Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6SUBAT1996SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Michael Crichton'un son romanı sonbaharda Türkiye'de yayımlanacak
4
Kayıp Dünya'nnı peşmdeKfiltür Servisi - Michael Crichton sü-
rekli kişilik değiştıriyor. Bir gün Jurassic
Park'la dinozorlu dönemlere giderken di-
ğer gün ararruza dönüp spor, bilitn, poli-
tika üzerin: yazabiliyor. Sinemaya, tele-
vizyona, yayın dünyasına karşı çok du-
yarlı; onlar ne istiyorsa tam karşılığını ve-
ren 'maflan'rahatlıkla ûretebiliyor Crich-
ton. 53 yaşındaki yazar, medya kültûrün-
de daha önce eşine rastlanmayan özellik-
ler taşıyor. Eleştinnenler ondan nefret et-
se de Crichton halkın sevgisini tercih et-
tiğini her firsatta belirtiyor ve entelektüel
rolü oynamaktan büyük zevk aldığını ek-
liyor. Boyuikimetreyiaşanbu'ınedyade-
vi'nin Jurassic Park'ı milyonlarca satan
bir best-seller kitap olmakJa kalmayıp si-
nemada da tüm zamanlann en fazla para
getiren filmi unvanına sahip. Magazin
dergilerini birbirine düşüren 'Taciz(Disc-
losure), 1995'in son günlerinde Türki-
ye'de gösterime çıkan 'Congo' ve 60 ül-
kede gösterilen, tıp dünyasıyla ilgili TV
dızısi 'EJt', Cnchton'ın 'son numarala-
nndan' yalnızca ikisi.
ABD'de ilk baskısıyla iki milyon tiraja
ulaşıp yeni birrekora sahip olan 'The Lost
WBIW (Kayıp Dünya) adlı romanı bugün-
lerde Avnıpaİı okura ulasmaya hazırlanı-
yor. Türkiye'de İnkıIapKitabevi'nce son-
baharda yayımlanacak bu yapıtı beyaz-
perdeye aktarabilmek için çalışmalar sü-
rüyor. SpieJberg'ünyöneteceği film Eylül
1997'de biz de gösterime girecek. Crich-
ton'a sinema haklan için Spielberg'ün kaç
para verdiği açıklanmadı, ama söylentile-
re göre yazann kasasına giren miktar beş
milyon dolardan fazla.
Michael Crichton'ın
'Jurassic Park'ı milyonlarca
satan bir best-seller kitap
olmakla kalmayıp sinemada
da tüm zamanlann en fazla
para getiren filmi unvanına
sahip. Artık dinozorlar yerine
insanoğlunu incelemek
istediğini vurgulayan
Crichton'ın, ABD'de ilk
baskısıyla iki milyon tiraja
ulaşıp yeni bir rekora sahip
olan 'The Lost World' (Kayıp
Dünya) adlı romanı
bugünlerde Avrupalı okura
ulaşmaya hazırlanıyor.
- Dinozoriann öykfisü ikifîlmlesona mı
eriyor?
CRİCHTON- Steven, Üçüncü Jurassic
ıçın kitap yazmamı istedi, ama çocuklara
yaşadıklan dünyayı fark ettirecek bir ya-
pıtla meşgulüm. Tabii, projenin tamamen
unutulduğu anlamına gelmesin bu sözler.
Yalnızca şu anda dinozorlar yerine insa-
noğlunu incelemek istiyorum.
- Dinozoriann sfejartdt nhatsa e<tiğigi-
bi bir hava sezilryor..
Rahatsızlıktan öte, o dönemin belirsiz-
liği, işi karanlıga sürüklüyor. Ben birçok
bilim adamının ıddia ettiği gibi dinozor
neslinin tükenişini dış etkenlere değil.
kendi içlerinde yaşadıklan kaosa bağlıyo-
rum.
Birbirlcriyle uğraşırken yok olma süre-
cinin başladığını ve bunu sonra engelle-
yemediklerini düşünüyorum.
