Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 MART 1996 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI
'Klon' üretimi yapılacak günlere doğru
LONDRA
ZAFER
ARAPKİRLİ
Ajanslardan, fakslardan, bilgisayar
ekranlarından akmaya başlayan haber,
okuyanlann adeta gözlerini yerinden
oynatıyordu: "Bilim adamlan,
laboratuvarda, bir canlı varatığın
kopyasını yaratmayı başarmışlardı.-''
Canlı yaratık bır koyundu ve bilim
dilinde "klon" adı verilen bır yöntemle
"tmkısının aynısı" yaratılmıştı.
İskoçya'nın Edinburgh kentindeki bir
laboratuvarda gerçekleştirilen çalışma
sonucu yetiştirilen "Megan" ve
"Morag" adlanndaki iki koyun, tüm
bıyolojik ve genetik özelliklerle
birbirinin aynısı olmak suretiyle,
dünyaya getirilmışlerdi.
Bilim dünyasında "yeni bir pencere"
açacağı belirtilen bu inanılmaz buluşu
duyunca, insanın aklına ister istemezs
dehşet verici sorular geliyor:
"Acaba aynı şeyi insanlara da
uygulariar mı?"
Yani, bır gün bırileri çıkıp da "Bana
şöyle iyi tarafindan 250 tane, güçlü
kuvvetli adam ürvtin. siparişi iki
haftaya kadar bekJiyorum" diyerek
fılanca laboratuvara "adam
Kmarlar"mı? Ya da bir anlamda şimdı
de modacılann yaptıklan gibi aynı
tipte, aynı ölçülerde bir dizi "modeT
hatun üretip, bunlan defilelerde
kullanmak isterler mi?
Tabii bütüri bu çalışmlann,
"mükemmel bir tür" üretmeye yönelik
olacağı, laboratuvar yöntemlcn ıle
"klon" insanlar üretilmeye başlanınca,
bunun da öyle sıradan şeyler değil.
"süpermenler'' yaratmaya yönelik bır
çabaya dönüşeceğı aşikar.
Peki ama. buna gerçekten gerek var
mı? Ve dünyanın böyle şeylere
kalkışması halinde, insaniığın halı nc
olur? Bu sorulara din adamlannın
verecekleri yanıt zaten malum:
"Hasaa.. Tövbe.. Cenabn Mevla'nın
işini mi devralaeağız?"
Bilim adamlannın yanıtı ise
birbırinden çok tarklı. Kimileri,
bilimin elindeki olanaklan, insan
yaşamının mükemmelleştirilmesi için
kullanmanın, aslında bilimin
görevlerinden biri oldugunu
savunacak.... Kimileri ise, bunun da
bir sınırı olması gerektığini ve "bilim
etiği'" gereğı, doğanın yeteneklerine
müdahalenin, bir yerde durması
gerektiğini söyleyecek.
Ama asıl politikacılann neler
düşünddkleri öncmli. Onlara kaiırsa
"pek fazla düşünmeyen, sorgulamayan,
haline şükreden, gözbebeklerinin
iizerinde birer pembe tabaka olan"
insanlarla dolu bir iilke yaratılmasını.
bu "pembe gözlü kJonlar"ın da
meydanlarda bır ağızdan, "IkJerimiz
çok yaşa" dıye bağırmaktan başka bir
şey bılmemesını filan isterlerdi
herhalde. Anneler ve babalar, "peki
anneciğim, olur babacığun" diyen
çocuklar. kadınlar "tabii kancığım,
senin istediğinin gibi olsun" dıyen
kocalar, erkekler. "ayağmın turabı
olay un, sen her şeyi en iyi bilirsin
kocacığım" diyen kadınlar, müdürler,
"hakkı aliniz var efendim, başüstüne,
hemen..." demekten başka bir laf
bilmeyen memurlar ısmarlamak için
şimdiden ellenni ovuşturuyorlardır
bile. Kısacası, bılım adamlannı ve
laboratuvarlan, fazla mesaili günler
beklivor.
Yavaşlık senfonisi ve
Salieri'nin acılı ruhu
Milan Kundera'nın Yavaşkkisimli
olağanüstü senfonısinin sayfalannı
heyecandan nemlenmış
parmaklarla. korkunç bir süratle
çevirerek bitirdiğimde başından beri
kendimı hazırladığım neye
uğradığını şaşırmışlık durumunu
daha fazla ileri götürüp keyiften
avaz avaz bağırmamak için başımı
buz gibi suyun altına soktum.
Sabahın dördünde Tuna nehrinin
kjyısındakı apartman dairesinde,
komşulann gürültüden rahatsız olup
polis çağırabilecekleri ihtimalini
göze alarak Beethoven'ın en
majestik en aryan pıyano
konçertosunun başındaki arpejleri
ve arkasından sökiin eden mi bemol
majör şöleni Kundera'ya yakışacak
bir volümde bütün komşulara
hediye etmeye kendimi mahkum
ettim. Ne bencillık ne mutluluk!
Duvarlann göz kamaştıncı
kalınlığından uyuyanlann rûyalannı
tıklatmaya bıle soluğu yetmeyecek
müzigı nefes nefese dinlerken
Kundera'nın en sevdiğı
bestecılerden başta gelenini
duyuyordum. Devrimci, sağır
Flamanı! Kundera'nın müzıkolojik
ihtiraslannın baş kaynağını! O an
çantama üç parça eşya tıkıp sabah
ilk kalkan trenle Prag'a giderek kırk
sekiz saat geçırmeye ve Prag telefon
rehbenndeki Kundera soyadı
taşıyan bütün şahıslann adreslennı
not ederek hiçbir zaman
kullanmayacagım Kundera
ikametgâhlan bilgılenyle Peşte'ye
dönmeye karar verdim. Ne kadar da
Çek lisanının kafamızda
farzettigimiz ses yapısına uymayan
birSlav ismi bu Kundera! Ustelik
Yavaşlık'taki Çek bilginin -Çekçe'de
hem sesli hem sessiz harflerin
üzerine konan ve kelimenin
telaffuzunu tamamen degiştiren-
şapkalalann ve işaretlerin kendileri
için ne kadar gurur kaynağı
oldugunu söyledigi ve "Herşeye
ihanet edebiliriz. Ama bu işareder
için kanımızın son damlasına kadar
savaşınz"dedıgı ışaretlenn bır teki
bile yok bu çöl gibi dazlak Kundem
kelimesinde.
Prag'a vardıgımda ilk işim birkaç ay
evvel Macaristan'ın güney
illerinden birinde karşıiaştığim
kemancı Ludek Prazak'ı aramak
oldu. Ludek amcasının yıllar önce
Kundera'yla çektirdigi fotografın
kendisinde oldugunu ve fotoğrafa
bakmaktan artık sıkıldıgını
söylemişti. Ludek'in Krakov'a
gittiğini söyleyen kız arkadaşı
Ruzena Oleksova akşamın
tahammül edilmez soğugunda beni
müthiş bır sürpnzın bekledığini
belirterek Smetana Salonuna
PRAC
MEHMET
MESTÇl
götürdü. Büyük Avrupa gezgini,
Liset'ın hocası, kontur puan âlimı,
Bohemyalı Antonin
Rejcha'mnolaganüstü nefesli
çalgılarbeşlilerini sersem edici bir
dikkatle dinledım. Ertesi gün Prag
Konservatuvan'nın giriş katındaki
karanlık holde konser afişlerinin
üzerindekı isımlerin şapkalanna
merakla bakarken bestecı dostum
Radim Bubie yanımda bitiverdi.
Antonio Salieri'nin haksız yere
unutulmava yüz tutmuş senfonılen
üzerine bir dergiye yazdıgı
makalenin Ingilizcesini göstererek
oenı, Mozartova 169 numaradaki
Amadeus'un Prag'da yaşadığı eve
götürmek istedigini söyledi. Evin
beşigindeki ormanda Salieri'nin acı
çekmiş ruhuna içilecek dünyanın en
lezzetli, çikolata renklı biralannı
temin ettikten sonra Radim'in son
anda bize katılan sınıf arkadaşı
Jindrişka Krivaçkova'yı okulun
önünden alarak kuzey-dogu
bölgesinden güneye-batıya hareket
ettik, Jindrişka'nın çok kötüydü
Ingilizcesı. Devamlı Almanca
konuştu. Macanstan'ın en yetenekli
eletronik müzıkçilerinden Ivan
Patachkh'in Ballad adlı eserini çok
begendıgıni söylediginde
Patachich'i nereden duyduğunu
gerçekten merak ettım. Ardından
Jindrişka Doğu Avrupalı bütün
elektronik müzıkçılerin yakın
gözlemcısi oldugunu belirtti.
"Efsaneye" göre Don Giovanni'nm
mahşer gibi uvertürü, önüne
geldigimiz evın adalanndan birinde,
herhangı birinde bestelenmiş. Son
derece demode krauatı, rengi eçmış
ceketi ve mor renkli gömlegiyle
Marek bu bılgileri verirken
kıskanılacak kadar mutluydu.
Arabadan indigimizde "Bir
dakika"diyerek en yakınımdaki
telefon kulübesine yürüdüm.
Titreyen ellenmle rehben kaldınp
"K" bölümünü açtım. Tek bır
"Kundera" buldum. Yapayalnız bir
ısım: "Mirosiau Kundera".
Telefonu çe\ irdıgımde karşıma
çıkan telesekretenn uzun
konuşmastnın ne manaya geldigini
Marek'e sormadım. Miroslau
Kundera'ya da cevap olarak
bıraktığım Macarca mesajın ne
oldugunu Jindrişkaya söylemedim.
KüçükVTetnamlıpariatacakbirçiftpapuçbulabildigiiçinalabildiğine mııtlu. Heryılbin-
| e n ; e Ç Q C u k J ş buiabilmek u m u d U y l a taşradan bü>ük şehirlere akın akın geliyorlâr. An-
cak hemen hemen hepsi sonunda sokaklarda yan aç yan tok sürdüriilen yaşanun aynlmaz birer parçalan oluveriyorlar.
İskandinavy a'ya
turizm çıkarması
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
Geçen hafta Akdeniz'deki
en gözde tatil
beldelerinden seçme
konuklardan oluşan 113
kişilik bir heyet, lsveç'te
ve Türkiye'de etken olarak
çalışan bazı turizm
şirketlerinin konuğu olarak
Helsinki'ye ve
Stockholm'ageldi.
Aralannda belediye
başkanlan. valiler. emniyet
müdürleri, ticaret odası
başkanlan, hâkimler ve
çok sayıda eş ve çocuk da
vardı. Aynı zamanda,
bölge televızyonlanndan
kameramanlar bol bol
görüntü yakalamaktaydılar.
Salı akşamı Türkiye'nin
Isveç Büyükelçisi Solmaz
Ünaydın'ın verdıği
resepsiyona katılım
büyüktü. Bir ara gazeteci
arkadaşlar, bu satırlann
yazannı DYP'nin Antalya
Milletvekili Ha>ri
Doğan'la tanıştırdılar.
Daha önce, bölgede
'anutcular' denılen ve
butıklerin önünde turistleri
zaman zaman zorla içeri
sokmakla görevii gençlerin
yarattıği sıkıntıdan söz
etmiştik. Gerçekten de,
özellikle Antalya ve
Alanya'dan hemen her
şeyden hoşnut olarak
dönen Isveçliler, iki
konuda yakınıyorlar:
Alışveriş için
dolaştıklannda serbestçe
butıklerin vitrinlerine
bakamamak ve taksilenn,
gündüzken gece tarifesi
uygulamalan ya da
taksimetrenin bozuk
oldugunu söylemeleri.
DYP'nin çıçeği
burnundakı milletvekili
Hayn Doğan konuya çok
farkl: yaklaştı: "Efendim,
Avrupa'da gördüm.
Birbirinden zengin halı
butikleri var. Halüannı
kendi ülkelerinde alsınlar,
bizden alarak sorun
çıkartmasınlar."
Bilmiyorum, ona oy veren
Antalyalılar, bu konuda
aynı görüşteler mi? Ancak
Alanyalı bir tunzmci aynı
görüşte değildi. "Yeni
hahlan yıkıyorlar, dama
geriyorlar, üzerinde
tepiniyorlar, yola serip
araba geçirtiyorlar,
ardından bir kez daha
yıkayıp kuruladıktan
sonra, tarihi halı olarak
satıyorlar" dedı.
Üzüntüsü, konuklanmızın
dolandınlması kadar ciddi,
dürüst tüccann da töhmet
altında kalmasıydı.
Sayın milletvekili
yanımızdan hızla aynldığı
için tartışmayı
sürdüremedik. Alanya
Ticaret ve Sanayii
Odası'nın Yönetim Kurulu
BaşkanıMüstakbd Dim,
gelişmeler konusunda
umutlu. Bu tür sorunlann
giderek daha çok üzerine
eğilindigini söylüyor.
Aynca gerek yerli gerek
yabancı konuklann yanlış
davranışlarla karşılaştıklan
zaman doğrudan dogruya
ılgili makamlara
başvurmalannın yarannı
vurguluyor. Bunun yol-iz
bilmeyen yabancı bir
konuk için ne denli kolay
oldugu bır ayn konu. Her
neyse, güzide konuklar
Helsinki'yi gördüler,
Stockholm'e buzlan çatır
çatır kıran dev gemiyle
geldiler. burada bıraz
dolaşıp gen döndüler.
Insanlann birbirlerini
tanımaları hiç kuşkusuz
önemli, gerekli bir şey. Bu
arada. gönül rahatlıgıyla
aramıza katılmalan, küçük
hesaplar yüzünden güç
duruma düşürülmemeleri
de çok önemli. Bize gelen
İskandinavyalılann büyük
bölümü, bizdeki emekçiler
gibi zar zor geçimini
saglayan insanlar.
Bilmekte yarar var.
En önemlisi yasa değil, yaşam
Bıçak, yasamı kolaylaştırmaya
yarayan bir araç. Ama bıçakla bir
insan yaşamına son vcrmek
mümkün.
Devlet de, işlevi insanlara hizmet
etmek olan bir kurum. Ama devlet,
milyonlarca insana yaşamı zehir
edebilıyor.
Devieti kutsal, insan yaşamını ise
bozuk para misali harcanabilecek
sıradan bir değer olarak gören
anlayış, Rusya ve Türkiye gıbı
ülkelerde zaman zaman kan
kusturuyor.
Anlamı sonuna dek açıklanmayan
ve hamasi nutuklann gürültüsünde
insanlara yutturulmaya çalışılan
sözde büyük amaçlar ugruna
yüzlerce, binlerce yaşam
söndürülüyor.
Ve devieti insana tercih eden
anlayışa göre "bazen kaü
davranılması"hep doğal oluyor.
Biten insan yaşamlan ve yiten
umutlar. "tarih" denilen
"bireylerüstü" süreç ıçinde sözü
edilmeye değmez birer aynntı
olarak kalıyor. "Kutsal" devletin
çıkarlan ugruna nice savaşlar,
yasaklar, baskılar ve işkenceler
küstahça haklı çıkanlıyor.
15 aydır süren Çeçen savaşında on
binlerce insan öldü. Bunlann
arasında binlerce çocuk ve kadın
var. Ölenlerin çoğu sivil. Savaş
çıkmasaydı bu insanlar sağ
kalacaktı. 2-3 günde tamamlanması
amaçlanan askeri harekât gerçekten
de kısa sürede bitirilebilseydi.
kayıplar çok daha az olacaktı. Ama
olmadı. Ve hâlâ da olmuyor. Savaşa
son verilmesı. artık hemen herkesçe
benimsenen bir talep haline
gelmesine karşın becerilemıyor.
M0SK0VA
HAKAN
AKSAY
Bunun tek nedeni var: Savaşlann
bitmesi, savaşan taraflann bir
masaya oturarak banş anlaşması
imzalamaMyla gcrçekleı>ebilıyor.
Kremlin Sarayı sakınlerı, hem
savaşı bitirmek istedığıni sövlüyor
hem de Çeçen lider Cahar
Dudayev'le aynı masaya oturup
banş anlaşması ımzalamaya
yanaşmıyor. Bunu da, Dudayev'ın
"yasalara göre suçiu" sayılması ile
açıklıyor. Koskoca devlet, nasıl olur
da kendı yasalannı çigneyen bir
yurttaşıyla aynı yükseklikteki
sandalyelerde oturur, hatta el
sıkışır? Dudayev "suçlu". Onu
suçlu ılan eden kim? Devlet. Onu
affederek banş görüşmeleri için
yeniden "yasal" bir kımlık
kazanmasını sağlamak kime baglı?
Devlete. Ama devlet katı ve hantal.
Ustelik şımartilmış ve dedigım
dedikçi.
Rusya Başsavcısı Yuriy Skuratov,
bazı devlet yöneticilerinin
Dudayev'le görüşme eğilimi
göstermelerine şıddctle karşı
çıkıvor. u
Nasıl olur da devletin
temsilcileri, devlete böylesine /arar
veren bir adamla göriişür?
Cörüşürlerse, kendileri de yasadışı
davranmış ohuiar"diyor. Bir
başsavcıdan da ancak bu
beklenebilirdi zaten.
Yani bırakalım savaş sürsün,
insanlar ölsün. Ama devletin başı
dik olsun. Devlet, kendi eliyle
savaşa sürdügü insanlann cesetleri
üzerinde mağrur ve heybetli
pozunu korusun.
Kimileri bunu, "her ne pahasuıa
olursa olsun yasalara
uyulması"amacıyla açıklıyor. Yani
ınsanlarca yapılan kağıttan yasalan.
somut insanlann yaşamlanndan
daha önemli görüyor. Kimisi
yasalarla hukuku birbirine
kanştınyor Bütün yasalara
uymanın, baen "hukukdısı"
sonuçlar verdiginı anlamıyor.
Aynca -hukukçular beni bagışlasın-
kökleri insaniığın ortaya çıktığı
zamanlara dayanan ahlaki (yazısız)
degerlerin, sonradan yaratılan
hukuki (yazılı) kurallardan daha
önemli oldugu unuruluyor
İşsizliğin çözümü yine çok uzaklarda...
Geçen günlerde. temyiz
mahkemesi, Nimes istinaf
mahkemesinin insana tuhaf gelen
bir karannı onayladı. Konuya
ilişkın pek bir şey duyulmuş
olmasa bile. davanın kendisı,
sayısı 3 milyonu aşan ışsizler
bakımından oldukça önemliydi.
işsizliğin kol gezdigi Fransa'da,
asgari ücret, aylık olarak tam altı
bin iki yüz kırk dokuz frank
altmış iki santim... Geçim
konusunu son denli ilgilendirici
bir durum karşısında bulmasak
garibanlan, "bozdur. bozdur,
ye!"demekten alamayacağız
kendimizi. Ama adalet
mekanizmasının nerede ise en üst
düzeydeki mercii temyiz
mahkemesı. yukanda sözünü
ettığimız tutumunu
benimsediyse, akan sulann
durduğunu kabul etmekten başka
bir şey kalmıyor artık.
Temyiz mahkemesinin onayladıgı
Nimes lstınaf mahkemesinin
karan, ışsizlik ejderiyle
mücadele eden. parasız pulsuz,
işsiz bir kişı ile bağlantılıydı.
Olanlar, 1982-1986 yıllan
arasında meydana gelmış ve
sonunda adamın kafasır.a güm
diye çarpıvermişti. Temyiz
tarafından onaylanan mahkeme
karanndaki parasal veriler ise
şöyleydi: 10 bın frank para cezası
ile işsizlik kurumuna, r982-1986
yıllan arasında tahsil edilmiş 230
bin frankın iadesi!.. İlk bakışta
yadırgıyor insan böyle bir
durumu. Bizim gariban emekçi,
bır yandan işsizlik paralannı
ilgili kurum "Assedfc"ten resmen
alırken öte yandan da kimseye
sezdirmeden ikinci bir kuruluşta
çalışıp gizli bir gelir mi
PARİS
MİŞEL
PERLMAN
sağlamıştı kendisine? Ne gezer,
beyim! Saflık demek daha doğru
olacak galiba.
10 bin frank para cezası ödemek,
bunun yani sıra da yenmiş ve
çoktandır hazmedilmiş 200 küsur
bin frankı iade etmek, elbette hiç
de hoş bir durum doğurmadı.
Lakın, Fransızlann deyimiyle,
"Yasa, yasadır!" Bu nedenle de,
uygulanması gerekmektedir.
Hele, hele temyiz
mahkemesinden çıkmışsa kesin
karar. Bir başka deyışle,
gelinmişse artık son durağa. Işte,
mahkeme burada, gerekçe olarak
diyor ki, işsiz kişi, gönüllü
olarak, bir tek santim cebine
indirmeden çalışmışsa bile
yasaya aykın hareket etmiştir.
Çalışmayasasının I.35İ.I sayılı
maddesinde belirtildigi gibi,
bütün vaktini iş aramaya
ayırmamıştır. Hoş. ışsizlerin
gönüllü olarak, belirli bir zaman
çerçevesinde çalışma haklan
vardır, ancak tam gün çalışmak
mümkün değildir. Haksız mı
oluyor bu durumda yasa? Elbette
ki hayır! Çünkü kendisine iş
aramak zorundadır, işsizlik
paras'ı alan kişi.
Ote yandan. iyi niyetle de olsa
yapılan gönüllü çalışmanın
işsizlik parasıyla ilgili kurumu
Assedic'e de derhal haber
verilmesi zorunluluğu da vardır.
Bunun nedeni de mantıkı.
Böylecc, hiç istemeden, farkına
vanlmadan, kimi şerefsiz
işverenlerin, "gönüllü" çalıştınp
personelinde kısıntıya giderek
sömürüye başvurmalannı
engellemektedir. Aynca, gönüllü
çalışmak için yasa tarafından
kabul edilen süre de ayda azamı
136 saat olarak saptanmış
bulunmaktadır.
Buraya dek işsizlik konusu
üstünde durduk. Fakat, başka
türlü nasıl olsun ki... Alain Juppe
hükümeti de. işsizlik sorununu
yok etmek üzere çaba harcadıgını
durmadan yineliyor. Ancak,
durum ortada. Hava da bulutlu.
Umut güneşinin ışınlan ise henüz
çok uzaklarda. Ha, bir gayret
daha diyenler durumu iyi
değerlendiriyor mu dersiniz?..
Vah haline geleceğin dünya metropolü Berlin!
BERLIN
GÜNER
YÜREKLtK
Almanya genelinde işsizlik sayılannın
savaş sonrasının en üst düzeyine, 4
milyonun üstüne yükseldiğı şu günlerde. 2
binli yıllann dünya metropolü olma
yolundaki Berlin'in başı binbir dertle dolu.
2 binli yıllarda Bonn'daki federal meclis
ile hükümet erkanını başkentte agırlamaya
hazırlanan ve yoğun ınşaat çalışmalan
içinde ter döken Berlin, 32 milyar marklık
bütçe açığının nasıl kapatacağının en ince
hesaplannı yapar durumda. Tüm kent
halkı, kemerleri sıkma, bütçe açıgını
kapatma politikası içinde bir yaşam
sürdürüyor şimdilerde. Vergiler, üniversite
harçlan, kreşlere ödenen aidatlar artacak,
kamu kesiminde 22 bin işyeri kapanacak,
kültür giderlerine önemli ölçüde kısıtlama
yapılacak ve 2 bin yılına dek 32 milyar
marklık açık kapatılmaya çalışılacak.
Başkent Berlin tam bir çıkmazda. Hem 2
binli yıllann dünya metropolü olma savını
sürdürüyor, hem de bütçedeki yamayı nasıl
kapatacagını bilemiyor. Hayır, biliyorda,
Berlin halkı bunun üstesinden nasıl
gelecegini bilemiyor. Sosyal Demokrat
Parti (SPD) ile Hıristiyan Demokrat
Bırliği (CDU) arasındaki koalisyon
hükümeti 32 milyar marklık bütçe açıgını
kapatmak ıçın tam bir uzlaşmaya varmış
durumda. SPD'li Maliye Senatörü ÇDU'lu
hükümet başkanıyla düşlere girecek bir
uyum içinde. Berlin'in en can alıcı
sorunlannda tam bir görüş birliği içindeler.
Kolay olmadı, günler, geceler sürdü
konuşmalar, tartışmalar. Ama sonunda, BZ
gazetesınin "zehirH liste" dediği tasarruf
önlemleri paketi oy birliğiyle çıktı ortaya.
Şimdi iş vatandaşa düşüyor. Dünya
metropolü olmanın faturası yine onun
omuzlannda. Daha az kazanacak. işsiz
kalacak ama daha fazla vergi, daha fazla
kreş parası ödeyecek, kültüre ayıracak
zamanı olmayacak ya da ayırdığı zamanı
değerlendirebileceği kültürel etkinliklerde
fazla seçim hakkı olmayacak. Berlin bır
acaip döngü içinde. "Bu kadar bütçe açıgı,
borçia, bu kenti nasıl dünya metropoiü
haline getireceksiniz" diye soruyor insan.
Ama öte yandan, Berlin'in 2. Dünya
Savaşında yerle bir olmuş beş ayn
yerindeki yogun inşaat çalışmalan da harıl
hanl sürüyor. Özellikle Doğu Berlin tam
bir şantiye alanı. Doğu Berlin'de bir inşaat
alanına toslamadan yolunuza devam
edemezsiniz. Tüm bu paralar kimin
cebinden çıkacak diye düşünüyonız.
Elbette bizim, başka izahı var mı bunun?
Ama öncelikle Doğu Almanyalının.
İşsizlik oranının Doğu Almanya'da
Batıdakinden çok daha yüksek oldugu
düşünülecek olursa, aynı iş Batıdakilere
oranla çok daha düşüİc ücret aldıklan göz
önüne getirilerse, 2 binli yıllara doğru
hızla ilerleme azminde olan ve Avrupa
Para Birliği'nin öncülüğünü üstlenen
Almanya'nın, öncelikle yerlebir ettıği
Doğu Almanya üzerinden atılımlannı
finanse etmek istedigini gözlemek hiç de
zor değil. Rızlası doğuya, birazı da
batıya... 2 Hınli yıllann Almanyası çimento
torbası aöırlığında omuzlannda.
RUS YAZAR RATZİNSKY'MN İDDİASI:
Stalin'i dönemin KGB
Başkanı Beria öldürdü
NEWYORK
(AA) - Eski
SSÇB'nin5
Mart 1953'te
ölen liden Josef
Stalm'in
"dnayete
kurban 0ttigi ve
dönemin KGB
Başkanı
Lavrenti Beria
tarafından
zehirlenerek
öldürüldüğü"
öne sürüldü.
"Son Çar" adlı romanıyla uluslararası üne
kavuşan Rus yazar Edvard Ratzinsky
tarafından kaleme alınan Stalin adlı
kitapta, Sovyet diktatörünün, en yakın
yardımcılannı tasfiye ederek Batı'ya savaş
açmayı planladığı sırada öldürüldüğü
savunuluyor.
Yazar Radzinsky, kendisinin Stalin öldüğü
sırada onun yanında bulunan koruma
görevlilerinden birinden, Sovyet
diktatörünün cinayete kurban gittiğini
kanıtlayacak ilginç aynntılar aldığını ifade
etti. O tarihte 73 yaşında olan Stalin'in
ölümüyle ilgili olarak yapılan resmı
açıklamada. Stalin'in son gece koruma
görevlilerine -o zamana kadar hiç
yapmadığı şekilde- "Yatmaya gideceğhıi"
söyledigi ve korumalann ertesi gün onu
yatağında bılinçsiz şekilde yatarken
bulduklan ifade edilmiş, "Stalin'i havata
döndürme çabalannın sonuç vermediği"
kaydedilmişti.
Resmi açıklamanın gerçekleri
yansıtmadığını öne süren Radzinsky,
Stalin'in en yakın korumalanndan biri
olan Peter V'asilyevic Logaçev'e atfen
şunlan yazdr •'Stalin'in yatmaya
gideceğini, korumalann da
yatabileceklerini söytediğini, sadece Ivan
Krustalev adlı koruma duymuş. Knıstalev,
Sovyet gizli polisi KGB'nin o tarihte
başında bulunan Lavrenti Beria'nın en
yakın adamlanndan biriydi ve Beria,
Stalin tarafindan öJdürüîmekten
korkuyordu." Radzinsky. "aralannda
Beria'nın da bulunduğu çok savıdaki üst
düzey görevlinin. Stalin'in emriyle
tutuklanma ve tasfiyeye uğrama
aşamasuıda bulundukiannı bildikterini"de
iddialanna ekledi.
Yazar, Stalin'in, aynı tarihlerde SSCB'deki
Musevileri topluca Sibirya'ya sürme
hazırlığı içinde oldugunu da savundu.
Yazann iddiasına göre, Stalin,
Musevileri, Batılılan tahnk etmek ve bir
savaş çıkartmak amacıyla Sibirya'ya
sürmeye hazırlanıyordu. Radzinsky'ye
göre Stalin, çıkacak bir savaşta yeni
geliştirilen hıdrojen bombasına
başvurarak kazanmayı ve SSCB'nin
hakimiyet alanını genişletmeyi
planlıyordu. Yazara göre Logaçev,
Stalin'i yatağında yatarken değil, yerde
kendi idranndan oluşan pisliğin içinde
yatarken buldu. Stalin bilinçsizdi. Ne
yapacağını bilemeyen koruma görevlisi,
durumu derhal Beria'ya haber verdi.
Beria geldiğinde, verdiğı ilk emir
"Paniğe gerek yok. Yoldaş Stalin'i rahatsız
etmeyin. Uyuyor"oldu. Olaydan 13 saat
sonra çağnlan doktorlar ise "Stalin için
yapacak bir şev kalmadıgınT açıkladılar.
Beria için iki şık bulunduğunu, bunlann
"ya bile bile ölüme gitmek" ya da "yaşlı
lideri ortadan kaidırmak"olduğunu
savunan Radzinsky, Stalin'in Beria
tarafindan zehirlendigi görüşünde
oldugunu da ifade etti. KGB Başkanı
Beria3talın'in ölümünden sonra giriştigi
ıktıdar mücadelesını kaybettıgı için ıdam
edilmişti.