29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6ŞUBAT1996SALI 14 KULTUR Çiz«j öyküler yüz yaşmda! MURATSES • 1995'te, 100. yılını kutladığımız 'sinema'nın ardmdan, bu yıl çizgi öyküler, ilk yüzyıllık dönemlerini kapatacaklar (1896- 1996). Sinemada olduğu gibi, çizgi öyküler de üretildikleri dönemlerin gerçeklerinden doğrudan etkilenme durumundalar. ne yazık ki 'keodi kendini gerçekleştiren beklentiler kuramı' da tüm ağırlığı ile pusuda olduğundan, 'X-KusağT vb. ol- guJarkaçınılmazbirşekildetoplumbilim tarihindeki yerlerini alıveriyorlar. 1995 'te, 100. yılını kutladığımız 'sine- raa'nın ardından, bu yıl çizgi öyküler, ilk yüzyıllık dönemlerini kapatacakJar (1896-1996). Sinemada olduğu gibi, çiz- gi öyküler de üretildikleri dönemlerin gerçeklerinden doğrudan etkilenme du- rumundalar. Onlar da bir bant kısalığında ya da cilt- ler dolduracak uzunlukta olabiliyorlar. Nazilere destek veren, başta Yahudiler olmak üzere kendi dışındaki her toplu- lugu aşağılayan çizgiler, o dönemlerde kendi gerçeklerini ve beklentilerini ön plana çıkanyorlardı. Hele 'üs- tün(!) ırka endeksli', Adolf Hit- ler'in de gençliğinde etkilenmiş ol- duğu varsayılan, bir dizi çizgi öy- kü de, tanhtekı kötü konumlu yerini almış durumda. Isterseniz çizgi öykülerin doğum yılianna doğru kısa bir yolculuk yapalım... Amerikalı çizer Richard Outcault'un ürettiği "The Yellovv Kid" (San Velet), 1896'da New York Jour- nal'da yayımlanır. Kepçe ku- lakJı, kel kafalı, san bir gece- lik entarisi ile dolaşan, yoksul bir İrlandalı afacanı konu alan çizgi öyküde ilk kez, konuşma balon- lanndan yararlanılır. Umulmadık bir başan kazanan çizgiler, tarihin ilk 'çizgi öykü yıMızını' da yaratmış olurlar. Kısa bir süre sonra, "The YeDmv Kid", oyuncak bebek, poster ve oyun olarak pisayasa sürülür. Bu başannın ardından Outcault, ikinci kahramanını yaratır: Binlerce gaze- te okuyucusu, yaramaz kız 'Buster Brown'un serüvenlerini görebilmek, okuyabilmek için pazar günlerini iple çe- ker. Çizgi öyküler artık Ingilizce bilgileri sınırlı olan göçmenlerin de yoğun ilgisi- ni çekmektedir. 20'li ve 30'Iuyıllarda, ilk öykülerin uzantılan sürerken, bu kez 'F9peye'(TemelReis)ünekavuşur. 'Bton- die' (Fatoş)gibi, aile temelinde kurgula- nan çizgi öyküler, neredeyse ölümsüzle- şirler. Dünya ekonomik bunalımı dönemin- de beğeniler, büyük bir değişime uğrar- lar ve okurlar 'tüm sorunlan çözebilecek LEVZ - Verilerin, bilgilerin çekiçlerle kayalara yazjlmasınm, diğer bir deyişle oyulmasının kural olduğu dönemlerden bugünlere. teknolojinin vardığı boyutlar geneîde biliniyor. Uzun çağlar geçti ve iletışıminanamaddeleri, CD-ROM kayıt aygıtlanyla kompakt disklere yazılıyor artık. Bu konuda da, teknolojinin vardı- ğı düzeyden çok daha önemli olan şey, bu teknolojilerle neler yapıldığı, ne amaçlara hizmet edildiği ya dâ kullanım- daki niyetin türü... "Oyuncak Öyküsü" başlıkh yazımdaki, konuya özel yorum- lar bir yana, genelde son derecede ileri donanımlara sahip medyanm, bunlan kuJlanım yönü de kendi başına bir tar- tışmakonusu... Eşdeğerniteliktedo- nanımla, kültür üreten ve yayan / <" ARTE gibi kanallar da var; belirli niteliklerde, toplumsal maliyeti ne olursa olsun "kendince saJt te- cimsel niyetli" üretimleriyle kimi kanallar da... tkinci grubun ömekJeri, ge- nelde, dünyanın her yanında, "Tü- ketici böyle is- tiyor, ne yapa- lım?" başlığı altındakı söy- lemlenyle, 'işi götürebildik- leri kadar gö- türme" çabasında oluyorlar. Yurdu- muzda da, bu konuda epeyce örnek var... Iş- te burada unutulma- ması gereken çok ! •,, önemli bir olgu söz- \ 'i j konusu: Medya, ger- ^ ı çeği yansıtabüeceği gi- bi belirli bir ölçüde yara- tabttir de! H içbir yaklaşım, tam anlamıy- la nesnel olamıyor, nesnelleşme çabala- n ne olursa olsun bir yerlerde doğal sı- nırlanna dayanıveriyor. Bu olguyu yaka- lamaya çalışanın kışisel özelIikJeri, Ze- itgeist'ın (zamanın ruhunun) etkileri, ço- ğunlukça kabul görmüş bekJentiler vb. bu sınırlann doğal belirleyenleri... Konumuz, ölçümü oldukça zor olan bu etmenler değil; kontrol edilebilen, ka- rarlara bilinçli olarak kişisel öğelerin yerleşririlebileceği alanlar. Pek uzun bir yaşam şansı olmasa da yapay gerçekle- rin yaratılmaya çalışıldığı dönemlerde, yeteneklerioian kahranıanlar' bekierler. 'Mandrake', 'Tarzan' vb. kahramanlar bu dönemde ortaya çıkarlar. Savaş döne- minde ünlennin doruğuna çıkan çizgi öykü kahramanlan. savaşın bitiminde iş- levlerini de yirirmiştir sanki... GarfiekJ ve Snoopygibi yeni kahramanlarla günü- müze değin süregelen çızgı öykülerin içerikleri oldukça farklıdır artık. Bizde- ki adlanyla, RedKif ve Tenten'in anava- tanı Belçika, 7 nisana değin sürecek ge- niş kapsamlı bir çizgi öykü sergisiyle, Brüksel'de, tüm dünyadan konuklan ağırlıyor bugünlerde. Türkiye'de de başanlı örneklerini gör- düğümüz bu sanat dalı, sinema ile de çok yakın bir ilişki ıçinde. Gelecekte de gü- zellikleryaratabilen, toplumsal içerikle- ri ile yapıcı-eleştirici, taptaze çizgi öy- küler görebiimek ve okuyabilmek umuduyla. Dorsay'dan "100 Yılın Yönetmeni"Kültür Servisi - Yüz yılı geride bırakan sinema sanatı bütün dünyada coşkuyla kutlanırken, sinema eleştirmeni Atilla Dorsav da tam zamanına denk getirdiğı "100 Yılın Yönetmeni" adlı kitabını bir süre önce yayımladı. 30 yılı aşkın bir süredir sinema üzerine yazdığı yazılar, derlediğı kitaplar ve televizyon programlanyla Türkiye'de bu sanatın gelişimine katkıda bulunan Dorsay'ın, sinemaseverlere bir "100. yıl armağanı" bu kitap. Atilla Dorsay'ın seçtiği dünya çapında 100 sinemacıyı kronolojik sırayla biraraya getiren "100 Yüm Yönetmeni", bir yandan bu önemli yönetmenlerin yaşam öykülerine ve sinemalanna bakıyor, bir yandan da sinema tarihinin en can alıcı noktaianndan söz açarak