- tnsanoğiunu inceicyeceğim derken di-
nozorlaria kaos içinde >aşa>an insanlann
geteceği arasında bir bağianb mı kuruyor-
sunuz?
Evet, bunu denıyorum. Biz ABD'de tam
bir sosyal çöküntü ve düzensizlik içinde-
yiz. Yasam standardı günden giine dilşü-
yor, smıflararası ucurum büyüyor. Eğitim
düzeyi pek parlak değil, yeni fikirler çok
yetersiz ve yüzeysel.
- ABD'yi, dinozoriann yaşadıklan or-
tamla mı karşdaşönyorsunuz?
Gazetelerde yazılanlara ve TV'de izle-
diklerimize bakılırsa pek farkı yok. Bun-
lan yazmak istiyorum. Bugün insanın ya-
şadığı kaosu ve kuıtuluş yollannı araştı-
ran bir roman olabilır bu.
- Nasıl bir konu var kafanoda?
Bırteknolojikpolisiyeolabilir. Tehlike-
deki insanı ve onu kurtarabilecek bilgisa-
yarlan anlatabılırim.
- Romanian sinemayı düşünerekyazdı-
ğmızı, parayı çok sevdiğinizi yazıyorbastn.
Ne derece doğnı bu iddiaiar?
Fazla paraya hiç hayırdemedim, ama bu
işi yalnız para için yaptığımı söylemek
haksızlık olur.
Aslında Jurassic Park'm devamını yaz-
mam için çocuklardan her gün birçok
mektup alıyorum, Spielberg de hiç rahat
bırakmıyor.
Doğruyu söylemek gerekirse sinemayı
çok seviyorum ve bu nedenle Los Ange-
les'a taşınıp endüstrinin yakınına geldim.
- On romanımz, sanat tarihi arastırma-
nn, iki tıp kitabınız var. Eleştirmenler si-
zin çalışmaya mahkûm olduğumızıı yan-
yorûr._
Şu anda yaptığım işi çok seviyorum.
Canım isterse antropoloji, hp ya da bilgi-
sayar programcıhğıyla uğraşabilirim. Bu
dallarda diplomalanm var. Şöhret, çalış-
tığınız sürece yanınızda, bunu çok iyi bi-
liyorum ve özel yaşamı olumsuz etkilese
de her zaman çaJışmayı seçiyorum.
- KitapUnnızın nasıl best-sellerolduğu-
mı hiç dBşündünüz nıü?
Bu konuda özel bir çabam ve sihrim
yok. Dikkafimi çeken konuyu alıp yazıyo-
rum, kitap best-seller olunca diğer insan-
lann da benim gibi düşündügünü, hisset-
tiğini anlıyorum.
- .Vfih/onlarca insanın nabzını tutmak
zorolsa gerek-.
Çok riskli bir arayış; kabul ediyorum.
Aslında insanlan hayal kınklığına uğrat-
maktan çok korkuyorum.
Londra'da Emil Nolde sergisi, Ballets Russes'in yaratıcısı Diaghilev ve La Boheme'in 100. yılı konuşuluyor
Faşizmin gölgesinde kalan sanatçı
IŞILMUHTEStP
LONDRA- Bir sanatçıyı
kişiliğinden ve inançlanndan
soyutlayıp salt sanatı için
yargılamak mümkün mü?
Alman dışavurumcu res-
sam Emfl Nolde'nin (1867-
1956) Whitechapel Sanat
Galerisi'ndeki sergisi her
gün çok kalabahk birkitle ta-
rafından izleniyor. Sergi,
Nolde'nin ırkçı-Alman mil-
liyetçiliği ve Nazi partisiyle
ilişkileri ön plana çıkanlarak
gerek eleştirmen gerekse iz-
leyiciler arasında büyük ku-
tuplaşmalara yol açtı.
Nolde, Alman dışavurum-
culuk akımının en tanınmış
sanatçılanndan biri. Dışavu-
rumcu terimi Nolde tarafin-
dan sınırlayıcı bulunmasına
karşın, sanatçının çevresini
ve kişiliğini dış göriintülerin
ötesine geçerek göz kamas-
tıncı renk karmaşası, çarpı-
tılmış, şekilsizleştirilmiş in-
san imgeleriyle, iç dünyanm
dışa yansıması olarak belirt-
mesi yönünden ortak bir çı-
kış noktası.
Emil Nolde sergisi, krono-
lojik sıra dikkate alınmaksı-
zın konu birliğine göre dü-
zenlenmiş. Tüm bölümler-
deki en önemli ortak yan,
Nolde'nin renk kullanırrun-
daki denn, içgüdüsel yetene-
gi, yanan turuncu ve kırmı-
zılar, koyu yeşil, ağır, içe dö-
nük sanlar ve siyah.
Yapıtlann büyük bir bölü-
mü, sanatçının ya^ammdaki
olay ve yerlerle yakından il-
gili. Örneğin, Berlin'de ya-
şadığı dönemlerde kent ya-
şamı, kabare, kafe ve dans
görüntüleri önplanda.
Nolde'nin kadın-erkek re-
simleri zıt fıkirleri içermesi
yönünden oldukça ilginç. Bir
bölümünde erkek güçlü ve
küstah, kadın yalnızca bir
seks aleti. Diğerlerinde ise
kadın baştan çıkancı ve gü-
zel, erkekse yaşlı ve çirkin.
Cinsellik hem kutlanıyor
hem de korkuluyor gibi.
Emil Nolde'nin en güçlü
yapıtlan, dini konulardaki
resimleri. Klasik dini konu-
lan bu yüzyılda işleyen çok
az ressamdan biri, Nolde.
Tüm yapırlannda olduğu gi-
bi ustaca renkJendirilmiş bu
resimler büyük bir cinsel
enerjiyle yüklü.
Nolde'nin sanatının gro-
tesk ve fantastik yanı günü-
müzde en ilgi çeken yönle-
rinden biri. Bu tablolann bü-
yük bir kısmını sanatci ufak
bir balıkçı köyünde yaşadığı
dönemde yerel efsane ve öy-
küleri dinleyerek gerçekleş-
tirmiş.
Sergide aynca Nolde'nin
doğum yeri Baltık bölgesi
görüntüleri, tarlalar, deniz,
bulutlar, çiçekler kısacası
tüm doganın adeta yan-dini
bir saygıyla resmedilmiş gö-
füntüleri yer alıyor. Nolde
1913-1914 yıllannda Yeni
Gine'ye bir yolculuk yap-
mış.
Her ne kadar aradığı saf,
bozulmamış doğayı bulama-
dığı için düş kınklığına uğ-
ramışsa da bu dönemde yap-
tığı suluboya çalışmalar can-
lılıklanyla dikkati çekiyor.
1941 yılında avangard ol-
duğu gerekçesiyle Nazı reji-
mi Nolde'nin çahşmasuu ya-
sakladı. Berlin'deki stüdyo-
Londra Kraliyet OperasTnda sergilenen 'La Boheme', Emil Nolde'nin 1909 tarihli
'Dans Eden Çocuklar'resmi(aşağıda), 'BalletRusses' sergisindeyeralan Leon Bakst'ın
bir kostüm tasarunı (yanda).
^ondra'daki Whitechapel Galerisi'nde yer alan Emil
Nolde sergisi, faşist eğilimleriyle tanınan ünlü sanatçının
dünya görüşünün sanatından soyutlanıp soyutlanmaması
gerektiği konusunda tartışmalara yol açtı. Emil Nolde,
yaşamı boyunca Nazileri savunmuş, ancak yapıtlan
avangard olduğu gerekçesiyle Nazilerce yasaklanmıştı.
suna bir daha dönmedi, an-
cak gizlice ufak kâğıt parça-
lanna suluboya, tempera ve
pastel çahşmalannı sürdür-
dü.
• • •
"Ben ilk olarnk büyük bir
şariatanım ama havalı, iki,
baştan çıkarıcıyım, üç, küstah
ve sevimliyim, dört, mantıklı-
yım ama çokazprensibesahi-
bim, beş, görünüşegöreyete-
neksizim. Zannedersem ken-
dimeen uygun işi buldum. Sa-
natlan desteklemek. Bunun
için gerekli herşeye sahibim.
Para hariç. Mais ça viendra."
(S.P. Diaghilev. 1895)
Dünya Diaghilev'i daha
çok ünlü Ballets Russes'in
kurucusu olarak tanır. Barbi-
can Sanat Galerisi'ndegeçen
hafta başlayan "Diaghflev-
Baliets Russes'in Yaraocıa''
sergisi bu yöne ağırlık ver-
mekle beraber Diaghilev'in
daha önceki yıllannı, genel
olarak tüm görsel sanatlan
destekleme çabalannı, Rus
sanatını dış dünyaya tanıtma
çabalannı da ortaya çıkan-
yor.
Serginin ilk bölümündeki
aile resimlerinden görüldü-
ğü gibi Diaghilev, Çarlık
Rusyası'oın imtiyazlı sınıfı-
na mensup. Varlıklı bir taşra
ailesinin çocuğu. Nitekim
gençlik yıllannda imparator-
luk tiyatrolannda görev alı-
yor. Ancak katı bürokratik
koşullar ve ilgi alanlannın
çok yönlülüğu nedeniyle bu
görevde uzun süre kalamı-
yor. Kısa bir süre sonra "Sa-
nat Dünyası" adlı dergiyi çı-
karmaya baslıyor ve kendisi
gibi Batı sanatındaki yeni
akımlan kucaklayan birgrup
sanatçıyla bir araya geliyor.
Serginin ilk yansında bu
grubun yapıtlan yer alıyor.
Yapıtlardaki stil farklılıklan
ve etkiler çok yönlü. Ve izle-
yiciye. Ballet Russes'in ku-
ruluşu sırasındaki sanatsal
atmosferi gösteriyor. Daha
sonra sahne ve kostüm de-
senlenni göreceğımiz Bakst,
Goncharova, Benois gibi sa-
natçılan başka yönleriyle ta-
nımaya başlıyoruz.
Serginin ikinci yansı tiyat-
ro desen ve kostümlerine ay-
nlmış. Bu bölümde daha ön-
ce yapıtlannı gördüğümüz
sanatçılar tiyatro desenleriy-
le adeta kendilerini bulmuş-
lar. bambaşka bir canlılık ve
kendilerine güvenle çalışma-
ya başlamışlar.
Bakst'ın kostüm desenle-
ri cesur ve modern adeta so-
yut çizimii vücutlara büyük
bir çizgi ve renk uyumuyla
giydirilmiş. Goncharova'nm
Coq D'Ordesenleri Rus folk
sanatından etkilenmiş deko-
ratif çizgi ve renk unsurla-
nyla son derece özgün ve ne-
fes kesici. Ballet Russes kos-
tüm desenlerinin yıllardır
modacılara esin kaynağı ol-
masının nedenlerini burada
açıkça görüyoruz.
Sergilenen kostümlerin
özellikle Nijinsky, Karasavi-
na. Fokine, Pavlova gibi ef-
sanevi dansçılan bezedikle-
ri düşünülürse serginin bu
bölümü salt göz şöleni ol-
maktan çıkıp bambaşka bo-
yutlara ulaşıyor.
Sergi, 1914 yılında Birin-
ci Dünya Savaşı'nın başla-
masıyla bitiyor. Bu tarihten
sonra daha değişik akımlara
açılan Ballet Russes kim bı-
lir belki ikinci bir sergi konu-
su olur.
• ••
Anlatıldığına göre, Stra-
vinsky ve Şostakoviç iik kar-
şılaştıklannda aralannda bir
süre sessızlik hüküm sürer.
Birden Şostakoviç sorar:
- Puccini'yi nasıl buhırsu-
nuz?
Stravinsky:
- Hiçtahammül edemem-
Şostakoviç derin bir nefes
alır
- An, ben de.
Aralanndaki buzlar çözü-
lür.
Yüzyıl başından bu yana
müzisyenlenn ve elitistlerin
tüm küçümsemelerine kar-
şın Puccini'nin yapıtlan en
çok sahnelenen ve de izleyi-
cinin en çok sevdiği opera
bestecisi olma özelliğini ko-
ruyor.
1 Şubat 1996, dünyanın
belki de en sevilen operası
"La Boheme"in ilk sahnele-
nişinin 100. yıldönümü.
Henry Mürger'in popüler
sahne yapıtından uyarlanan
"La Boheme"in doğuşu ol-
dukça olaylı. Puccini ve Le-
oncavallo aynı oyunu beste-
lemeye başlayınca Milano
müzik çevreleri ve basın iki-
ye bölündüler. Sert yazılar,
ALENTILAR
suçlamalar hatta hakaretler
birbirini kovaladı. Sonunda
Puccini bıryazısında, "Bıra-
kın ikimiz de besteleyelim,
karan ide>ici versin'" dedi.
Ve izleyici karannı verdi.
Neden "La Boheme" bu
denli popüler? Güzel melo-
diier, Italyan operasının en
bilinen ikj aryası ve birinci
perde sonundaki o muhte-
şem düet. Ama yalnız bu ye-
terli değil. Acaba, iki genç
insanın, kötü sonuçlanacağı-
nı başından hissettiğimiz aş-
kımı? Puccini her zaman ol-
duğu gibi tiyatro içgüdüsünü
öylesine etkileyici kullanmış
ki "La Boheme"i kaç kez iz-
lerseniz izleyin belirli yerler-
de yine irkiliyorsunuz, Mi-
mi 'nin sessiz, garip ölümün-
de yine gözleriniz doluyor.
Beiki de bizleri etkileyen
kendi kaybolan gençliğimiz
ve kaybettiğimız o masum
sevgiler.
TAHSİN VÜCEL
Tarih
Bir tann vergisi olmalı: kimileri tarihle sıkı mı sıkı bir
ilişki kurmuşlar, tarihle oturup tarihle kalkıyorlar. Bu
da biraz şaşırtıyor insanı. Biz çağdaşlarına dudak
bükerek kendilerini ancak tarihe karşı sorumlu sayıp
tarihe göre yaşayan heykel-adamlara sözüm yok.
Onlar tarihsel kişiler, böyle gelmişler, böyle de gide-
cekler. Daha çok bizim gibi kişilerin ikide bir yaşadı-
ğımız "gerçek tarihsel gün"\erden söz etmeleri, her-
hangi bir görüş bildirirken sırtlannı güvenle tarihe da-
yamalan ya da tarihi ciğerinin içini bildikleri bir dost
gibi göstermeleri şaştrtryor beni. Örneğin bir spor
yazanmız, şu yeryüzünde her gün yüzlercesi yapılan
bir futbol maçını eleştirirken "Tarih, X takımının bu
maçı haksız birpenaltı golüyle alıp götürdüğünü ya-
zacaktır" dedi mi donup kalıyorum.
Kaçırılan Avrasya feribotuna havadan inmeyi ba-
şaran ünlü televizyoncumuz da serüvenini anlatır-
ken bir "tarihin" canlı tanığı olduğunu kesinliyor, hat-
ta, gemide eylemci ve tutsaklarta düşünsel ve duy-
gusal iletişimlere giriştiğine göre, gözleri önünde ya-
zılmakta olan bu tarihe kendisinin de katıldığını çıt-
latıyordu. Çok alçakgönüllü bir insan olmasa daha
da ileri gidebilir, örneğin varlığı ve söylemiyle eylem-
ci ve tutuklulann tutumlannda ister ıstemez birtakım
değişiklikler yaratmış olması gerektiğini, dolayısıyla
tarihin akışını değıştırdiğını ilerı sürebilirdi. Sürsün
sürmesin, insan soruyor ister istemez: tarihi ne sa-
nıyor bu insanlar? Neden her şeyin içine tarihi soku-
yorlar? Neden her şeyi böyle kolayca tarihselleştiri-
veriyorfar?
Bana öyle geliyor ki, tersine çevrilmiş bir tarih an-
layışına bağlandıklan için yapıyorlar bunu. Hepimiz
biliriz, tarih kimi zaman geçmişin bilgisi olarak düşü-
nülür, kimi zaman da bu geçmişin kendisi olarak.
Oysa spor yazannın X takımının haksız bir penaltı go-
lüyle alıp götürdüğünü düşündüğü maçı yazacak
olan tarih, henüz yazılmamış olduğuna göre, şimdi-
lik yalnızca "gelecektir, hangi tansıkla bilinmez, doğ-
ruyu yanlıştan ayıracağı umulduğuna göre de "yar-
gı". Diyeceğim, neresinden bakılırsa bakılsın, böyle
bir tarih bizim bildiğimiz tarih kavramıyla çelişir. Av-
rasya feribotunda tarihe katıldığını söyleyen televiz-
yoncunun tarihine gelince, hep olaylann içinde ya-
şadığına, uğraşı bize güncel olaylan yansıtmak oldu-
ğuna ve tanıklık ettiği bunca güncel olay arasında yal-
nızca Avrasya feribotunun kaçınlmasını "tarih" ola-
rak nitelediğine göre, belli ki güncel olaylar arasında
bir seçme işlemine girişmekte, ancak kimi ayncalık-
lı olaylan "tarihsel" saymaktadır, ama bir eleme ışle-
minden sonra bile olsa "güncel"\ tarihselle özdeşleş-
tirdiğine göre, onun tarih anlayışı da aynı çelişkiye
bağlanmakta.
Gerek spor yazanmızın, gerek televizyoncumuzun
tutumunda, içinde yer aldıklan kuruma duyduklan
güvenin önemli bir payı var kuşkusuz: bu kurumlar
kitlenin ilgisini çeken ya da kitlenin ilgisini çekmeye
aday görünen her şeyi yazı, ses ve görüntü olarak
kütüğe geçiriyor, bunun için de tüm yaşanmışlann
topiandığı yer olarak beliriyorlar. Bu nedenle, bu ki-
şiler "Tarihiyazılı, sözlü ve görüntülü yayıncılığın söz
etmediği olaylar üzerine kuracaK değilsiniz ya!" di-
yebilirler. "Geçmiş üzerine bilgi ve bu geçmişin ken-
disi biçiminde tanımladığına göre, tarih yaşanmış
'şimdiki zamanlar'dan olusmuştur; öyleyse, şu an-
da bizler de yürüyen bir tarihin içinde yer almakta-
yız; öyleyse, hepimiz tarihin içindeyiz!" de diyebilir-
ler.
Ne var ki, bu sözlerle tarihin kesintisiz bir oluşum
olduğunu kesinlemiş oluruz yalnız, ona katıldığımızı,
zaman zaman şu ya da bu biçimde tanıklık ettiğimi-
zi, başka tanıklıklar arasında bizim tanıklıklanmızın da
onun belirginleştirilmesine katkıda bulunabileceğini
kesinlemiş oluruz. "Tarihin içinde suda balıklar gibi
yaşanz" derken yüzyılımızın en ünlü bilinçlenme tut-
kunu Jean-Paul Sartre da bizi aynı akışa gönderir
kuşkusuz, her şeyimızle bu akışın içinde olduğumu-
zu söyler. Ama balık benzetmesi her şeyden önce ra-
hatsızlığımızı, kalıcıyı geçiciden, tarihseli güncelden
ayırma konusundaki yetersizliğimizi vurgular.
Neden? Bizden önce gelmiş olanlann yaptığım çok
iyi bildiğimiz, bizden sonra geleceklerin de üç aşağı
beş yukan aynı başanyla yapacağına inandığımız şe-
yi bizler beceremediğimiz için mi? Hayır, konunun do-
ğası gereği, bu iş (şu yaşamakta olduğumuz günle-
rın tanhîni yazma işi) gelecek kuşaklann işi olduğu
için. Hiç kuşkusuz, buna karşı çıkabilirsiniz, ünlü te-
levizyoncumuzun yaptığı gibi, daha şimdiden gün-
cel ile tarihseli birbirinden ayırmaya, daha da iyisi, bu-
günün "tarihsel"\n\ sergileyip yorumlamaya girişebi-
lirsiniz. Çok eski zamanlarda bile yapılırdı bu, nice
krallann özel tarihçileri vardı, onlar da, sütün kayma-
ğını alır gibi, "günce/"den "tarihsel" çıkanr dururlar-
dı, ama yapıtlanndan bize ulaşan şeyin tarih olduğu-
nu söyleyemeyiz. Hiç kuşkusuz, tarih eklemelerden
çok, çıkarmalarla belirienirgibi görünür, ama hem bu
çıkarma tek seçicilikle bağdaşmaz hem de eşsü-
remlilik olarak yaşadığımızı artsüremlilik olarak algı-
layıp yansıtmak zordur. Gelecekte "güncelimiz"den
"tarihselimizl çıkaracak olanlann üstünlüğü burada
yalnızca, bize göre artsüremsel bir konumda bulun-
malannda. Böylece, konumlannın yardımıyla, günde-
liği, durmamacasına yineleneni tarihsel diye nitele-
mezler hiç değilse, yani seçkin televizyoncumuzJa
seçkin spor yazanmızın düştüğü yanlışı yinelemez-
ler. Paul Valery, "Tarih yinelenmeyen şeylerin bilimi-
dir", der.
Neden derseniz, tarih, bir bilgi dalı olarak, her za-
man bir evrimin tarihidir, her zaman bir evrimi yansı-
tır, olgu olarak da evrimin ta kendisidir.
Edebiyatçılar Demeğrnden Türkiye
Yaymcılar Birliğine eleştipi
ANKARA (ANKA) - Türkiye Yayıncılar Birliği'ne
üye 60 yayınevinin Izmir ve Ankara'daki TÜYAP
fuarlanna katılmama karanna ilişkin tartışmalar
sürüyor. Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı Mustafa
Şerif Onaran, Türkiye Yayıncılar Birliği'nin bu
tutumunu anlamanın mümkün olmadığını belirterek
fuarlann yalnız kitap satış yeri değil, çok yönlü bir
sanat şenliği olduğunu söyledi. Şerif Onaran, kitap
fuarlanna katılacaklannı belirterek yayınevlerinin de
TÜYAP gibi tecrübeli bir kuruluşun fuara destek
vermesini memnuniyetle karşılaması gerektiğini ifade
etti. Türkiye Yayıncılar Birliği'nin fuardayalnızca
yayıncılık konulanyla ilgili açıkoturumlar yapılmasını •
istediğini kaydeden Onaran, ancak ülke sorunlanna
ışık tutacak fikir tartışmalannın, edebiyat sorunlanna
ilişkin açıkoturumlann ve yazann okuyucusu ile
buluştuğu imza günlerinin de fuarda yer almasının
önemli olduğunu vurguladı. Türkiye Yayıncılar
Birliği'ne üye 60 yayınevi fuann organizasyonunu
gerçekleştiren TÜYAP'ın ödül verilecek yazarlardan
söyleşilere kimlerin katılacağına kadar her şeye
kanştığı, oysa yalnızca altyapıyla ilgilenmesi gerektiği
görüşünü dile getirerek Izmir ve Ankara'daki kitap
fuarlanna katılmama karan almıştı.