Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 SUBAT1996 PEPŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
GRAMOFON İĞNESİ SELtM İLERİ
Nurullah Ataç CoJette Muazzez Tahsin Berkand PC\ami Safa Cronin
Sanmüş hayalromanlarıAtaç, bir yazısında, "Roman okumaya
gec başladım" der. Sonra, ablasının
'sandığındaki' romanlara geçer.
Sandıktakı romanlar, okunmuş ilk
romanlardir. Hangileri olduğunu
tahmın etmek zor degil: "Pardiyanlar'ı
bitirdim. Monte-Cristo 'yu yanladun;
ondan Joseph Balsamo'ya, Simone ile
Marie'ye geçecektim; bele Sabıkalı'yı
aMam pek övüyordu."
Galiba her edebiyatsever için böyle
sandık romanlan' var. Gözümü kapar
kapamaz Cihangir'deki evımize
dönüveriyorum ve mavi de, ortası gül
öbekli goblen kaplı eski sandıkta
romanlar aranıyorum. Hayır. roman
yok. Eski sandığımız naftalin kokuyor.
Evimızde romanlar nerdeydi? Sağda
solda, örnekse komodinin üstünde, ya
da pencere kenannda, hatta yün
sepetının içınde, dikiş kutusunun
yanında duruyorlar. Aruıem roman
okuyor. Ablamın dolabında okul ödevi
olarak verilmiş romanlar var. Babamın
bilimsel kıtaplarla ha$ır neşir
kitaplığında Almanca çevırilı Harp ve
Sulh (o zaman Savaş ve Banş
denmiyor), her nedense ve nasılsa
Albert Camus,yine Almanca çevınli
YabancL Teknık Üniversite öğretim
üyesi babam modern romanı mı merak
efmiş?
Ne Harp ve Sulh ilgimi çekiyor, ne de
Yabancı.
İlgimi çeken romanlar. dikiş kutusunun
yanında duran, yün sepetindeki, ya da,
yemek masasına açık bırakılmış olan.
Bunlann renkli ilüstrasyonlu
kapaklannda uzun, kıvnk kirpikli, iri
gözlü, gümrah saçlı kadınlar, hepsi
daima genç kadınlar, elmacık kemikleri
çıkık, saçlan kumrai ve dalgalı, gözleri
yeşil genç erkeklerle uzun uzadıya
bakışırlar. O kitap kapaklarının sona
ermeyecek bir büyüsü vardır benim
için.
Coiette, duyarlı eseri Claudine'in
Evi'nde "uzun saçlı" ablasının
romanlarla ilişkisini aynı coşkuyla yâd
eder:
"Şiirler de okurdu, ama daha nadiren.
Temps gazetesinin kesümiş, dikilnıiş
tefrikalan, La Revue des Deux
Vlondcsun, Revue Bleue'nün
koleksivonlan, Journal des Dames et
des Demoiselles'inkiler. (-) Romanlar
yasüklan doldurur, nakış scpetini
şişirir. yağmur aitında unutulup
bahçede eriıierdL Uzun saçlı abiam
arük, konuşmaz. pek az yemek yer,
evde bizimle karşılaşınca hayreteder, zil
çalacak olsa sıçrayarak uvanırdı."
(Y'edia Tatarağası çev irisi.)
Öyle değil midir? Bir kez büyülerine
kapıldığımızda, romanlann yaşamı,
bizim durgun günJerimizi gerçeklik
dışına kovalamaz mı?
Evet ama, önce hangisi? "Büyüklere
mahsus" romanlardan ilki, tefhkasını
günü gününe, soluk soluga takıp
ettigim bir aşk romanıdır: Vıllann
Ardından. Sonra şöyle bir deyiş:
"Nakleden: Muazzez Tahsin Berkand."
Yazan değil de, nakleden. Bu nakleden
deyişine kendimce anlamlar verirdim;
birileri romandaki aşkı sahiden
yaşamışlar da, Muazzez Tahsin gazete
okurlanna anlatmaya koyulmuş...
Nakleden, meğerse, adapte eden,
uyarlayan anlamına geliyormuş ve
Muazzez Tahsin de bazı kitaplannı
Fransız pembe romanlanndan
uyariıyormuş.
Kitaplann tıLsınu
O zamanlar gazeteler tefrika romana
büsbütün yûz çevirmemişlerdi. Ben de
romanla onlar aracıhğıyla
tanışıyordum. O zamanlar bir de
'akşam gazeteleri' vardı; adını artık
hatirlayamadığım bir akşam
gazetesinde Suat Derviş'in adını asla
unutamayacağım bir romanının
tefhkasınabaşlanmıştı: Aksaray'dan
Bir Perihan.
Aksaray'dan Bir Perihan, herhalde
öylece. tefrikada kaybolup gitti.
Yazık ki evimizin kitaplan da kaybolup
gitti. Pek azı şimdi benimle birlikte
yaşıyor; hepsi yaşlandılar, kapaklan
kınş lunş, sayfalan sarardı. Oysa
hepsini, artık yanımda olmayanlan da,
yerli yerinde düşleyebiliyorum. Tıpkı
Coiette gibi:
"Bu kadar sene sonra, bu khaplaıia
örülmüş odayı görmem için gözlerimi
kapamam kâfi. Vaktiyle onlan
karanlıkta da a>ırt edebiliyordum.
Gece, bu kitaplardan birini seçmek için
lambayı almazdım. Parmaklarunı
pryano çalar gibi rafin üzerinde
gezdirmem kâfî idi. Yırülmış,
kaybolmuş ve çahnmış olduklan halde
onJan hâlâ sırasıyla savabüiyorum.
Hemen hepsi de doğduğumu
görmiiştü."
Başka evlerdeki kitaplan da yerli
yerinde hatırlayabiliyorum. Sözgelimi
dört roman var. Cihangir'de bir
ahbabımızın evinde. etajere yan yana
dizilmiş duruyorlar: M. Turhan Tan
imzalı Cinci Hoca'yla Safrve Sultan,
Server Bedi imzalı Selma ve Göigesi,
dördüncüsü Saffet Nezihi'nin Zavallı
Necdet'ı
Bu romanlan o kadar çok merak
ederdim ki, çalıp, eve getirip, bir an
önce okumak isterdim. Yıllar arasında,
nice zamanlar sonra, her birini değişik
değişik fırsatlarla edindim.
Ataç'a bakarsanız, bazı romanlar bazı
yaşlardaokunabilirmiş: "Dogrusuo
yaşımda, daha peşinyargılar
edinmeden, Ale\andre Dumas'yı
okumuş olmayı isterdim; çok
eğtendirirmiş; şimdi bile Uç
Silâhşörler'i alsam da okusam dediğim
olur. Olabilir mi? Arük onun
güzelliğine inanabilir miyim? Okuyup
hoşlansam bile gerçekten bir
gülümseme ile okurum. Hani şu
üstünlük giilümsemesi... Utanırun o
gülümsemedcn de ciddiye
alamayacağım kitaplarla vakit
geçirmeyi sevmem."
Bana gelince, adlannı saydıgım dört
romanı, işte yıllar geçmışken.
anlamlannı tam çözememekle birlikte,
bir şeyler.. satırlar, yazılar bir Oslûp
olarak bende yaşardı:
"Bütün hisieründe siyah bir perdeye
benzer bir ağıriıkla uğraşıjorum."
"Handan, Handan. İşte beni cn çok bu
isim sarsıyor. Bu Handan benmişim.
Fakat ne tuhaf, Handan içimde
kakhramadığım perdenin arkasuıda
gjzlL"
"Gel, Refik CemaL, sevgilim, bunlar
hepsi sen. Bu çchreler. bu hayaller, bu
denizler daglar. to/Ju yollu memleketler,
bu benimle oynayan kumrai çocuk
hepsi, hatta bu tabut büe_.r
"Gözkrinizde yaş var."
Boyumun enşemeyeceği bir raftaysa
Hüseyin Rahmi Cürpınar'ın romanlan
dunıyor: Şıpsevdi, Utanmaz Adam,
galiba Deli Filozof ve bir de Meyhanede
Hanımlar. Meyhanede Hanımlar'ın
kapağı. en az Handan'ınki kadar gönül
çelicı. Dahası. bu kapaktaki süslü
püslü, hayli alaturka. besbelli azıcık
sarhoş, senli-benli hanımlar
kendiliğinden bir sosyolojıye alıp
götüniyorlar: Daha o zaman iğreti
alafrangalık konusunda bir şeyler
sezinliyorum.
Altıyol'daki bu küçük kitapçıda tek tük,
özemsemiş, gerçek bir editörün kaleme
almış olduğu besbelli, şu lanıtım
yazısı:
"Yakup Kadri'nin son eseri olan Hep O
ŞarkıŞı öteki romanlanndan avıran
başlıca özellik \akasının geçen yüzyılın
ortaJannda geçişidir. Büyük
romancımız. şimdiye kadar bize hep
bildiği, tanıdığı insanlan, muhitleri
anlatmışü. Burada hayalini yetişmediği
çağlara kadar uzatarak, saf ve masum
bir eski zaman aşkının çevresinde arük
büsbütün tarihe kanşmış bir çağın
hüzünlü şiirini bize duvurmaya
calışıyor."
"Ama bu çok şahsiyetli eserin bir başka
cephesi daha var: O çağı \aşamış olan
kadınlanrnızın nasipsizliğini ve
bahtsızlığını da bize kuvvetle
duyuruyor."
Arka kapak yazısını, büyük olasılıkla
Vaşar Nabi yazmıştı. Yaşar Nabi
Nayır'ın Varlık dergisinin ve
yayınlannın sahibi olduğunu nasılsa
öğrenmiştim. Varlık Yayınlan arasında
çıkmış her kıtabı dıkkatle okuduğunu
da sonrakı yıllarda ögrenecektim.
Hep O Şarkı'yi okul kondorlannda,
akşam etüdüne kadar özgür kaldığımız
zaman dilinde okuvordum. Günlerce
epsine baktıkça, roman dendi mi,
ille kalın kalın kitaplar olması gerektiğini
kuruyorum. Roman, ille üç yüz, dört yüz
sayfalık bir kitaptır, sanıyorum.
Roman dendi mi, dedemin dükkânındaki
kitap kokusu da ardım sıra geliyor.
Kitaplann kokusuna bayılıyorum. Bu
kitaplar, en çok romanlar, kimi geceler
rüyama giriyor. Örnekse, Handan'ın
kapağından çıkıp dolaştığını, dükkândaki
eski, gürültülü yazar-kasayı kanştırdığını
rüyalanmda görüyorum.
Romanlann gizli bir hayatı olmah.
Y,
Artilâ İlhan
ıllarca büyülenip durdum
romanlarla. Karmakanşık roman
okumalanm sonra duruldu.
Yazarlan tek tek okumaya koyuldum;
eserleri yayımlanış ye yazılış sıralamalan
içinde okumaya çalıştım. Büyü hiç sona
ermedi. Romanlan daha çok sevdim. Oysa
günümüzde en baba romanlar bile iki bin, üç
bin adet basılıyor. Besbelli, Türkiye'de çok
az roman okuru kaldı. Geçmişin verimleri
büsbütün gündem djşı. Bugünün romancılan
gitgide yalnızhk çekiyor. Her biri sevilmek
isteğiyle dolup taşmış romanlanmız
itilmişlik, köşeye atılmışhk içinde birer
sönmüş hayal. OrhanKemal
çocuklugumun bütün roman tutkusuyla
okumuştum. Hâlâ açıp açıp okurum.
Cinci Hoca'da Deli fbrahim dönemi
olanca cinnetiyle belirir; Safıye Sultan,
romanın sonunda Venedik'i,
özyurdunu hatırlaya hatırlaya, özlemler
arasında can verir. Zavallı Necdet,
tuhaf, alaturka bohem hayarıdır; herkes
birbirine sevdalanır. Selma ve Gölgesi,
yanılmıyorsam, edebiyatımızdaki tek
vampir romanı. tek 'gotik roman'.
Bu kitaplann bir tılsımı olmaltydı:
Onlan okurken, dediğim gibi, geçmiş
günlerin roman heyecanlanna
dönüvenniştim.
tşte, roman okumayı sevmek, bence bir
serüvendir.
Alüyol'da bir kftapçı
Yıllann Ardından'la başlayan büyükleT
için yazılmış romanlan okuma
serüvenimde ikinci, üçüncü duraklan
pek hatıriayamıyorum. Yainız birçok
kitap var gözümün önünde.
Çünkü dedemin K.adıköyü'ndeki,
Altıyol'daki kitapçı dükkânmdayım şu
an. Bu küçücük dükkânda tavana
uzanmış raflarda sıra sıra romanlar
duruyor. Romanlar hepsi bir araya
toplanmış. Türk yazarlannın eserleri
arasında benim için Handan başı
çekiyor. Romanı okuyup sevdiğimden
değil. kapağındaki kızıl saçlı genç
kadına ve sisli Londra'ya -gri bir
Londra- vurulduğumdan.
Halide Kdib Adıvar'ın Handan'dan
başka romanlan da var dedemin
dükkânında. Kapağı ilüstrasyonsuz,
ağır başlı Ateşten Gömlek, romandan
çok bir hikâye kitabını andıran
Yolpalas Cinayeti. Andığım üç kitap
yan yana yerleştirilmiş. Boyuma denk
bir rafta.
tkide birde Handan'ın sayfalannı
kanştınrdım. Sözcüklerin, tümcelerin
ciltli, çeviri romaniar yer alıyor. Arif
Bolat JCitapevf nin yayını Cronin'ler, o
meşhur Yeşü Yıllar, Pembe Yıllar.
Sonra, o zamanlar hanımlann pek çok
okuduğu Karanfilü Kadın. Elbette
roman dizıleri: Belki 'Şaheser
Romanlar', belki 'Yıldız Romanlar';
diziierin adlannı artık kendı
sözcüklerime uydurmaktayım...
Hepsine baktıkça, roman dendi mi, ille
kalın kalın kitaplar olması gerektiğini
kuruyorum. Roman, ille üç yûz, dört
yûz sayfalık bır kitaptır, saruyorum.
Roman dendi mi, dedemin
dükkânındaki kitap kokusu da ardım
sıra geliyor. Kitaplann kokusuna
bayılıyorum. Bu kitaplar. en çok
romanlar, kimi geceler rüyama giriyor.
Örnekse, Handan'ın kapağından çıkıp
dolaştığını, dükkândaki eski, gürültülü
yazar-kasayı kanştırdığını rüyalanmda
görüyorum.
Romanlann gizli bir hayatı olmalı.
Okul koridoriannda
Romanlann asıl dergâhı,
Beyoğlu'ndaki Kitap Sarayı. Şimdi
yıllardan 1961'e dönüyorum.
Galatasaray Lisesi'ndeöğrenciyim.
Kitap Sarayı'ndan aldığım romanın ilk
sayfasına hem tarih atmışım, hem de
imza: 18 ' 10 1961. Imzambugünkü
gibi okunaksız bir 'Seiim' değil,
fiyakah, özenilmiş, büyük s'den sonra
nokta ve son i 'si uzayıp giden bir
'İleri'.
18 Ekim 1961 'de aldığım kitap, benim
kendi başıma seçtiğim, sağda solda
bulmadığım, edindiğim ilk romandır.
Yakup Kadri Karaosmanoğhı'nun Hep
OŞarta'sı.
Hep O Şarkı'yı Varlık Yayınlan okura
kazandırmış. Varlık'ın güzelim, eski,
cep kıtaplanndan. Arka kapakta,
romanı 'gerçekten' okumuş,
süre bir sıkıfıkı dostluk başlatmıştı
aramızda.
Bir defa, romanın alt başlığı çekici
gelmişti: "(Bir eski devir hanımının
defterinden)". Sonra ilk cümle,
yazarlığa sıvanacağim günlere kılavuz
olacaktı: "Meğer roman yazmak ne güç
bir işmiş! İşte elimde kalem, önümde
defter, saatlerden beri evirip
çeviriyorum, iki cümJeyi bir araya
getiremiyorum." Meğer ben de
getiremeyecekmişim...
Hep O Şarkı o güne kadar okuduğum
romanlann en güzeliydi. Sözlerinin
birçoğunu anlamadan okumuş
olabilinm. Ama gönlünü bana açtı.
"Rahnıetü Sultan Abdülmecid'üı
onuncu Cülûs senJiği gecesi dünyaya"
gelmış Münire Hanım, okul
koridorlanndakı tanışmamızdan
bugüne, kırk yıla yakın anılarla yüldü
bir dostum. Bu yaşlı hanımefendiyle
dostluğumuz hiçbir gün gölgelenmedi.
Hep O Şarkı'yı okudukça, "Roman,"
diyordum kendi kendime, "sihnip
grtmiş. arük herkesin unutmuş olduğu
acılan anlaünabJ" Romanın ne
anlatacağı konusunda, böylece,
önyargıya kapılmış olmuyor muydum?
Attilâ İlhan'ın şiiri
Bununla birlikte bir 'roman duygusu'
hayatıma kanşmıştı. Roman elbette her
şeyi anlatabilir. Romanın kesenkes bir
tanımı yoktur. Hepsini biliyorum da.
söze bir türlü dökemediğim o 'roman
duygusu' romanlar için tek denektaşım.
Attilâ İlhan unutulmaz şiirinde roman
duygusunu çok açık seçik dile
getiriyor:
"akşamlar bir roman gibi biterdi /
jezabelkan içinde valardı /limandan bir
gemigiderdi/sen kalkıp ona giderdin "...
Yine 1960'larda okuyup çarpıldığim
"Üçüncü Şahsın Şiiri" bana sanki
romanın niteliklenni, özelliklerini
söylüyordu. Hangi akşamlann "bir
roman gibi" bitebileceğini az çok
sezinliyordum. Jezabel kimdi? Kim
olduğu merakımı çekmekle birlikte, bir
roman için, ille kanlar içinde yatması
gerektiğini sezinliyordum. Sonra
aynlık vardı. Aşk'ın çözülmüşlüğü
vardı.
Zaten biraz ötemde bunlan pekiştiren
iki Attilâ İlhan romanı duruyordu.
Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine
Benzemez. Onlann yağmurlan ve
sisleri ortasında çok geçmeden
kaybolacaktım...
60'tan 75'e on beş yıl karmakanşık
okuyacaktım: Ne çok roman! Ne çok
roman ve ne çok dünya. Nihai Yalaza
Taluy çevirisi Dostojievski'lerde büyük
acı çekiyordum, kalbim ağnyordu.
Daha ilk okuyuşumda Anna
Karenina'ya, hem romana, hem
Anna'nın kendisıne âşık olmuştum.
Anna Karenina'yı tanıdığım,
görüştüğümüz, canlı bir
kadınmışçasına görebiliyor, gözümün
önüne getırebıliyordum.
Hatta. Handan'ı. Budala yı. Kirahk
Konak ı okuduktan sonra, Anna
Karenına'yla birlikte, yalnızca
romanlara özgü, nasıl
sıfatlandıracağımı hâlâ bilemedığim bır
'kadın kahraman' kimliğiyle baş başa
kaldım. Handan, N'astasya FOipovna,
Seniha, Anna'nın lcız kardeşlen değil
mıdir? Bihter, Aşk-ı Memnu'nun
mutsuz kişisı, bu gösterişli kadınlann
yanı başında, yazık ki biraz sönük
kalır. Bihter'de, kız kardeşlerden biri
sayabileceğimiz Enuna Bovary'nin
gönül çılgınlığı daima kapı arkasında
kalmaya yazgılı bırakılmıştır.
Romanlar düoyasında, gitgide
kavnyordum, eserler doğrudan
dogruya romancılanna bir dünya
armağan ediyordu. Sözgelimi,
hayattaki bir olay, anı, durum
karşısında, birdenbire, "Tıpkı Resat
Nuri'nin dünvasındaki gjbL," diyordum
Reşat Nuri'nin dünyası, hele Çalıkuşu,
Akşam Güneşi, Dudaktan Kalbe
okunduktan sonra, sevgi, şefkat ve
merhametti. Ama, Sözde Kızlar,
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, hele Bir
Tereddürün Romanı okunduğunda
görülecektır kı, Peyami Safa'nın
dünyasında karanlık. karmaşa,
yalnızhk ve cinnet ağır basar. Yine
böyle bir dünyası olan romancı da,
benim için, Orhan Kemal'di. Orhan
Kemal'in romanlannda tstanbul'un
bütün kıyı köşe semtleri hep kendi
dünyalannı söylemekteydiler.
Bu dünyalann sım neydi?
Abdülhak Şinasi'nin yorumu
Sırn. usta bir roman yazan
yorumluyor: Abdülhak Şinasi
Hisar'dan öğrenebilinz:
"Sanat elbette hayaün
heyecanlaşmasından doğar. Hayaün bir
a\nası, bir özeti olmak dileyen zavallı
roman, zaten hemen hemen daima
hayaün aşağısında kalma güçsüzlüğunû
duyarken ve hayat üstüne koca bir ağ
gibi aüldıktan sonra ondan canlı canlı
ancak birkaç duygu >e düşünü
avlayabilirken, onu bu isteklerinde daha
fazia zorluklara düşürmek yakışu* mı?"
"Hayat bir büyüdür ve sanat da,
edebiyat da ona akraba bir büyü
obnandır. Çünkü böyle olmazsa, her
türlü sanat ve roman, sanki neye
yarardı?"
Yıllarca büyülenip durdum romanlarla.
Karmakanşık roman okumalanm sonra
duruldu. Yazarlan tek tek okumaya
koyuldum; eserleri yayımlanış ve
yazılış sıralamalan içinde okumaya
çalıştım. Büyü hiç sona ermedi.
Romanlan daha çok sevdim.
Oysa günümüzde en baba romanlar
bile iki bin, üç bin adet basılıyor
Besbelli. Türkiye'de çok az roman
okuru kaldı.
Geçmişin verimleri büsbütün gündem
dışı. Bugünün romancılan gitgide
yalnızhk çekiyor. Her biri sevilmek
isteğiyle dolup taşmış romanlanrruz
itilmişlik, köşeye atılmışhk içinde birer
sönmüş hayal.
Nenni Uygur'un şu eşsiz sözleri keşke
okul kitaplannda yer alsa:
"Tanıdığım taıumadığun nice
okuryazan bir türlü anlayamıyonun
doğnısu. Hiç roman okumuyor ki bu
sayın baylar, bayanlar. Övünenler bile
var bununla. Romanlann başardığı
görcvi aşağısanıanın ağırbaşlılık
benrtisi oiduğuna inannuşlar bir kez.
tşi-gücü başuıdan aşkmdır çoğunun.
Romana ayiracak zamanlan yoktur.
Ünlü okulian da bitirseler eksik
kalmıştır bence yetişimleri. Pek mi aşın
davTanıyorum bilmem, romansızlıktan
ötürü, daha yaşamadan öimüşler gibi
geiiyor bana."
ODAKIVOKTASI
AHMET CEMAL
Sevgi Kültürü...
"...Akılda tekyapıcı güç olarak sevgiyiönerir. Sev-
giyi özleye özleye, söyleye söyleye, gerçek insanlık
sevgisini yaymayı başaracağız elbette bir gün, ama
bu kavramı iyice tanımlamayı öğrenmeliyız, soyut bir
kavram olarak bırakmamalı, her gün her kişıyle her
davranışımızda yaşatmalıyız..." Yukandakı satırlar,
Azra Erhat'a ait. 1976 yılında Cumhuriyet'te yayım-
lanan bu yazı, daha sonra 1978'de, Azra Erhat'ın
Çağdaş Yayınlan'ndançıkan "Sevgi Yönetimi"ad\\ki-
tabında da yer almıştı. Şimdilerde bakıyorum, bır so-
ruçeşıtli kalemlerce yinelenmekte: "Sevgisız bir top-
lum olup çıktık, ne oldu bize böyle?" Bizımkısi gibi,
değil birkaç yıl, ama dünü bile çoğu kez unutacak ka-
dar belleksız kılınmış toplumlarda aynı soruların bun-
dan yirmi beş yıl önce de sorulduğunun anımsanma-
sı beklenemez elbet. Ama sorulmuş işte. Günümüz-
den tam yirmi yıl önce, 1976'da da sorulmuş. Demek
kı "sevgisiz toplum" olmamız, yeni bir olay değil. Bu
yondeki sancılanmız bundan tam yirmi yıl önce de çe-
kilmiş. Sözü birkaç cümle için yine Azra Erhat'ın an-
dığım yaztsına bırakalım: "Ya insanlannız, dostlannız?
Bır otomobilde dört kişisiniz, kafa dengi, can yolda-
şı. Birsöylence anlatılıyor, kıyı köylerinin birinde (...)
Soylenceleh güzeldir Anadolumuzun, yüzyıllar bo-
yunca yeşerip gelmişlerdir, gelin görün ki söylence-
lerbıle tartışma konusu olur dostlar arasında, tartış-
ma acı sürtüşmeye dönüşür. Sinirler gehlmıştır çün-
kü, senlik benlığın egemen olduğu bunca sevgisızlik
ortamında sevgi saygı mı kalır en yakın yol arkadaş-
lanndabile?.."
Evet, yeni bır olgu değil sevgisiz topluma dönüş-
memiz. Bu konuda "yeni" sayılabılecekler, ancak şu
sorular olabilir: Sevgisızlik, toplumumuzda yirmi yıl
önce bile bunca dal budak salmışken, bugune kadar
ne yaptık? Yirmi yıl önce dıle getirilmiş uyarılara ne
ölçüde kulak verdik? O uyarılarda bulunanlann ses-
lerıni, yirmı yıldan bu yana yetişmış en aşağı iki genç
kuşağa ne ölçüde aktanp duyurabıldık? Azra Erhat'ın
özlü deyişıyle "senlik benliğin egemen olduğu bun-
ca sevgisizlik" ortamını yine sevgi temelıne oturtabıl-
mek için hangı eylemlere girişebildik?
Efendim?
Evet, aslında bu soruları sonmadık bile. Hiçbir şey
yappnadık. Yukandaki sorulardan çıkarılabilecek tüm
olumlu yönleri olumsuzluğa çevırmekle yetindik. Ye-
tinmekle de yetinmeyip, bu konuda, yani sevgisizliği
iyıce yerieştirme konusunda, eşi az bulunur bir usta-
lık kanıtladık.
Topluma örnek olması gereken siyasi partı liderle-
ri, kamuya açık bulduklan her yerde her vesileyle bir-
birlerine nefret kusarlarken, nefretin tohumlannı he-
nüz o tohumlara açılmamış en temiz ortamlara bile
avuç avuç serperlerken, bızler bunu siyaset ve de-
mokrasi sandık.
En çağdaş özgürlüklerı ıçerdığı ıçın 1961 Anayasa-
sı'nı lüks" saydığımız gıbı, giderefc sevgiyi de. "top-
lumsal sorunlar"\a (!) karşılaştırıldığında, bır luks sa-
yar hale geldık.
Sevgisizliğinahlaksızlığınıyermekvarken.eleletu-
tuşan ya da öpüşen gençleri kovalamayı ahlakın ge-
reği saydık.
Bütün öğretim kurumlanmtzda öğrencılerimizin kar-
şısına birer öğretmen kimliğiyle geçtiğımızde ilk yap-
tığımız iş, çoğunlukla -karşımızdakiler "şımarmasın-
lar" diye! Yani mutlaka şımaracaklan önyargısıyla!-
asık ifadeler verdiğimiz suratlanmızla, onlardan koşul-
suz saygı bekledik. Kürsülerimize değil, ama bize,
yani bir insana duyacaklan sevgiden kaynaklanacak
bır saygının temel değeri üzerinde ıse çoğunlukla dü-
şünmedik bile...
Çocuklanmıza "aile terbiyesi" veriyoruz derken,
çoğunlukla yaptığımız, onlan bencillik yolunda eğit-
mekten başka bır şey olmadı. "Aileni ve kendini dü-
şün" ilkesi, arada kan bağının bulunmadığı başka in-
sanlara ve topluma uzanabılecek sevgi köprülerini
çoğunlukla daha en baştan olanaksız kıldı.
Toplumun yaklaşık on beş yıldan bu yana bir tefe-
ci toplumuna dönüştürülmesiyle birlikte, hemen hiç-
bir şey üıetmeden yaşama alışkanlığı, sevgi üretimı-
ni de olanaksız kıldı. En acil parasal sorunları için en
yakınlannın, dahası "yol arkadaşlannın" kapısını ça-
lanlar, "Bekle, bankadaki paramın vadesi bitsın, bir
şeyler yapabilihm öe/fc;..."gibisinden yanıtları duy-
maya alıştılar.
Evet, şimdilerde soruluyor: "Sevgisiz bir toplum
olup çıktık, ne oldu bize böyle?"
Sevginin kanına bunca giren nedenlerle örülü biror-
tamda sevgi toplumu mu olacaktık?
Sevgiyi, sevgi üretmeden egemen kılabileceğimızi
mi umduk?
"Ne oldu bize böyle?"
Olağandışı hiçbir şey olmadı.
insan sevgisini gündemden çıkannca, insan her
şeyin ölçütü olmaktan çıkınca ne olursa, bize de o ol-
du!
İsmaH Gülgeç'ten Sokak İti
Kültür Servisi - Karikatürist Ismaıl Gülgeç'in
dördüncü kitabı "Sokak İti" piyasaya çıktı.
"Hayvanlar" serisinin ikinci kitabı olan "Sokak İtf'nı
Gülgeç Yayınlan hazırladı. lsmail Gülgeç'in "İnsanlık
Hatırası", "Ve Kadınlar" ve "Etellektüel Ayı"
kitaplannın ardından çıkan 4. kitabı olan "Sokak tti",
çizerin gazetemizde yer alan günlük bant
karikatürlerden oluşuyor.
Müziğin Oscarları dağıtıldı
Kültür Servisi- Pop müzik dünyasının en önemli
ödüllerinden biri sayılan "Brit Avvards' pazartesi
gecesi düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu.
Londra'da gerçekleştırilen ödül töreninde tzlandalı
şarlacı Björk, "En lyi Kadın Solist', Amerikalı şarkıcı
Prince ise 'En tyi Erkek Şarkıcı' seçildi. "En İyi Grup'
ödüfü ise Bon Jovi'nin oldu. Alanis Morisette 'En lyi
Yeni Yetenek' ödülünü alırken, Ingilizlerin ünlü grubu
Oasis, 'Wonderwall' parçasının klibiyle 'En ]yi Video
Klibi', 'En lyi tngiliz Grubu' ve 'En tyı Albüm*
ödûllerinin sahibi oldu. Ödül töreninde özel bir sahne
şovu yapan Michael Jackson ise "Bir Kuşagın Ozel
Sanatçısf seçildi. tngiliz sanatçılar kategonsinde
Annie Lennox 'En lyi Kadın Solist', Paui VVeller 'En
lyi Erkek Solist', Supergrass 'En l>ı Yeni Yetenek' ve
Massive Attack de "En fyi Dans Gösterisi' ödülünü
kaaandı. Aynlma karan alan tngiliz grup Take That ise
son kez, Brit Awards ödül töreninde bir araya geldi.
Van Gogh'un tablosuna tazminat
PARİS (Reuter)- Fransa Yük^ek Icra Mahkenıesı,
devletin, ünlü Hollandalı ressam Vincent van Gogh'un
tablosunu özel koleksiyonunda bulunduran Jacques
Walter adlı kişiye 85 milyon dolar tutannda borcu
oldugunu bir mahkeme karan ile bildirdı. Van
Gogh'un intiharetmeden birkaç yıl önce yaptığı
'Jardın a Auvers' adlı tablonun devlet hazinesine ait
olduğu için yurtdışındaki koleksiyonculara satılmasını
engelleyen mahkeme karannı bozan icra mahkemesi.
Fransız idari makamlannı. Walter'a. tabloyu
yundışında satamamasından dolavı oluşan maddı
kaybı telafı etmek üzere 85 milyon dolar tazminat
ödemeye mahkûm etti. Tazminatın yüksekıiği sanat
çe\Telerinde şaşkınlıkla karşılandı. ,