kapsamlı bir sinema tarihi sunuyor. Sorinin ilk kitabı Bu kitap, Atilla Dorsay'ın önümüzdeki yıllarda yayımlayacağı "100 Yüm Filmi" ve "100 Yılın Oyuncusu" kitaplanyla üçlû bir seri olarak tamamlanacak. Gazetemizde de uzun yıllar sinema eleştirmenliği yapmış olan Atilla Dorsay, sinemanın yüzüncü yılı için, "sorumluluk duygusuyla" yazdığı kitabının önsdzünde, sinemanın insanlık tarihindeki yerine değiniyor ve şöyle dıyor: "Sinemanın 100. yıh_. Tüm bir 19. yüzyîl boyunca insanlığın inanıbnaz bir merak ve enerjiyle yeni buluşlann, keşiflerin. icatlann peşinde koşma seriiveni içinde biraz bir oyun, bir eğlence gibi yaşanan ve fötoğraftan sinemaya doğru uzun ve kanşık bir gelişim gösteren bu ışık ve gölge sanatının, 20. yüzyıhn en büyük eğlencesine, en görkemli kitk iletişimine ve en komple sanatına yol açacağuu tahmin edebifir miydi, bu yolda çaba harcayan onca insan? Louis Lumiere'in bile 'sinemanın geleceği yoktur' diyerek, buluşunun kimi haklanru bir ara ucuza ekten çıkardıgı düşünüJdügündc, elbette ki hayır_. Ama olaylar böyle geİişti ve sinema 20. yüzyılın her şeyij'fe aynlmaz ve organik bir parçası olarak insanlık tarihindeki yerini aldı." Kitap yazılırken, Atilla Dorsay'ın "kâbusu", sinema tarihinin önemli yönetmenlerini 100'e indirgemek olmuş. "Bu konuda sancılar çektim, karabasanlar gördüm, görkemli teneddütler yaşadun" diyor Dorsay. Bu nedenle, kitapta Dorsay'ın hiç istemeyerek dışarda bıraktığı isimler var. Griffith'den Kurosawa'ya, WeDes'den Kusturica'ya dek 100 önemli sinemacıyı Atilla Dorsay'ın seçtiği dünya çapında 100 sinemacıyı kronolojik sırayla bir araya getiren "100 Yılın Yönetmeni", bir yandan bu önemli yönetmenlerin yaşam öykülerine ve sinemalanna bakıyor, bir yandan da sinema dünyasının en can alıcı noktalanndan söz açarak kapsamlı bir sinema tarihi sunuyor. Atilla Dorsay YÎLEV YÖNETMENİ bir araya getirirken, çeşitli kriterlerden yola çıkmış Dorsay: "Ana kriter, kuşkusuz sinema tarihini etkilemiş olmak, sinema dilinin oluşmasına ve gelişimine katkılarda bulunmuş olmaktL Ama benim için bir diğer kriter de, yeterince hatırfanacak önemli film, yeterince başyapıt ya da çok popüler olmuş film üretmiş olmaktL Bu toplama giren her yönetmen. sinema deyince akhmua gelen filmlerden mutlaka en a7inrian birine imzasını atmışür." Yararü bir kaynak Atilla Dorsay'ın, kitabının önsözünde kendi kendine sorduğu bir soru var: "Bu toplama girecek hiç Türk yönetmeni yok muydu?" Kendi sinemamızdan söz ederken yeterince nesnel olunamadığmı söyleyen Atilla Dorsay, "Ya gereksiz bir komplekse, ya da anlamsız bir milliyetçüiğe meyledrvoruz. Ben kendi adırna, en aandan Lütfi Akad. Metin Erksan, Yılmaz Giincj, Abf Yılmaz, Erden Kıral, Omer Kavur gibi yönetmenlerimi/in böyle bir toplam için ciddi olarak düşünülebileceklerine inamyorum. Ama ben bu işe girişmedim ve böyle bir tartışmanm içine daîmak da istemedim"diyor. Fotoğraflarla da desteklenen ve kitapta yer alan tüm yönetmenlerin fîlmografilerinin yer aldığı "100 Ydın Yönetmeni" (Remzi Kitabevi), tüm sinemaseverlerin merakla okuyabileceği, sinema konusunda bilgi edinmek isteyenler için ise yararlı bir kaynak kitap. Yerel yönetim dünyası için bir 'kültür ve demokrasi' hizmeti: 4 ADA/KentKyim' dergîsi 2. yıbnda OKTAYEKİNCİ • Türkiye'nin dört bir yanında 100.000 kişilik bir 'seçilmişler ordusunu' oluşturan yerel yönetim kadrolanna ülke genelinde 'kültürel iletişim' ortamı sağlamak için kentlilik bilincine gönül vermiş bir yaym grubu Ankara'da özveriyle çalışıyor... yönetim dünyasma" işte bu düşünceyle gönül vermişler. Üstelik bu dünya, aslında sanıldığından da çok daha yaygın ve örgün bir "sonımlu insan" potansiyeline sahip. Türkiye'de halen 2762 belediye başkanı, 1200 il genel meclisi üyesi, 7000 belediye encümen üyesi, 25.000 belediye meclis üyesi ve 60.000'e yakın muhtar bulunuyor. YakJaşık 900 kadar kaymakam ve 79 vali de bu "yerel yönetim ordusunda" devletin temsilcileri olarak yer alıyorlar. Buna karştn yine Türkiye'deki "merkezi yönetimde"ise parlamento. bakanlıklar, genel müdürlükJer ve üst düzey bürokratlar olarak en çok 2000 kişi var. Yani, sadece belediye başkanlannın sayısından bile azlar. Toplam yerel yönetim ordusunun ise neredeyse "yûzde2'si" kadarlar... Peki, ülkede demokrasiyi ve hatta kalkınmayı sağlayabilmek için, böylesine büyük ve ülke geneline yayılrruş bir ordunun yine demokrasiye ve kalkınmaya inanmalan yönünde acaba ne yapmak gerekiyor? Aslında bu inanç, neresinden bakılırsa bakılsın, öncelikle yine yerel yönetimlerde var. Çünkü her şeyden önce tüm bu insanlar, "Bu dergjyi yerel yönetim dürrvasına gönül vermiş bir avuç insan çıkartıyor. Arkasmda bir büyük finansör. devletin ve de idarenin bir bölümü yok. Tümü ile gerekliliğine duyduğumuz inanç ve özveri gücümüz onu yaşatan™" Ankara'da üç ayda bir sessizce basılıp yine sessizce abonelerine, belediyelere ve ilgi duyan akademik çevrelere dağıtılan "ADA/Kentiiyim" dergisinin Genel Yaym Yönetmeni Bülent Tanık böyle söylüyor. Aynı anda şehir plancısı olan ve yıllarca meslek odası çalışmalannda da yer alan Tanık, sözünü şöyle sürdürüyor: "Yerel yönetimler hem ülkemizm yerel kaynak ve inisiyatiflerme yakınlıklan. hem de yaygm deneyim alanlan ile çok önemli politiklcsmiş insan yetiştirme okullandır. Onlarsız hiçbir rejim ayakta duramaz. Onlar inanmazlarsa demokrasi kurulanıaz. onlar inanıp sa\ unma/larsa iç banş teessüs' ettirilemez. Onlar inanmazlarsa ülke kavnakJarı vcrimli kullanılamaz ve hatta kalkınma sağlanamaz..." ADA/Kentiiyim dergisini çıkartan bir avuç insan "yerel belediye başkanlanndan muhtarlara kadar, bulunduklan göreve önce "aday" oluyorlar, sonra da "seçilerek" geliyorlar. Bu nedenle temelde "varoluş nedenleri" demokrasi ve bunun erdemlerini merkezi bürokrasiden çok daha iyi biliyorlar, yazıyorlar. Ikincisi. aslında gerçek kalkınmanın mayasını oluşturan "toplumsal hizmet"konusunda da çok daha zengin ve hemen her alanda yoğun çaba içerisindeler. Yine Bülent Tanık. yerel yönetimlerin bu konumlannı da şöyle özetliyor: "Onlann taşıdıklan sorumluluk, yüklendikleri işlevler, yasalar ve mevzuatla yükümlü kılındıklan hizmetterdcn çok daha fazladır. Hayat, kimi zaman yerel yöneticilerin kendilerinin bile tahmin edemeyecekkri şorumluluklan önlerine çıkarnr. Örneğin savaşın jıküğı evlerin pencerelerine na> lon tedarikinden. depremde her şeyini yitirmiş \*aşh ve sakat bir grubun belki tû>alet ihtr>açlannın bile karşılanmasma kadar™" tşte. böylesine geniş bir -denıokratik toplumsal sorumluluk" içerisinde görev yapan ve aslında gerçekten ülkenın "yaşanılabilir" kılınması için kendi yörelerinde akla gelmeyecek sorunlan çözmeleri konusunda halkın kendilerinden sürekli bir şeyler yapmalannı bekledikJeri yerel yönetim ordumuz, acaba özellikle "bilgi, kültür ve deneyim ahşverişine dayah" bir hizmet ortamını bulabiliyorlar mı? Yoksa, ülkenin neresinde olurlarsa olsunlar ve hangi sorunla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, sadece hep "kendi yarabcıiıklanyia sınırlı"bir bilgi binkimine bağlı kalarak mı çaba gösteriyorlar? Arada sırada kimi bakanlıklardan gelen genelgeleri ya da yine bazı bakanlıklann "resmi dergilerini" saymazsak, aslında yerel yönetimlerimiz bu ikinci soruda tanımlanan kültürel ortamda "demokrasiyi ve kalkınmayı" kendi yörelerinde inşa etmeye çalışıyorlar. Yani, ülkenin diğer alanlanndaki benzer konularda meslektaşlannın neler yaptıklanndan habersiz olarak; yine birçok yerel sorun üzerinde "Türkiye'deki kuramsaL, bilimsel ve kültürel birikimden'' hemen hiç yararlanamadan. Evet. Bugünlerde "Şubat-Mayıs / 1996" dönemini içerecek 5. sayisı da yine "sessizce'' dağıtılmaya başlanacak olan ADAy'Kentliyim dergisi, işte bu önemli boşluğun doldurulması yönünde Türkiye'deki belki de ilk büyük çabanın özverili örneğini sergiliyor. "Herkesin merkeze, iktidara. Ankara'ya koştuğu bir ortamda, Anadolu'ya >"a\Tİan yerel yönetimlere yönelmenin" ashnda geleceğin de güvencesi olduğunu vurgulayan genel yayın yönetmeni Bülent Tanık, bu nedenle yayın yaşamlannda da "demokrat ve yerel yönerimden yana bir çizgiyi siyasi parti aynmı gözetmeksizin, çifte standart uygulamaksızm sürdürmeye" kararlı olduklannı belirtiyor. Bütün bu söylem içerisinde, her bir sayısı dolu dolu 160 sayfayla çıkartılan ADA/Kentiiyim dergisinde neler mi var?.. Dilerseniz, bu sorunun yanıtı için de sizlerden küçük bir çaba bekleyelim. Ankara, Kavakhdere, Bükreş Sokak 6/4 adresınde, ya da (0312) 468 07 71-72 nolu telefonun veya (0312) 427 6611 nolu faksın başında, yerel yönetim dünyasına gönül vermiş bir avuç aydın, sizin de ADA/Kentliyim'le artık tanışmanızı bekliyor... YAZI ODASI SELİM İLERİ Edison Nasıl mı Dinleniyordu Ismail Habib Sevük'ün Edebî Yeniliğimiz'den söz açmıştım. 1930'lann bu ders krtabı, gençlere Türk Di- li ve Edebiyatı'nı sevdirmek ereği gütmektedir. Kitabın adı, ders kitabı adlannın resmi, soluk kılı- ğına bürünmemiş. Besbelli, bilinçli bir seçim bu. Çünkü yazar önsözünde açık seçik dile getiriyor: "Okuyacağınız bu cildi size çatık edalı bir mektep kitabı olmaktan ziyade hoşunuza gidecek bir arka- daş gibi vermek istedim. Oğretmekten çok sevdir- mek kafadan çok kalbe inmektir. Dimağa konan dö- külebilir, fakat kalbe bırakılanda payidartık vardır. Ki- tap yalnız malumatla dolu olsaydı, yalnız kafalannı- zı doldurmuş olurdum. Halbuki edebiyat kitabı yük değil zevktir." 60'ların sonunda bizim okuduğumuz ders kitap- lannı düşünüyorum. Yalnız Türk Dili ve Edebiyatı'nın değil, bütün derslerin kitaplan çatık edalı, asık yüz- lüydü. Karmaşık anlatımlar, bozuk cümleler, üslûp- suzluk kitaplann ortak özelliğiydi. Edebiyata gelince, kitabımız, hemen hepimiz için bir Divan edebiyatı bilmecesiydi. Bugünkü hayattan el ayak çekeli epey olmuş aruz vezni, öyle sanıyo- rum ki, pek çoğumuzun canını adamakıllı yakmıştır. Edebî Yeniliğimiz, edebiyatı, bir ders konusu say- mıyor; tersine, hayatın kılgısı içinde değerfendirme- ye çalışıyor. Sevük, yazarla yap'tını iç içe irdelemeyi öngörmüş. Böylelikle hayat serüvenleri içinde yol alınıyor. ^vük'ün Hüseyin Rahmi'ye yönelik sap- tayımı, belki kendisi, Edebî Yeniliğimiz için de geçer- li: "Hüseyin Rahmi'nin evvelâ Ikdam'da tefrika edi- len ve mahalle kanlan faslile başlayarak dedikodu- lu mevzularia karilerini sürükleyen..." Bu 'dedikodulu' konular, Edebî Yeniliğimiz'in say- falannda da boy gösterip okuru sürüklüyor. örnek- se, Telemaque'\ Osmanlıca'ya çeviren Yusuf Kâmil Paşa'nın Mısır Prenseslerinden Zeynep Hanım'la evlendiği için pek zengin olduğunu öğreniyoruz. Ya da Ethem Pertev Paşa, Hâbname's'ınde meğerse, "gûya rüya görerek farmasonluğu "tasvir etmiş... 30'ların gençleri söz konusu kumkumalıklann ta- dını çıkarabilmişler miydi, kestiremiyorum. Bununla birlikte Edebî Yeniliğimiz'in handiyse Salâh Birsel denemelerini çağnştırır bir akıcılık örneğı olduğu ko- lay kolay yadsınamaz. Amaç, edebiyatı hayatla özdeş kılmaktır. Bu uğurda roman özetleri bile gündelik çekiştirme- lerin söylemiyle örülmüştür. Bakın Aşk-ı Memnu öze- tinin ilk cümlelerine: "Adnan Bey dul kalmış bir zengindir. Kirli bir ma- zisi olan Firdevs Hanım'ın kızı Bihter'le evleniyor. Debdebeye meclûp bu gelin, iptidalan servetten gelen bir heyecanla vecd içindedir." Edebiyatı anlamak Oysa kumkumalık yalnızca dış görünümdedir. Se- vük, edebiyatın yeni düzen, cumhunyet için gerçek bir atardamar olduğunun bilincinde yazar. Edebiya- tın iki ayn öğesi üzerinde durur Yaratmak edebiyat adamına özgüdür. Ama "edebiyatı anlamak, bu, her- kese bir borçtur." Edebiyat birleştiricidir: "Bütün Fransız evlerindeki kütüphaneleri süsleyen şu edebî eseher yekdiğerini tanımayanlan bile aynı düşünce ve duygu imbiğinden geçirerek füsunlu bir vahdet halinde yoğuruyor. Evet, evet: Mesleklerine indikleri vakit yekdiğerini kaybedenler ancak edebi- yat ve sanatın huzuruna çıktıklan vakit yekdiğerini buldulari" Alıntı, günümüz için bir savsöz yerine geçebilir. Gelgelelim edebiyata ilgisizlik 1930'lann da has- talığıdır. Edebî Yeniliğimiz yazan, Türkiye'deki yapay 'fen' merakına değinir. Fen adamı olmak isteyenle- rin gözünde edebiyat bir hayal, hatta bir hiçtir. "Ne kadar edebiyattan anlamazsak o kadar fende yük- selmişiz vahimesindeyizdir." Gençlere edebiyat sevgisi aşılayabilmek için birde anektoda başvurulur: "Bugün bütün cihanda fen âleminin en hakiki mü- messili telâkki edilen" Edison çok çalışır, pek az uyurmuş. Büyük bilginin az uyuyarak nasıl dinlene- bildiği merak konusu olmuş.fcdisonyanrtlıyor:"- Yo- rulunca Ingilizedebiyatının büyük muhalledatını oku- rum, duyduğum zevk ile bütün yorgunluklanm gi- der." Okuma tutkusunu evimizden edindim. Anneba- balanmız Edison'un sözüne, söylenip söylenmediği artık söylenceye kanşmış o söze güvenmiş olsalar gerek. Masal, öykü, çocuk romanı kitaplan çocukluğu- mun en değerli armağanlarıydı. Annebabalanmız mazbut ve masum Türkiye'nin insanlanydılar. Günümüzde, Edison'un sözü gibi, şu yazım da gülünç bir bunaklık belirtisi sayılıyor. İşte 'milli eğitim'de aldığımız yol! pdağ Üniversrtesi 20. Yıl Öykü Yarışması • Kültür Servisi - Uludag Oniversitesi 20. kuruluş yılında bir öykü yanş.-nası düzenliyor. Yanşma jürisinin Füsun Akatlı, Feridun Andaç, Mustafa Durak, Nükhet Esen ve Bahadır Gülmez'den oluştuğu yanşma, tek öyküler arasında yapılacak ve birinciliğe değer görülen öykü 20 milyon ile ödüllendirilirken ikinci 10 milyon ve üçüncü 7.5 milyon ile ödüllendirilecek. Son başvuru tarihi 26 Nisan 1996. Boğaziçi Üçlüsü'nden klasik miizik konseri • Kültür Servisi - Boğaziçi Üçlüsü'nün klasik müzik konseri bugün saat 19.30'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda verilecek. Piyanist Seher Tannyar, kemancı Şafak Mula ve viyolonselci Sazan Altıner tarafindan kurulmuş Türk oda müziği gruplanndan biri olan Boğaziçi Uçlüsü, klasikten çağdaşa uzanan geniş bir repertuvara sahip. Sesli kitaplap • Kültür Servisi - Şiir ve masal kitaplan dışında, Türkiye'de ilk defa hikâye-roman türü düz yazılar, konulanyla ilgili müzikJerle belgelenerek Tuna Egemen tarafindan kasete okundu. Bu sesli kitaplardan ilkini Ergün Hiçyıfmaz'ın "Fi Tarihi" ikincisini Jak Deleon'un "Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar" üçüncüsünü "Engin Ardıç'tan Seçmeler" oluşturuyor. Tuna Egemen'in seslendirdiği ve yapımcıhğını üstlendiği bu sesli kitaplar, 90 dakikalık 2 kasetten oluşuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle