29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 SUBAT1996 PEPŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 GRAMOFON İĞNESİ SELtM İLERİ Nurullah Ataç CoJette Muazzez Tahsin Berkand PC\ami Safa Cronin Sanmüş hayalromanlarıAtaç, bir yazısında, "Roman okumaya gec başladım" der. Sonra, ablasının 'sandığındaki' romanlara geçer. Sandıktakı romanlar, okunmuş ilk romanlardir. Hangileri olduğunu tahmın etmek zor degil: "Pardiyanlar'ı bitirdim. Monte-Cristo 'yu yanladun; ondan Joseph Balsamo'ya, Simone ile Marie'ye geçecektim; bele Sabıkalı'yı aMam pek övüyordu." Galiba her edebiyatsever için böyle sandık romanlan' var. Gözümü kapar kapamaz Cihangir'deki evımize dönüveriyorum ve mavi de, ortası gül öbekli goblen kaplı eski sandıkta romanlar aranıyorum. Hayır. roman yok. Eski sandığımız naftalin kokuyor. Evimızde romanlar nerdeydi? Sağda solda, örnekse komodinin üstünde, ya da pencere kenannda, hatta yün sepetının içınde, dikiş kutusunun yanında duruyorlar. Aruıem roman okuyor. Ablamın dolabında okul ödevi olarak verilmiş romanlar var. Babamın bilimsel kıtaplarla ha$ır neşir kitaplığında Almanca çevırilı Harp ve Sulh (o zaman Savaş ve Banş denmiyor), her nedense ve nasılsa Albert Camus,yine Almanca çevınli YabancL Teknık Üniversite öğretim üyesi babam modern romanı mı merak efmiş? Ne Harp ve Sulh ilgimi çekiyor, ne de Yabancı. İlgimi çeken romanlar. dikiş kutusunun yanında duran, yün sepetindeki, ya da, yemek masasına açık bırakılmış olan. Bunlann renkli ilüstrasyonlu kapaklannda uzun, kıvnk kirpikli, iri gözlü, gümrah saçlı kadınlar, hepsi daima genç kadınlar, elmacık kemikleri çıkık, saçlan kumrai ve dalgalı, gözleri yeşil genç erkeklerle uzun uzadıya bakışırlar. O kitap kapaklarının sona ermeyecek bir büyüsü vardır benim için. Coiette, duyarlı eseri Claudine'in Evi'nde "uzun saçlı" ablasının romanlarla ilişkisini aynı coşkuyla yâd eder: "Şiirler de okurdu, ama daha nadiren. Temps gazetesinin kesümiş, dikilnıiş tefrikalan, La Revue des Deux Vlondcsun, Revue Bleue'nün koleksivonlan, Journal des Dames et des Demoiselles'inkiler. (-) Romanlar yasüklan doldurur, nakış scpetini şişirir. yağmur aitında unutulup bahçede eriıierdL Uzun saçlı abiam arük, konuşmaz. pek az yemek yer, evde bizimle karşılaşınca hayreteder, zil çalacak olsa sıçrayarak uvanırdı." (Y'edia Tatarağası çev irisi.) Öyle değil midir? Bir kez büyülerine kapıldığımızda, romanlann yaşamı, bizim durgun günJerimizi gerçeklik dışına kovalamaz mı? Evet ama, önce hangisi? "Büyüklere mahsus" romanlardan ilki, tefhkasını günü gününe, soluk soluga takıp ettigim bir aşk romanıdır: Vıllann Ardından. Sonra şöyle bir deyiş: "Nakleden: Muazzez Tahsin Berkand." Yazan değil de, nakleden. Bu nakleden deyişine kendimce anlamlar verirdim; birileri romandaki aşkı sahiden yaşamışlar da, Muazzez Tahsin gazete okurlanna anlatmaya koyulmuş... Nakleden, meğerse, adapte eden, uyarlayan anlamına geliyormuş ve Muazzez Tahsin de bazı kitaplannı Fransız pembe romanlanndan uyariıyormuş. Kitaplann tıLsınu O zamanlar gazeteler tefrika romana büsbütün yûz çevirmemişlerdi. Ben de romanla onlar aracıhğıyla tanışıyordum. O zamanlar bir de 'akşam gazeteleri' vardı; adını artık hatirlayamadığım bir akşam gazetesinde Suat Derviş'in adını asla unutamayacağım bir romanının tefhkasınabaşlanmıştı: Aksaray'dan Bir Perihan. Aksaray'dan Bir Perihan, herhalde öylece. tefrikada kaybolup gitti. Yazık ki evimizin kitaplan da kaybolup gitti. Pek azı şimdi benimle birlikte yaşıyor; hepsi yaşlandılar, kapaklan kınş lunş, sayfalan sarardı. Oysa hepsini, artık yanımda olmayanlan da, yerli yerinde düşleyebiliyorum. Tıpkı Coiette gibi: "Bu kadar sene sonra, bu khaplaıia örülmüş odayı görmem için gözlerimi kapamam kâfi. Vaktiyle onlan karanlıkta da a>ırt edebiliyordum. Gece, bu kitaplardan birini seçmek için lambayı almazdım. Parmaklarunı pryano çalar gibi rafin üzerinde gezdirmem kâfî idi. Yırülmış, kaybolmuş ve çahnmış olduklan halde onJan hâlâ sırasıyla savabüiyorum. Hemen hepsi de doğduğumu görmiiştü." Başka evlerdeki kitaplan da yerli yerinde hatırlayabiliyorum. Sözgelimi dört roman var. Cihangir'de bir ahbabımızın evinde. etajere yan yana dizilmiş duruyorlar: M. Turhan Tan imzalı Cinci Hoca'yla Safrve Sultan, Server Bedi imzalı Selma ve Göigesi, dördüncüsü Saffet Nezihi'nin Zavallı Necdet'ı Bu romanlan o kadar çok merak ederdim ki, çalıp, eve getirip, bir an önce okumak isterdim. Yıllar arasında, nice zamanlar sonra, her birini değişik değişik fırsatlarla edindim. Ataç'a bakarsanız, bazı romanlar bazı yaşlardaokunabilirmiş: "Dogrusuo yaşımda, daha peşinyargılar edinmeden, Ale\andre Dumas'yı okumuş olmayı isterdim; çok eğtendirirmiş; şimdi bile Uç Silâhşörler'i alsam da okusam dediğim olur. Olabilir mi? Arük onun güzelliğine inanabilir miyim? Okuyup hoşlansam bile gerçekten bir gülümseme ile okurum. Hani şu üstünlük giilümsemesi... Utanırun o gülümsemedcn de ciddiye alamayacağım kitaplarla vakit geçirmeyi sevmem." Bana gelince, adlannı saydıgım dört romanı, işte yıllar geçmışken. anlamlannı tam çözememekle birlikte, bir şeyler.. satırlar, yazılar bir Oslûp olarak bende yaşardı: "Bütün hisieründe siyah bir perdeye benzer bir ağıriıkla uğraşıjorum." "Handan, Handan. İşte beni cn çok bu isim sarsıyor. Bu Handan benmişim. Fakat ne tuhaf, Handan içimde kakhramadığım perdenin arkasuıda gjzlL" "Gel, Refik CemaL, sevgilim, bunlar hepsi sen. Bu çchreler. bu hayaller, bu denizler daglar. to/Ju yollu memleketler, bu benimle oynayan kumrai çocuk hepsi, hatta bu tabut büe_.r "Gözkrinizde yaş var." Boyumun enşemeyeceği bir raftaysa Hüseyin Rahmi Cürpınar'ın romanlan dunıyor: Şıpsevdi, Utanmaz Adam, galiba Deli Filozof ve bir de Meyhanede Hanımlar. Meyhanede Hanımlar'ın kapağı. en az Handan'ınki kadar gönül çelicı. Dahası. bu kapaktaki süslü püslü, hayli alaturka. besbelli azıcık sarhoş, senli-benli hanımlar kendiliğinden bir sosyolojıye alıp götüniyorlar: Daha o zaman iğreti alafrangalık konusunda bir şeyler sezinliyorum. Altıyol'daki bu küçük kitapçıda tek tük, özemsemiş, gerçek bir editörün kaleme almış olduğu besbelli, şu lanıtım yazısı: "Yakup Kadri'nin son eseri olan Hep O ŞarkıŞı öteki romanlanndan avıran başlıca özellik \akasının geçen yüzyılın ortaJannda geçişidir. Büyük romancımız. şimdiye kadar bize hep bildiği, tanıdığı insanlan, muhitleri anlatmışü. Burada hayalini yetişmediği çağlara kadar uzatarak, saf ve masum bir eski zaman aşkının çevresinde arük büsbütün tarihe kanşmış bir çağın hüzünlü şiirini bize duvurmaya calışıyor." "Ama bu çok şahsiyetli eserin bir başka cephesi daha var: O çağı \aşamış olan kadınlanrnızın nasipsizliğini ve bahtsızlığını da bize kuvvetle duyuruyor." Arka kapak yazısını, büyük olasılıkla Vaşar Nabi yazmıştı. Yaşar Nabi Nayır'ın Varlık dergisinin ve yayınlannın sahibi olduğunu nasılsa öğrenmiştim. Varlık Yayınlan arasında çıkmış her kıtabı dıkkatle okuduğunu da sonrakı yıllarda ögrenecektim. Hep O Şarkı'yi okul kondorlannda, akşam etüdüne kadar özgür kaldığımız zaman dilinde okuvordum. Günlerce epsine baktıkça, roman dendi mi, ille kalın kalın kitaplar olması gerektiğini kuruyorum. Roman, ille üç yüz, dört yüz sayfalık bir kitaptır, sanıyorum. Roman dendi mi, dedemin dükkânındaki kitap kokusu da ardım sıra geliyor. Kitaplann kokusuna bayılıyorum. Bu kitaplar, en çok romanlar, kimi geceler rüyama giriyor. Örnekse, Handan'ın kapağından çıkıp dolaştığını, dükkândaki eski, gürültülü yazar-kasayı kanştırdığını rüyalanmda görüyorum. Romanlann gizli bir hayatı olmah. Y, Artilâ İlhan ıllarca büyülenip durdum romanlarla. Karmakanşık roman okumalanm sonra duruldu. Yazarlan tek tek okumaya koyuldum; eserleri yayımlanış ye yazılış sıralamalan içinde okumaya çalıştım. Büyü hiç sona ermedi. Romanlan daha çok sevdim. Oysa günümüzde en baba romanlar bile iki bin, üç bin adet basılıyor. Besbelli, Türkiye'de çok az roman okuru kaldı. Geçmişin verimleri büsbütün gündem djşı. Bugünün romancılan gitgide yalnızhk çekiyor. Her biri sevilmek isteğiyle dolup taşmış romanlanmız itilmişlik, köşeye atılmışhk içinde birer sönmüş hayal. OrhanKemal çocuklugumun bütün roman tutkusuyla okumuştum. Hâlâ açıp açıp okurum. Cinci Hoca'da Deli fbrahim dönemi olanca cinnetiyle belirir; Safıye Sultan, romanın sonunda Venedik'i, özyurdunu hatırlaya hatırlaya, özlemler arasında can verir. Zavallı Necdet, tuhaf, alaturka bohem hayarıdır; herkes birbirine sevdalanır. Selma ve Gölgesi, yanılmıyorsam, edebiyatımızdaki tek vampir romanı. tek 'gotik roman'. Bu kitaplann bir tılsımı olmaltydı: Onlan okurken, dediğim gibi, geçmiş günlerin roman heyecanlanna dönüvenniştim. tşte, roman okumayı sevmek, bence bir serüvendir. Alüyol'da bir kftapçı Yıllann Ardından'la başlayan büyükleT için yazılmış romanlan okuma serüvenimde ikinci, üçüncü duraklan pek hatıriayamıyorum. Yainız birçok kitap var gözümün önünde. Çünkü dedemin K.adıköyü'ndeki, Altıyol'daki kitapçı dükkânmdayım şu an. Bu küçücük dükkânda tavana uzanmış raflarda sıra sıra romanlar duruyor. Romanlar hepsi bir araya toplanmış. Türk yazarlannın eserleri arasında benim için Handan başı çekiyor. Romanı okuyup sevdiğimden değil. kapağındaki kızıl saçlı genç kadına ve sisli Londra'ya -gri bir Londra- vurulduğumdan. Halide Kdib Adıvar'ın Handan'dan başka romanlan da var dedemin dükkânında. Kapağı ilüstrasyonsuz, ağır başlı Ateşten Gömlek, romandan çok bir hikâye kitabını andıran Yolpalas Cinayeti. Andığım üç kitap yan yana yerleştirilmiş. Boyuma denk bir rafta. tkide birde Handan'ın sayfalannı kanştınrdım. Sözcüklerin, tümcelerin ciltli, çeviri romaniar yer alıyor. Arif Bolat JCitapevf nin yayını Cronin'ler, o meşhur Yeşü Yıllar, Pembe Yıllar. Sonra, o zamanlar hanımlann pek çok okuduğu Karanfilü Kadın. Elbette roman dizıleri: Belki 'Şaheser Romanlar', belki 'Yıldız Romanlar'; diziierin adlannı artık kendı sözcüklerime uydurmaktayım... Hepsine baktıkça, roman dendi mi, ille kalın kalın kitaplar olması gerektiğini kuruyorum. Roman, ille üç yûz, dört yûz sayfalık bır kitaptır, saruyorum. Roman dendi mi, dedemin dükkânındaki kitap kokusu da ardım sıra geliyor. Kitaplann kokusuna bayılıyorum. Bu kitaplar. en çok romanlar, kimi geceler rüyama giriyor. Örnekse, Handan'ın kapağından çıkıp dolaştığını, dükkândaki eski, gürültülü yazar-kasayı kanştırdığını rüyalanmda görüyorum. Romanlann gizli bir hayatı olmalı. Okul koridoriannda Romanlann asıl dergâhı, Beyoğlu'ndaki Kitap Sarayı. Şimdi yıllardan 1961'e dönüyorum. Galatasaray Lisesi'ndeöğrenciyim. Kitap Sarayı'ndan aldığım romanın ilk sayfasına hem tarih atmışım, hem de imza: 18 ' 10 1961. Imzambugünkü gibi okunaksız bir 'Seiim' değil, fiyakah, özenilmiş, büyük s'den sonra nokta ve son i 'si uzayıp giden bir 'İleri'. 18 Ekim 1961 'de aldığım kitap, benim kendi başıma seçtiğim, sağda solda bulmadığım, edindiğim ilk romandır. Yakup Kadri Karaosmanoğhı'nun Hep OŞarta'sı. Hep O Şarkı'yı Varlık Yayınlan okura kazandırmış. Varlık'ın güzelim, eski, cep kıtaplanndan. Arka kapakta, romanı 'gerçekten' okumuş, süre bir sıkıfıkı dostluk başlatmıştı aramızda. Bir defa, romanın alt başlığı çekici gelmişti: "(Bir eski devir hanımının defterinden)". Sonra ilk cümle, yazarlığa sıvanacağim günlere kılavuz olacaktı: "Meğer roman yazmak ne güç bir işmiş! İşte elimde kalem, önümde defter, saatlerden beri evirip çeviriyorum, iki cümJeyi bir araya getiremiyorum." Meğer ben de getiremeyecekmişim... Hep O Şarkı o güne kadar okuduğum romanlann en güzeliydi. Sözlerinin birçoğunu anlamadan okumuş olabilinm. Ama gönlünü bana açtı. "Rahnıetü Sultan Abdülmecid'üı onuncu Cülûs senJiği gecesi dünyaya" gelmış Münire Hanım, okul koridorlanndakı tanışmamızdan bugüne, kırk yıla yakın anılarla yüldü bir dostum. Bu yaşlı hanımefendiyle dostluğumuz hiçbir gün gölgelenmedi. Hep O Şarkı'yı okudukça, "Roman," diyordum kendi kendime, "sihnip grtmiş. arük herkesin unutmuş olduğu acılan anlaünabJ" Romanın ne anlatacağı konusunda, böylece, önyargıya kapılmış olmuyor muydum? Attilâ İlhan'ın şiiri Bununla birlikte bir 'roman duygusu' hayatıma kanşmıştı. Roman elbette her şeyi anlatabilir. Romanın kesenkes bir tanımı yoktur. Hepsini biliyorum da. söze bir türlü dökemediğim o 'roman duygusu' romanlar için tek denektaşım. Attilâ İlhan unutulmaz şiirinde roman duygusunu çok açık seçik dile getiriyor: "akşamlar bir roman gibi biterdi / jezabelkan içinde valardı /limandan bir gemigiderdi/sen kalkıp ona giderdin "... Yine 1960'larda okuyup çarpıldığim "Üçüncü Şahsın Şiiri" bana sanki romanın niteliklenni, özelliklerini söylüyordu. Hangi akşamlann "bir roman gibi" bitebileceğini az çok sezinliyordum. Jezabel kimdi? Kim olduğu merakımı çekmekle birlikte, bir roman için, ille kanlar içinde yatması gerektiğini sezinliyordum. Sonra aynlık vardı. Aşk'ın çözülmüşlüğü vardı. Zaten biraz ötemde bunlan pekiştiren iki Attilâ İlhan romanı duruyordu. Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez. Onlann yağmurlan ve sisleri ortasında çok geçmeden kaybolacaktım... 60'tan 75'e on beş yıl karmakanşık okuyacaktım: Ne çok roman! Ne çok roman ve ne çok dünya. Nihai Yalaza Taluy çevirisi Dostojievski'lerde büyük acı çekiyordum, kalbim ağnyordu. Daha ilk okuyuşumda Anna Karenina'ya, hem romana, hem Anna'nın kendisıne âşık olmuştum. Anna Karenina'yı tanıdığım, görüştüğümüz, canlı bir kadınmışçasına görebiliyor, gözümün önüne getırebıliyordum. Hatta. Handan'ı. Budala yı. Kirahk Konak ı okuduktan sonra, Anna Karenına'yla birlikte, yalnızca romanlara özgü, nasıl sıfatlandıracağımı hâlâ bilemedığim bır 'kadın kahraman' kimliğiyle baş başa kaldım. Handan, N'astasya FOipovna, Seniha, Anna'nın lcız kardeşlen değil mıdir? Bihter, Aşk-ı Memnu'nun mutsuz kişisı, bu gösterişli kadınlann yanı başında, yazık ki biraz sönük kalır. Bihter'de, kız kardeşlerden biri sayabileceğimiz Enuna Bovary'nin gönül çılgınlığı daima kapı arkasında kalmaya yazgılı bırakılmıştır. Romanlar düoyasında, gitgide kavnyordum, eserler doğrudan dogruya romancılanna bir dünya armağan ediyordu. Sözgelimi, hayattaki bir olay, anı, durum karşısında, birdenbire, "Tıpkı Resat Nuri'nin dünvasındaki gjbL," diyordum Reşat Nuri'nin dünyası, hele Çalıkuşu, Akşam Güneşi, Dudaktan Kalbe okunduktan sonra, sevgi, şefkat ve merhametti. Ama, Sözde Kızlar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, hele Bir Tereddürün Romanı okunduğunda görülecektır kı, Peyami Safa'nın dünyasında karanlık. karmaşa, yalnızhk ve cinnet ağır basar. Yine böyle bir dünyası olan romancı da, benim için, Orhan Kemal'di. Orhan Kemal'in romanlannda tstanbul'un bütün kıyı köşe semtleri hep kendi dünyalannı söylemekteydiler. Bu dünyalann sım neydi? Abdülhak Şinasi'nin yorumu Sırn. usta bir roman yazan yorumluyor: Abdülhak Şinasi Hisar'dan öğrenebilinz: "Sanat elbette hayaün heyecanlaşmasından doğar. Hayaün bir a\nası, bir özeti olmak dileyen zavallı roman, zaten hemen hemen daima hayaün aşağısında kalma güçsüzlüğunû duyarken ve hayat üstüne koca bir ağ gibi aüldıktan sonra ondan canlı canlı ancak birkaç duygu >e düşünü avlayabilirken, onu bu isteklerinde daha fazia zorluklara düşürmek yakışu* mı?" "Hayat bir büyüdür ve sanat da, edebiyat da ona akraba bir büyü obnandır. Çünkü böyle olmazsa, her türlü sanat ve roman, sanki neye yarardı?" Yıllarca büyülenip durdum romanlarla. Karmakanşık roman okumalanm sonra duruldu. Yazarlan tek tek okumaya koyuldum; eserleri yayımlanış ve yazılış sıralamalan içinde okumaya çalıştım. Büyü hiç sona ermedi. Romanlan daha çok sevdim. Oysa günümüzde en baba romanlar bile iki bin, üç bin adet basılıyor Besbelli. Türkiye'de çok az roman okuru kaldı. Geçmişin verimleri büsbütün gündem dışı. Bugünün romancılan gitgide yalnızhk çekiyor. Her biri sevilmek isteğiyle dolup taşmış romanlanrruz itilmişlik, köşeye atılmışhk içinde birer sönmüş hayal. Nenni Uygur'un şu eşsiz sözleri keşke okul kitaplannda yer alsa: "Tanıdığım taıumadığun nice okuryazan bir türlü anlayamıyonun doğnısu. Hiç roman okumuyor ki bu sayın baylar, bayanlar. Övünenler bile var bununla. Romanlann başardığı görcvi aşağısanıanın ağırbaşlılık benrtisi oiduğuna inannuşlar bir kez. tşi-gücü başuıdan aşkmdır çoğunun. Romana ayiracak zamanlan yoktur. Ünlü okulian da bitirseler eksik kalmıştır bence yetişimleri. Pek mi aşın davTanıyorum bilmem, romansızlıktan ötürü, daha yaşamadan öimüşler gibi geiiyor bana." ODAKIVOKTASI AHMET CEMAL Sevgi Kültürü... "...Akılda tekyapıcı güç olarak sevgiyiönerir. Sev- giyi özleye özleye, söyleye söyleye, gerçek insanlık sevgisini yaymayı başaracağız elbette bir gün, ama bu kavramı iyice tanımlamayı öğrenmeliyız, soyut bir kavram olarak bırakmamalı, her gün her kişıyle her davranışımızda yaşatmalıyız..." Yukandakı satırlar, Azra Erhat'a ait. 1976 yılında Cumhuriyet'te yayım- lanan bu yazı, daha sonra 1978'de, Azra Erhat'ın Çağdaş Yayınlan'ndançıkan "Sevgi Yönetimi"ad\\ki- tabında da yer almıştı. Şimdilerde bakıyorum, bır so- ruçeşıtli kalemlerce yinelenmekte: "Sevgisız bir top- lum olup çıktık, ne oldu bize böyle?" Bizımkısi gibi, değil birkaç yıl, ama dünü bile çoğu kez unutacak ka- dar belleksız kılınmış toplumlarda aynı soruların bun- dan yirmi beş yıl önce de sorulduğunun anımsanma- sı beklenemez elbet. Ama sorulmuş işte. Günümüz- den tam yirmi yıl önce, 1976'da da sorulmuş. Demek kı "sevgisiz toplum" olmamız, yeni bir olay değil. Bu yondeki sancılanmız bundan tam yirmi yıl önce de çe- kilmiş. Sözü birkaç cümle için yine Azra Erhat'ın an- dığım yaztsına bırakalım: "Ya insanlannız, dostlannız? Bır otomobilde dört kişisiniz, kafa dengi, can yolda- şı. Birsöylence anlatılıyor, kıyı köylerinin birinde (...) Soylenceleh güzeldir Anadolumuzun, yüzyıllar bo- yunca yeşerip gelmişlerdir, gelin görün ki söylence- lerbıle tartışma konusu olur dostlar arasında, tartış- ma acı sürtüşmeye dönüşür. Sinirler gehlmıştır çün- kü, senlik benlığın egemen olduğu bunca sevgisızlik ortamında sevgi saygı mı kalır en yakın yol arkadaş- lanndabile?.." Evet, yeni bır olgu değil sevgisiz topluma dönüş- memiz. Bu konuda "yeni" sayılabılecekler, ancak şu sorular olabilir: Sevgisızlik, toplumumuzda yirmi yıl önce bile bunca dal budak salmışken, bugune kadar ne yaptık? Yirmi yıl önce dıle getirilmiş uyarılara ne ölçüde kulak verdik? O uyarılarda bulunanlann ses- lerıni, yirmı yıldan bu yana yetişmış en aşağı iki genç kuşağa ne ölçüde aktanp duyurabıldık? Azra Erhat'ın özlü deyişıyle "senlik benliğin egemen olduğu bun- ca sevgisizlik" ortamını yine sevgi temelıne oturtabıl- mek için hangı eylemlere girişebildik? Efendim? Evet, aslında bu soruları sonmadık bile. Hiçbir şey yappnadık. Yukandaki sorulardan çıkarılabilecek tüm olumlu yönleri olumsuzluğa çevırmekle yetindik. Ye- tinmekle de yetinmeyip, bu konuda, yani sevgisizliği iyıce yerieştirme konusunda, eşi az bulunur bir usta- lık kanıtladık. Topluma örnek olması gereken siyasi partı liderle- ri, kamuya açık bulduklan her yerde her vesileyle bir- birlerine nefret kusarlarken, nefretin tohumlannı he- nüz o tohumlara açılmamış en temiz ortamlara bile avuç avuç serperlerken, bızler bunu siyaset ve de- mokrasi sandık. En çağdaş özgürlüklerı ıçerdığı ıçın 1961 Anayasa- sı'nı lüks" saydığımız gıbı, giderefc sevgiyi de. "top- lumsal sorunlar"\a (!) karşılaştırıldığında, bır luks sa- yar hale geldık. Sevgisizliğinahlaksızlığınıyermekvarken.eleletu- tuşan ya da öpüşen gençleri kovalamayı ahlakın ge- reği saydık. Bütün öğretim kurumlanmtzda öğrencılerimizin kar- şısına birer öğretmen kimliğiyle geçtiğımızde ilk yap- tığımız iş, çoğunlukla -karşımızdakiler "şımarmasın- lar" diye! Yani mutlaka şımaracaklan önyargısıyla!- asık ifadeler verdiğimiz suratlanmızla, onlardan koşul- suz saygı bekledik. Kürsülerimize değil, ama bize, yani bir insana duyacaklan sevgiden kaynaklanacak bır saygının temel değeri üzerinde ıse çoğunlukla dü- şünmedik bile... Çocuklanmıza "aile terbiyesi" veriyoruz derken, çoğunlukla yaptığımız, onlan bencillik yolunda eğit- mekten başka bır şey olmadı. "Aileni ve kendini dü- şün" ilkesi, arada kan bağının bulunmadığı başka in- sanlara ve topluma uzanabılecek sevgi köprülerini çoğunlukla daha en baştan olanaksız kıldı. Toplumun yaklaşık on beş yıldan bu yana bir tefe- ci toplumuna dönüştürülmesiyle birlikte, hemen hiç- bir şey üıetmeden yaşama alışkanlığı, sevgi üretimı- ni de olanaksız kıldı. En acil parasal sorunları için en yakınlannın, dahası "yol arkadaşlannın" kapısını ça- lanlar, "Bekle, bankadaki paramın vadesi bitsın, bir şeyler yapabilihm öe/fc;..."gibisinden yanıtları duy- maya alıştılar. Evet, şimdilerde soruluyor: "Sevgisiz bir toplum olup çıktık, ne oldu bize böyle?" Sevginin kanına bunca giren nedenlerle örülü biror- tamda sevgi toplumu mu olacaktık? Sevgiyi, sevgi üretmeden egemen kılabileceğimızi mi umduk? "Ne oldu bize böyle?" Olağandışı hiçbir şey olmadı. insan sevgisini gündemden çıkannca, insan her şeyin ölçütü olmaktan çıkınca ne olursa, bize de o ol- du! İsmaH Gülgeç'ten Sokak İti Kültür Servisi - Karikatürist Ismaıl Gülgeç'in dördüncü kitabı "Sokak İti" piyasaya çıktı. "Hayvanlar" serisinin ikinci kitabı olan "Sokak İtf'nı Gülgeç Yayınlan hazırladı. lsmail Gülgeç'in "İnsanlık Hatırası", "Ve Kadınlar" ve "Etellektüel Ayı" kitaplannın ardından çıkan 4. kitabı olan "Sokak tti", çizerin gazetemizde yer alan günlük bant karikatürlerden oluşuyor. Müziğin Oscarları dağıtıldı Kültür Servisi- Pop müzik dünyasının en önemli ödüllerinden biri sayılan "Brit Avvards' pazartesi gecesi düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Londra'da gerçekleştırilen ödül töreninde tzlandalı şarlacı Björk, "En lyi Kadın Solist', Amerikalı şarkıcı Prince ise 'En tyi Erkek Şarkıcı' seçildi. "En İyi Grup' ödüfü ise Bon Jovi'nin oldu. Alanis Morisette 'En lyi Yeni Yetenek' ödülünü alırken, Ingilizlerin ünlü grubu Oasis, 'Wonderwall' parçasının klibiyle 'En ]yi Video Klibi', 'En lyi tngiliz Grubu' ve 'En tyı Albüm* ödûllerinin sahibi oldu. Ödül töreninde özel bir sahne şovu yapan Michael Jackson ise "Bir Kuşagın Ozel Sanatçısf seçildi. tngiliz sanatçılar kategonsinde Annie Lennox 'En lyi Kadın Solist', Paui VVeller 'En lyi Erkek Solist', Supergrass 'En l>ı Yeni Yetenek' ve Massive Attack de "En fyi Dans Gösterisi' ödülünü kaaandı. Aynlma karan alan tngiliz grup Take That ise son kez, Brit Awards ödül töreninde bir araya geldi. Van Gogh'un tablosuna tazminat PARİS (Reuter)- Fransa Yük^ek Icra Mahkenıesı, devletin, ünlü Hollandalı ressam Vincent van Gogh'un tablosunu özel koleksiyonunda bulunduran Jacques Walter adlı kişiye 85 milyon dolar tutannda borcu oldugunu bir mahkeme karan ile bildirdı. Van Gogh'un intiharetmeden birkaç yıl önce yaptığı 'Jardın a Auvers' adlı tablonun devlet hazinesine ait olduğu için yurtdışındaki koleksiyonculara satılmasını engelleyen mahkeme karannı bozan icra mahkemesi. Fransız idari makamlannı. Walter'a. tabloyu yundışında satamamasından dolavı oluşan maddı kaybı telafı etmek üzere 85 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Tazminatın yüksekıiği sanat çe\Telerinde şaşkınlıkla karşılandı. ,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle