hiç istemeden, farkına vanlmadan, kimi şerefsiz işverenlerin, "gönüllü" çalıştınp personelinde kısıntıya giderek sömürüye başvurmalannı engellemektedir. Aynca, gönüllü çalışmak için yasa tarafından kabul edilen süre de ayda azamı 136 saat olarak saptanmış bulunmaktadır. Buraya dek işsizlik konusu üstünde durduk. Fakat, başka türlü nasıl olsun ki... Alain Juppe hükümeti de. işsizlik sorununu yok etmek üzere çaba harcadıgını durmadan yineliyor. Ancak, durum ortada. Hava da bulutlu. Umut güneşinin ışınlan ise henüz çok uzaklarda. Ha, bir gayret daha diyenler durumu iyi değerlendiriyor mu dersiniz?.. Vah haline geleceğin dünya metropolü Berlin! BERLIN GÜNER YÜREKLtK Almanya genelinde işsizlik sayılannın savaş sonrasının en üst düzeyine, 4 milyonun üstüne yükseldiğı şu günlerde. 2 binli yıllann dünya metropolü olma yolundaki Berlin'in başı binbir dertle dolu. 2 binli yıllarda Bonn'daki federal meclis ile hükümet erkanını başkentte agırlamaya hazırlanan ve yoğun ınşaat çalışmalan içinde ter döken Berlin, 32 milyar marklık bütçe açığının nasıl kapatacağının en ince hesaplannı yapar durumda. Tüm kent halkı, kemerleri sıkma, bütçe açıgını kapatma politikası içinde bir yaşam sürdürüyor şimdilerde. Vergiler, üniversite harçlan, kreşlere ödenen aidatlar artacak, kamu kesiminde 22 bin işyeri kapanacak, kültür giderlerine önemli ölçüde kısıtlama yapılacak ve 2 bin yılına dek 32 milyar marklık açık kapatılmaya çalışılacak. Başkent Berlin tam bir çıkmazda. Hem 2 binli yıllann dünya metropolü olma savını sürdürüyor, hem de bütçedeki yamayı nasıl kapatacagını bilemiyor. Hayır, biliyorda, Berlin halkı bunun üstesinden nasıl gelecegini bilemiyor. Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Hıristiyan Demokrat Bırliği (CDU) arasındaki koalisyon hükümeti 32 milyar marklık bütçe açıgını kapatmak ıçın tam bir uzlaşmaya varmış durumda. SPD'li Maliye Senatörü ÇDU'lu hükümet başkanıyla düşlere girecek bir uyum içinde. Berlin'in en can alıcı sorunlannda tam bir görüş birliği içindeler. Kolay olmadı, günler, geceler sürdü konuşmalar, tartışmalar. Ama sonunda, BZ gazetesınin "zehirH liste" dediği tasarruf önlemleri paketi oy birliğiyle çıktı ortaya. Şimdi iş vatandaşa düşüyor. Dünya metropolü olmanın faturası yine onun omuzlannda. Daha az kazanacak. işsiz kalacak ama daha fazla vergi, daha fazla kreş parası ödeyecek, kültüre ayıracak zamanı olmayacak ya da ayırdığı zamanı değerlendirebileceği kültürel etkinliklerde fazla seçim hakkı olmayacak. Berlin bır acaip döngü içinde. "Bu kadar bütçe açıgı, borçia, bu kenti nasıl dünya metropoiü haline getireceksiniz" diye soruyor insan. Ama öte yandan, Berlin'in 2. Dünya Savaşında yerle bir olmuş beş ayn yerindeki yogun inşaat çalışmalan da harıl hanl sürüyor. Özellikle Doğu Berlin tam bir şantiye alanı. Doğu Berlin'de bir inşaat alanına toslamadan yolunuza devam edemezsiniz. Tüm bu paralar kimin cebinden çıkacak diye düşünüyonız. Elbette bizim, başka izahı var mı bunun? Ama öncelikle Doğu Almanyalının. İşsizlik oranının Doğu Almanya'da Batıdakinden çok daha yüksek oldugu düşünülecek olursa, aynı iş Batıdakilere oranla çok daha düşüİc ücret aldıklan göz önüne getirilerse, 2 binli yıllara doğru hızla ilerleme azminde olan ve Avrupa Para Birliği'nin öncülüğünü üstlenen Almanya'nın, öncelikle yerlebir ettıği Doğu Almanya üzerinden atılımlannı finanse etmek istedigini gözlemek hiç de zor değil. Rızlası doğuya, birazı da batıya... 2 Hınli yıllann Almanyası çimento torbası aöırlığında omuzlannda. RUS YAZAR RATZİNSKY'MN İDDİASI: Stalin'i dönemin KGB Başkanı Beria öldürdü NEWYORK (AA) - Eski SSÇB'nin5 Mart 1953'te ölen liden Josef Stalm'in "dnayete kurban 0ttigi ve dönemin KGB Başkanı Lavrenti Beria tarafından zehirlenerek öldürüldüğü" öne sürüldü. "Son Çar" adlı romanıyla uluslararası üne kavuşan Rus yazar Edvard Ratzinsky tarafından kaleme alınan Stalin adlı kitapta, Sovyet diktatörünün, en yakın yardımcılannı tasfiye ederek Batı'ya savaş açmayı planladığı sırada öldürüldüğü savunuluyor. Yazar Radzinsky, kendisinin Stalin öldüğü sırada onun yanında bulunan koruma görevlilerinden birinden, Sovyet diktatörünün cinayete kurban gittiğini kanıtlayacak ilginç aynntılar aldığını ifade etti. O tarihte 73 yaşında olan Stalin'in ölümüyle ilgili olarak yapılan resmı açıklamada. Stalin'in son gece koruma görevlilerine -o zamana kadar hiç yapmadığı şekilde- "Yatmaya gideceğhıi" söyledigi ve korumalann ertesi gün onu yatağında bılinçsiz şekilde yatarken bulduklan ifade edilmiş, "Stalin'i havata döndürme çabalannın sonuç vermediği" kaydedilmişti. Resmi açıklamanın gerçekleri yansıtmadığını öne süren Radzinsky, Stalin'in en yakın korumalanndan biri olan Peter V'asilyevic Logaçev'e atfen şunlan yazdr •'Stalin'in yatmaya gideceğini, korumalann da yatabileceklerini söytediğini, sadece Ivan Krustalev adlı koruma duymuş. Knıstalev, Sovyet gizli polisi KGB'nin o tarihte başında bulunan Lavrenti Beria'nın en yakın adamlanndan biriydi ve Beria, Stalin tarafindan öJdürüîmekten korkuyordu." Radzinsky. "aralannda Beria'nın da bulunduğu çok savıdaki üst düzey görevlinin. Stalin'in emriyle tutuklanma ve tasfiyeye uğrama aşamasuıda bulundukiannı bildikterini"de iddialanna ekledi. Yazar, Stalin'in, aynı tarihlerde SSCB'deki Musevileri topluca Sibirya'ya sürme hazırlığı içinde oldugunu da savundu. Yazann iddiasına göre, Stalin, Musevileri, Batılılan tahnk etmek ve bir savaş çıkartmak amacıyla Sibirya'ya sürmeye hazırlanıyordu. Radzinsky'ye göre Stalin, çıkacak bir savaşta yeni geliştirilen hıdrojen bombasına başvurarak kazanmayı ve SSCB'nin hakimiyet alanını genişletmeyi planlıyordu. Yazara göre Logaçev, Stalin'i yatağında yatarken değil, yerde kendi idranndan oluşan pisliğin içinde yatarken buldu. Stalin bilinçsizdi. Ne yapacağını bilemeyen koruma görevlisi, durumu derhal Beria'ya haber verdi. Beria geldiğinde, verdiğı ilk emir "Paniğe gerek yok. Yoldaş Stalin'i rahatsız etmeyin. Uyuyor"oldu. Olaydan 13 saat sonra çağnlan doktorlar ise "Stalin için yapacak bir şev kalmadıgınT açıkladılar. Beria için iki şık bulunduğunu, bunlann "ya bile bile ölüme gitmek" ya da "yaşlı lideri ortadan kaidırmak"olduğunu savunan Radzinsky, Stalin'in Beria tarafindan zehirlendigi görüşünde oldugunu da ifade etti. KGB Başkanı Beria3talın'in ölümünden sonra giriştigi ıktıdar mücadelesını kaybettıgı için ıdam edilmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle